2 Nisan 2026
Mümtehine Sûresi 6-11 (549. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mümtehine Sûresi 6. Ayet

لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  ...


Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 كَانَ vardır ك و ن
3 لَكُمْ sizin için
4 فِيهِمْ onlarda
5 أُسْوَةٌ bir örnek ا س و
6 حَسَنَةٌ güzel ح س ن
7 لِمَنْ kimseler için
8 كَانَ ك و ن
9 يَرْجُو arzu edenler ر ج و
10 اللَّهَ Allah’ı
11 وَالْيَوْمَ ve gününü ي و م
12 الْاخِرَ ahiret ا خ ر
13 وَمَنْ ve kim
14 يَتَوَلَّ yüz çevirirse و ل ي
15 فَإِنَّ şüphesiz
16 اللَّهَ Allah
17 هُوَ O’dur
18 الْغَنِيُّ zengin olan غ ن ي
19 الْحَمِيدُ övgüye layık olan ح م د

  Veleye ولى: : 

  Velâ; iki şey arasına kendilerinden olmayan bir şeyin girilmesine izin verilmemesidir. Dolayısıyla yakınlık anlamına gelir. Bu yakınlık; mekân, soy, din, dostluk/arkadaşlık, dayanışma, inanç sistemi açısından olabilir.
  Tevellâ; min harfiyle lâfzen veyâ takdîren müteaddî yapılırsa yüz çevirme ve yakınlığı terk etme anlamlarını taşır. Bu yüz çevirme bedenle olduğu gibi kulak vermemek ve bağlılığı reddetmek şeklinde de olabilir.

  Tevellâ (تولى): Velâ (ولى): Aralarında bir râbıta olmak kaydıyla bir şeyin arkasında (وراء) başka bir şeyin vukû bulmasıdır.
Bu kelimedeki kurbiyet, sevgi, yardım ve tâbî olmak ma’nâları kullanım yerine göre bu asıl ma’nânın eserleridir.

Velâyet, velî, mütevellî kelimeleri hep birinin arkasında durmak ma’nâsını taşır. Aralarındaki irtibât; işleri yönetmektir. 
Mevlâ (مولى) kelimesi mekân ismidir ve velâyet mahalli demektir. Mevlâ kelimesi arkasında durulan, yönetilen kişiler için de kullanılır.
Tevliye (تولية) örfen mutlak olarak velâyet manâsında kullanılır. 
Tevellâ (تولَّى) velâyeti ihtiyâr etmektir.


Kur’ân’da geldiği anlamlar:  
1. Yakın olmak
2. Kaçmak
3. Dönmek
4. Yönelmek
5. Yüz çevirmek
6. Yönetmek
7. Dost 
(Müfredat-Tahqiq-Kur’ân-ı Kerîm’de Çok Anlamlılık)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 232 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri vâli, veli, evlâ, evliya, vilayet, eyalet, velayet, istilâ, Mevlâ, Mevlânâ, mevâli, molla, mütevelli, veli(aht) ve veli (nimet)tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

ف۪يهِمْ  car mecruru  اُسْوَةٌ ’un mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اُسْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.  حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  لَكُمْ ’den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  يَرْجُوا  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يَرْجُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْيَوْمَ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. الْاٰخِرَ  kelimesi  الْيَوْمَ ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَتَوَلَّ  şart fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda  مَنْ ‘in haberidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  cümlesi  اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamiri  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.

الْغَنِيُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْحَم۪يد  mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

الْغَنِيُّ  ve  الْحَم۪يدُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَلَّ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولى ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Ayette kasem fiilinin mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Mahzuf kasem ve  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ  cümlesi, kasemin cevabıdır.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  لَـكُمْ  ve  ف۪يهِمْ  car mecrurları, nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اُسْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismidir. حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اُسْوَةٌ  kelimesi nekre gelerek nev ve tazim ifade etmiştir. 

ف۪يهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla zamirin ait olduğu kişiler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kişiler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlar, örnek davranışları muhafaza eden bir kap olmuştur. Câmî’, yerleşme ve sabit olmaktır. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  لِمَنْ , harf-i cerle birlikte  لَـكُمْ ‘den bedeldir. Sılası olan كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin haberi olan  يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ  cümlesinin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayeti kerimede bedî’ sanatlarından cem meat taksim ( لَـكُمْ  ve  مَنْ ’lerde) vardır. Onların, kimler için örnek olduklarının sayılması taksim sanatıdır. 

Bu ayetle başlangıç bölümleri birbirine çok benzeyen dördüncü ayet arasında terdîd, tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada Allah müminler için ekstra bir anlatım ve pekiştirme olarak Hazret-i İbrâhim ve kavminin örnek alınması teşvikini tekrarlamıştır. Pekiştirmenin son derecesi olması bakımından cümleyi kasemle başlatarak getirmesi de bu yüzdendir. Allah’a ve son güne yönelik endişe ve ümitleri bulunanlar için ifadesini “sizin için”den bedel kılıp, hemen peşinden [Kim de yüz çevirirse, şüphesiz Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; bizatihi hamde layıktır] kısmını sevk etmiş ve böylece getirmediği tekid türü bırakmamıştır. (Keşşâf) 

“لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ اْلاٰخِرَ...” ifadesinden bedel-i kül veya bedel-i ba’z olup, iman ve cihatta Allah’a ve ahirete ümit bağlamanın önemli bir esas olduğuna işarettir. Çünkü ümitsizlik küfürdür. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Tekidde mübalağa için kasem lâmı gelmiştir. كانَ ‘nin ismi müennes olmasına rağmen tenis  تَ ‘sinin bitişmeme sebebi  أُسْوَةٌ  kelimesinin hakiki müennes olmamasıdır. Bu kelime lafzî müennestir. Ayrıca fiille ismi, aralarına car mecrurun girmesiyle birbirinden uzaklaşmıştır. (Âşûr)


 وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen terkipte, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  مَنْ يَتَوَلَّ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَوَلَّ  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Şartın cevabı olan  فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır.

اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedin, yani  الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir. 

هُوَ , cümledeki kasrı tekid eden fasıl zamiridir. İddiaî kasrdır. (Âşûr)

Kendisinden sonra gelen kelime sıfat değil haberdir. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  اللّٰهَ  maksur/mevsûf,  الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. 

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Kur’an Işığında Bel+âgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’nın  غَنِيُّ  ve  حَم۪يدُ  olması, göklerin ve arzın mülkiyetinde olmasına münasiptir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri önceki manayı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَنْ يَتَوَلَّ  cümlesiyle  كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ  cümlesi arasında, mukabele sanatı oluşmuştur.

يَرْجُوا  ve  يَتَوَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

كَان - اللّٰهَ - مَنْ  kelimelerinin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mümtehine Sûresi 7. Ayet

عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةًۜ وَاللّٰهُ قَد۪يرٌۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Ola ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi (ve yakınlık) koyar. Allah, hakkıyla gücü yetendir. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَسَى belki de ع س ي
2 اللَّهُ Allah
3 أَنْ
4 يَجْعَلَ koyar ج ع ل
5 بَيْنَكُمْ sizinle ب ي ن
6 وَبَيْنَ arasına ب ي ن
7 الَّذِينَ
8 عَادَيْتُمْ düşman olduklarınız ع د و
9 مِنْهُمْ onlardan
10 مَوَدَّةً bir sevgi و د د
11 وَاللَّهُ ve Allah
12 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر
13 وَاللَّهُ ve Allah
14 غَفُورٌ çok bağışlayandır غ ف ر
15 رَحِيمٌ çok esirgeyendir ر ح م
Ebû Hureyre radıyallahu anhtan rivayete göre, Peygamber Efendimiz şöyle demiştir:
”Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir.”
 (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 60)

  Aseye  عَسَى :

  عسى Arzu ve ümit etmektir. Kelimedeki asıl mana, tahakkuk edip fiiliyata geçme bakımından kuvvettir. Müfessirlerin çoğu لَعَلَّ  ve عَسَى kelimelerini dolaylı anlamlarla yorumlamışlar ve arzu ve ümit etmenin Allah’dan sadır olmasının sahih olmadığını söylemişlerdir.  Fakat onlar bu konuda yanlış bir görüşe sahiptirler. Zira Yüce Allah O’nun değil insanların O’ndan dilekte bulunmaları için o kelimeleri zikreder.  (Müfredat-Tahqiq) 

  Kuran’ı Kerim’de fiil olmak üzere toplam 30 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  عَسَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder. اللّٰه  lafza-i celâli  عَسَى ’nın ismi olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَسَى ’nın haberi olarak mahallen mansubtur.  يَجْعَلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

بَيْنَكُمْ  zaman zarfı mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَ  zaman zarfı atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَادَيْتُمْ ‘dür. 

عَادَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ car mecruru  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlunün mahzuf haline mütealliktir.  مَوَدَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

عَادَيْتُمْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  عدى ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

جَعَلَ  değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  2. Bir halden başka bir hale geçmek 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  


 وَاللّٰهُ قَد۪يرٌۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. قَد۪يرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

قَد۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ  haber olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta surekli var oluşuna, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Terecci manalı nakıs fiil  عَسَى ’nın dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.

Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haber manası kazandığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

عسى  fiili Allah Teâlâya isnat edildiğinde gereklilik ifade eder, kulların kelamında ise ümit ve arzu ifade eder, Allah’a nispeti kesinlik, kullara nispeti şek ve zanna dayanan nisbettir. (Celâleddin es-Suyûtî, c. 1, s. 53)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi kalplerde telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ayette Allah’ın rahmetini ummak yönünde bir teşvik vardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi  يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةًۜ , masdar teviliyle  عَسَى ’nın haberi konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel muzari fiil olarak gelmiş, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zaman zarfı  بَيْنَكُمْ , mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Fiilin birinci mef’ûlü olan  مَوَدَّةًۜ ‘deki nekrelik nev ve tazim ifade eder. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı  بَيْنَكُمْ  ve ona matuf olan  بَيْنَ الَّذ۪ينَ ,  ihtimam  için mef’ûl  مَوَدَّةًۜ ‘e takdim edilmiştir. 

بَيْنَ  için muzâfun ileyh konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  عَادَيْتُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

 مِنْهُمْ  car mecruru, ism-i mevsûlün mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَوَدَّةً  ve  عَادَيْتُمْ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

بَيْنَكُمْ  ve  بَيْنَهُمْ  yerine  بَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ  gelmiştir.  عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ  ibaresi mevsuftan kinayedir. Yani burada davranışları zikredilmiş, şahısları kastedilmiştir. Burada mevsuftan kinaye yapılmasının amacı ise onların “düşmanlık” olan davranışlarına vurgu yapmak içindir. 

بَيْنَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet de gösteriyor ki cihadın asıl maksadı düşmanlık değil, dostluğu umumileştirmektir. Allah düşmanlarından uzaklaşmakla onlara buğzetmek de dostluğun gereği gibi O’nun rızası için samimiyeti genelleştirme vesilesidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

عَسى ; mukarebe fiillerindendir. Burada müslümanların Allah’tan umması manasında veya sadece reca manasında kullanılmıştır. (Âşûr)


وَاللّٰهُ قَد۪يرٌۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle ta’lil hükmünde müstenefedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

وَاللّٰهُ قَد۪يرٌۜ  cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اللّٰهُ  mübteda, قَد۪يرٌ  haberdir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında, bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah'a aid  غَفُورٌ - رَح۪يمٌ - قَد۪يرٌۜ  sıfatlarındaki nekrelik, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ - قَد۪يرٌۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Bu sıfatların üçü de, mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Mümtehine Sûresi 8. Ayet

لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَـبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ  ...


Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَنْهَاكُمُ sizi men’etmez ن ه ي
3 اللَّهُ Allah
4 عَنِ -den
5 الَّذِينَ kimseler-
6 لَمْ
7 يُقَاتِلُوكُمْ sizinle savaşmayan ق ت ل
8 فِي hakkında
9 الدِّينِ din د ي ن
10 وَلَمْ ve
11 يُخْرِجُوكُمْ sizi çıkarmayan خ ر ج
12 مِنْ -dan
13 دِيَارِكُمْ yurtlarınız- د و ر
14 أَنْ
15 تَبَرُّوهُمْ iyilik etmekten ب ر ر
16 وَتُقْسِطُوا ve adaletli davranmaktan ق س ط
17 إِلَيْهِمْ onlara
18 إِنَّ şüphesiz ki
19 اللَّهَ Allah
20 يُحِبُّ sever ح ب ب
21 الْمُقْسِطِينَ adalet yapanları ق س ط
Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ radıyallu anhûmâ şöyle dedi: İslâmiyet’i kabul etmemiş olan annem Resûlullah zamanında yanıma gelmişti. Resûlullah’ın görüşünü almak için :” Annem, beni özleyip gelmiş. Ona ikramda bulunabilir miyim?” diye sordum. Peygamber aleyhisselam:” Evet, annene iyi davran!” buyurdu. 
(Buhari, Hibe 29, Cizye 18, Edeb 8; Müslim, Zekat 50).

لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَـبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْهٰيكُمُ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عَنِ  harf-i ceriyle birlikte  يَنْهٰيكُمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُقَاتِلُوكُمْ  fiili;  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِي الدّ۪ينِ  car mecruru  يُقَاتِلُوكُمْ  fiiline mütealliktir. 

لَمْ يُخْرِجُوكُمْ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُخْرِجُوكُمْ  fiili;  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ دِيَارِكُمْ  car mecruru  يُخْرِجُوكُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  الَّذ۪ينَ ‘den bedel olup mahallen mecrurdur.  تَـبَرُّوهُمْ  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

تُقْسِطُٓوا  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  تُقْسِطُٓوا  fiili;  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْهِمْ  car mecruru  تُقْسِطُٓوا  fiiline mütealliktir. 

يُقَاتِلُوكُمْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

يُخْرِجُوكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.  يُحِبُّ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يُحِبُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ‘dir.

الْمُقْسِط۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُقْسِط۪ينَ  sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حبب ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَـبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak ve ikaz içindir. Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu cümlede, lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Mecrur mahaldeki  ألذ۪ينَ  has ism-i mevsûlü, başındaki  عَنِ  harf-i ceriyle birlikte  يَنْهٰيكُمُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فِي الدّ۪ينِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الدّ۪ينِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Aynı üsluptaki  وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَـبَرُّوهُمْ  cümlesi, masdar tevili ile  الَّذ۪ينَ ‘den bedel-i iştimâl olup mecrur konumundadır. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelerek  تَـبَرُّوهُمْ  cümlesine atfedilen  وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ  cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

تُقْسِطُٓوا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

تَـبَرُّوهُمْ - تُقْسِطُٓوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  تَـبَرُّوهُمْ - يُقَاتِلُوكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 

 اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Lafz-ı celâl müsnedün ileyh, يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ  cümlesi müsneddir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

تُقْسِطُٓوا - الْمُقْسِط۪ينَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin bu son cümlesi, Maide/42 ve Hucurât/9 ayetlerinde aynen tekrarlanmıştır.  Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi, 29)

Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîl olarak ıtnâb sanatıdır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Bu cümleden zimmet ehline güzel muamele etmek hükmü çıkarılmıştır. (Âşûr)

 
Mümtehine Sûresi 9. Ayet

اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ  ...


Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 يَنْهَاكُمُ sizi men’eder ن ه ي
3 اللَّهُ Allah
4 عَنِ -den
5 الَّذِينَ kimseler-
6 قَاتَلُوكُمْ sizinle savaşan ق ت ل
7 فِي hakkında
8 الدِّينِ din د ي ن
9 وَأَخْرَجُوكُمْ ve sizi çıkaran خ ر ج
10 مِنْ -dan
11 دِيَارِكُمْ yurtlarınız- د و ر
12 وَظَاهَرُوا ve yardım eden ظ ه ر
13 عَلَىٰ
14 إِخْرَاجِكُمْ çıkarılmanıza خ ر ج
15 أَنْ
16 تَوَلَّوْهُمْ dost olmanızdan و ل ي
17 وَمَنْ ve kim
18 يَتَوَلَّهُمْ onlarla dost olursa و ل ي
19 فَأُولَٰئِكَ işte
20 هُمُ onlardır
21 الظَّالِمُونَ zalimler ظ ل م

اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ

 

Fiil cümlesidir. اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfe’dir. Usül ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi,  اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org 

يَنْهٰيكُمُ   fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عَنِ  harf-i ceriyle birlikte  يَنْهٰيكُمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  قَاتَلُوكُمْ ‘ dur. İrabdan mahalli yoktur.  

قَاتَلُوكُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الدّ۪ينِ  car mecruru  قَاتَلُوكُمْ  fiiline mütealliktir. 

اَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اَخْرَجُوكُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan  çoğul وَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ دِيَارِكُمْ  car mecruru  اَخْرَجُو  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

ظَاهَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan  çoğul وَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ  car mecruru  ظَاهَرُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  الَّذ۪ينَ ‘den bedel olup mahallen mecrurdur. 

تَوَلَّوْهُمْ  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)    

يُقَاتِلُوكُمْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  قتل ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

اَخْرَجُوكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَتَوَلَّهُمْ  şart fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsm-i işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الظَّالِمُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الظَّالِمُونَ  ise haberidir.  هُمُ الظَّالِمُونَ  isim cümlesi ism-i işaret  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

الظَّالِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 يَتَوَلَّهُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu kasr; müşriklerle kayıtsız şartsız ilişkide olmanın caiz olduğu konusundaki şüpheyi veya zannı red için gelmiş bir kalp kasrıdır. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki  ألذ۪ينَ  has ism-i mevsûlü, başındaki  عَنِ  harf-i ceriyle birlikte  يَنْهٰيكُمُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

فِي الدّ۪ينِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الدّ۪ينِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

اَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelerek, yine sıla cümlesine atfedilen  وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَوَلَّوْهُمْۚ  cümlesi, masdar tevili ile  الَّذ۪ينَ ‘den bedel-i iştimâl olup mecrur konumundadır. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Önceki ayetteki …  لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ cümlesiyle, bu ayetteki … اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

اَخْرَجُو - اِخْرَاجِكُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak  ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الدّ۪ينِ - دِيَارِكُمْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Dost olunmayacak kimselerin özellikleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır. الَّذ۪ين  cem’, dinde savaşma, yurtlarından çıkarma, çıkaranlara destek olma taksimdir.

8. Ayetteki  لَا يَنْهٰيكُمُ  ile bu ayetteki  يَنْهٰيكُمُ  kelimeleri arasında tıbak-ı selb sanatı vardır. 


وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

وَ , istinâfîyyedir. Cümle ta’lil hükmünde müstenefedir. Şart üslubunda gelmiştir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  مَنْ يَتَوَلَّهُمْ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  يَتَوَلَّهُمْ  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi olan  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Cümle fasıl zamiri ve kasrla tekid edilmiştir. Fasıl zamiri, müsnedin  الْ  takısı ile gelmesi sebebiyle oluşan kasrı tekid içindir. Haberin  الْ  takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. 

اُو۬لٰٓئِكَ  maksûr/mevsûf,  الظَّالِمُونَ  maksurun aleyh/sıfat yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, iddiaî kasrdır.

Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat: Zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını  ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tahkir ve korkutmak ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan  الظَّالِمُونَ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun sübut ve devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekrar eden  هُمْ  zamirlerinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümledeki kasr; iddiaîdir. Yani hataya düşüp isyan etmemeleri için yapılan şiddetli tenbih ve yasaklamaya rağmen zulümleri sebebiyle Allah onları affetmez. Çünkü Allah’ın ve Müslümanların hakkını çiğnedikleri gibi bizzat zalimin hakkını da çiğnemişlerdir. (Âşûr)

 يَتَوَلَّهُمْ - الظَّالِمُونَ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

 يَتَوَلَّهُمْ - تَوَلَّوْهُمْۚ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mümtehine Sûresi 10. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...


Ey iman edenler! Mü’min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü müslüman hanımlar kâfirlere helâl değillerdir. Kâfirler de müslüman hanımlara helâl olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mehri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (İslâm’ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına) harcamış oldukları mehri (sizden) istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. O, aranızda hüküm veriyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِذَا zaman
5 جَاءَكُمُ size geldiği ج ي ا
6 الْمُؤْمِنَاتُ mü’min kadınlar ا م ن
7 مُهَاجِرَاتٍ göç ederek ه ج ر
8 فَامْتَحِنُوهُنَّ onları imtihan edin م ح ن
9 اللَّهُ Allah
10 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
11 بِإِيمَانِهِنَّ onların imanlarını ا م ن
12 فَإِنْ eğer
13 عَلِمْتُمُوهُنَّ anlarsanız ع ل م
14 مُؤْمِنَاتٍ inanmış olduklarını ا م ن
15 فَلَا
16 تَرْجِعُوهُنَّ onları geri döndürmeyin ر ج ع
17 إِلَى
18 الْكُفَّارِ kafirlere ك ف ر
19 لَا değildir
20 هُنَّ bunlar (kadınlar)
21 حِلٌّ helal ح ل ل
22 لَهُمْ onlara
23 وَلَا ve değildir
24 هُمْ onlar
25 يَحِلُّونَ helal ح ل ل
26 لَهُنَّ bunlara
27 وَاتُوهُمْ ve onlara verin ا ت ي
28 مَا şey(leri)
29 أَنْفَقُوا onların harcadıkları ن ف ق
30 وَلَا ve yoktur
31 جُنَاحَ bir günah ج ن ح
32 عَلَيْكُمْ sizin için
33 أَنْ
34 تَنْكِحُوهُنَّ bunlarla evlenmenizde ن ك ح
35 إِذَا takdirde
36 اتَيْتُمُوهُنَّ kendilerine verdiğiniz ا ت ي
37 أُجُورَهُنَّ ücretlerini ا ج ر
38 وَلَا ve
39 تُمْسِكُوا tutmayın م س ك
40 بِعِصَمِ ismetlerini ع ص م
41 الْكَوَافِرِ kafir kadınların ك ف ر
42 وَاسْأَلُوا isteyin س ا ل
43 مَا şeyi (mehri)
44 أَنْفَقْتُمْ harcadığınız ن ف ق
45 وَلْيَسْأَلُوا ve onlar da istesinler س ا ل
46 مَا şeyi
47 أَنْفَقُوا harcadıkları ن ف ق
48 ذَٰلِكُمْ bu size
49 حُكْمُ hükmüdür ح ك م
50 اللَّهِ Allah’ın
51 يَحْكُمُ (böyle) hükmediyor ح ك م
52 بَيْنَكُمْ aranızda ب ي ن
53 وَاللَّهُ ve Allah
54 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
55 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
Peygamber Efendimiz Hudeybiye’de Mekkeli müşriklerle antlaşma yaptıktan sonra huzuruna yeni Müslüman olan kadınlar geldi. İşte o zaman bu âyet nâzil oldu ve İslamiyet’i samimiyetle kabul ettikleri anlaşılan bu hanımların kâfirlere iade edilmemesi gerektiğini bildirdi. 
(Buhari, Şürût 15).

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştim3al. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ ‘dir.

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَكُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْمُؤْمِنَاتُ  fail olup lafzen merfûdur.  مُهَاجِرَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  امْتَحِنُو  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ءَامَنُوا۟  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek,

امْتَحِنُو  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  محن ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ 

 

İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haberdir. بِا۪يمَانِهِنَّۚ  car mecruru  اَعْلَمُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  عَلِمْتُمُوهُنَّ  şart fiili sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  عَلِمْتُمُوهُنَّ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. 

مُؤْمِنَاتٍ  ikinci mef’ûlün bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَرْجِعُوهُنَّ  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَى الْكُفَّارِ  car mecruru  تَرْجِعُو  fiiline mütealliktir. 

مُؤْمِنَاتٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ 

 

İsim cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  هُنَّ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  حِلٌّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  حِلٌّ ‘a mütealliktir. 

لَا هُمْ يَحِلُّونَ  cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  

يَحِلُّونَ  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَحِلُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُنَّ  car mecruru يَحِلُّونَ  fiiline mütealliktir. 


وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la  makabline matuftur.  اٰتُوهُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْفَقُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

اَنْفَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْفَقُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  جُنَاحَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَا ’nın haberi mahzuftur.

عَلَیۡكُمۡcar mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf bir  في  harf-i ceriyle birlikte  تَنْكِحُوهُنَّ  fiiline mütealliktir. Takdiri, في أن تنكحوهنّ (Onlarla evlenmenizde) şeklindedir. 

تَنْكِحُوهُنَّ  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  

اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اٰتَيْتُمُوهُنَّ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اُجُورَهُنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اٰتَيْتُمُوهُنَّ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. 

اٰتَيْتُمُوهُنَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  اتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُمْسِكُو  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِعِصَمِ  car mecruru تُمْسِكُو  fiilinin failine ait mahzuf hale mütealliktir. الْكَوَافِر  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

سْـَٔلُوا  atıf harfi و ‘la  تُمْسِكُو  fiiline matuftur. سْـَٔلُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْفَقْتُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَنْفَقْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  لْ  emir lam’ıdır.  يَسْـَٔلُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْفَقُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَنْفَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

 

ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir. İsmi işaret  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  حُكْمُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

 يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  يَحْكُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 


 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ  mübtedanın ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.  

عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّهَا  münadadır.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan  اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ  cümlesi şart üslubunda gelmiştir.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. 

Şart cümlesi olan  جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مُهَاجِرَاتٍ , failin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Itnâb sanatı babındandır.

فَ  karinesiyle gelen  فَامْتَحِنُوهُنَّ  cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. Dolayısıyla cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebdir. 

اٰمَنُٓوا - الْمُؤْمِنَاتُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

Burada  الْمُؤْمِنَاتُ  ifadesi, imanın gereği olan kelime-i şehadeti açıktan söylemiş ve ona zıt bir hal göstermemiş olmaları, yahut imtihan ile imanlarını ispat etme durumunda bulunmaları itibariyle açıkça belirtmiş olmalarını gerektirir. Yoksa imtihana tabi tutulmalarının manası olmazdı. (Elmalılı Hamdi Yazır)


 اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Haber olan  اَعْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

بِا۪يمَانِهِنَّۚ  car mecruru haber olan  اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir.

Şayet  وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْ  sözü ne anlama gelmektedir? dersen şöyle derim: Allah, eksiklik ve fazlalık bakımından sizinle köle ve cariyeleriniz arasındaki iman farkını çok daha iyi bilir. Bir cariyenin imanı hür bir kadınınkinden, bir kadının imanı bir erkeğinkinden daha üstün olabilir. Müminlerin görevi asalet ve soy sop avantajını değil, sadece imandaki üstünlüğü göz önünde bulundurmaktır. Bunun söylenmesindeki amaç, müminleri [zinaya düşmektense] cariyelerle evlenmeye ısındırmak ve bu tür evlilikten yüz çevirmekten uzaklaştırmaktır. (Keşşâf, Nisa/25) 


فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen cümlede, müspet mazi fiil sıygasındaki  عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ  cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen  فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ  cümlesi şartın cevabıdır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. Dolayısıyla cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebdir.  

Mef’ûl olan  مُهَاجِرَاتٍ  kelimesinin nekreliği tazim ifade eder. Kelimenin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مُؤْمِنَاتٍ - الْكُفَّارِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.

عَلِمْتُمُوهُنَّ - اَعْلَمُ  ve  مُؤْمِنَاتٍ - بِا۪يمَانِهِنَّۚ - اٰمَنُٓوا  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا  nafiye, هُنَّ  mübteda,  حِلٌّ  haberdir.  لَهُمْ  car mecruru, müsned olan  حِلٌّ ‘a mütealliktir.

وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.

هُمْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

لَا هُنَّ حِلٌّ لَّهُمْ  cümlesiyle  وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

حِلٌّ - يَحِلُّونَ  kelimelerinde cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Zuhaylî bu ifade ile ilgili olarak, “burada bedî‘ ilminde akis ve tebdîl diye isimlendirilen sanat olduğunu söylemiştir. Tefsir kısmında ise şunları söyler: Mümin hanımlar kâfirlere helal değildir. Bir kadının yalnızca hicret etmiş olması eşinden ayrılmasını gerektirmez. Ancak İslama girmesi, kâfir olan kocasından ayrılmasını gerektirir. Kâfir erkekler de müslüman hanımlara helal olmazlar. Bu ayet Müslüman hanımları müşrik erkeklere haram kılmıştır.

Beyzâvî ise “ifadenin tekrar edilmesi mutabakat ve mübalağa içindir. Yahut ilk ifade eşler arasında firkatin meydana gelmesi için, ikincisi ise en baştan yapılacak evlilikleri de yasaklamak içindir” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Aradaki haramlığı ifade etmek için bu cümlelerin birisi dahi kâfi gelirse de, haramlığın yalnız bir taraftan olmayıp, iki taraftan da sabit olduğunu beyan etmek için tekrar edilmiştir. Yahut birincisi ayrılığın meydana geldiğini, ikincisi de yeniden nikah kıymanın mümkün olmadığını hatırlatmak içindir. (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  اَنْفَقُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

İnfak kelimesi mehir yerine kullanılmıştır. 

اٰتُو  fiili kolaylıkla vermeyi ifade eder. Bu tazminatı kolayca vermeleri istenmiştir.


وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ  cümlesine atfedilmiştir. Cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  جُنَاحَ  kelimesi  لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْكُمْ ’ün müteallakı olan  لَا ’nın haberi mahzuftur.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ  cümlesi, masdar tevili ile takdir edilen  في  harf-i ceriyle birlikte  جُنَاحٌ  kelimesine mütealliktir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir.  اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi  اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mukadder cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

اِذَٓا  harfine şart manası verilirse mihri büyük ihtimalle vereceklerini ifade eder. Bu şart harfi kesinlikle vuku bulacak fiillerle birlikte kullanılır.

لَا جُنَاحَ - حِلٌّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اٰتَيْتُمُوهُنَّ  ve  اٰتُوهُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  اُجُورَهُنَّۜ - اَنْفَقُواۜ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 

وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelen  بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ  car mecruru, تُمْسِكُوا ‘ ye mütealliktir.

وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la  فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا‘ nın sılası olan  اَنْفَقْتُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tezat nedeniyle makabline atfedilen cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

وَلْيَسْـَٔلُوا  fiiline dahil olan lam, lâm-ul emirdir. Muzariyi cezm eder. 

وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ  cümlesiyle,  وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

وَسْـَٔلُوا - وَلْيَسْـَٔلُوا  ve  اَنْفَقْتُمْ - اَنْفَقُواۜ  gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَنْكِحُوهُنَّ - لَا تُمْسِكُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

الْكُفَّارِۜ - الْكَوَافِرِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ذٰلِكُمْ  mübteda,  حُكْمُ اللّٰهِ  haberdir. 

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir. 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile Allah’ın emirlerine işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Veciz ifade kastına matuf  حُكْمُ اللّٰهِۜ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  حُكْمُ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حُكْمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)


 يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حُكْمُ - يَحْكُمُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelmesi, Allah’ın mutlak ilim sahibi olduğunu, müminlerin hallerini, emirlerini yerine getirip getirmediklerini bildiğini ve bu emirlerin hikmetini vurgulamak içindir. Zamir makamında zahir isim zikredilerek tekrarlanmış, hükmün illeti konunun önemi vurgulanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb, tecrîd, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَل۪يمٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Haber olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâda ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

حَك۪يمٌ - يَحْكُمُ - حُكْمُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır 

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Mümtehine Sûresi 11. Ayet

وَاِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْـكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ  ...


Eğer eşlerinizden biri kâfirlere kaçar ve siz de onlarla çarpışıp ganimet alırsanız, eşleri gidenlere sarf ettikleri (mehir) kadarını verin ve inandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 فَاتَكُمْ giderse ف و ت
3 شَيْءٌ herhangibir şey ش ي ا
4 مِنْ -den
5 أَزْوَاجِكُمْ eşleriniz- ز و ج
6 إِلَى
7 الْكُفَّارِ kafirlere ك ف ر
8 فَعَاقَبْتُمْ sonra sıra size gelirse ع ق ب
9 فَاتُوا verin ا ت ي
10 الَّذِينَ
11 ذَهَبَتْ gidenlere ذ ه ب
12 أَزْوَاجُهُمْ eşleri ز و ج
13 مِثْلَ mislini م ث ل
14 مَا
15 أَنْفَقُوا harcadıklarının ن ف ق
16 وَاتَّقُوا ve sakının و ق ي
17 اللَّهَ Allah’a
18 الَّذِي ki
19 أَنْتُمْ siz
20 بِهِ ona
21 مُؤْمِنُونَ inanıyorsunuz ا م ن

Nadîroğulları’yla gizli gizli haberleşip Hz. Peygamber ve ashabına karşı direnmeleri için onlara yardım vaadinde bulunan münafıkların sonuçsuz kalan girişimlerine ve bu iki grubun zaaflarına değinilerek Hz. Peygamber’in ve müslümanların mâneviyatı yükseltilmekte; aynı zamanda dolaylı bir üslûpla müminler, karakter bozukluğuna yol açan bu tür davranışlardan sakındırılmaktadır.

Sûrenin başından bu kümenin sonuna kadarki kısmının Benî Nadîr’in sürgün edilmesi olayının bitiminden sonra nâzil olduğu anlaşılmaktadır. Burada şimdiki veya geniş zaman kullanılmış olması Kur’an’da benzerlerine rastlanan bir üslûp olup bu âyetlerin olaydan önce inmiş olduğunu göstermez (İbn Âşûr, XXVIII, 98-99; Derveze, VIII, 220-221). Bununla birlikte bu kısmın münafıkların gizli muhaberelerini Resûlullah’a bildirmek üzere olay sırasında inmiş olması da ihtimal dışı değildir. Elmalılı –özellikle şimdiki zaman kullanılmasından hareketle– bu ihtimali tercih etmektedir (VII, 4855-4856). Öte yandan, özellikle 11 ve 12. âyetlerde yer alan şart cümleleri dolayısıyla hatıra gelebilecek sorulara cevap olmak üzere birçok müfessirin belirttiği üzere, burada bire bir muayyen bir olayın tasvirinden çok münafıkların ve sözlerine sadakat göstermeyen yahudilerin karakter yapılarıyla ilgili genel bir anlatımın söz konusu olduğu da göz ardı edilmemelidir. 

“Yandaşlar” diye çevirdiğimiz 11. âyetteki ihvân (kardeşler) kelimesinin “inkâr eden” sıfatıyla birlikte kullanılmış olması, münafıklarla yahudilerin bazı inançlarda kesiştiklerini göstermektedir. Buna göre “Ehl-i kitap’tan inkârcı yandaşları” diye çevrilen ifade, bu iki kesimin, Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr hususunda birleştiklerini belirtmektedir (İbn Âşûr, XXVIII, 99). 

12. âyetin son cümlesinden 15. âyetin sonuna kadar özne ve tümleç olarak yer alan “onlar” zamirleriyle yahudilerin ve bunlarla iş birliği yapmaya kalkışan münafıkların birlikte kastedilmiş olması muhtemeldir; fakat bu kısımdaki tasvir yahudilerin durumuna daha uygun düşmektedir.

13. âyette onların Allah’tan çok müslümanlardan korktuğu belirtilirken “yüreklerinde” kaydının konması, bazı müfessirlerce, bu konuda da iki yüzlü davrandıklarına delâlet bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Buna göre anlam şöyle olmaktadır: Onlar derin bir Allah korkusu taşıdıkları izlenimi verirler, halbuki gerçekte sizden korkmaktadırlar. Fakat bu cümleyi “Onlar kendilerine cesur görüntüsü veren kimseler oldukları için size karşı taşıdıkları korkuları gizlerler; ama yüreklerinde size karşı büyük bir korku taşımaktadırlar” şeklinde yorumlamak da mümkündür (Zemahşerî, IV, 83). Âyetin sonunda “anlayışı kıt bir topluluk oldukları”nın ifade edildiği göz önüne alınırsa, asıl maksadın söz konusu kimselerin Allah’tan çok insanlardan korktuklarını hatırlatıp müminlerden kısa vadede gelebilecek zararı hesap ettikleri halde ileride Allah’ın kendilerine vereceği cezayı göz ardı etme basiretsizliklerini eleştirmek olduğu söylenebilir (İbn Atıyye, V, 289). 

14. âyetin “Onların topu birden sizinle, ancak müstahkem yerlerde ve siperler ardında olduklarında savaşırlar” diye çevrilen kısmını, ilgili yorumlar ışığında şu iki şekilde açıklamak mümkündür: a) “Onlar toplu haldeyken bile sizinle, müstahkem yerlerde ve siperler ardında olmaksızın savaşa girmezler”; b) “Onlar ittifak edip sizinle birlikte savaşmazlar, her bir grup kendi kalesinde, güvenli bölgesinde savaşabilir.” Burada geçen ve “topu birden” diye tercüme edilen cemîan kelimesi ve cümle içindeki rolü hakkında yapılan farklı yorumlardan çıkan ortak sonuç şudur: Müslümanlar münafıkların ve ahidlerini bozan yahudilerin blöflerine aldırış etmemelidir; zira onlar bütün şartlarda savaşı göze alacak cesaret ve özveri duygusuna ve müşterek bir gaye uğruna canlarını feda edebilecek imana ve ruha sahip değildirler; böyle bir birlik ruhu içinde değil, sadece kendilerini sağlama alabildikleri durumlarda veya bulundukları mevzide kendilerini korumak üzere savaşırlar (Râzî, XXIX, 289-290; İbn Âşûr, XXVIII, 104-105). Yine bu âyette geçen be’s kelimesi “güç, azap, sıkıntı, kuvvetli muharebe ve çekişme” gibi mânalara gelmektedir ve âyetin, “Kendi aralarındaki gerginlik ve çatışma şiddetlidir” diye çevrilen kısmı için buradaki bağlama göre değişik açıklamalar yapılmıştır, bunların başlıcaları şunlardır: a) Aralarında gönül bağı yoktur, birlik beraberlik ruhundan yoksundurlar, gerçekte birbirlerine düşmandırlar. Âyetin devamı bu mânayı destekler niteliktedir. b) Onların güç ve cesaretleri birbirlerine karşıdır; müminlere karşı savaşacak olsalar aynı kuvvet ve cesareti koruyamazlar. c) Onlar kendi aralarında savaş konusunu hararetli biçimde tartışırlar, güçlü olduklarından söz ederler ama bu, sözden öteye geçmez; iş ciddiye binince siperlerin arkasına siner kalırlar (Râzî, XXIX, 290). Bu âyette, bir toplumun birlik ve beraberlik ruhu içinde olmaması durumunun “aklını iyi kullanmamaları” gerekçesiyle açıklanması, toplumsal dayanışmanın sırf duygu bağları temeline değil aynı zamanda rasyonel esaslar üzerine dayalı olabileceğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Nitekim Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde oradaki muhtelif sosyal gruplarla karşılıklı hak ve vecîbeleri düzenleyen bir hukukî metin hazırlayıp ilgililere imzalatmış, bu taahhütlere uyulduğu sürece –farklı inanç gruplarından oluşmasına rağmen– Medine toplumu huzur ve güven içinde olabilmişti (bk. Mehmet Akif Aydın, “Anayasa”, DİA, III, 153-154). 

Bazı müfessirler 15. âyette geçen “kendilerinden az öncekiler” anlamındaki ifadeyle, Bedir Savaşı’nda perişan olan müşriklerin durumuna atıfta bulunulduğu kanaatindedirler. Fakat bu savaş sonrasında ahidlerini bozmaları sebebiyle Medine’den sürgün edilen Benî Kaynuka‘ yahudilerinin durumunun kastedilmiş olması ihtimali daha kuvvetli görünmektedir. Şöyle ki, Bedir Savaşı sonrasında Benî Kaynuka‘ mensupları müslümanları çekemedikleri için Hz. Peygamber’le aralarındaki antlaşmayı ihlâl edici konuşmalar yapmaya başlamışlar ve bu tavırları sebebiyle Resûlullah tarafından uyarılmışlar, ama onlar Hz. Peygamber’e küstahça bir cevap vermişlerdi (bk. Âl-i İmrân 3/12). Nihayet bir gün Medine çarşısında kuyumculuk yapan bu kabileye mensup bir esnafın müslümanlardan bir hanımın iffetine dokunan ve onu aşağılayan eylemi bardağı taşıran damla oldu. O esnaf oradan geçen bir müslüman tarafından öldürülünce antlaşmayı feshettiklerini açıkça ilân edip kalelerine kapandılar ve savaş haline girdiler. Müslümanlar tarafından yapılan kuşatma sonunda teslim oldular ve sürgün edildiler (ayrıca bk. Enfâl 8/55-57). Burada münafıkların ve geçmiş ümmetlerdeki benzerlerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır. Ancak İbn Atıyye bunun mâkul bir yorum olabilmesi için Hz. Mûsâ dönemi gibi nisbeten yakın bir zaman olarak düşünülmesi veya “az önce”yi “tatma”nın zarfı olarak kabul edip bu cümleye, “Onların durumu kendilerinden az önce cezalarını tadanların durumu gibidir” şeklinde mâna verilmesi gerektiğini belirtir (V, 290). 

16. âyette iki yüzlülük ederek insanları kandıran münafıkların bu yöntemi şeytanın insanı doğru yoldan saptırırken uyguladığı taktiğe benzetilmiştir (ayrıca bk. İbrâhim 14/22). Ama –17. âyette belirtildiği üzere– bu ilişkide kendisine uyulan gibi uyanın da sonu ateştir; çünkü kendisine verilen irade gücünü doğru istikamette kullanmamıştır. Şu halde –burada söz konusu edilen olayda– münafıklar yaptıkları tahriklerin karşılığını görmeye, aynı şekilde yahudiler de münafıklara uymanın sonuçlarına katlanmaya mahkûmdurlar; benzer durumlar da buna göre düşünülmelidir (buradaki benzetmeyi muayyen bazı kişilerin yaptıklarıyla açıklama örnekleri için bk. Taberî, XXVIII, 49-50; Elmalılı, VII, 4861-4863).

وَاِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْـكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَٓا اَنْفَقُواۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  فَاتَكُمْ ’ün dahil olduğu fiil cümlesi şart cümlesidir. فَاتَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  شَيْءٌ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ اَزْوَاجِكُمْ  car mecruru  فَاتَكُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَى الْـكُفَّارِ  car mecruru  اَزْوَاجِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

عَاقَبْتُمْ  fiili cümlesi atıf harfi  فَ  ile  فَاتَكُمْ  fiiline matuftur.  عَاقَبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  أْتُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

ذَهَبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اَزْوَاجُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْفَقُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَنْفَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 


 وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ٓي , lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  مُؤْمِنُونَ ’ye mütealliktir.

مُؤْمِنُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُؤْمِنُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَاِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْـكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَٓا اَنْفَقُواۜ 

 

وَ , atıf harfidir. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki … فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ  cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen ayette, müspet mazi fiil sıygasındaki  فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْـكُفَّارِ  cümlesi şart olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  فَعَاقَبْتُمْ  cümlesi, şart cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Şartın  فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَاٰتُوا  fiilinin mef’ûlu konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ   cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlü,  فَاٰتُوا ‘nun mef’ûlü olan  مِثْلَ  için muzâfun ileyhdir. Sılası olan  اَنْفَقُواۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart cümlesi bu fiilin nadiren vuku bulduğuna işaret eden  اِنْ  harfiyle gelmiştir. Nitekim sadece 6 kadın söz konusu olmuştur. 

اَزْوَاجِ  kelimesi kevn-i sabik alakasıyla kullanılmış. Dolayısıyla mecaz-ı mürseldir.

مِنْ  harfi beyaniyye değil ibtidâiyyedir. (Âlûsî)

اَزْوَاجِ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اللّٰهَ  lafza-i celâli için sıfat konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  بِه۪ , ihtimam için amili, aber olan  مُؤْمِنُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اتَّقُوا - مُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, مُؤْمِنُونَ -  الْـكُفَّارِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَاتَكُمْ - ذَهَبَتْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Takvalı olarak emre uymaları için iman ettikleri hatırlatılarak ayet sona ermiştir.

Bu cümlede mürâât-ı nazîr babından olan teşâbüh-i etrâf sanatı vardır. İmanın gereği itaat olduğu için takva ile başlayıp mümin ile bitmiştir.

Günün Mesajı
7. ayette haber verilen bu sevgi ve yakınlaşma
Hudeybiye Anlaşması'ndan sonra yaşanmaya
başladı. Müslümanlar Allah teala'nın koymuş olduğu hükümlere Allah Rasülü'nün rehberliği altında tam olarak uydular ve kendilerine karşı galip gelinemeyeceğini düşmanlarına gösterdiler. Hudeybiye Anlaşması'nın getirdiği barış atmosferinde müşriklerden pek çoğu İslâm'ı yeniden değerlendirme fırsatı buldu. Sonunda gerçeğe uyandılar ve İslâm, Arap kabilelerinde de süratle yayıldı. Mekke'nin fethinden sonra ise hemen bütün kabileler İslâm'a girdiler.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allah-u Teâlâ, dini İslam ile yolunda yürüyen herkesi şereflendirmiştir. Zira onunla, insanın boşuna yaşamayacak kadar değerli olduğu öğretilmiştir. İslam, insan fıtratının detaylarına uygundur ve onu dünyevi-uhrevi hatalardan korur. İnsan korunmaya muhtaçtır çünkü aslında, yaptığı her boş görünümlü işlerinin bile amacı vardır.

Genellikle, yapılan işlerden büyük ya da küçük bir kazanç hesaplanmakta ya da umulmaktadır. İşte İslam, insanı teşvik eden ve nihai niyetini şekillendiren bu halleri yani umduklarını düzene sokmaktadır. Başka bir ifadeyle; hakiki ve kalıcı olanı istemeyi öğretmektedir.

O yüzden de, insan hayatının hiçbir bölümü önemsiz düşüncesiyle cevapsız bırakılmamıştır. Zira, insan hayatının her alanı birbiriyle ilişkili ve etkileşim içindedir. Sadece eğlenmek için takıldığı yanlış dostların, yanlış amelleri nefse sevimli gelmeye başlar. Tehlikeli tavizlerin sonucunda, zamanla insan maddi manevi her türlü yolundan da şaşırır.

Eğer hayatında yanlış insanlar var ise ya da yanlış ortamlarda bulunuyor ise: kendisine yönelttiği neden sorusunun dürüst cevabı ile gerçekler ortaya dökülür. Dünyanın heyecanına kapılan insan nefsi şunu hep unutur: Allah’ın emirlerine aykırı her şey hüsranla bitecektir. 

Ey Allahım! Nefsimizin kölesi olmaktan ve emirlerine şüpheyle yaklaşmaktan Sana sığınırız. Bizi, doğru insanlarla arkadaşlık ve yoldaşlık yapanlardan; nefsine değil, kalbine dost arayanlardan; geçicilerin değil, kalıcı amellerle meşgullerden eyle. Her amelimizin niyetini, Senin rızana ulaşma umudu ile şekillendirenlerden eyle. 

Amin.

***

‘Herkesi sevmek zorunda değilsindir ama herkese adil davranmak zorundasındır.’ 

Yazması ve okuması ne kadar kolay bir cümle değil mi? Geçmişten günümüze, yeryüzündeki topluluklara bakıldığı zaman ise uygulamada ne kadar zor olduğu uygulan(a)mayışından anlaşılıyor. İnsanın nefsine olan düşkünlüğünü en iyi bilen Allah’tır ve O, emirleriyle bizi her manada koruma altına almıştır. Zira benliği ile barışık olsun ya da olmasın her insanın, kendi nefsinden korunmaya ihtiyacı vardır.

Birçok insan, her şeyin en iyisini kendisinin hakkettiğini düşünür. Bir kısmı da bu işi ileriye taşıyarak tanımadıklarının bile sahip olduklarından rahatsızlık duyar. Doğru olmamasına rağmen devamlı başkalarının kendi mutluluk haklarını çaldığı hissiyatıyla dolaşır. Şikayet temalı cümlelerle günlerini ve işlerini boşa harcar. Önce duyarsızlaşır ve sonra bu duygu hırsla karışmış bir kine dönüşür.

Irkçılık zulmünün altında bu resim yatmaktadır. Yani günlük hayatta söylenen ‘ben ondan daha iyi bir insanım’ cümlesinin aşırıya kaçmışıdır. Hakiki haksızlıklar bir tarafa sadece kibir ve hasetten ortaya çıkan bu hallerden, kalplerdekini bilen Allah’a sığınmak ve O’na güvenmek gerekir. İnsan nefsi, Allah için yaşadığını ve her şeyin O’ndan geldiğini hep unutur, işte bu yüzden de devamlı istiğfar etmelidir.

Ey Allahım! Bizi affet! Kalplerimizi kinden arındır. Bizi affet! Kalplerimizi kibirden arındır. Maddi manevi rızkı ve mutluluğu verenin Sen olduğuna hakiki manada iman edenlerden eyle bizi. Nefsani hırslara yenik düşmekten ve adaletsiz davranmaktan muhafaza buyur. Başkalarının ellerindekine bakmak yerine önüne bakanlardan ve Senin rızan için yaşayanlardan eyle bizi. İmanlarımızı kuvvetlendir ve ahlaklarımızı güzelleştir. Annesinin kucağında huzurla uyuyan bir bebek gibi şüphesiz bir güven ile Sana dayananlardan eyle bizi. Ve bizi Sana ve Senin sevdiklerine kavuşmanın huzuru ile sevindir. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji