بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَـيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | قَالَ | demişti |
|
3 | عِيسَى | Îsa |
|
4 | ابْنُ | oğlu |
|
5 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
6 | يَا بَنِي | oğulları |
|
7 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
8 | إِنِّي | elbette ben |
|
9 | رَسُولُ | elçisiyim |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | إِلَيْكُمْ | size (gönderilen) |
|
12 | مُصَدِّقًا | doğrulayıcı |
|
13 | لِمَا | olanı |
|
14 | بَيْنَ |
|
|
15 | يَدَيَّ | elimde |
|
16 | مِنَ | -tan |
|
17 | التَّوْرَاةِ | Tevrat- |
|
18 | وَمُبَشِّرًا | ve müjdeleyiciyim |
|
19 | بِرَسُولٍ | bir elçiyi |
|
20 | يَأْتِي | gelecek |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | بَعْدِي | benden sonra |
|
23 | اسْمُهُ | onun ismi |
|
24 | أَحْمَدُ | Ahmed’dir |
|
25 | فَلَمَّا | zaman |
|
26 | جَاءَهُمْ | onlara geldiği |
|
27 | بِالْبَيِّنَاتِ | apaçık delillerle |
|
28 | قَالُوا | dediler |
|
29 | هَٰذَا | bu |
|
30 | سِحْرٌ | bir büyüdür |
|
31 | مُبِينٌ | apaçık |
|
وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَـيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline mütealliktir.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef'ûlun fih, mef'ûlun bih, mef'ûlun leh olur.
b. إِذْ ’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ’dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ kelimesi قَالَ fiilinin failidir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Mekulü’l-kavli يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. بَن۪ٓي münada olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dır. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِسْرَٓائ۪لَ muzâfun ileyh olarak cer alameti fethadır. Gayri munsarif kelimedir.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayrı munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ ’ dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. رَسُولُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَيْكُمْ cer mecruru رَسُولُ ‘ye mütealliktir. مُصَدِّقاً kelimesi اِلَيْكُم ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle birlikte مُصَدِّقاً ‘a mütealliktir. بَـيْنَ mekân zarfı ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. يَدَيَّ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti ي ’dir. مِنَ التَّوْرٰيةِ car mecruru mahzuf sılanın zamirinden haline mütealliktir.
مُبَشِّراً atıf harfi و ‘la مُصَدِّقاً ‘a mütealliktir. بِرَسُولٍ car mecruru مُبَشِّراً ‘a mütealliktir.
يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُ fiil cümlesi بِرَسُولٍ ‘nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْت۪ي fiili, ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مِنْ بَعْدِ car mecruru يَأْت۪ي fiiline müteallıktır. اسْمُهُٓ اَحْمَدُ cümlesi رَسُولٍ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. اسْمُهُٓ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحْمَدُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. بِاٰيَاتِنَا kelimesi جَٓاءَهُمُ fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ cümlesi şartın cevabıdır. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. سِحْرٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُب۪ينٌ kelimesi سِحْرٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
مُبْصِرَةً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَـيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر (Hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan … يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ cümlesi, nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan … اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsned olan رَسُولُ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan رَسُولُ için şan ve şeref ifade etmektedir.
اِنّ۪ ’nin haberinin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamı taşıyan kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzâf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve istikrar ifade eden مُصَدِّقاً kelimesi haber olan رَسُولُ ‘deki zamirin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte مُصَدِّقاً ’a mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfi بَـيْنَ يَدَيَّ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنَ التَّوْرٰيةِ car mecruru, mahzuf sıladaki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
بِرَسُولٍ ‘nin müteallakıolan مُبَشِّراً , hal olarak مُصَدِّقاً ‘a matuftur.
بِرَسُولٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.
مُصَدِّقاً - مُبَشِّراً kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي cümlesi رَسُولٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
التَّبْشِيرُ ; surur veren haber demektir. Burada da Hz İsa (as) İsrailoğullarına büyük fayda dokunacak bir nimetten haber getirmiştir. (Âşûr)
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
اسْمُهُٓ اَحْمَدُ cümlesi رَسُولُ için ikinci sıfattır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki ”Ahmed"den maksat, Hz Muhammed Mustafa (sav)'dır. Hz Îsa, tebliğ ettiği dinin, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm kitaplarını ve peygamberlerini tasdik etmesini istiyor. Bunun için, peygamberlerin hüküm verdikleri semavî kitapların ilki olan Tevrat'ı ve nebilerin sonuncusu olan Hz Muhammed (sav)'i zikretti. (Rûhu’l Beyân)
Râğıb der ki: ”Ahmed ismiyle Peygamberimize işaret edilerek dikkatler şuna çekilmiştir: O'nun adı Ahmed olduğu gibi, aynı zamanda O, Îsa (as)'dan sonra ve ondan evvelkilerden daha çok Allah'a hamd eden kimse idi."(Rûhu’l Beyân)
Ayetteki, اَحْمَدُۜ "Ahmed" kelimesi, şu iki manaya gelebilir:
a) Bu kalıp, ism-i failin mübalağa kalıbıdır. Yani, "O, Allah'a başkasından daha çok hamdeder" demektir.
b) İsm-i mef'ûlün mübalağa kalıbıdır. Yani, "O, kendisinden ihlastan ve güzel huylardan dolayı, başkalarından daha çok övülmüştür." (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Şayet مُصَدِّقاً (tasdik edici olarak) ve مُبَشِّراً (müjdeleyici olarak) ifadeleri ne ile mansub kılınmıştır; رَسُولُ ’deki “gönderilme” anlamıyla mı yoksa اِلَيْكُمْ kelimesiyle mi? dersen şöyle derim: Bilakis, “gönderilme” anlamıyla mansūb kılınmıştır; çünkü اِلَيْكُمْ ifadesi رَسُولُ ‘nün sılasıdır ve bu yüzden hiçbir fonksiyonu yoktur; zira harf-i cerler bizatihi değil; fakat barındırdıkları fiil anlamıyla fonksiyoneldirler. Binaenaleyh, bunlar sıla olarak vaki olduklarında fiil anlamı içermezler; o halde nasıl amel etsinler? (Keşşaf)
Denilmiştir ki Hazret-i İsa’nın: Ey İsrâiloğulları! deyip de Hazret-i Musa gibi: Ey kavmim! dememesinin sebebi, onlarla kendisinin kavmi olmalarını getirecek hiçbir nesep bağının bulunmamasıdır. (Keşşaf, Âşûr)
Îsa (as)'nın Tevrat'ı tasdik etmesi, İsrail oğullarının onu tasdik etmesini sağlayan en güçlü sebeplerden birisidir. Burada anlatılan mânâ şudur: Din ve dünya işlerinin düzgün yürümesi için mutlaka bulunması gereken hükümleri tebliğ etmek için size gönderildim. Aynı zamanda, benden evvel gelen Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra gelecek olan bir peygamberi müjdeleyici olduğum halde size gönderildim. (Rûhu’l-Beyân)
Bazı âlimler dedi ki: ”Îsa (aleyhisselâm) İsrailoğullarına Hz Muhammed (sav)'in geleceğini müjdeledi. Ta ki Resulullah gelince ona iman etsinler veya Resulullah ortaya çıkınca Hz Îsa'nın müjdesi bir mucize olsun. Resulullah (sav)’i müjdelemek, aynı zamanda Kur'an'ı da müjdelemektir. Tevratı olduğu gibi Kur'an'ı da tasdik etmektir. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
ف istînâfiyye, لَمَّا şartiyedir. لَمَّا cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Şart üslubunda gelen terkipte, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşriklerin sözünde müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, onların tahkir amacını belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile mucizelere işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
سِحْرٌ için sıfat olan مُب۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بِالْبَـيِّنَاتِ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
بِالْبَـيِّنَاتِ - مُب۪ينٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَأْت۪ي - جَٓاءَهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki, فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ "Fakat o, kendilerine açık açık burhanlar getirince" ifadesinin failinin, yani "getiren"in Hz Îsa (as) olduğu ileri sürüldüğü gibi, Hz Muhammed (sav) olduğu da ileri sürülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْـكَذِبَ وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim (olabilir?) |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنِ | kimseden |
|
4 | افْتَرَىٰ | iftira atan |
|
5 | عَلَى | üstüne |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | الْكَذِبَ | yalan |
|
8 | وَهُوَ | ve o |
|
9 | يُدْعَىٰ | çağırıldığı halde |
|
10 | إِلَى |
|
|
11 | الْإِسْلَامِ | islama |
|
12 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يَهْدِي | doğru yola iletmez |
|
15 | الْقَوْمَ | topluluğunu |
|
16 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْـكَذِبَ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
افْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتَرٰى fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
افْتَرٰى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فرى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِۜ
Cümle hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُدْعٰٓى ile başlayan fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو'dir. اِلَى الْاِسْلَامِۜ car mecruru يُدْعٰٓى fiiline mütealliktir.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
لا يَهْدِي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْقَوْمَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْـكَذِبَ وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْـكَذِبَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundadır.
İstifham ismi مَنْ , mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte اَظْلَمُ ‘ya mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْـكَذِبَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ayetteki istifham, Allah’a yalan iftira etmekle zulmeden bu kişilerin başına gelecek felaketi haber veren büyük bir tehdit, tevbih ve inkâri anlamda mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah’a karşı yalan uyduran ve hakkı yalanlayandan daha zalim bir grubun varlığı hakkında bir soru ile onların içerisinde bulundukları elim durumun ortaya konulması, dinleyicilerin zihinlerinde o kimselerden daha zalim bir topluluğun gerçekten olup olmadığını sorgulamayı sağlayacaktır. (Âşûr, Ankebut/68)
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in bazı surelerinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Hal وَ ’ıyla gelen وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِ cümle, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
افْتَرٰى - كَذِباً ve اَظْلَمُ - كَذِباً gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَنْ lafzının tekrarında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
اَظْلَمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
يُدْعٰٓى fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
الْـكَذِبَ Yalan ile افْتَرٰى iftira arasındaki fark şudur: İftira, kendiliğinden yalan uydurmaktır. Halbuki yalan, bazen başkasını taklid edip ona uyularak da yapılabilir. (Rûhu’l Beyân)
الْاِسْلَامِۜ , kurtuluş manasını da ifade eder. Çünkü dünya ve ahiretin selameti, kurtuluşu İslam iledir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ için sıfattır. İsm-i fail vezninde gelerek bu sıfatın istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اَظْلَمُ - الظَّالِم۪ينَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
يَهْدِي - الْاِسْلَامِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاِسْلَامِۜ - الظَّالِم۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُرِيدُونَ | istiyorlar |
|
2 | لِيُطْفِئُوا | söndürmek |
|
3 | نُورَ | nurunu |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | بِأَفْوَاهِهِمْ | ağızlarıyle |
|
6 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
7 | مُتِمُّ | tamamlayacaktır |
|
8 | نُورِهِ | nurunu |
|
9 | وَلَوْ | ve şayet |
|
10 | كَرِهَ | hoşlanmasa da |
|
11 | الْكَافِرُونَ | kafirler |
|
Fevehe فوه :
Ağızlar anlamına gelen أفْواهٌ sözcüğü فَمٌ'ün çoğuludur.
Yüce Allah her nerede bir sözle ilgili hükmünü ağız sözcüğüyle ilişkilendirmişse bu, o sözün yalan olduğuna bir işarettir ve içte taşınan inançla ağızdan çıkan sözün uyuşmadığına bir dikkat .ekmedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 13 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ
Fiil cümlesidir. يُر۪يدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِ harfi يُطْفِؤُ۫ا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُر۪يدُونَ fiiline mütealliktir
ُطْفِؤُ۫ا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نُورَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِاَفْوَاهِهِمْ car mecruru يُطْفِؤُ۫ا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
يُطْفِؤُ۫ا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi طفأ ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ
Cümle يُر۪يدُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
مُتِمُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
نُورِه۪ mef’ûlun bih olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ cümlesi مُتِمُّ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَرِهَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْكَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, لو كره الكافرون نور اللَّه فاللَّه باعث نوره ومظهره (Kâfirler Allah’ın nurunu kerih görseler de Allah nurunu gönderir) şeklindedir.
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sebep bildiren masdar harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ cümlesi, nasb mahallinde, يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastıyla gelen نُورَ اللّٰهِ izafetinde, Allah lafzına muzâf olan نُورَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ [Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar.] ayetinde latif bir istiare vardır. Yüce Allah nurunu, dini ve aydınlık şeriatı için müsteâr olarak kullandı. Ve dini iptal etmek isteyen kimseye, istiare-i temsiliyye yoluyla, hakir ağzıyla güneşi söndürmek isteyen birine benzetti. (Safvetü’t Tefâsir)
Allah Teâlâ’nın بِاَفْوَاهِهِمْ (ağızlarıyla) sözünde ilginç ve ince bir mana vardır. Şöyle ki: Yüce Allah bu ifadeyle onların hilelerinin zayıflık ve tutarsızlıklarının etkisizlik derecesini bildiriyor. Bir kimse düşünelim ki, yanmakta olan ateşi, parlayan alevleri sadece üfleyerek söndürmeye uğraşıyor. Elinde, yangın söndürme işinde kullanılması adet olan el ve ayakla bastırma gibi veya üflemekten daha etkili olacak başka söndürme yolları kullanma, mesela su püskürtme, moloz atma ve benzer çarelere başvurma gibi bir imkanı yok. İşte o inkârcıların İslam’a zarar verme çabaları, bu (şekilde yangını üfleyerek söndürmeye uğraşan) adamın yaptığından daha fazla bir sonuç doğurmaz. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
Arapçada الاطفاء söndürmek demektir. Burada ”nur"dan maksat, Allah'ın dini veya kitabı yahut da parlak delilidir. (Rûhu’l Beyân)
Allah'ın nurunu söndürmek isteyenlerin durumu, güneşi söndürmek için ışığına üfleyen ahmakların durumuna benzetilmiştir. (Rûhu’l Beyân, )
الاطفاء "Söndürmek" ile; الإخماد "Alevini dindirmek" fiillerinin ikisi de ateş hakkında kullanlır. Ateş ile benzer durumda olan ziya (aydınlık) ve zuhur (görünmek, ortaya çıkmak) hakkında da kullanılırlar.
الاطفاء "Söndürmek" bir bakıma الإخماد “alevini dindirmek"den farklılık arzeder. Şöyle ki; söndürmek az ve çok hakkında kullanılır. "Alevini dindirmek" ise sadece çok hakkında kullanılır. (Kurtubî)
وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪
وَ ’la gelen cümle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Bu cümle … يُر۪يدُونَ cümlesine matuftur. Onların bu konudaki isteklerine ulaşamayacaklarını ve bu dinin yayılıp kemale ereceğini haber verir. (Âşûr)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اللّٰهُ mübteda, مُتِمُّ haberdir.
Veciz ifade kastına matuf مُتِمُّ نُورِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نُورِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مُتِمُّ , sülasisi تمّمُ olan fiilin, افعال babının ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اللّٰهُ ve نُورِ kelimelerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
نُورِه۪ ifadesi hakkında beş görüş vardır.
1- Bu Kur'an'dır. Onlar Kur'an'ı çürütmek ve sözleriyle yalanlamak isterler. Bu açıklamayı İbn Abbâs ve İbn Zeyd yapmıştır.
2- İslam'dır. Onlar sözleriyle onu bertaraf etmeye kalkışırlar. Bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır.
3- Muhammed (sav)'dır. Onlar yalan ve uydurma haberlerle helak olmasını isterler. Bu açıklamayı ed-Dahhâk yapmıştır.
4- Allah'ın hüccetleri ve delilleridir. Onlar inkâr ile ve yalanlamakla onları çürütmek isterler. Bu açıklamayı İbn Bahr yapmıştır.
5- Bu bir örnektir. Yani kim ağzıyla güneşin ışığını söndürmek isterse bunun imkansız olduğunu göreceği gibi, hakkı çürütmeye kalkışanın durumu da böyledir. Bu açıklamayı İbn Îsa nakletmiştir. (Kurtubî)
وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ
وَ , haliyyedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki كَرِهَ الْكَافِرُونَ cümlesi şarttır.
Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri أتمّه وأظهره (Onu tamamladı ve izhar etti) olan cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hak Teâlâ, bu ayette, وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ "kâfirler hoş görmese de..."; sonraki ayette ise, وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟ "müşriklerin hoşuna gitmese de..." buyurmuştur. Bunun hikmeti şöyledir: Onlar, Hz Peygamber (sav) ve ona indirilen o kitabı inkâr etmişlerdir. Peygamber ve kitab gönderme ise, Allah'ın bir nimetidir. Bütün kâfirler de küfran-ı nimet (nankörlük) içindedirler. İşte bundan ötürü Hak Teâlâ, önceki ayette, "kâfirler hoş görmese de..." buyurmuştur. Bir de, "kâfir" lafzı, "müşrik" lafzından daha genel ve kapsamlıdır. Binanaleyh burada geçen kâfirler ile yahudiler, hristiyanlar ve müşrikler kastedilmişlerdir. Cenab-ı Hakk da bu ayette, "nûr"dan ve onun söndürülmek istenişinden bahsetmiştir. Dolayısıyla, bu ifadeye uygun düşen, "kâfir" lafzıdır. Çünkü kâfirlik, örtmek, kapamak, gizlemek manasını taşır. Çünkü nuru söndürme çabasına giren o nurun son bulmasını sönmesini isteyen olur. Allahü teâlâ, ikinci ayette ise, Hz Peygamber (sav)'den, onu göndermekten ve hak dinden bahsetmiştir ki bütün bunlar, Hz Peygamber (sav) için, büyük bir mevki, büyük bir şeref ve büyük bir mertebe demektir. Peygamber (sav)'e verilen bu dereceleri içe sindirememe ise, aslında Allah'a karşı gelme ve itiraz etme demektir. İtiraz etme ise, şirke (müşrikliğe) uygun bir şeydir. Bir de Hz Peygamber (sav)'e haset edenlerin çoğu, Kureyş kabilesindendir. Kureyş de müşrik idi. Böylece "nûr", "din" ve "peygamber" gibi ifadelerden daha genel bir ifade olduğu için Cenab-ı Hak, "nûr" ifadesine, İslam'ın ve peygamber göndermenin muhalifi olan, ona karşı çıkan "kâfirler" ifadesi ile; "Peygamber" ve "din" kelimeleri, "nûr" kelimesinden daha hususi olduğu için de, buna bu ikinci ayette, "kâfir" kelimesinden daha hususi (dar) olan "müşrikler..." ifadesi ile mukabelede bulunmuştur, yani ona karşılık bunu zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | أَرْسَلَ | gönderdi |
|
4 | رَسُولَهُ | elçisini |
|
5 | بِالْهُدَىٰ | hidayetle |
|
6 | وَدِينِ | ve din ile |
|
7 | الْحَقِّ | hak |
|
8 | لِيُظْهِرَهُ | onu getirsin diye |
|
9 | عَلَى | üstün |
|
10 | الدِّينِ | dinlere |
|
11 | كُلِّهِ | bütün |
|
12 | وَلَوْ | ve şayet |
|
13 | كَرِهَ | hoşlanmasa da |
|
14 | الْمُشْرِكُونَ | müşrikler |
|
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْسَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَرْسَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَسُولَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْهُدٰى car mecruru رَسُولَهُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir.
د۪ينِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لِ harfi, يُظْهِرَهُ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَرْسَلَ fiiline mütealliktir.
يُظْهِرَهُ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الدّ۪ينِ car mecruru يُظْهِرَهُ fiiline mütealliktir. كُلِّه۪ manevi tekid olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzî tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.
Manevi tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ ‘dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
يُظْهِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ظهر ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَرِهَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
الْمُشْرِكُونَ۟ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُشْرِكُونَ۟ kelimesi sülâsî mücerred olan شرك fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إظهاره (Ortaya çıkarır) şeklindedir.
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmek ve tazim içindir.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
بِالْهُدٰى car mecruru اَرْسَلَ fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir. وَد۪ينِ الْحَقِّ izafeti, بِالْهُدٰى ‘ya matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle اَرْسَلَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
كُلِّه۪ izafetinde كُلِّ , manevi tekid lafzıdır. Bu kelimeler tekid edilecek kelimenin zamirine muzaf olurlar.
رَسُولَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
رَسُولَهُ - اَرْسَلَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, بِالْهُدٰى - الدّ۪ينِ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
د۪ينِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الدّ۪ينِ ‘deki tarif, istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr)
الدّ۪ينِ iki manada kullanılır. İlki hakiki olarak, şeriat, diğeri de mecazî din ehli manasında kullanılır. (Âşûr)
Ayetteki رَسُولَهُ ”Peygamber'den maksat, Hz Muhammed (sav)'dir. الْهُدٰى ”Hüdâ" (hidâyet)'dan maksat da Kur'an, yahut mucizelerdir. Buna göre hüda, kendisiyle Sırat-ı Müstakîm'e (doğru yola) gidilen şey manasınadır. د۪ينِ الْحَقِّ ‘dan maksat, Cenab-ı Hakkın Resulü ve ümmeti için seçmiş olduğu Hanif dini (İslam)'dır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Bu ayet, İslam'dan başka hiçbir dinin kalmayacağı manasını ifade etmez. Maksat, İslam'ın üstünlüğünü ve yüceliğini açıklamaktır. (Rûhu’l Beyân)
وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟
وَ , haliyyedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki كَرِهَ الْكَافِرُونَ cümlesi şarttır.
Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; إظهاره (Ortaya çıkarır) şeklindedir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
8. ayetteki الْـكَافِرُونَ ile الْمُشْرِكُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki ayetle, onun manasını tekid eden bu ayet arasında tefennün sanatı vardır.
Hak Teâlâ, önceki ayette, وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ "kâfirler hoş görmese de..."; bu ayette ise, وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟ "müşriklerin hoşuna gitmese de..." buyurmuştur. Bunun hikmeti şöyledir: Onlar, Hz Peygamber (sav) ve ona indirilen o kitabı inkâr etmişlerdir. Peygamber ve kitab gönderme ise, Allah'ın bir nimetidir. Bütün kâfirler de küfran-ı nimet (nankörlük) içindedirler. İşte bundan ötürü Hak Teâlâ, önceki ayette, "kâfirler hoş görmese de..." buyurmuştur. Bir de, "kâfir" lafzı, "müşrik" lafzından daha genel ve kapsamlıdır. Binânaleyh burada geçen "kâfirler" ile, yahudiler, hristiyanlar ve müşrikler kastedilmişlerdir. Cenab-ı Hak da bu ayette, "nûr"dan ve onun söndürülmek istenişinden bahsetmiştir. Dolayısıyla, bu ifadeye uygun düşen, "kâfir" lafzıdır. Çünkü kâfirlik, örtmek, kapamak, gizlemek manasını taşır. Çünkü nuru söndürme çabasına giren o nurun son bulmasını sönmesini isteyen olur. Allahü teâlâ, ikinci ayette ise, Hz Peygamber (sav)'den, onu göndermekten ve hak dinden bahsetmiştir ki bütün bunlar, Hz Peygamber (sav) için, büyük bir mevki, büyük bir şeref ve büyük bir mertebe demektir. Peygamber (sav)'e verilen bu dereceleri içe sindirememe ise, aslında Allah'a karşı gelme ve itiraz etme demektir. İtiraz etme ise, şirke (müşrikliğe) uygun bir şeydir. Bir de Hz Peygamber (sav)'e hased edenlerin çoğu, Kureyş kabilesindendir. Kureyş de müşrik idi. Böylece "nûr", "din" ve "peygamber" gibi ifadelerden daha genel bir ifade olduğu için Cenab-ı Hak, "nûr" ifadesine, İslam'ın ve peygamber göndermenin muhalifi olan, ona karşı çıkan "kâfirler" ifadesi ile; "Peygamber" ve "din" kelimeleri, "nûr" kelimesinden daha hususî olduğu için de, buna bu ikinci ayette, "kâfir" kelimesinden daha hususi (dar) olan "müşrikler..." ifadesi ile mukabelede bulunmuştur, yani ona karşılık bunu zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. Müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ‘dir.
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
اَدُلُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلٰٓى تِجَارَةٍ car mecruru اَدُلُّكُمْ fiiline mütealliktir. تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ cümlesi تِجَارَةٍ ' nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُنْج۪يكُمْ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ عَذَابٍ car mecruru تُنْج۪يكُمْ fiiline mütealliktir. اَل۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münada, هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Buradaki soru teşvik, doğruyu gösterme manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.
تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ cümlesi, تِجَارَةٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مِنْ عَذَابٍ car mecruru تُنْج۪يكُمْ fiiline mütealliktir. عَذَابٍ ‘in nekreliği tarifi mümkü olmayan nev ifade eder.
عَذَابٍ için sıfat olan اَل۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
عَذَابٍ - اَل۪يمٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takib eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Bu ayette muhatabı yumuşak bir üslupla teşvik etmek ve muhatabın teşvik edilen şeye dikkatini çekmek için hel istifham edatı kullanılmıştır. (Elif Yavuz, Belâgat İlminde Haber Ve İnşâ (Bakara Suresi Örneği)
تِجَارَةٍ Ticaret kelimesindeki tenvin tazim içindir. Yani büyük, şanlı bir ticaret demektir ki, şu şekilde tefsir edilmiştir: Sizi acı bir azaptan kurtaracak, beyan edileceği üzere sizi o azaptan kurtarıp, hürriyete kavuşturacak ve büyük murada erdirecektir. (Elmalılı)
Ayetteki, تِجَارَةٍ "bir ticareti" kelimesi, müminler ile Allah Sübhanehu ve Teâlâ arasında olan bir ticareti anlatır. Nitekim Hak Teâlâ, "Allah, karşılığında cenneti vermek üzere, müminlerin canlarını ve mallarını onlardan satın almıştır"(Tevbe/111) buyurmaktadır. Bunun böyle oluşunun delili, buradaki, "Allah'a ve peygambere iman ederseniz..." ifadesidir. Ticaret, bir şeyi bir şeyle değiştirmekten ibarettir. Ticaret, taciri, fakirlik sıkıntısından ve fakirliğin ayrılmaz vasıfları olan şeylere sabır zahmetinden kurtardığı gibi, bu ticaret de, yani kalb ile tasdîk - dil ile ikrar (iman) ticareti de böyle, insanı ahiret zahmetlerinden kurtarır. Kalb ile tasdik ve dil ile ikrar ifadeleri, imanın tarifinde geçer. İşte bu sebeple, Hak teâlâ, bu hususu, "ticaret" lafzı ile anlatmıştır. Ticarette kazanma da ve kaybetme de söz konusu olduğu gibi, imanda da durum aynıdır. Çünkü iman edip, sâlih amellerde bulunan kimseler için, ücret,, bol kazanç ve gözle görülür bir kolaylık söz konusudur. Salih amelden yüz çevirenler için ise, bir hayıflanma, bir kederlenme ve apaçık bir zarar vardır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَـكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تُؤْمِنُونَ | inanırsınız |
|
2 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
3 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisine |
|
4 | وَتُجَاهِدُونَ | ve cihadedersiniz |
|
5 | فِي |
|
|
6 | سَبِيلِ | yolunda |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | بِأَمْوَالِكُمْ | mallarınızla |
|
9 | وَأَنْفُسِكُمْ | ve canlarınızla |
|
10 | ذَٰلِكُمْ | işte budur |
|
11 | خَيْرٌ | en iyisi |
|
12 | لَكُمْ | sizin için |
|
13 | إِنْ | eğer |
|
14 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
15 | تَعْلَمُونَ | biliyor(lar) |
|
تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. تُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru تُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir. رَسُولِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُجَاهِدُونَ fiili atıf harfi و ‘la تُـؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir. تُجَاهِدُونَ fiili ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و'ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ car mecruru تُجَاهِدُونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِاَمْوَالِكُمْ car mecruru تُجَاهِدُونَ fiiline mütealliktir. كُمْ muttasıl zamiri muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْفُسِكُمْۜ car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فآمنوا وجاهدوا ... şeklindedir.
تُؤْمِنُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَـكُمْ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, كُمْ ise muhatap zamiridir.
خَيْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ‘a mütealliktir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُونَ cümlesi كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Önceki ayetteki ticaretin beyanıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِاللّٰهِ car mecruru تُـؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir. رَسُولِه۪ kelimesi lafza-ı celâle matuftur.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
رَسُولِ - للّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Aynı üsluptaki وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Ayette lafzı celalin zamir makamında tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَب۪يلِ kelimesi din manasında istiaredir. سَب۪يلِ aslında yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla din manasındaki سَب۪يلِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yol veya din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Ayetin başındaki, "Ey iman edenler..." ifadesinden sonra, "Allah'a ve peygamberine iman edersiniz" ifadesi ile, yeniden imanı emretmenin ne ifade ettiği şöyle açıklanabilir: Bu ifade ile, münafıklara hitab edilmiş olabilir. Çünkü onlar, zahiren iman edenlerdir. Yine bu ifadeyle, ehl-i kitabın, yani yahudi ve hristiyanların kastedilmiş olmaları da mümkündür. Çünkü bunlar, önceki kitaplara iman etmişlerdi. Buna göre Cenâb-ı Hakk sanki burada, "Ey önceki kitaplara iman edenler, Allah'a ve O'nun Resulü olan Muhammed'e de iman edin" demektedir. Bu tabir ile, gerçek mü'minlerin kastedilmiş olmaları da mümkündür ve buna göre ayet, tıpkı, ["Bu, onların imanını artırır"] (Tevbe, 124) ayetleri gibi olur. Bu, imanda sebatı emretmek olur ve bu bakımdan tıpkı, ["Allah iman edenlere sebat verir..."] (İbrahim.27) ayeti gibidir. Bu da, imanı yenilemeyi emretme olur. (Fahreddin er-Râzî)
تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ Zahiren ihbar tarzında olan bu ifAde (sebat edersiniz. Cihat edersiniz), aslında emirdir. Nitekim diğer bir kıraate göre "imanda sebat ediniz. Cihat ediniz" şeklinde emir kipi ile okunmaktadır. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hak, تُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ "Allah yolunda mücahede edersiniz" buyurmuştur. Allah’a ve resulüne imandan sonra, üçüncü merhalede yer alan cihad, üç kısımdır:
a) Kişinin, kendisi ile nefsi arasındaki cihadı... Bu, nefse hükmetmek ve onu, arzuladığı, can attığı şeylerden (günahlardan) alıkoymaktır.
b) Kişinin, kendisi ile mahlukat arasındaki cihadı... Bu da, mahlukattan beklentilerini kesmesi, onlara acıması ve onlara merhamet etmesi demektir.
c) Kişinin, kendisi ile dünyası arasındaki cihadı... Bu da insanın, dünyasını âhireti için bir azık (hazırlık) vasıtası edinmesidir. Böylece yapılması gereken şeylerin sayısı beşe çıkmış olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette, اَمْوَالِ ”mal" önce söylendi. Çünkü cihadda mal önce gelir. Yahut da en aşağı mertebeden en yüce dereceye çıkmak için böyle yapıldı.
Âlimlerden birisi şöyle dedi: ”Evvela mal söylendi, çünkü insan bazen canını veremez ama malını verir. (Rûhu’l Beyân)
Ticaret, kâr elde etmek arzusuyla sermayede tasarruf etmektir. Tacir, alıp satandır.
İbn Şeyh şöyle söyledi: ”Allah'a iman edip Onun yolunda savaşmak benzetme yoluyla ticaret sayıldı. Çünkü bu, fazlalık ve ziyadeliğe nail olmak arzusuyla yapılan mübadele ve karşılıklı alış-veriş manasını içermektedir. Ticaret de, kâr elde etmek arzusuyla yapılan mal mübadelesidir. Allah'a iman ve O'nun yolunda yapılan cihat, Allah'ın azabından kurtulmak ve rızasını elde etmek arzusuyla mal ve canın harcanıp feda edilmesi yönüyle ticarete benzetildi." (Rûhu’l Beyân)
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَـكُمْ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi olan ذلك ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır. İşaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)
خَيْرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.
كَانَ ’nin haberi olan تَعْلَمُونَۙ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde كَان Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)
Öncesinin delaletiyle takdiri فآمنوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وجاهدوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ (O halde Allah’a ve resulüne iman edin ve Allah yolunda savaşın) olan cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَعْلَمُونَ fiilinin mef’ûlu, kendisinden önceki kelimenin delaletiyle mahzuftur. Fiilin lâzım fiilerden sayılması da mümkündür. Yani, “eğer siz ilim ve tefekkür ehli iseniz.’’ manasındadır. (Âşûr, Ankebut/16)
Şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْـكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَغْفِرْ | bağışlasın |
|
2 | لَكُمْ | sizin |
|
3 | ذُنُوبَكُمْ | günahlarınızı |
|
4 | وَيُدْخِلْكُمْ | ve sizi koysun |
|
5 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
6 | تَجْرِي | akan |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
9 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
10 | وَمَسَاكِنَ | ve konutlara |
|
11 | طَيِّبَةً | güzel |
|
12 | فِي | içinde |
|
13 | جَنَّاتِ | bahçeler |
|
14 | عَدْنٍ | durulmağa değer |
|
15 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
16 | الْفَوْزُ | başarı |
|
17 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ
فَ karînesi olmadan gelen يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Fiil cümlesidir.
يَغْفِرْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Takdiri, إن تفعلوه يغفر (Eğer onu yaparsanız affeder) şeklindedir.
لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline mütealliktir. ذُنُوبَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيُدْخِلْـكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُدْخِلْـكُمْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. تَجْر۪ي fiili جَنَّاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur. مَسَاكِنَ kelimesi جَنَّاتٍ kelimesine matuftur.
طَيِّبَةً kelimesi مَسَاكِنَ ‘nin sıfat olup fetha ile mansubdur. ف۪ي جَنَّاتِ car mecruru مَسَاكِنَ ‘nin mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. عَدْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُدْخِلْـكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْفَوْزُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ ise الْفَوْزُ kelimesinin sıfatıdır.
يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ
فَ karînesi olmadan gelen يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ cümlesi, mukadder şartın cevabıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Takdiri … إن تؤمنوا (Eğer iman ederseniz…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr cevap ve mahzuf şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يَغْفِرْ - ذُنُوبَكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيُدْخِلْـكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ
Cümle atıf harfi وَ ile … يَغْفِرْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûldür.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا… cümlesi جَنَّاتٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ‘ya takdim edilmiştir.
جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
جنة lügatte, altındakini gölgeleyip örtecek kadar sık ağaçların bulunduğu bostan, bahçe demektir. جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ [Altlarından ırmaklar akan cennetlere] demek, cennet ağaçlarının dallarının altından akan veya cennet köşk ve evlerinin altından akan ırmaklar manasınadır. الْاَنْهَارُ (Irmaklar)dan maksat, süt, bal, cennet şarabı ve berrak sudan olan cennet nehirleridir. (Rûhu’l-Beyân)
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.
Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekânına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Adn cennetleri, cennetlerin aslıdır. Kaynak anlamındaki maden kelimesi de bu kökten gelmektedir. İstikrar ve sebat ifade eder. (Müfredat)
وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ibaresi, جَنَّاتٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia, temâsüldür.
طَيِّبَةً kelimesi مَسَاكِنَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
جَنَّاتٍ ‘den sonra, مَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ifadesinin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Burada tecrîd vardır. Meskenler cennetten ayrı bir yer gibi ifade edilmiştir. Cennetin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
مَسَاكِنَ kelimesi, مسكن mesken kelimesinin çoğuludur. Mesken, ikamet edilen yer demektir. Bu kelimenin aslı السكون sükundur. Sükun da bir şeyin, hareketlilikten sonra durmasıdır. Bu kelime, vatan edinme, yerleşme manasında da kullanılır. Mesken, bu kelimenin mekân ismidir. (Rûhu’l-Beyân)
طَيِّبَةً , duyu organlarının lezzet aldığı şeyler manasınadır. Buna göre ”Adn Cennetindeki meskenler" demek, temiz, güzel ve lezzet duyulan meskenler demektir.
Bir başka alim de şöyle der: Meskenlerin güzel oluşu, geniş ve ebedi oluşudur. Resul-i Ekrem (sav)'e bu güzel meskenler hakkında soruldu. O da şöyle buyurdu: ”Bunlar, cennette inciden yapılmış köşklerdir. Her köşkte kırmızı yakuttan yapılmış yetmiş ev vardır. Her evde yeşil zümrütten yapılmış yetmiş salon vardır. Her salonda yetmiş tane hizmetkâr kadın ve erkek vardır. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)
Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu cümle zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkaf/29)
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ism-i ذٰلِكَ ile marife olması, işaret edilenin derecesinin yüksekliğini belirtmenin yanında tazim ve tecessüm ifade eder.
Uzak için kullanılan ve önceki ayetteki hayra ve felaha işaret eden ذٰلِكَ , bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. ذٰلِكَ ile müminlere verilen mükafatlar işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ ’de iktidâb vardır.
Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.
Müsned الْفَوْزُ için sıfat olan الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani ذٰلِكَ kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir, Tevbe/111)
الْفَوْزُ (Kurtuluş), sıkıntılardan kurtulma ve arzu edileni ele geçirme manasındadır. Birincisi mağfiret ile, ikincisi de cennete girdirip nimetlerinden istifade ettirmek suretiyle meydana gelir."
الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ şeklinde kurtuluşun büyük oluşu şundan dolayıdır: Zaman, mekân ve mahiyet itibariyle öyle bir kurtuluştur ki, artık bundan sonra hiçbir sıkıntı ve hiçbir noksanlık yoktur. Çünkü, nimetler diyarında, kesintisiz ve zirvede olan bir kurtuluştur. (Rûhu’l Beyân)
Burada ticaretten maksat, mal ve canın Allah yolunda harcanmasıdır. İmanın zikredilmesi, amellerde esas, emellerin kabulünde vesile olduğundan dolayıdır. Ticaretin kurtarıcı olma sıfatıyla vasıfiandırılması, istifade etmenin kurtuluşa bağlı olmasındandır. Buna göre: ”Günahlarınızı bağışlar" ifadesi, kurtuluşun sebebini açıklamaktır. ”Sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar" sözü ise, bu ticaretten meydana gelen menfaati belirtmektir. Dünyevî ticaret, geçici fakirlikten kurtulmaya sebeptir. Uhrevî ticaret ise, sonsuz bir fakirlikten kurtulmaya sebeptir. Ayet, bunu da açıklamış oluyor. (Rûhu’l Beyân)
وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اُخْرٰى mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur. Takdiri, يؤتكم نعمة أخرى (Size başka bir nimet verir) şeklindedir.
تُحِبُّونَهَا fiil cümlesi اُخْرٰى ‘nın sıfatı olarak mahallen mansubtur. تُحِبُّونَهَا fiili ن'un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَاۜ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُحِبُّونَهَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ
İsim cümlesidir. نَصْرٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru نَصْرٌ ‘a mütealliktir. فَتْحٌ atıf harfi و ‘la نَصْرٌ ‘e matuftur. قَر۪يبٌ kelimesi فَتْحٌ ‘un sıfat olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. بَشِّرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
بَشِّرِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefil babındadır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ
Atıf harfi وَ ‘la …يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ cümlesine atfedilmiş cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır.
اُخْرٰى mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Takdiri, يؤتكم (Size verilir..) olan fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تُحِبُّونَهَا cümlesi اُخْرٰى için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
[Hoşunuza gidecek olan…] ifadesinde peşin olan dünya sevgisine yönelik bir kınama iması bulunmaktadır. (Keşşâf)
نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هى olan mübteda mahzuftur.
نَصْرٌ mahzuf mübtedanın haberidir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru müsned olan نَصْرٌ ‘a mütealliktir. فَتْحٌ kelimesi نَصْرٌ ‘a matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
قَر۪يبٌ kelimesi فَتْحٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ ifadesinde iki görüş vardır:
Birincisi: Mekke'nin fethidir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.
İkincisi: İran ile Rum diyarının fethidir, bunu da Alâ, demiştir. (Zâdu’l Mesîr)
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بَشِّرِ fiili تفعيل babındadır. Bu babın fiile kattığı en belirgin anlam, kesrettir.
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ifadesinde önemlerine ve şereflerine binaen, zamir yerine zahir isim getirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir,Yunus/87)
Şayet Müminleri de müjdele! ifadesi neye atfedilmiştir? dersen şöyle derim: Bu, siz (…) iman edersiniz... ifadesine atfedilmiştir; çünkü bu, emir anlamında olup “Siz iman ve cihat edin ki Allah sizi mükâfatlandırsın; size yardım etsin. Ey Allah Elçisi! Sen de müminleri müjdele!” denmiş gibidir. (Keşşâf)
Bu ayette, Rasûl-i Ekrem (sav)'in hak peygamber olduğuna dair delil vardır. Çünkü O, istikbalde olacak şeylerden haber vermiş ve hadiseler haber verdiği gibi cereyan etmiştir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ كَمَا قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّ۪نَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ فَاٰمَنَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَكَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ فَاَيَّدْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلٰى عَدُوِّهِمْ فَاَصْبَحُوا ظَاهِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | كُونُوا | olun |
|
5 | أَنْصَارَ | yardımcıları |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | كَمَا | nitekim |
|
8 | قَالَ | demişti |
|
9 | عِيسَى | Îsa |
|
10 | ابْنُ | oğlu |
|
11 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
12 | لِلْحَوَارِيِّينَ | havarilere |
|
13 | مَنْ | kimdir? |
|
14 | أَنْصَارِي | benim yardımcılarım |
|
15 | إِلَى | (yolunda) |
|
16 | اللَّهِ | Allah |
|
17 | قَالَ | dediler |
|
18 | الْحَوَارِيُّونَ | havariler |
|
19 | نَحْنُ | biziz |
|
20 | أَنْصَارُ | yardımcların |
|
21 | اللَّهِ | Allah(yolun)un |
|
22 | فَامَنَتْ | inandı |
|
23 | طَائِفَةٌ | bir zümre |
|
24 | مِنْ | -ndan |
|
25 | بَنِي | oğulları- |
|
26 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
27 | وَكَفَرَتْ | ve inkar etti |
|
28 | طَائِفَةٌ | bir zümre |
|
29 | فَأَيَّدْنَا | biz de destekledik |
|
30 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
31 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
32 | عَلَىٰ | karşı |
|
33 | عَدُوِّهِمْ | düşmanlarına |
|
34 | فَأَصْبَحُوا | onlar oldular |
|
35 | ظَاهِرِينَ | üstün gelenlerden |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ كَمَا قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّ۪نَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ
يَا nida harfidir. اَيُّ ; münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı كُونُوا اَنْصَارَ ’dır.
كُونُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. كُونُوا ‘nun ismi, cemi müzekker olan و , merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
اَنْصَارَ kelimesi كُونُوا ‘nun haberi olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَ harfi مِثْلِ manasında, mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansustur. Müşterek ismi mevsul مَا , muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası قَالَ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ع۪يسَى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
ابْنُ ise ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. لِلْحَوَارِيّ۪نَ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. لِلْحَوَارِيّ۪نَ kelimesinin cer alameti ى harfidir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Mekulü’l-kavli مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِ 'dir. مَنْ istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنْصَار۪ٓي mübtedanın haberi olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Takdiri, متوجّها إلى نصرة اللَّه (Allah’ın yardımına yönelerek) şeklindedir.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْحَوَارِيُّونَ fail olup ref alameti وَ ‘dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
Mekulü’l-kavli نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنْصَارُ haberdir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَاٰمَنَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَكَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. Veya mukadder istînafa matuftur. Takdiri فلمّا رفع عيسى عليه السلام إلى السماء افترق الناس فرقا فآمنت طائفة (Îsa’yı semaya kaldırdığı zaman insanlar bu konuda ikiye ayrıldı, bunlardan biri iman etti) şeklindedir.
اٰمَنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. طَٓائِفَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ car mecruru اٰمَنَتْ ’deki failin haline mütealliktir. بَن۪ٓي kelimesi, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir.
اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyhtir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
كَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
كَـفَرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. طَٓائِفَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
فَاَيَّدْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلٰى عَدُوِّهِمْ فَاَصْبَحُوا ظَاهِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَيَّدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى عَدُوِّهِمْ car mecruru اَيَّدْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اَصْبَحُوا nakıs damme üzere mebni mazi fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul و ’ı اَصْبَحُوا ’nun ismidir.
ظَاهِر۪ينَ kelimesi اَصْبَحُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
اَصْبَحُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صبح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ظَاهِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظهر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَيَّدْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi أيد ‘dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّهَا münadadır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
اَنْصَارَ kelimesi كُونُٓوا ‘nin haberidir.
Müsnedin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim ve teşrif içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
كَمَا قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّ۪نَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Teşbih harfi ك sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi مَا , takdiri olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ما ’nın sılası olan قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّ۪نَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَنْ istifham harfi mübteda, اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِ haberdir.
Car mecrur olan اِلَى اللّٰهِ , mütekellim zamirinin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; متوجّها إلى نصرة اللَّه (Allah’ın yardımına yönelerek) şeklindedir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْحَوَارِيُّونَ : Îsa (as)'ın halis ve samimi yardımcılarıydı. الحور kökünden gelmektedir. الحور , halis beyaz demektir. Bunlar Hz Îsa'ya ilk iman edenlerdir ve 12 erkektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ
Beyanî istînaf olarak gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْصَارُ اللّٰهِ izafetinde, bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâle muzâf olması اَنْصَارُ ’ya şan ve şeref kazandırmıştır.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim ifade eden kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْحَوَارِيُّونَ kelimesinnin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاٰمَنَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَكَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ
فَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fail olan طَٓائِفَة ‘deki nekrelik cins ve tazime işarettir.
مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ car mecruru طَٓائِفَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَكَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fail olan طَٓائِفَةٌ ’deki nekrelik cins ve tahkire işarettir.
اٰمَنَتْ - كَـفَرَتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَاٰمَنَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ cümlesiyle, وَكَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Cümleler arasında ihtibâk sanatı vardır. فَاٰمَنَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ dedikten sonra sadece وَكَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ ifadesiyle yetinilmiş, مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ hazf edilmiştir.
İhtibâk: Sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
طَٓائِفَةٌ , sayı bakımından fırkadan az olan bir topluluk, demektir. (Rûhu’l-Beyân)
فَاَيَّدْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلٰى عَدُوِّهِمْ فَاَصْبَحُوا ظَاهِر۪ينَ
Cümle, atıf harfi فَ ile كَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
عَلٰى عَدُوِّهِمْ car mecruru اَيَّدْنَا fiiline mütealliktir.
فَاَيَّدْنَا cümlesine atfedilen فَاَصْبَحُوا ظَاهِر۪ينَ cümlesi, nakıs fiil اَصْبَح ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
اَصْبَح ’nın haberi olan ظَاهِر۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübut ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmid ve tehlil, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Ey Allahım! Sen affetmeyi sevensin ve şüphesiz Sen en merhametlisin. Sen korumayı sevensin ve şüphesiz koruyucuların en hayırlısısın. Günahlarımızı bağışla. Tevbesi ve şükrü kabul olunan kulların arasına kat. İbadetlerimizdeki ihlası ve teslimiyeti, günlük hayatımızdaki zikri ve tefekkürü arttır. Ömrümüzün kalan kısmını, öncekinden daha hayırlı ve bereketli yaşamamız için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Ey Allahım! Ufağından büyüğüne her sıkıntının kurtuluşunu yarattığın için hamd olsun. Üşüyeni ısıtansın, yorulanı dinlendirensin, ağrıları dindirensin, yalnızlığı giderensin, acıkanı doyuransın ve hastalananı iyileştirensin. Dünyadaki sıkıntılarımızın ecrini ver ve bizi feraha çıkar. İhtiyacımız olan maddi ve manevi şifayı da karşımıza çıkar. Hesap günü, bizi asıl kurtuluşum olan ebedi cennet hayatına kavuştur.
Amin.
***
Aranan cevap çok uzaklarda değildir. Bakan gözlerin önüne serilmiştir. Allah’ı sevmeye muhtaç kalbi dinlemek yeterlidir. Anahtar ellerin uzandığı yerdedir. Kurtuluş kolaydır. Önemli olan kurtulmayı istemektir. Yol bellidir. Gereken emirlere itaat ile yürümektir.
Kalbin, canın ve malın yani kısacası sahip olduğun her zerren ile Allah için yaşamaktır. Her hissinde ve her işinde Allah’ı anmaktır. Allah’ın adı ile yaşamak ve yine O’nun adı ile ölmektir.
Dünya der ki, kurtuluş bendedir. Halbuki o yalancı bir bataklık gibidir. Yakaladığı nice insan boğulmuş gitmiştir. Nefsani heveslerine köle olan herkes yolunu kaybetmiştir. Allah’a yaklaştıran her nimet şükür sebebidir, uzaklaştıran ise tehlikenin kendisidir.
Ey Allahım! Bizi kalbiyle, canıyla ve malıyla Senin için yaşayan ve ölen kullarından eyle. Dünyalıkların yokluğunu ve sevgisini imtihan sebebi kılma. Bizi şükür etmesini bilenlerden ve elindekileri doğru değerlendirerek Senin katında yükselenlerden eyle. Kalbimize, nefsimize ve bedenimize; Sana kulluğu sevdir ve kolaylaştır. Anılan en güzel isim, Senin ismindir. Baktığı, işittiği ve sevdiği her şeyde Seni hatırlayanlardan ve Seni ananlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji