بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | peygamber |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | جَاءَكَ | sana geldiği |
|
5 | الْمُؤْمِنَاتُ | inanmış kadınlar |
|
6 | يُبَايِعْنَكَ | sana bi’at ederlerse |
|
7 | عَلَىٰ | hususunda |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | لَا |
|
|
10 | يُشْرِكْنَ | ortak koşmamaları |
|
11 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
12 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
13 | وَلَا | ve |
|
14 | يَسْرِقْنَ | hırsızlık etmemeleri |
|
15 | وَلَا | ve |
|
16 | يَزْنِينَ | zina etmemeleri |
|
17 | وَلَا | ve |
|
18 | يَقْتُلْنَ | öldürmemeleri |
|
19 | أَوْلَادَهُنَّ | çocuklarını |
|
20 | وَلَا | ve |
|
21 | يَأْتِينَ | getirmemeleri |
|
22 | بِبُهْتَانٍ | uydurup |
|
23 | يَفْتَرِينَهُ | bir iftira |
|
24 | بَيْنَ | arasında |
|
25 | أَيْدِيهِنَّ | elleri |
|
26 | وَأَرْجُلِهِنَّ | ve ayakları |
|
27 | وَلَا | ve |
|
28 | يَعْصِينَكَ | sana karşı gelmemeleri |
|
29 | فِي |
|
|
30 | مَعْرُوفٍ | iyi bir işte |
|
31 | فَبَايِعْهُنَّ | onlarla bi’atleş |
|
32 | وَاسْتَغْفِرْ | ve mağfiret dile |
|
33 | لَهُنَّ | onlar için |
|
34 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
35 | إِنَّ | şüphesiz |
|
36 | اللَّهَ | Allah |
|
37 | غَفُورٌ | çok bağışlayandır |
|
38 | رَحِيمٌ | çok esirgeyendir |
|
Eteye اتي :
İtâ إيتى , tabîi bir şekilde ve kolayca gelmektir. Hissî veyâ maddî konular için kullanılır. Her durumda buna uygun bir ma’nâ ifâde eder.
Câe (جاء) kelimesinin ise bir sılaya ihtiyâcı yoktur. Hâlbuki etâ fiili gelenin bir şey getirmesini gerektirir. Ancak kullanım yaygınlaşmış ve bu iki kelime birbirinin yerine kullanılır olmuştur.
Câe fiili hemzeden dolayı daha zor durumları ifâde eder. İtyân ise kolayca gelinen hâllerde kullanılır.
Kur’ân’da bu kökün geldiği anlamlar:
1. Getirmek 2/23, 4/133, 5/52
2. Vermek 2/177, (verilmek*edilgen): 2/25, 65/7
3. Gelmek 15/99, 20/9, 39/25
4. Yaklaşmak 16/1
5. Varmak 2/222, 7/80, 27/54
6. Gitmek 26/16
7. (İftira) atmak 60/12
8. Yapmak 3/188
9. Girmek 2/189
10. Başlamak 12/93 . (Müfredat-Tahqiq-Furuq-Samerrâi-Kur’ân-ı Kerîm’de Çok Anlamlılık)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 549 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri itâ, atiye âti ve teâtidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّبِيُّ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap cümlesi nidanın cevabıdır.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَكَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْمُؤْمِنَاتُ fail olup lafzen merfûdur. يُبَايِعْنَكَ fiili الْمُؤْمِنَاتُ ‘nün hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبَايِعْنَكَ fiili sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel عَلٰٓى harf-i ceriyle يُبَايِعْنَكَ fiiline müteallik olup mahallen mecrurdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُشْرِكْنَ fiili sükun üzere mebni muzari fiil olup mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru يُشْرِكْنَ fiiline mütealliktir. شَيْـٔاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, شيئا من الإشراك (şirkten bir şey) şeklindedir.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبَايِعْنَكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi بيع ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُشْرِكْنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُؤْمِنَاتُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ
لَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ atıf harfi وَ ‘la لَا يُشْرِكْنَ ‘ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقْتُلْنَ fiili sükun üzere mebni muzari fiil olup mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
اَوْلَادَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا يَأْت۪ينَ atıf harfi وَ ‘la لَا يُشْرِكْنَ ‘ye matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْت۪ينَ fiili sükun üzere mebni muzari fiili olup mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِبُهْتَانٍ car mecruru يَأْت۪ينَ fiiline mütealliktir. يَفْتَر۪ينَهُ fiili بُهْتَانٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَفْتَر۪ينَهُ fiili sükun üzere mebni muzari fiil olup mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بَيْنَ mekân zarfı يَفْتَر۪ينَهُ ‘deki gaib zamirin haline mütealliktir. اَيْد۪يهِنَّ muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. اَيْد۪ي kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki ي harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda ي harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir. يد kelimesinin bir diğer çoğulu أياد şeklindedir. Aynı şekilde îrab edilir. Ancak gayrı munsarıf olduğu için tenvin almaz.
Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَرْجُلِهِنَّ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يَفْتَر۪ينَهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ
لَا يَعْص۪ينَكَ atıf harfi وَ ‘la لَا يُشْرِكْنَ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَعْص۪ينَكَ fiili sükun üzere mebni muzari fiili olup mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي مَعْرُوفٍ cer mecruru يَعْص۪ينَكَ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. بَايِعْهُنَّ şart fiili olup sukün üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اسْتَغْفِرْ atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. لَهُنَّ car mecruru اسْتَغْفِرْ fiiline mütealliktir. اللّٰهَۜ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بَايِعْهُنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi بيع ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْفِرْ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غفر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
مَعْرُوفٍ kelimesi, sülasi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
غَفُورٌ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haberi olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَيُّهَا münada, النَّبِيُّ ondan bedeldir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olan … اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُبَايِعْنَكَ cümlesi الْمُؤْمِنَاتُ ’nun halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi اَنْ ve akabindeki لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً cümlesi, masdar tevilinde olup, عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte يُبَايِعْنَكَ ‘ye mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِاللّٰهِ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan شَيْـٔاً ’deki nekrelik umum, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
Aynı üslupta gelerek birbirine matuf olan وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ cümleleri, masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Hepsinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ cümlesi يأتين fiilinin failinden haldir.
بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ tabiri, kadının rahminden kinayedir.
وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ cümlesi de hükümde ortaklık nedeniyle لَا يَسْرِقْنَ cümlesine atfedilmiştir.
Cümlelerdeki muzari fiiller teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مَعْرُوفٍ ’deki nekrelik umum ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
ف۪ي مَعْرُوفٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla مَعْرُوفٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü مَعْرُوفٍ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
فَ karinesiyle gelen فَبَايِعْهُنَّ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ cümlesi, şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُنَّ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mümin kadınların yapmaması gereken şirk, hırsızlık, zina, çocuklarını öldürme, yalan söyleme, iftira atma, peygambere asi olmak fiilleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
اَيْد۪ي - اَرْجُلِ ve يَفْتَر۪ينَهُ - بِبُهْتَانٍ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَايِعْهُنَّ - يُبَايِعْنَكَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بُهْتَانٍ - يَقْتُلْنَ - يَزْن۪ينَ - يَسْرِقْنَ - يُشْرِكْنَ - يَفْتَر۪ينَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يُبَايِعْنَكَ kelimesi, بيع kökünden مفاعل babındandır. Alışveriş yaparken, alıcı veya satıcıdan birisinin elini diğerinin eli üzerine koyması, insanların adetlerindendir. Ta ki, muameleleri sağlam ve ispat edici olmuş olsun. İki kişi arasında yapılan anlaşma, sağlamlık ve kesinlik hususunda bu karşılıklı alışverişe benzetilmiştir. (Beyzâvî)
Ayet-i kerimde [Elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup ileri sürmemek.] ifadesi geçmektedir. Abdullah b. Abbas'a göre bu ifadeden maksat, kadınların zina yoluyla başkalarından kazandıkları çocukları, yalan söyleyerek kocalarına isnad etmeleridir. (Taberî)
وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ [Elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek üzere…] ayetinde latif bir kinaye vardır. Yüce Allah bununla, buluntu çocuktan kinaye yapmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
Aslında bir deyim olan “el ve ayakların arası” tabiriyle hamileliğin gerçekleştiği mekan işaret edilerek konuya ikili vurgu yapılmıştır. Bir taraftan tüm iftiralar yasaklanırken diğer taraftan özellikle başkalarının çocuğunu sahiplenme gibi çok önemli konularda yalan ve iftiradan kaçınılması emredilmiştir. Ayetin öncelikli tercihle mutlak manada nemîme yasağını içerdiğini belirten Fahreddin er-Râzî’nin ikinci görüş olarak naklettiği “el ve ayakların arası” tabirinin emzirme halindeki kadını tasviri daha güzel bir bakış açısını yansıtır. (Fahreddin er-Râzî)
Suredeki 13 ayetin 4 ü (1,10, 12, 13) nida ile başlamıştır, bunların üçü ‘’Ey iman edenler’’ şeklinde müminlere hitap ederken, biri yani bu ayet Efendimize hitap eder.
Münadanın, Resul, Muhammed (sav) gibi bir isim yerine nebi kelimesinin olması; verilecek haberin önemini vurgular.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve hükmün illetini bildirmek içindir.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası, tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ile, haberdeki mübalağa sıygalarıyla, celâl ve kemâl ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. Bunları söylememin sebebi, bu fasılanın şibhi kemâl-i ittisâl yolu ile öncesindeki manayı tekid ederek gelmesidir. Zira öncesindeki manalar bu şekilde bir müjdeleme ihsanının sebebini merak ettirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْماً غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَـئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَـئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَتَوَلَّوْا | dostluk etmeyin |
|
6 | قَوْمًا | bir topluluk ile |
|
7 | غَضِبَ | gazabettiği |
|
8 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
9 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
10 | قَدْ |
|
|
11 | يَئِسُوا | umudu kesmiş olan |
|
12 | مِنَ | -ten |
|
13 | الْاخِرَةِ | ahiret- |
|
14 | كَمَا | gibi |
|
15 | يَئِسَ | umudu kestiği |
|
16 | الْكُفَّارُ | kafirlerin |
|
17 | مِنْ | -ndan |
|
18 | أَصْحَابِ | halkı- |
|
19 | الْقُبُورِ | mezarlık |
|
İnsanların yakın çevrelerinde sık sık müşahede ettikleri ölüm olayına ve kabir motifine dayanan bir benzetme yapılarak ve canlı bir anlatımla sûrenin başındaki temaya yani Allah’a ve müminlere düşmanlık eden, bu yüzden Allah’ın da kendilerine gazap ettiği kimselerle dost olunmaması gereğine bir daha dikkat çekilmekte; bu şekilde sûreye son verilirken aynı zamanda müteakip sûrenin başında yer alan müminlerin dayanışma ruhu içinde olmalarının önemi konusuna fikrî hazırlık sağlanmaktadır.
İnkârcılar ölen yakınlarının geri dönmesinden ümitlerini kestikleri gibi öldükten sonra diriltilmeye ve âhiret hayatına da inanmazlar, bu konuda bir ümit taşımazlar; Allah’ın elçileri vasıtasıyla bildirdiği bu gerçeği kabul etmedikleri ve ölenlerin yokluk içinde kaybolup gittiklerine inandıkları için Allah’ın gazabını hak etmişlerdir. Âyetin “inkârcıların kabirlerdekilerden ümit kestikleri gibi âhiretten ümit kesmiş bir topluluğu” şeklinde çevrilen kısmıyla bu husus anlatılmış olmalıdır. Şevkânî bu anlamı tercih eder (V, 250). Fakat –gramer açısından– bu kısma “kabirlerdeki inkârcıların ümitlerini yitirdikleri gibi âhiretten ümit kesmiş bir topluluğu” mânası da verilebilmekte ve âyet şöyle yorumlanmaktadır: Ölümü tatmış olan (kabirlerdeki) inkârcılar artık ebedî hayatta nimetlerden mahrum bırakılıp ağır cezalara çarptırılacaklarından emin olmuşlardır, geriye dönüş için bir ümitleri olmadığı gibi ileriye yönelik herhangi bir ümitleri de kalmamıştır. Aynı mâna esas alınarak şöyle bir yorum da yapılmaktadır: Şimdi kabirlerinde olan eski inkârcılar nasıl ki hayattayken peygamberleri yalancı saymaları sebebiyle Allah’ın rahmetinden ve âhiret mutluluğundan ümitlerini kesmişler ise, Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr ettikleri için Allah’ın gazabını hak eden bu topluluk da âhiretten ümidini kesmiştir. Taberî bu yorumu daha güçlü bulduğunu belirtir (XXVIII, 81-83).
Bu yorumların ortak noktası şudur: Allah’ın rahmetinden ancak kör taassup göstererek inkârcılıkta direnen kimseler ümitlerini keser. Mümin kişi ise kullukta ne kadar kusurlu olursa olsun, “Artık kesinlikle Allah bana acıyıp affetmez” diyerek O’nun engin rahmet ve bağışından ümit kesmez; aynı şekilde bu mümin iyi kul olmak için ne kadar gayret ederse etsin asla ameline güvenip, “Ben üstüme düşen her şeyi yaptım, artık Allah’ın rahmetine ve affına ihtiyacım kalmadı” diye düşünmez. Çünkü her iki durum da Allah’ın mutlak iradesini sınırlandıran bir davranış olup kesinlikle haramdır (krş. A‘râf 7/99; Yûsuf 12/87; Hicr 15/49-50). Burada “Allah’ın kendilerine gazap ettiği” diye nitelenen toplulukla ilgili değişik izahlar yapılmış, daha çok Fâtiha sûresinin 1/7. âyetiyle ilgili yorumların etkisinde ve bazı rivayetlere dayalı olarak burada yahudilerin kastedilmiş olduğu ileri sürülmüştür. Başka bir sûrede yer alan yahudilerin ölüm sonrası için ümit beslemediklerine ilişkin bir tasvir bu yorumu destekler görünmekte ise de (bk. Cum‘a 62/6-7), bunu inkârcılıkta direnen bütün toplulukları kapsayan bir ifade olarak düşünmek daha isabetli görünmektedir (Şevkânî, V, 250).
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْماً غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَـئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَـئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَتَوَلَّوْا ‘dır.
لَا nehy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَوَلَّوْا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. قَوْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. غَضِبَ اللّٰهُ cümlesi قَوْماً ‘in sıfatı olup mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَضِبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ cer mecruru غَضِبَ fiiline mütealliktir.
قَدْ يَـئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ cümlesi قَوْماً ‘in ikinci sıfatı olup mahallen mansubdur. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
يَـئِسُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنَ الْاٰخِرَةِ cer mecruru يَـئِسُوا fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من ثواب الآخرة (ahiret sevabından) şeklindedir.
مَا ve masdar-ı müevvel كَ harf-i ceriyle amili يَـئِسُوا ‘nün mahzuf mef’ûlü mutlakına mütealliktir. Takdiri, يئسوا من الآخرة يأسا كيأس الكفّار ..(Küffârın ümit kestiği gibi ahiretten ümidi kestiler) şeklindedir.
يَـئِسَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْكُفَّارُ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ اَصْحَابِ cer mecruru يَـئِسَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْقُبُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَتَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْماً غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَـئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَـئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münada, هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan لَا تَتَوَلَّوْا قَوْماً غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
غَضِبَ اللّٰهُ cümlesi قَوْماً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette, istidrad sanatı vardır. Müminlerin dostluk kurmaması gerekenlerle ilgili konuya geri dönülmüştür.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
غَضِبَ - تَتَوَلَّوْا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafi sanatı vardır.
Bu kavimden murad bütün kafirlerdir.
Diğer bir görüşe göre ise, bu kavimden murad Yahudilerdir. Zira rivayet olunuyor ki, bu ayet, meyvelerinden faydalanmak için Yahudilerle dostane ilişkileri kuran bazı müslüman fakirler hakkında nazil olmuştur. (Ebüssuûd)
قَدْ يَـئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَـئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ cümlesi قَوْماً için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekîd harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekdd ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Teşbih harfi ك sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi مَا , amili olan يَـئِسُوا ‘nün mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir. Cümlenin takdiri, يئسوا من الآخرة يأسا كيأس الكفّار ..(Küffârın ümit kestiği gibi ahiretten ümidi kesdiler) şeklindedir. ما ’nın sılası olan يَـئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ cümlesi masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
اَصْحَابِ الْقُبُورِ (kabir ashabı) ifadesinde istiare vardır. Kabirde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
اَصْحَابُ kelimesinin kökü صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.
مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ (Kabir halkından) sözü kâfirleri beyan içindir. Yani; kabre giren kâfirler ahiret hayrından ümidi kestiği gibi, demektir. Çünkü onlara durum vaziyetlerinin çirkinliği ve gidecekleri yerin kötülüğü aşikar olmuştur. Allahu a’lem. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
يَـئِسُوا - يَـئِسَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْكُفَّارُ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قَدْ mazi fiille geldiğinde tahkik takrib ifade eder. بِأْس - عَسَى - لَيْسَ - نِعْمَ gibi fiillerin önüne gelmemesi bu sebepledir. Çünkü bu fiiller durum bildirir, bu fiillerle hasıl olan bir şeyin yaklaştığı zikredilmez. Muzari fiille ise azlık-çokluk beklemek manasına gelir. (İtkan c.1 s. 458,459)
Zuhaylî’nin beyanına göre ayet-i kerîmenin قَدْ يَـئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَـئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ kısmında mücmel mürsel teşbih bulunmaktadır. Ayrıca ayette reddü'l-acüz ale's-sadr diye isimlendirilen sanat vardır. Zira sure başladığı tarzda bitirilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Bilindiği gibi sure يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ’ [Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin] ayetiyle kafirleri dost edinmeyi yasaklar mahiyette başlamıştır. Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmid ve tehlil, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ
Fiil cümlesidir. سَبَّحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لِلّٰهِ cer mecruru mevsûlün mahzuf haline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا fail olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ cer mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. مَا فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
سَبَّحَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ cümlesi lafza-i celâlin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. وَ haliyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ
Sûrenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لِلّٰهِ car mecruru, ihtimam için fail olan ism-i mevsûle takdim edilmiştir.
Fail olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.
İkinci mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası, tezat nedeniyle birinci mevsûle atfedilmiştir.
Gayr-ı akiller için kullanılan ism-i mevsul مَا , tağlîb sanatı yoluyla akıllıları da kapsamıştır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
مَا ve فِي ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فِي السَّمٰوَاتِ - فِي الْاَرْضِۚ ibarelerindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü ve gökyüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü ve gökyüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Bazı surelerin başında, geçmiş zaman kalıbıyla سَبَّحَ , bazılarında ise muzari kalıbıyla يُسَبِّحُ gelmiştir. Her ikisinde de anlam şöyledir: Tesbîh fiilinin isnad edilebileceği her varlığa Allah’ı tesbih etmek yakışır. Bu, bütün varlıkların adet ve uygulamasıdır. Fiil bazen لِ harf-i ceriyle geçişli yapılmış bazen de تُسَبِّحُوهُ [Ve O’nu tesbih edesiniz] (Fetih 48/9) ayetinde olduğu gibi doğrudan doğruya geçişli kılınmıştır. Aslolan, doğrudan geçişli olmasıdır; çünkü سَبَّحَتُهُ ifadesi, “O’nu kötülükten uzak tuttu.” anlamındadır. Bu fiilin sülâsîsi سَبَّحَ olup “gitti ve uzaklaştı” demektir. Mef‘ûlünün başına bazen getirilen لِ , ya “Ona nasihat ettim.” anlamında kullanılan نصحته ve نصحت له kullanımındaki lâm’a benzer ya da سَبَّحَ لِلّٰهِ ifadesinde kasıt, sırf Allah için ve tamamen O’nun rızasını kazanmak amacıyla tesbîh ettiğidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yani tesbih edebilen ve tesbih etmesi mümkün olan her şey demektir. (Keşşâf)
Ayetin bu ilk cümlesi, Haşr Suresinin birinci ayetiyle aynıdır. Ufak değişiklerle birçok ayette de tekrarlanmıştır. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu sure, Saff ismiyle bilinmekte olup, sahabeler döneminde de bu isimle anılmıştır. (Âşûr)
Cenab-ı Hak, bazı surelerde, "Hepsi Allah'ı tesbih etti"; bazı surelerde "Hepsi Allah tesbih etmektedir"; diğer bazılarında da emir sıygasıyla, "Allah'ı tesbih et" buyurmuştur Bu, mazinin geçmişe, muzarinin geleceğe, emrin de hale (şimdiki zamana) delalet etmesinden ötürü, Allah'ın (yüceliğinin) tesbih ve takdis edilişinin, devamlı olduğunu ve kesintiye uğramadığının bildirilmesi içindir. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
وَ ‘la gelen cümle lafza-ı celâlin hali olarak tetmim ıtnâbı sanatıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ isimleri marife gelmiştir. Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu iki vasfın Allah Teâlâ’daki mevcudiyetinin kemâline işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir. الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu cümlede, ilk cümledeki zahir isimden gaib zamire iltifat vardır.
Önce gelen الْعَز۪يزُ ismini الْحَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)
Ayetin bu son cümlesi, aynen veya ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
Bu âyetlerle ilgili yorumları önce, “ey iman edenler” şeklindeki hitabın kime yönelik olduğuna ilişkin tercihe göre iki gruba ayırmak gerekir. Kur’an’ın genel kullanımı doğrultusunda burada da müminlere hitap edildiğini kabul edenlere göre âyetlerde, gerçekten iman etmiş olmakla beraber söz ve eylemleri arasında uyumsuzluk bulunan müslümanlara bu hususta bir uyarı yapılmakta yahut müslümana yaraşan tutumun söylenenle yapılan arasındaki tutarlılığına özen göstermek olduğu bildirilmektedir. İfadenin akışını ve 5. âyette imanlarındaki samimiyetsizlik sebebiyle peygamberlerini üzen Hz. Mûsâ’nın kavminden söz edilişini dikkate alarak burada münafıklara hitap edildiğini düşünenlere göre âyetler, “ey iman etmiş görünenler” tarzında bir anlam taşımakta ve söylediği ile yaptığı bir olmayan bu iki yüzlü kimseler kınanmaktadır. Başka bazı âyetlerde münafıklar hakkında yapılan tasvirler (bk. Nûr 24/47-53; Ahzâb 33/12-15) bu yorumu destekleyici nitelikte bulunmuştur. “Söylenen söz”ü de iki şekilde yorumlamak mümkündür: a) Kişinin yapmayacağı bir şeyi vaad etmesi, b) Kendi fiilleri hakkında gerçeğe uymayan bir beyanda bulunması, yapmadığını yapmış gibi anlatması. Tefsirlerde bu yorumların hemen her birini destekleyici birçok olaya yer verilir (bk. Taberî, XXVIII, 83-85; Zemahşerî, IV, 92). Nüzûl sebebi olarak anlatılan bu olaylar âyetlerin anlaşılmasına ışık tutmakla beraber, burada çelişkili söz ve davranışlardan kaçınmanın önemine ilişkin kalıcı bir mesaj verilmesinin amaçlandığı açıktır. Bazı müfessirlerin bunun, yalan söylemeyi ve vaadinde durmamayı da kınayan bir ifade olduğunu belirtmesi (Zemahşerî, IV, 91-92) bu anlayışı yansıtmaktadır. Dolayısıyla bu uyarının, sadece söylenenle yapılan arasında değil aynı zamanda sözlerin ve eylemlerin kendi içinde de tutarlılık bulunması gereğini kapsar nitelikte olduğu sonucuna varılabilir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm, inkârcılara yönelik meydan okuma ifadelerinden birini de çelişmezlik ilkesine dayandırmakta, önce kendi verdiği bilgi ve haberlerin ve içerdiği fikirlerin tutarlılığıyla ilgili bir iç kontrol çağrısında bulunmaktadır: “Kur’an’ı inceleyip düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başka birinden gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı” (Nisâ 4/82). Kur’an’ın bu ilkenin önemine yaptığı vurgu İslâm âlimlerini öylesine etkilemiştir ki, tefsir, hadis, fıkıh gibi ilmî disiplinlerin oluşumu sırasında, çok geçmeden bu ilimlerde izlenen metotları da teorik ifadelere kavuşturmaya yönelmişler ve kısa bir süre içinde her bir dala ait metodolojilerin ortaya konmasını sağlamışlardır. Özellikle, Kur’an ve Sünnet’ten çıkarılan fıkhî sonuçların kendi içinde tutarlılığının kontrolü görevini üstlenen fıkıh usulü, çok ince metot sorunlarına eğilmiş ve böylece zengin bir literatür oluşmuştur.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 332-333يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِمَ cer mecruru تَقُولُونَ fiiline mütealliktir.
Nidanın cevabı لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ ‘ dır.
لِمَ , cer harfi لِ ile istifham harfi ما ‘nın bileşimi olan bu edatın anlamı, ‘niçin?, ne diye?’ şeklindedir. Cer harfinden sonra istifham harfi geldiğinde elif hazf edilir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
تَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَفْعَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَفْعَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Nidanın cevabı olan لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp tevbih ve takrir amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا‘ nın sılası olan لَا تَفْعَلُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ [Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?] ayetinde kınama üslûbu vardır. Bu şöyledir: لِمَ ’deki مَ ’in aslı, soru مَا ’sıdır. Hafiflik için elifi zikredilmemiştir. Sorudan maksat, kınamaktır. (Safvetü’t Tefâsir)
لِمَ edatı lâm ile istifham مَا ’sından mürekkebdir, çoğunlukla harf-i cer ile kullanıldığı zaman elifi atılır, çünkü birlikte çok kullanılır. Bir de harf, dahil olduğu şeyle beraber aynı şeye delâlet eder (elif atılsa da aynı görevi yapar). (Beyzâvî)
İman ehlinin amellerini kalben ve fiilen yapmayan münafıkların imanlarının sözde olduğuna tariz vardır. (Âşûr)
كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
Fiil cümlesidir. كَبُرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مَقْتاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عِنْدَ mekân zarfı كَبُرَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel كَبُرَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَقُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَفْعَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَفْعَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
Ayet, beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
كَبُرَ مَقْتاً sözüyle zem kastedilmiştir. مَقْتاً kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbtır.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan عِنْدَ , tazim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zarf-ı mekan عِنْدَ , ihtimam için faile takdim edilmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ cümlesi, masdar teviliyle, كَبُرَ fiilinin faili konumundadır. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan لَا تَفْعَلُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ [Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur] ayetinde yaptıklarının son derece çirkin olduğunu anlatmak için, önceki ayette bulunan lafzın tekrarıyla ıtnâb yapılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu çok fasih ve mana yönünden çok beliğ bir kelamdır. “Büyük bir nefret” sözüyle taaccüp kastedilmiştir.
Burada taaccübün anlamı, dinleyenlere durumun vahametini anlatmaktır; çünkü ancak benzer ve emsallerinin dışında kalan bir şeyden ötürü taaccüp edilir. كَبُرَ fiili, (müsnedün ileyh olan) اَنْ تَقُولُوا (söylemeniz) fâ‘iline isnat edilmiş olup مَقْتاً lafzı da bu failin tefsiri (temyizi) olarak mansub kılınmıştır; bu da yapmayacağı bir şeyi söylemelerinin, aşırı nefrete yol açması sebebiyle katıksız tam bir nefret vesilesi olduğunu göstermek içindir. مَقْتاً (hışım) lafzının tercih edilişi, bunun nefretin en şedit ve mübalağalısı olmasındandır. (Keşşâf)
Bu kelam, onların yaptıklarının ne kadar yakışıksız ve çirkin olduğunu beyan etmektedir. (Ebüssuûd)
Kebir, çokluk ve nevdeki yoğunluk özelliği sebebiyle şiddet için müstear olmuştur. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفاًّ كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ
Burada dayanışma ruhu içinde imanları uğruna çarpışan müminlerden övgüyle söz edilmesi, bu âyetlerin “Allah katında en sevimli işin ne olduğunu bilsek de işlesek!” (Şevkânî, V, 215) dedikleri halde savaş zorunluluğu ortaya çıkınca aynı samimiyet ve kararlılığı gösteremeyenler hakkında indiğine dair rivayetleri destekler nitelikte bulunmuştur. Bununla birlikte, Allah yolunda söz ve güç birliği etmiş bir topluluğun tam bir uyum ve beraberlik içinde olması önceki âyetlerdeki tutarlılık fikrinin bir uzantısı olarak düşünülebilir; dolayısıyla burada da muayyen olaylarla sınırlı olmaksızın genel bir ilkeye dikkat çekildiğini söylemek daha uygun olur.
Âyette geçen bünyânün mersûs tamlamasını, –“kurşun” anlamına gelen rasâs kelimesiyle bağ kurularak– “kurşunlu, parçaları kurşunla kenetlenerek yekpâre bir cisim haline gelmiş olan muhkem bina” (Elmalılı, VII, 4927), hatta Taberî’nin aktardığı bir görüşe göre “kurşundan yapılmış” (XXVIII, 86) şeklinde açıklayanlar bulunmakla beraber, İbn Abbas’tan gelen bir rivayette yer alan şu izah, o dönemin yapı malzemeleri ve inşâ usulü bilgilerine daha uygun düşmektedir: Taş taş üstüne konur, sonra aralardaki gedikler küçük taşlarla tıkanır, ardından harç ile sıvanırdı; buna Mekkeliler “mersûs” derlerdi (Râzî, XXIX, 312). Bu izahta mersûs kelimesi “istif etme, dizme, birbirine yapıştırma” mânalarına gelen “rass” kökünden türetilmiş bir sıfat fiil olarak düşünülmüştür. Her hâlükârda âyetin “yekpâre bir yapı gibi kenetlenmiş saflar halinde” diye çevirdiğimiz kısmıyla, unsurları çok sağlam biçimde birbirine raptedilmiş, belli bir düzen ve âhenk içinde bulunan bir yapının örnek gösterildiği açıktır. Nitekim birçok müfessir, bu benzetmeyle, maddî bir birlik ve düzenin yanı sıra ve bundan da önce gönül birliği ve dayanışma ruhunun önemine dikkat çekildiğini ifade etmiştir.
Kur’an-ı Kerîm âyetlerinin son kelimelerinin şiirden farklı biçimde, ifadeyi lafız güzelliğinin icaplarına mahkûm etmeyen ama mânayı esas alırken bir yandan da kendi tabii güzelliği içinde eşsiz bir âhenk ve mûsiki oluşturan sıralanışı Kur’an ilimleriyle meşgul olanların dikkatini çekmiş; onlar, bu kelimeler için “fâsıla”, son harfleri için de “fâsıla harfi” terimini kullanmışlardır. Elmalılı bu sûrede “sâd” harfinin sadece bu âyette fâsıla oluşturmasını yukarıda açıklanan “mersûs” kelimesinin önemine yapılmış özel bir vurgu olarak görür; aynı şekilde sûrenin “dizi, sıra, sıralanmış” anlamlarına gelen bir kelimeyle (Saf sûresi olarak) adlandırılmasının da dayanışma fikrinin ehemmiyetine dair bir uyarı anlamı taşıdığını belirtir (VII, 4927).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 334-335اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفاًّ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
يُحِبُّ fiili اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يُحِبُّ fiili damme ile merfû muzari fiildir, faili müstetir zamir هُوَ ’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُقَاتِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُقَاتِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي سَب۪يلِه۪ car mecruru يُقَاتِلُونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَفاًّ kelimesi يُقَاتِلُونَ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُقَاتِلُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ
Ayet, صَفاًّ ‘daki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder. هُمْ muttasıl zamiri كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بُنْيَانٌ kelimesi كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. مَرْصُوصٌ kelimesi بُنْيَانٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَرْصُوصٌ kelimesi, sülasi mücerredi رصص olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفاًّ كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. اللّٰهَ müsnedün ileyh, müspet muzari fiil sıygasında faide-i habr ibtidaî kelam olan …. يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ cümlesi müsneddir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفاًّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَب۪يلِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması sebile tazim ve teşrif ifade eder.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ tabirindeki "sebil", yol demektir. Allah’ın emirlerini yerine getirmek, dini uğrunda düşmanla savaşmak vasıtasıyla Allah'ın rızasına ulaştıklarından dolayı, "yol" diye isimlendirilmiştir.
Bu ibaredeki ف۪ي harfinde de istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla سَبِیلِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yol veya din , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden صَفاًّ kelimesi, يُقَاتِلُونَ fiilinin failinden haldir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ cümlesi صَفاًّ ’daki zamirin halidir. Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَنَّ ’nin ismi هُمْ zamiri بُنْيَانٌ haberidir.
مَرْصُوصٌ kelimesi, بُنْيَانٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ [Sanki onlar, kenetlenmiş bir binadır.] ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Sağlamlık ve kenetlenme hususunda müminler bir binaya benzetilmişlerdir. (Safvetü’t Tefâsir)
Râğıb diyor ki: بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ demek, sanki kurşunla inşâ edilip yapılmış gibi sağlam duvar demektir." Bu mana, Ferrâ'nın da kabul ettiği manadır. Arapçada kullanılan وتراصوا فى الصلاة sözü, namazda sıkıştılar manasına gelir. (Ruhul Beyan)
Bundan, önce, Allah'ın sevmediği şey, beyan edildikten sonra burada da O'nun hoşnut olduğu şey beyan edilmektedir.
Bu kelam da, onların söylediklerinin, savaş vaadinden ibaret olduğu hususunda sarih bir beyandır; yoksa söylenenler, kendini öven, yahut başkasının yaptıklarını sahiplenen kimselerin söyledikleri, yahut münafıkların iddia ettikleri şeyler değildir. Ve onların ayıplanmalarının ve kınanmalarının sebebi de, işaret edildiği gibi, vaatte bulunmaları değil, fakat vaatlerine bağlı kalmamalarıdır. (Ebüssuûd)
Buradaki صَفاًّ kelimesi intizamsızlık ve düşünmeden savaşmaktan kinayedir. (Âşûr)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ فَلَمَّا زَاغُٓوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | bir zaman |
|
2 | قَالَ | demişti |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | لِقَوْمِهِ | kavmine |
|
5 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
6 | لِمَ | niçin? |
|
7 | تُؤْذُونَنِي | beni incitiyorsunuz |
|
8 | وَقَدْ | halde |
|
9 | تَعْلَمُونَ | biliyorsunuz |
|
10 | أَنِّي | gerçekten benim |
|
11 | رَسُولُ | elçisi (olduğumu) |
|
12 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
13 | إِلَيْكُمْ | size |
|
14 | فَلَمَّا | zaman |
|
15 | زَاغُوا | onlar eğrildiği |
|
16 | أَزَاغَ | eğriltti |
|
17 | اللَّهُ | Allah da |
|
18 | قُلُوبَهُمْ | kalblerini |
|
19 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَهْدِي | doğru yola iletmez |
|
22 | الْقَوْمَ | kavmi |
|
23 | الْفَاسِقِينَ | yoldan çıkan |
|
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri أذكر olan mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِقَوْمِه۪ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli يَا قَوْمِ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfi, قَوْمِ münada olup mukadder fetha ile mansubdur. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِمَ cer mecruru تُؤْذُونَن۪ي fiiline mütealliktir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِمَ cer harf i لِ ile istifham harfi ما ‘nın bileşimi olan bu edatın anlamı, ‘’niçin, ne diye ‘’ şeklindedir. Cer harfinden sonra istifham harfi geldiğinde elif hazf edilir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
تُؤْذُونَن۪ي fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنّ۪ ve masdar-ı müevvel amili تَعْلَمُونَ ‘nin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. ي mütekellim zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
رَسُولُ kelimesi أَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِلَيْكُمْ car mecruru رَسُولُ ‘ye mütealliktir.
تُؤْذُونَن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أذي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَلَمَّا زَاغُٓوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْۜ
فَ istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
زَاغُٓوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَاغُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ cümlesi şartın cevabıdır. اَزَاغَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. قُلُوبَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَزَاغَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi زيغ ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. لَا يَهْدِي haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْفَاسِق۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْفَاسِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر (Hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur.
Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي cümlesi, اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي cümlesi, nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan لِمَ تُؤْذُونَن۪ي cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve tevbih anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebtir. Ayrıca tecâhül-i arif sanatı söz konusudur.
يَا قَوْمِ (Ey kavmim!) hitabı, nezaket ve şefkat ifade eden bir hitaptır. Zaten bütün peygamberlerin ve onları takip eden bahtiyarların durumu budur. (Ruhu’l Beyan)
Musa (as)'ın يَا قَوْمِ şeklinde söze başlaması, Peygamber’in kavminin işinin, ona itaat etmek, daha doğrusu ona zarar vermemek olduğuna işaret etmektedir. قَوْمِ vasfıyla nida etmesinde O'nun, "Neden bana zarar veriyorsunuz?" sözünü inkar için bir hazırlık vardır. (Âşûr)
İstifham inkâr içindir. Yani zararın(kötülüğün) bir sebebi olduğunu inkâr etmek demektir. (Âşûr)
Bu kelam, onların cihadı terk etmelerinin ne kadar çirkin olduğu hususunda makabli için bir izah mahiyetindedir. (Ebüssuûd)
Hal وَ ’ıyla gelen وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ cümlesi, تُؤْذُونَن۪ي fiilinin failinden haldir. Tahkik harfi قَدْ tekid içindir. (Keşşâf)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ , masdar tevilinde تَعْلَمُونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan رَسُولُ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan رَسُولُ için şan ve şeref ifade etmektedir.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamı taşıyan kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzâf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلَيْكُمْۜ car mecruru رَسُولُ ‘ya mütealliktir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَوْمِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مُوسٰى - رَسُولُ - اللّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-i nazîr sanatı vardır.
Burada قَدْ harfinden sonra muzari fiilin gelmesi, onların bu konudaki bilgilerinin ayetlerin ve vahyin yenilenmesiyle yenilendiğini, uymaya devam için daha etkili olduğu içindir. Çünkü mazi fiil olarak gelmiş olsaydı, daha ziyade bu işin geçmişte olduğuna işaret ederdi. (Âşûr)
Bu ayette, peygambere eziyet etmenin, küfre götürecek ve kalpleri hidayetten döndürecek kadar ne denli büyük bir günah olduğuna dikkat çekme vardır. Ayetteki وَقَدْ kelimesinin manası tekid olup, Cenab-ı Hak sanki, "Hakkında hiç şüphesi olmadığı halde, kesin biçimde bile bile..." demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَمَّا زَاغُٓوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْۜ
فَ istînâfiyye, لَمَّا şartiyedir. لَمَّا cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Şart üslubunda gelen terkipte, muzâfun ileyh olan şart cümlesi زَاغُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve ikazı artırmak içindir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart ve cevap cümleleri arasında tefennün ve müşakele sanatları vardır.
اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ [Allah onların kalplerini saptırdı.] ifadesinde, hal mahal alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
زَاغُٓوا - اَزَاغَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اللّٰهُ müsnedün ileyh, لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ cümlesi müsneddir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْقَوْمَ için sıfat olan الْفَاسِق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin sübut ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْفَاسِق۪ينَ - يَهْدِي kelimeleri arasında tıbâk- hafî sanatı vardır.
Bu cümle, kendisinden önce zikredilen kaydırmanın mefhumunu izah eden ve illetini bildiren bir zeyil mahiyetindedir. Yani Allah, itaatten ve hak yoldan çıkıp azgınlıkta ısrar edenleri hidayete erdirmez. Bu fasık topluluktan murat, ya özellikle o zikredilenlerdir; yahut bütün fasıklardır ve bunlar da, öncelikle, onlara dahildir. Hangisi kast edilirse edilsin, onların fâsıklıkla vasıflandırılmaları, "artık bizimle fâsık kavmin arasını ayırt." "artık fasık kavim için üzülme" ayetlerinde anlatılan sebepten dolayıdır. (Ebüssuûd)
Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimede, Hazret-i Mûsa'nın kavmi tarafından nasıl eziyetlere uğratıldığını zikrederek, Resûlüllahı, gördüğü eziyetler karşısında teselli etmekte Hazret-i Mûsa'ya eziyet eden kavminin ise haktan sapmış olduklarını belirterek müminleri bu tür sapıklıklara düşmemeleri için uyarmaktadır. (Taberî)
İnsan dilinin terbiyesi, vahşi hayvanın terbiyesinden zordur. Sağlanan kontrolün korunması da devamlı mücadele ister. Yönetimi; ya kalbe, ya da nefse aittir. Hangisinin yönetici olacağı ise insanın hali, fikri, zikri ve amelleri ile belirlenir.
Nefis ile yönetilen dil zehirlidir ve tehlikelidir. Başkalarına zarar vermesi şart değildir. Yalnızca kendi yolunu ve kalbini karartması mümkündür. Mesela; dilin yalana, çirkin sözlere, batıl konulara ve uygunsuz şakalara alıştırılması oldukça yaygın bir hastalıktır.
Hastalık denir çünkü dilin ve kalbin arasındaki direkt bağdan dolayı insanın bütün alemleri devamlı birbirinden etkilenir. Bu tıpkı ateşli bir hastalık sonucunda bütün bedenin halsiz düşmesi gibidir. Dil hastalanınca; insanın düşünce, duygu ve davranışları da güçsüzleşir. İlaç yetişmezse, hiçbiri kendisini koruyamaz ve aynı hastalığa ya da karanlığa tutulur.
Ey Allahım! Bizi;
Şirke, hırsızlığa, yalana, zinaya ve ahlaksızlığa, zulmetmeye ve zalime yardıma, iftira uydurmaya ve ona uğramaya, Sana ve emirlerine itaatsizliğe yaklaştıracak her halden, yoldan ve insandan muhafaza buyur.
Göklerde ve yerde Seni tesbih edenlerle beraber Seni ananlardan,
Dili kalbi tarafından yönetilenlerden ve dilini, bedenini, kalbini, zihnini rızana aykırı her türlü kötü halden korumaya çalışanlardan,
Yapmayacağını ya da yapmadığını bildiklerini, yapacakmış ya da yapmış gibi yalan konuşmaktan sakınanlardan,
Sana sevimsiz gelen amellerden uzaklaşanlardan ve Sana sevimli gelen amellerle meşgul olanlardan eyle.
Koruyucuların en hayırlısısı Sensin. Sahip olduğumuz her zerremizi rızan üzere muhafaza buyur ve rızanı kazanmış bir halde huzuruna kavuştur.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji