1 Nisan 2026
Mümtehine Sûresi 1-5 (548. Sayfa)
Mümtehine Sûresi
Medine döneminde inmiştir. 13 âyettir. Onuncu âyette, Hudeybiye antlaşmasından sonra müşrikler arasından çıkıp Medine’ye gelen ve müslüman olduklarını söyleyen kadınların imtihan edilmeleri emredildiği için sûreye mecazen,“imtihan eden” anlamında “mümtehine” denmiştir. Sûrede başlıca, Allah için sevmek, Allah için buğz etmek ve müslümanlarla kâfirler arasındaki ilişkilere dair bazı uyarılar konu edilmektedir
Mushaftaki sıralamada altmışıncı, iniş sırasına göre doksan birinci sûredir. Ahzâb sûresinden sonra, Nisâ sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.
Allah’a ve müminlere düşmanlığını açıkça ortaya koyan ve bu tavırlarını eyleme dönüştürmüş olanlarla dostluk kurulamayacağı, aralarında bazı duygusal bağlar bulunsa bile müslümanların onlarla ilişkilerinde çok dikkatli olmaları gerektiği, ancak müslümanlara karşı fiilî bir husumet içinde olmayan gayri müslimlerle iyi ilişkiler içinde olmaya bir engel bulunmadığı bildirilmekte; tevhid mücadelesinde Hz. İbrâhim ve onun yolundan gidenlerin iyi bir örneklik teşkil ettiği hatırlatılmakta; Hudeybiye Barış Antlaşması sonrasında meydana gelen bazı gelişmeler ışığında inkârcı taraftan kaçıp gelen kadınların hukukunun korunmasıyla ilgili hükümlere, bu arada Kur’an nazarında kadının statüsüne ışık tutan bir biat uygulamasına yer verilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mümtehine Sûresi 1. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ  ...


Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تَتَّخِذُوا edinmeyin ا خ ذ
6 عَدُوِّي benim düşmanımı ع د و
7 وَعَدُوَّكُمْ ve sizin düşmanınızı ع د و
8 أَوْلِيَاءَ dostlar و ل ي
9 تُلْقُونَ siz iletiyorsunuz ل ق ي
10 إِلَيْهِمْ onlara
11 بِالْمَوَدَّةِ sevgi و د د
12 وَقَدْ halbuki
13 كَفَرُوا onlar inkar ettiler ك ف ر
14 بِمَا şeyi
15 جَاءَكُمْ size gelen ج ي ا
16 مِنَ -tan
17 الْحَقِّ hak- ح ق ق
18 يُخْرِجُونَ (yurdunuzdan) çıkardılar خ ر ج
19 الرَّسُولَ Elçiyi ر س ل
20 وَإِيَّاكُمْ ve sizi
21 أَنْ dolayı
22 تُؤْمِنُوا inandığınızdan ا م ن
23 بِاللَّهِ Allah’a
24 رَبِّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
25 إِنْ eğer
26 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
27 خَرَجْتُمْ çıkmış خ ر ج
28 جِهَادًا cihadetmek için ج ه د
29 فِي
30 سَبِيلِي benim yolumda س ب ل
31 وَابْتِغَاءَ ve kazanmak için ب غ ي
32 مَرْضَاتِي benim rızamı ر ض و
33 تُسِرُّونَ (nasıl) gizliyorsunuz س ر ر
34 إِلَيْهِمْ onlara
35 بِالْمَوَدَّةِ içinizde sevgi و د د
36 وَأَنَا oysa ben
37 أَعْلَمُ bilirim ع ل م
38 بِمَا şeyleri
39 أَخْفَيْتُمْ sizin gizlediğiniz خ ف ي
40 وَمَا ve şeyleri
41 أَعْلَنْتُمْ açığa vurduğunuz ع ل ن
42 وَمَنْ ve kim
43 يَفْعَلْهُ bunu yaparsa ف ع ل
44 مِنْكُمْ sizden
45 فَقَدْ elbette
46 ضَلَّ sapmıştır ض ل ل
47 سَوَاءَ doğru س و ي
48 السَّبِيلِ yoldan س ب ل
Peygamber Efendimiz Mekke’nin fethine hazırlanacağını pek az sahâbisine söylemişti. Bunlardan biri olan ve âilesini Mekke’de yalnız bırakıp hicret eden Hâtıp ibni Ebî Beltea, Mekkeliler, âilesine bir zarar vermesin düşüncesiyle Resûlullah’ın savaş hazırlığını onlara bildirmek üzere bir mektup yazdı ve Mekke’ye giden bir kadına verdi. Allah Teala bu durumu Resûlüne bildirdi. O da Hz. Ali başkanlığında birkaç sahâbiyi o kadından mektubu alıp getirmekle görevlendirdi; onlarda mektubu alıp getirdiler. Bu olay üzerine, her ne sebeple olursa olsun kâfirleridost edinmemek gerektiğini bildiren bu âyet indi. Bedir ve Uhud Gazvelerine katılan Hatıb’ın samimi bir Müslüman olduğunu bilen Peygamber Efendimiz onu cezalandırmayıp hatasını bağışladı. (Buhari, Tefsir 60/1, Cihad 141,195, Megazi 9,45, İsti’zan 23, İstitabetü’l-mürteddin 9; Müslim, Fezâilü’s-sahabe 161).

  Hafeye  خفي : 

  خَفِي ـ يَخْفَى ـ خَفاءً  örtünmek anlamına işaret eder. Bu kök hem gizli kalmak hem de ortaya çıkmaktır. Zıt anlamlı fiillerdendir.

   Bazı dilbilimciler gizli kalmak manasında عَلى  ile, zahir olmak manasında ise لِ harfi ceri ile kullanmışlardır.

  Bir şey sınırını aştığında zıddı ile yansır, akseder. Kullanıldığı yerde الْخَفاء şiddet ve tekid yönünden haddini aştığında الإظْهار (ortaya çıkma)sınırına ulaşır. Dolayısıyla الإظْهار bu kelimenin anlamlarından değil o anlamların tesirlerinden biridir.

  Tef'il babı formundaki خفَّيْتُه  de bir şeyin gizli kapalı yönünü bertaraf etmektir ki onu ortaya koymak/çıkarmak anlamına gelir.

ُ  اخْفَيْتُه  ise bir şeyi gizlemektir ki onu örtmekle aynıdır. Bunun karşılığında الإبْداء ve  الإعْلان kullanılır.

  İstif'al babı formundaki الإسْتِخْفاء ise gizleme talebidir. (Müfredat-Tahqiq)

  Kuran’ı Kerim’de tüm türevleriyle 34 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ihfa, hafiye, mahfi ve hafi (zikir)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ 

 

يَٓا  nida harfidir. اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Nidanın cevabı   لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ ‘dır. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عَدُوّ۪ي  mef’ûlun bih olup  ي  üzere mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَدُوِّي  lafzı  فَعُولٍ  vezninden masdar olarak gelmiştir. Bu masdarların sayısı azdır. Bu vezinde gelen masdarlarda hem müzekker hem müennes, hem müfred hem tesniye hem de cemi manası vardır. (Âşûr)

عَدُوَّكُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

تُلْقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  تُلْقُونَ  fiiline mütealliktir.  بِ  sebebiyyedir.  بِالْمَوَدَّةِ  car mecruru تُلْقُونَ  fiiline mütealliktir.  

تَتَّخِذُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

تُلْقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  haliyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  كَفَرُوا  fiiline mütelliktir. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

جَٓاءَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنَ الْحَقّ  car mecruru  جَٓاءَكُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.


يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يُخْرِجُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الرَّسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اِيَّاكُمْ  munfasıl zamir atıf harfi وَ ‘ la makabline matuf olup mahallen mansubdur.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i ceriyle  يُخْرِجُونَ  fiiline mütealliktir.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  رَبِّكُمْ  izafeti lafza-i celâlin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُخْرِجُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir. 

تُؤْمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ 

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فلا تتّخذوا عدوى.. أولياء (Benim düşmanımı dost edinmeyin) şeklindedir.

خَرَجْتُمْ  cümlesi  كُنتُم ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.  خَرَجْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  جِهَاداً  hal konumunda olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ف۪ي سَب۪يل۪ي  car mecruru  جِهَاداً  fiiline mütealliktir.  ابْتِغَٓاءَ  atıf harfi وَ ‘la  جِهَاداً ‘e matuftur.  Aynı zamanda muzâftır. مَرْضَات۪ي  muzâfun ileyh olup  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تُسِرُّونَ  fiili  تَتَّخِذُوا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

تُسِرُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  تُسِرُّونَ  fiiline mütealliktir.  بِالْمَوَدَّةِ  car mecruru  تُسِرُّونَ  fiiline mütealliktir. 

تُسِرُّونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سرر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ 

 

اَنَا۬ اَعْلَمُ  cümlesi  تُلْقُونَ  ve  تُسِرُّونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir. وَ  haliyedir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup mahallen merfûdur.

اَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’ dir. مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اَخْفَيْتُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَخْفَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  مَٓا اَعْلَنْتُمْ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

اَخْفَيْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خفي ’dir. 

اَعْلَنْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  علن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.    


 وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَفْعَلْهُ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  يَفْعَلْهُ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  سَوَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّب۪يلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile   mecrurdur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ


Ayette hüsn-i ibtida ve berâât-i istihlâl sanatları vardır. Lafzen, üsluben ve manen konuya güzel bir giriş yapılmıştır.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâât-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan  لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

لَا  harfi muzari fiilin önüne geldiğinde fiili cezmeder ve istikbal manası taşır. (İtkan s.472) İkinci mef’ûl olan  اَوْلِيَٓاءَ  kelimesindeki nekrelik nev ve umum ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.

عَدُوّ۪ي  ibaresinden sonra,  عَدُوَّكُم ‘ün zikri, umumdan sonra husus babında, düşmana dikkat çekmek ve uyarı için yapılmış ıtnâb sanatıdır. Allah’ın düşmanı zaten Müslümanların da düşmanıdır.

عَدُوَّكُمْ  ve  اَوْلِيَآء  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  عَدُوّ۪ي  ve  عَدُوَّكُم  ْibarelerinde cinas ve terdîd, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı ve ıtnâb vardır. Böylece sizin düşmanınız kelimesinde benim düşmanım kelimesi hatırlanır ve düşmanların ortak olduğu anlaşılır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

Allah Teâlâ’nın müminlere hitabındaki  عَدُوّ۪ي  (benim düşmanım) ifadesi “benim dinimin düşmanı“ anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)   

عَدُوّ۪ي  kelimesinin Allah (cc)’a ait zamire izafesi düşman kâfirlerin durumunu kerih göstermek içindir. Kelimelerin birbirine atfında bazen daha önemli olan takdim edilir. Burada  عَدُوِّي  kelimesi önemine binaen  عَدُوَّكُمْ kelimesine takdim edilmiştir.

Cenab-ı Hak  وليًّ  değil de  اَوْلِيَٓاءَ  buyurmuştur. Halbuki, bunun mukabili olan  عَدُوَّ kelimesi müfred olarak gelmiştir. Harf-i tarifle marife olan bir kelime, nasıl bütün fertleri içine alırsa, izafet yoluyla marife kılınan kelimeler de böyledir (çoğul gibidir). (Fahreddin er-Râzî) (Nesefi, islamilimleri.com Nesefi/Medarik tefsiri)

عَدُوِّي  lafzı  فَعُولٍ  vezninden masdar olarak gelmiştir. Bu masdarların sayısı azdır. Bu vezinde gelen masdarlarda hem müzekker hem müennes, hem müfred hem tesniye hem de cemi manası vardır. (Âşûr)


تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen  تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ  cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır. Müspet muzari fiil sıygasında, lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لقي  fiili atmak fırlatmak demektir. Burada takdim etmek manasındadır.  اِلَي  harf-i ceriyle müteaddi olduğunda sunma, ulaştırma verme manasına gelir, buna tazmin denir.

بِالْمَوَدَّةِ ‘deki harf-i cer  بِ , zaid veya sebebiyyedir. Âşûr da fiille mef’ûlu arasındaki bağlılığı tekid tekid için geldiği görüşündedir. 

الْمَوَدَّةِ  cümlede aslında mef’ûlun bihtir. Mef’ûlun bihin fiile kuvvetle bağlandığını ifade için mülâbese ve musahabe anlamı taşıyan  بِ  harfiyle mecrur olmuştur. Mülâbese ve musahabe  مَوَدَّةِ ‘in lâzımlarıdır.  مَوَدَّةِ  kelimesine  بِ ’nin dahil olması küffarla dostluktan çekinmeyi artırır.

عَدُوَّ - الْمَوَدَّةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ  cümlesi  عَدُوَّ ‘nün halidir. Cümlenin başındaki  قَدْ  tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder. 

قَدْ  sadece fiilin başına gelen bir tekîd harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu ibare vahiyden kinayedir. 

مِنَ الْحَقِّۚ  car mecruru,  جَٓاءَكُمْ ’deki failin, mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ  ifadesi, haberî üslupta gelmesine rağmen, tevbih ve kınama anlamı taşıdığı için, muktezâ-i zâhirin hilafınadır ve mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

كَفَرُوا - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  الْحَقِّۚ  - كَفَرُوا  kelimeleri arasında ise îhâm-ı tıbâk sanatı vardır.

[Halbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler] cümlesi iki fiilden (تَتَّخِذُوا , تُلْقُونَ) birinin failinden haldir. (Beyzâvî) 


يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ 

 

Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وإيّاكُمْ  cümlesi  كَفَرُوا  fiilinin failinden haldir. (Âşûr)

Ayetin ‘çıkarıyorlar’ ile geniş zaman fiilinin kullanımı kâfirlerin hicretle vatanlarından çıkmak zorunda bıraktıkları Müslümanlara olan nefret ve düşmanlıklarının devam edeceğine işaret etmektedir. (Nüzul Bağlamında Mümtehine Suresi Tefsiri, Bikâî, Nazmü’d-dürer, 19: 287-294)

Müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْ  cümlesi, mef’ûlun lieclih konumundadır. Yani,  لِإيمانكم بالله ’dir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أنْ تُؤْمِنُوا  lafzının muzari sıygasında gelmesi müminlerin imanlarının devamlılığına ve  dinlerine olan bağlılıklarından dolayı övülmeye işaret etmektedir. Ayrıca yurtlarını terk etmelerine neden olan şey, onları bundan caydırmamıştır. (Âşûr)

بِاللّٰه  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  رَبِّكُمْ  izafeti lafza-i celâl için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

رَبِّكُمْ  izafetinde muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamirinin ait olduğu kişiler, şan ve şeref kazanmıştır. Yani Allah’a inananları şereflendirmek ve desteklendiklerini hissettirmek içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah ve Rabb isimlerinin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

للّٰهِ  - رَبِّ - الرَّسُولَ  ve  عَدُوَّ - كَفَرُوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Önceki hal cümlesi mazi idi, bu cümle muzari geldiği için maziden muzariye geçiş dolayısıyla iltifat vardır.

Küffarın bu ikinci hali, durumu tasvir ve nefret ettirmek için muzari fiil sigasıyla gelmişken ilk halinin küfretme durumunun kararlı ve devamlılığına işaret etmek üzere mazi gelmesi muciz Kur'an'ın beyanî güzelliklerindendir.

الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ  ibaresinde dikkat edilirse; يخرجونكم والرسول  (Sizi ve Resulü çıkarıyorlardı) buyurulmayıp Resul kelimesi öne alınmıştır. Bu takdim, hem Peygamberi şereflendirmek hem de asıl olduğuna işaret etmek içindir. 

تُؤْمِنُوا - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır


اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubundaki terkipte,  كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi  كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin haberi olan  خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي ‘nin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, فلا تتّخذوا عدوى أولياء. (Benim düşmanımı dost edinmeyin) şeklindedir.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.    

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, s. 114)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, s. 107) 

Ayette cihat için, vuku bulma ihtimalinin az olduğu şart fiiline dahi olan  اَنْ  şart edatının kullanılmasından, cihada Allah rızasını kazanmak maksadıyla çıkanların azınlıkta olduğu anlaşılmaktadır.

جِهَاداً  kelimesi, haldir. Masdar vezninde gelerek  ف۪ي سَب۪يل۪ي ‘ye müteallak olmuştur. 

وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي  izafeti,  جِهَاداً ‘e matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.

خَرَجْتُمْ  - يُخْرِجُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَب۪يل۪ي  ve  مَرْضَات۪ي  izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları,  مَرْضَات۪  ve  سَب۪يل۪  için, tazim ve tekrim ifade eder.

بِاللّٰهِ  ile  ف۪ي سَب۪يل۪ي  kelimeleri arasında gaipten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

عَدُوَّ - جِهَاداً ve  مَوَدَّةِ - ابْتِغَآءَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr vardır.

اِنْ  ve  اَنْ  arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَب۪يلِ  kelimesi din manasında istiaredir.  سَب۪يلِ  aslında yol demektir.  Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yol veya din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. Câmi’ (ortak yön) hedefe ulaştırmaktır. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi, Sırat kelimesinin açıklamasından )

تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ  cümlesi şartın mukadder cevabı olan… تَتَّخِذُوا ‘daki failin hali veya  تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ  cümlesinden bedel, ya da istînâf cümlesidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

 بِالْمَوَدَّةِۗ  car mecruru,  تُسِرُّونَ  fiiline mütealliktir. 

تُسِرُّون (gizleyeceksiniz) fiili muzari olarak gelmiştir ki sahneyi canlandırıp bu fiilden nefret ettirsin. Bu fiil  افعال  babında gelmiştir. Bu bab mübalağa da ifade eder. Dolayısıyla bu gizlilikte mübalağa vardır.

تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ  cümlesiyle,  تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

بِ  harfi; sebebiyyedir. Yani sevdiğiniz için onlara gizlice haber veriyorsunuz demektir. Bu harfin zaid olması ve mef’ûlü tekid için gelmiş olması da caizdir. (Âşûr)

Halidî ise bu harfin musahabe ve mülâbese manası taşıdığını söyler. (Salâh Abdu-l Fettâh el-Hâlidî, Vakafât, s. 144.)

 

 وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ 

 

Bu cümle hal veya itiraz cümlesidir. başındaki وَ  harfi de hal veya itiraziyyedir. (Âşûr)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Çünkü iman edenler Allah Teala’nın her şeyi, gizliyi de saklıyı da bildiğini bilmektedirler.

Bu cümlede mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Azarlama ve kınama için gelmiştir.

Munfasıl zamir  اَنَا۬  müsnedün ileyh,  اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ  müsneddir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  اَعْلَمُ’ ya mütealliktir. Sılası olan  اَخْفَيْتُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

İkinci mevsûl, aynı üsluptaki sılasıyla birlikte önceki mevsûle atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezattır.

اَخْفَيْتُمْ  cümlesinden sonra  اَعْلَنْتُمْۜ cümlesinin zikri, Allah’ın bilme fiilinin kemalini vurgulamak için yapılmış ıtnâbdır. Gizliyi bilen, aleni olanı da bilir.

اَخْفَيْتُمْ - تسرون   kelimeleri arasında mürâât-i nazîr,  اَعْلَنْتُمْۜ - اَخْفَيْتُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

بِ  harfi sebebiyet, musahabe ve mülâbese içindir.

اَعْلَمُ  ve  اَعْلَنْتُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  مَٓا ’ların tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنَا۬ اَعْلَمُ [Ben en iyi bilenim] ibaresinin isim cümlesi formunda oluşu hükmün, zamanla ilgili olmadığına, müsnedin ism-i tafdil oluşu sübut ve devamlılığın söz konusu olduğuna işaret eder.

Gizli olanı da aleni olanı da bilirim cümlesinden her iki durumda da kâfirlerle dostluğun yasak olduğu anlaşılmaktadır. Bu, idmâc sanatıdır.

وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ  cümlesinde  اَعْلَمُ  ism-i tafdil,  تُسِرُّونَ إلَيْهِمْ  cümlesi de mufaddalun aleyhdir. Takdiri şöyledir: Ben, gizlediğinizi ve açıkladığınızı onlardan ve sizden daha iyi biliyorum.  بِ  harf-i cerinin müteallakı da ismi tafdil olan  اَعْلَمُ ’dur. Mecruruna musahabe manası katar. (Âşûr)


وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ

 

Şart üslubunda gelen cümlede  وَ  istînâfiyye, şart ismi olan  مَنْ  mübtedadır. Şart cümlesi olan  مَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ , tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Burada gelen şart fiili gelecek için olup, ayetin nüzul sebebinde bahsedilen Hâtıb gibi yasaklanan, bu konuda uyarılıp, yapanları hakkında kınanma ve rezillik kendisine bildirildikten sonra bu fiili işleyenlere yönelik bir tehdittir. (Âşûr)

Şart cümlesi  لا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وعَدُوَّكم أوْلِياءَ  şeklindeki nehiy cümlesine atfedilmiştir. Çünkü yasaklanandan vazgeçmeyen, hidayetten sapmış demektir. (Âşûr)

سَّب۪يلِ  kelimesi iki kere geçmiş, her seferinde farklı bir mana taşıyarak cinas sanatı olmuştur. Aynı zamanda reddü’l-acüz ale’s-sadr ve terdîd sanatı vardır.

سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ  ifadesi amellerden istiaredir.

Salih ameller ve hidayet üzere olmak, düz yola benzetilerek  سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ  lafzı müstear olarak gelmiştir. Bu öyle bir yoldur ki, bu yola giren gideceği hedefe varır, ondan sapanlar ise helake düşer. Burada kastedilen İslam'dan ve doğru yoldan sapmaktır. (Âşûr)

سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ ; sıfatın mevsufa izafesidir. (Âlûsî)

Ayetteki beş hal cümlesinin ikisi kafirlere, ikisi müminlere biri de Rabbül Alemine aittir. Kafir ve Müslümanlara ait dört halin fiil cümlesi, Allah Teala’ya ait olanın ise isim cümlesi olarak gelmesi dikkat çekicidir.

Kâfirlerle müminlerin iki halinin tenakuz teşkil etmesi müslümanları bu konuda uyarmada mübalağadır. Ayetteki iki şart cümlesinin ikisi de müslümanlara aittir. 

Kur’an,‘’yoldan sapma” ifadesini iki şekilde kullanır: ضَلَّ سَواّءَ السَّبِيل  ve  ضَلّ عَنْ سواء السبيل

عن ile kullanıldığında, doğru yoldan sapılmıştır. Yani kişi doğru yoldadır ve nereye gittiğini biliyordur ama bir yanlış yapmış ve yoldan sapmıştır. Geri dönüş çabası olması umut edilir. Ama  عن  olmadan kullanılınca yolun nerde olduğunu, ya da gittiği yolun bir yere varıp varamayacağını bile bilmiyordur. Yani tümüyle kaybolmuştur!”

Mümtehine Sûresi 2. Ayet

اِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ اَعْدَٓاءً وَيَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّٓوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَۜ  ...


Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar ve inkâr etmenizi arzu ederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ eğer
2 يَثْقَفُوكُمْ onlar sizi ele geçirseler ث ق ف
3 يَكُونُوا olurlar ك و ن
4 لَكُمْ size
5 أَعْدَاءً düşman ع د و
6 وَيَبْسُطُوا ve uzatırlar ب س ط
7 إِلَيْكُمْ size
8 أَيْدِيَهُمْ ellerini ي د ي
9 وَأَلْسِنَتَهُمْ ve dillerini ل س ن
10 بِالسُّوءِ kötülükle س و ا
11 وَوَدُّوا ve isterler و د د
12 لَوْ keşke
13 تَكْفُرُونَ inkar etseniz ك ف ر

اِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ اَعْدَٓاءً وَيَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّٓوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَۜ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَثْقَفُوكُمْ  şart fiili olup  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَكُونُوا  cümlesi şartın cevabıdır. يَكُونُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla nakıs meczum muzari fiildir.  يَكُونُوا ‘nün ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  اَعْدَٓاءً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. اَعْدَٓاءً  kelimesi يَكُونُوا ‘nün haberi olup lafzen mansubdur.

يَبْسُطُٓوا  atıf harfi وَ ‘la  يَكُونُوا ‘ye şartın cevabına matuftur.  يَبْسُطُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْكُمْ  car mecruru  يَبْسُطُٓوا  fiile mütealliktir. 

اَيْدِيَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ألأيدي  kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki  ي  harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda  ي  harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir.  يد  kelimesinin bir diğer çoğulu  أياد  şeklindedir. Aynı şekilde irab edilir. Ancak gayri munsarif olduğu için tenvin almaz. 

بِ  mülâbese içindir. بِالسُّٓوءِ  car mecruru  يَبْسُطُٓوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. 

وَدُّوا  atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. وَدُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَوْ  ve masdar-ı müevvel amili  وَدُّوا ‘nün mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. لَوْ ‘in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok  وَدَّ  ve  أحَبَّ  gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ اَعْدَٓاءً وَيَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّٓوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda gelen terkipte, şart cümlesi olan  يَثْقَفُوكُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi olan يَكُونُوا لَكُمْ اَعْدَٓاءً , nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için amili  اَعْدَٓاءً ‘e takdim edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اِنْ  şart edatı, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali bulunan fiillerde, başka bir deyişle, bir olay veya eylem gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimallerini eşit derecede taşıyorsa kullanılır. Eylemin gerçekleşeceği kesin bilindiğinde ise  إذَا  edatı kullanılır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

وَيَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّٓوءِ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi, isim fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına  atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Masdar harfi  لَوْ  ve onu takip eden  تَكْفُرُونَ  cümlesi masdar teviliyle  وَدُّوا  fiilinin mef’ûlü yerindedir. 

يَبْسُطُٓوا  ile  وَدُّوا  arasında muzariden maziye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

وَيَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ [Size ellerini ve dillerini uzatırlar] ibaresinde âliyyet alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. El uzatmak tabirinde; tağlîb üslubuyla yapılan bütün kötü fiiller ifade edilmiştir.

اَيْدِيَهُمْ  ve  اَلْسِنَتَهُمْ  kelimeleri ve  اَعْدَٓاءً  - تَكْفُرُونَ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَلْسِنَتَ , lisanın çoğuludur. Lisan, aslında işitilen kelamın aletidir. Aliyyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Kur’an’da oniki yerde lisan -dil uzvu- kelimesiyle, lügat kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَدُّوا  fiili muzari istikbal şekli siyaka uygun olduğu halde konunun önemine binaen mazi gelmiştir. Bu, “Sizin küfretmenizi isterler, onların açısından bu önemlidir. Dünyada ve dinde sizin topluca zarara girmeniz onları çok mutlu eder.”  anlamına gelir.

لَوْ  masdariye manasındadır. Bu manada en çok  وَدُّ  ve benzeri fiillerle kullanılır.   (Bakara/109, Mearic/11) 

‘’Bast el-lisan’’ ifadesinde istiare vardır. Çünkü 'ellerin uzatılması’ gerçekte mümkün ise de dillerin uzatılması mümkün değildir. Bununla kastedilen, inkârcıların müslümanlar hakkında bir süre dillerini tuttuktan sonra, onlar hakkında açıkça kötü ve çirkin sözler sarf etmeleridir. Bu durumda söz, dürülmüş vaziyetteyken açılıp ve uzatılmış olan, gizlendikten sonra açığa çıkarılmış bulunan nesneye benzetilmiş oluyor. Yine Allah Teâlâ söz uyumu, eşdeğer sözcük çiftesi (izdivac) dizimini sağlamak için dillerinin uzatılmasını (bast), ellerinin uzatılmasına atfetmiş olabilir. Çünkü eller ile diller ‘’işaret edilen’’ (uzatma) anlamında ortaktır. Zira ellerin fiilleri, dillerin sözleri vardır. Ellerin vereceği zarar vurmayla, dillerin vereceği zarar duymayla gerçekleşmektedir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

البَسْطُ  kelimesi çokluk manasında müsteardır. Çünkü çokluk ifade eden الكَثِيرِ  kelimesinin, geniş ve uzun bir şeye benzetilmesi ve zıddı olan  القَبْضُ  manasına benzetilmesi yaygındır.  بَسْطُ اليَدِ  ifadesi işlerin çokluğunu ifade eder. (Âşûr)

يَثْقَفُو- يَكُونُوا - يَبْسُطُٓوا - وَدُّوا - تَكْفُرُونَۜ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Mümtehine Sûresi 3. Ayet

لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚۛ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ  ...


Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَنْ asla
2 تَنْفَعَكُمْ size fayda vermez ن ف ع
3 أَرْحَامُكُمْ akrabanız ر ح م
4 وَلَا ne de
5 أَوْلَادُكُمْ çocuklarınız و ل د
6 يَوْمَ günü ي و م
7 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
8 يَفْصِلُ ayırır ف ص ل
9 بَيْنَكُمْ aranızı ب ي ن
10 وَاللَّهُ ve Allah
11 بِمَا şeyleri
12 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
13 بَصِيرٌ görmektedir ب ص ر

لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚۛ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. 

تَنْفَعَكُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَرْحَامُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  اَوْلَادُكُمْ  atıf harfi وَ ‘la  اَرْحَامُكُمْ ‘e matuftur.  يَوْمَ  zaman zarfı  تَنْفَعَكُمْ  fiiline müteallik olup fetha ile mansubdur.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَفْصِلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  بَيْنَكُمْ  mekân zarfı  يَفْصِلُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰه  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  بَص۪يرٌ ‘a mütealliktir. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَص۪يرٌ  haber olup lafzen merfûdur.

بَص۪يرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚۛ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

لَنْ , tekid ifade eden, istikbali kapsayan nefy harfidir.  لَٓا  ile yapılan nefiden daha kuvvetlidir. Cümleye asla manası kazandırır.

Akraba manasında kinaye olan  اَرْحَامُكُمْ  kelimesinden sonra  اَوْلَادُكُمْۚۛ ‘ün zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb saatıdır. Âşûr tetmim ıtnâbı olduğunu söylemiştir.

اَرْحَامُكُمْ ‘a matuf olan  وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ ‘daki nefy harfi, olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.

Fayda vermeyecek olanların akraba ve evlat olarak sayılması, taksim sanatıdır.

يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚۛ  zaman zarfı  لَنْ تَنْفَعَكُمْ  fiiline mütealliktir.

Ayeti kerimede hüsn-i tahallus sanatı vardır. Yani söze maksadın dışında bir konuyla giriş yaptıktan sonra asıl konuya yani ahiret konusuna geçilmiştir.

Ayet nefyi istikbal harfi olan  لَنْ  ile başlamıştır. Bu harf; fiilin anlamını olumsuz yapmakla birlikte harekesini ve zamanını da etkiler. Geleceği mutlak manada olumsuzlaştırır. Fiilini nasb eder. (www.biiznillah.com sitesi)

لَنْ  ve  لَٓا  harflerinde tefennün sanatı vardır. Yakın manada olan farklı kelimeler kullanılarak hoşa gitmeyecek tekrardan kaçınılmıştır. 

كُمْ  zamirinde cem’ sanatı,  اَرْحَامُ  ve  اَوْلَادُ  kelimelerinde tefrik sanatı vardır.  كُمْ  zamirinde cinas ve tekrir sanatı vardır. 

 اَرْحَامُكُمْ  ve  اَوْلَادُكُمْۚۛ  kelimeleri arasında mürâât-i nazîr ve muvazene sanatları vardır.

اَرْحَامُ ‘ın muzâfı olan  ذو  kelimesi mahzuftur. Ayette îcâz-ı hazif vardır.

Râğıb der ki: رحَمُ , kadının döl yatağıdır. Anne karnında çocuğun geliştiği yerdir. Akrabalık için kullanılan  اَرْحَامُكُمْ  kelimesi, bundan istiare olunmuştur. Çünkü akrabalar bir rahimden türemişlerdir. (Rûhu’l Beyân)

كُمْ  zamirinde cem’ sanatı,  اَرْحَامُ  ve  اَوْلَادُ  kelimelerinde tefrik sanatı vardır.

يَوْمَ  şeklindeki zarfta tenâzu’ vardır. Tenazû’; önce gelen iki veya daha fazla amilin daha sonra gelen bir mamulde amel etme durumudur.  يَوْمَ ‘nin iki amili vardır. Birincisi  تَنْفَعَكُمْ , ikincisi  يَفْصِلُ  fiilidir.  يَفْصِلُ (ayıracaktır) fiilinin mamulü olması halinde, önemi dolayısıyla takdim edilmiştir ve kasır manası taşıma ihtimali söz konusu olur.

Kıyamet günü için bir çok isim arasından يَوْمَ الْقِيَامَةِ  isminin seçilmesi bu günü ifade eden en korkutucu tabir olması dolayısıyladır. İnsanların alemlerin Rabbi karşısında duracağına işaret eder. Ayrıca alemlerin Rabbi için insanların kalktığı günü vurgular. O gün onlar diriltilecek ve kabirlerinden alemlerin Rabbi için kalkacaktır. (Muhammed Muhammed Ebû Mûsâ, Câsiye Sûresi Belâgî Tefsîri, Çev. Fatma Serap Karamollaoğlu, c. 6, s. 136 ve s. 224)


يَفْصِلُ بَيْنَكُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 


 وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

 

Ayetin son cümlesi atıfla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَللّٰهُ  mübteda,  بَص۪يرٌ  haberdir. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak ve ikaz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰه  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  بِمَا تَعْمَلُونَ , ihtimam için amili olan بَص۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَا  müşterek ism-i mevsûlu mecrur mahalde olup  بَص۪يرٌ ’e mütealliktir. Sılası olan  تَعْمَلُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Müsned olan  بَص۪يرٌ  mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَٱللَّهُ بِمَا تَعۡمَلُونَ بَص۪يرٌ  sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanları gördüğüne, bildiğine delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Hem vaad, hem vaîd manası taşıdığı için idmâc sanatı vardır. [Allah bütün amellerinizi görür.] buyrulmuş, görmenin gereği olarak karşılığını, yani mükafat veya ceza vereceği kastedilmiştir.

Allah Teâlâ için diğer görme fiilleri değil,  بصر  fiili kullanılmıştır. Ameller, mektup gibi gözle görülen şey mesabesindedir. 

Burada  بَص۪يرٌ  ismi tercih edilmiş. Tefsîrü-l Kebîr’de buna şöyle bir açıklama getirilmiştir: 

[Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir.] buyurmuş, ama niçin "haberdardır" buyurmamıştır? Buna şöyle cevap verilir: خبير lafzı, bir şeyi bilmeyi ifade etmede daha beliğdir. Ne var ki, Cenab-ı Hakk onların amellerini gözle görülür gibi kıldığı için,  بَص۪يرٌ lafzı burada ilim maddesinden daha açık ve uygun olmuştur. (Fahreddin er-Râzî, c. 21, s. 436.)

 
Mümtehine Sûresi 4. Ayet

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَداً حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ رَبَّـنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ  ...


İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ elbette
2 كَانَتْ vardır ك و ن
3 لَكُمْ sizin için
4 أُسْوَةٌ bir örnek ا س و
5 حَسَنَةٌ güzel ح س ن
6 فِي
7 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’de
8 وَالَّذِينَ ve bulunanlarda
9 مَعَهُ onunla beraber
10 إِذْ hani
11 قَالُوا onlar demişlerdi ق و ل
12 لِقَوْمِهِمْ kavimlerine ق و م
13 إِنَّا elbette biz
14 بُرَاءُ uzağız ب ر ا
15 مِنْكُمْ sizden
16 وَمِمَّا ve
17 تَعْبُدُونَ taptıklarınızdan ع ب د
18 مِنْ
19 دُونِ başka د و ن
20 اللَّهِ Allah’tan
21 كَفَرْنَا tanımıyoruz ك ف ر
22 بِكُمْ sizi
23 وَبَدَا ve belirmiştir ب د و
24 بَيْنَنَا bizim aramızda ب ي ن
25 وَبَيْنَكُمُ sizinle ب ي ن
26 الْعَدَاوَةُ bir düşmanlık ع د و
27 وَالْبَغْضَاءُ ve nefret ب غ ض
28 أَبَدًا sürekli ا ب د
29 حَتَّىٰ kadar
30 تُؤْمِنُوا siz inanıncaya ا م ن
31 بِاللَّهِ Allah’a
32 وَحْدَهُ bir tek و ح د
33 إِلَّا yalnız hariçtir
34 قَوْلَ demesi ق و ل
35 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
36 لِأَبِيهِ babasına ا ب و
37 لَأَسْتَغْفِرَنَّ mağfiret dileyeceğim غ ف ر
38 لَكَ senin için
39 وَمَا fakat
40 أَمْلِكُ gücüm yetmez م ل ك
41 لَكَ senin için
42 مِنَ -tan
43 اللَّهِ Allah-
44 مِنْ (gelecek)
45 شَيْءٍ bir şeye ش ي ا
46 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
47 عَلَيْكَ sana
48 تَوَكَّلْنَا dayandık و ك ل
49 وَإِلَيْكَ ve sana
50 أَنَبْنَا yöneldik ن و ب
51 وَإِلَيْكَ ve sanadır
52 الْمَصِيرُ dönüş ص ي ر
“Güzel bir örneklik” diye tercüme ettiğimiz üsve hasene tamlaması, günümüz davranış bilimleri incelemelerinde, özellikle liderde bulunması gereken nitelikler konusunda önemli bir yere sahip olan “davranış modeli” veya “numune, örnek kişilik” kavramını çağrıştırmaktadır. Bu tamlama Ahzâb sûresinin 21. âyetinde Hz. Peygamber hakkında kullanılmış ve müminlerin onu örnek almaları istenmişti. Burada 4. ve 6. âyetlerde aynı kavram, insanlık tarihinde tevhid mücadelesinin öncü isimlerinden olan Hz. İbrâhim ve ona uyanlar hakkında kullanılarak, şirk ve inkâr batağına saplanıp kalma olgusunun yeni olmadığına dikkat çekilmekte ve bu gibi kimselerle ilişkiler konusunda yararlanılacak önemli bir tecrübeye gönderme yapılmaktadır (Hz. İbrâhim’in, babasının bağışlanması için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114; Meryem 19/47). 4. âyetin “ona uyanlar” diye tercüme edilen kısmı için “Hz. İbrâhim’e iman edip ona uyan müminler” ve “Hz. İbrâhim’in döneminde ve ona yakın zamanda yaşayıp ona tâbi olan peygamberler” şeklinde yorumlar yapılmıştır. İbn Atıyye Hz. İbrâhim’le birlikte Nemrud’a karşı mücadele veren bir grubun varlığının bilinmediği gerekçesiyle ikinci yorumu daha kuvvetli bulur (V, 295). Hz. İbrâhim ve ona uyanların davranışı örnek gösterildiğine göre aynı âyette geçen, “Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır” anlamındaki sert ifadeyi –başka âyetler, özellikle bu sûrenin 7-9. âyetleri ve Resûlullah’ın tatbikatı ışığında– düşmanlık ilân etme, bunu alevlendirme ve nefreti kalıcı kılma amacıyla izah etmek mümkün değildir. Hz. İbrâhim ve tâbileri, inkârcılara onların yolundan uzak olduklarını ve bu tavrın sorumluluğunu paylaşmayacaklarını bildirirken kullandıkları bu ifadeyle, gerçeği açık yüreklilikle ve bütün çıplaklığıyla ortaya koymayı, bu konuda ödün vermeyeceklerini vurgulamayı, özellikle yeni iman etmiş olup bazı tereddütler yaşayanların mâneviyatını yükseltmeyi amaçlamış olabilirler. 5. âyetteki “Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma” şeklinde çevrilen cümle daha çok şöyle açıklanmıştır: “Onları bize galip getirme” veya “Bizi doğrudan yahut onlar vasıtasıyla cezaya çarptırma ki ‘Bunların iddiası doğru olsaydı, güvendikleri Allah onları desteksiz bırakmazdı yahut bu muameleye mâruz kalmazlardı’ şeklinde düşünmesinler ve bu yüzden kendilerinin hakikat üzere olduklarını sanmasınlar. Bizi böyle bir sınamaya, bir imtihana vesile kılma” (Taberî, XXVIII, 64; Şevkânî, V, 245). Bir yoruma göre burada Allah Teâlâ’dan, müminlere karşı inkârcıların imkânlarını genişletmemesi istenmektedir. Çünkü inkârcıların müminlerden daha fazla imkânlara sahip olmaları da müminler için sıkıntı, dolayısıyla bir imtihan sebebi olacaktır (Râzî, XXIX, 302).

  Ebede ابد :

  أبَد bölümlere ayrılabilen zaman gibi değil, bölünmeden sürüp giden zaman süresi demektir. O yüzden şu kadar zaman denilebilir ama şu kadar ebed denilemez.

  آبِدَة yaban ineği demektir. أوابِد ise vahşi hayvanlar anlamına gelir.  Kelimenin nefer ve vahşet anlamı aslen İbraniceden geçmiştir.

  Zarf olarak أبَدًا kelimesi mansubdur; geleceği kapsar. Nitekim أزل 'de geçmişi kapsar. Bu iki kelime birlikte çok uzun zaman için kullanılırlar.

  Ebed; geçmiş zaman için kullanılan qat'a (asla hiçbir zaman olmadı) kelimesinin zıddı olarak gelecek zaman konusunda (asla olmayacak manasında ) kullanılır. (Müfredat-Tahqiq-Bursevi) 

  Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 28 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ebedî, (ilel) ebed ve müebbeddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

Vehade وحد :

  وَحْدَةٌ  kelimesi eşsizlik, yalnızlık, teklik anlamına gelir. واحِدٌ  sözcüğünün gerçek anlamı kesinlikle parçalanma, bölünme kabul etmeyen şeydir. Aynı zamanda bütün varlıklar için kullanılır. واحِدٌ  sözcüğü altı değişik şekilde kullanılabilir;
1- Cins veya türde bir olanlar
2- Bağlılık, bitişiklik ve bütünlük açısından bir olanlar
3- Eşi benzeri, dengi bulunmadığından bir olanlar
4- Bölünme kabul etmediğinden bir olanlar; hava-elmas gibi
5- Başta bulunduğundan bir olanlar
6- Bunların hepsinde birlik göreceli/geçicidir.

  Yüce Allah için kullanılan واحِد sözcüğü herhangi bir bölünme yada çoğalma kabul etmeyen varlık demektir. 
  وَحَدَ  ise yalnız, tek olan demektir.

    واحِدٌ - فَرْدٌ farkına gelince; ferd benzerden ayrı olmayı ifade etmez. Vâhid ise zat ya da sıfat itibarıyla tek başına olma, bir olma anlamı ifade eder.

  Allah u Teala zat ve sıfatlarında tektir. Bu mana ona tahsis edilmiştir. Zat ve sıfatları cihetinden hiçbir ortağı yoktur. O şüphesiz sonsuz bir nurdur.

  الأحد- ألواحِد-الوَحِيد  e gelince; bunlar Esmaul Husna’dandır. الواحِد in tahkiki: Bu kelimede tek olmanın mevcudiyetine (öne çıkarmaya), الوَحِيد de vasıflanmaya ve subuta, الأحَد de ise başlı başına katışıksız bir ferdiyetçiliğe işaret vardır.

  Ayetlerde الواحِد  isminden sonra القَهّار  ismini zikretmiştir. القَهْر  amel ve icra makamındaki kudret ve galebenin işlediğini ifade eden bir ibaredir. القَهّار  yarattıklarının tamamına kudretinin, tartışılmaz üstünlük ve galebesinin ortaya konduğu bir isimdir. الوَحْدَة  mefhumunda zayıflık tevehhümü bulunduğundan, القَهّار  ile yaratılmışların tamamına galip ve nihai üstün olduğuna işaret eder.

  Son olarak احد  ve وحد  maddeleri arasında iştikakı ekber vardır. الأحد ,الوحد'den çevrilmiş değildir. Dolayısıyla  وحد  tek olma manası, أحد  ise adet manasında kullanılır. (Müfredat-Tahqiq)

    Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 68 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri vahdet, vâhid, vahdaniyet, tevhid, muvahhid, ittihat ve müttehittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

  Sayera صير :

  Bu kelimedeki asıl anlam bir halden ikinci başka bir hale dönüşmeyi/geçişi ifade eder. Dönüşen her mefhum için bu kelime kullanılabilir. Örneğin kabir, insanın hayatında oraya dönecek olmasından dolayı, yine ağıl, koyun ya da ineğin dinlenmek istediğinde oraya dönecek olmasından dolayı الصِّيرُ  ve  الصَّيُّورُ  ile ifade edilir.

  صَيْرٌ yarmak anlamında mastardır. Fiil olarak صارَ şeklinde, en nihayetinde/en sonunda ulaştı demektir. (Müfredat-Tahqiq)

  Kuran’ı Kerim’de bir keresinde sülasi formda fiil diğerlerinde isim olmak üzere toplam 29 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ 

 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. İsim cümlesidir.  كَانَتْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اُسْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.  حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  اُسْوَةٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اِبْرٰه۪يمَ  gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَعَهُ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ

 

اِذْ  zaman zarfı  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallik veya  اِبْرٰه۪يمَ ‘den bedel-i iştimâl olup mahallen mecrurdur. قَالُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. 

Bedel-i iştimal: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minhin özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِقَوْمِهِمْ  car mecruru  قَالُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

بُرَءٰٓؤُ۬ا  haber olup ref alameti  وَ ‘dır.  مِنْكُمْ  car mecruru  بُرَءٰٓؤُ۬ا ‘ya mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir.  مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  بُرَءٰٓؤُ۬ا ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْبُدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ  car mecruru amili  تَعْبُدُونَ ‘nin mahzuf mef’ûlünün mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

كَفَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِكُمْ  car mecruru  كَفَرْنَا  fiiline mütealliktir. 


 وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَداً حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ 

 


بَدَا   atıf harfi وَ ‘la  كَفَرْنَا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَدَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بَيْنَ  mekân zarfı  لْعَدَاوَةُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَكُمُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  الْعَدَاوَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

الْبَغْضَٓاءُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اَبَداً  zaman zarfı  الْعَدَاوَةُ  ve  الْبَغْضَٓاءُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُؤْمِنُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  بَدَا  fiiline mütealliktir. 

تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  وَحْدَهُٓ  lafza-i celâlin hali olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

اِلَّا  istisna edatıdır.  قَوْلَ  müstesna olup fetha ile mansubdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır: 1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır. 2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir. 3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِبْرٰه۪يمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. 

لِاَب۪يهِ  car mecruru  قَوْلَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

اَسْتَغْفِرَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

لَكَ  car mecruru  اَسْتَغْفِرَنَّ  fiiline mütealliktir. 

وَ  haliyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَمْلِكُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  لَكَ  car mecruru  اَمْلِكُ  fiiline mütealliktir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَمْلِكُ  fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, من عذابه (Onun azabından) şeklindedir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَسْتَغْفِرَنَّ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, غفر ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


رَبَّـنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَيْكَ  car mecruru  تَوَكَّلْنَا  fiiline mütealliktir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَكَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  وَ  atıf harfidir.  اِلَيْكَ  car mecruru  اَنَبْنَا  fiiline mütealliktir. 

اَنَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَص۪يرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

تَوَكَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

اَنَبْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نوب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Tahkik harfi  قَدۡ ‘la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكُمْ  car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اُسْوَةٌ , nakıs fiil  كَانَ ‘nin ismidir.

اُسْوَةٌ , nekre gelerek tazim ifade etmiştir.  حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  اُسْوَةٌ ’nun mahzuf ikinci haberine mütealliktir. İkinci haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  ibaresine matuf olan  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası, mahzuftur.  مَعَهُ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اِبْرٰه۪يمَ  (as) içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kişi, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Örnek davranışları muhafaza eden bir kap olmuştur. Câmi’, yerleşme ve sabit olmaktır. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır. 

Âşûr da  فِي  harfinde istiare olduğunu söylemiştir.

Müminler buyurulmayıp  وَالَّذِينَ مَعَهُ  buyurulması, peygamberin yanında bulunmanın önemine işaret eder. 

اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ  özellikle bir liderde bulunması gereken nitelikler konusunda önemli bir yere sahip olan davranış modeli kavramını çağrıştırmaktadır. Ahzab Suresinin 21. ayetinde de Hz. Peygamber (sav) hakkında kullanılmış ve müminlerin O'nu örnek almaları istenmiştir. (Seyyid Kutub, c. 5, s. 312.)

كَانَتْ  fiiliyle birlikte  قَدْ  harfinin gelişi muhatabın en güzel örnek olan Resulullah (sav)’e karşı çıkışına tariz ve azar ifade eder. (Âşûr) 

اِذْ  zaman zarfı  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

Zaman ismi olan  اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26) 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan   اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harfiyle birlikte  بُرَءٰٓؤُ۬ا ‘ya mütealliktir. Sılası olan  تَعْبُدُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

دُونِ اللّٰهِ  izafeti muzâf ve muzâfun ileyhin gayrını tahkir içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Mahzuf hale müteallik olan  مِن دُونِ اللَّهِ (Allah’ı bırakıp) da ibaresi tetmim ıtnâbıdır. Manayı tekid için gelmiştir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

Suyûtî, Kur’an’da geçen  اِذْ  kelimesi hakkında şu tespitlerde bulunmuştur:

Kur’an kıssalarının evvelinde geçen  اِذْ  kelimesi اذكر (hatırla) takdiriyle mef’ûlün bih makamında olur. 

اِذْ  harfinin sebep bildirme manasına geldiğini gösteren ayetler de vardır.  اِذْ  harfi isim veya fiil cümlelerine muzâf olur. 

اِذْ  harfi  قَدْ  gibi tahkik ifade eder.  اِذْ  harfi lafzen ve manen mazi olur veya manen mazi, lafzen muzari olur. 

Bilindiği için cümle bazen hazf edilir, yerine tenvin getirilir, iki sakinin bir araya gelmesinden dolayı  اِذْ  harfinin  ذ  harfi kesra ile harekelenir.

Ahfeş’e göre, cümlesi hazf olunan  اِذْ  cümleye ihtiyacı kalmadığından murebdir.  اِذْ  harfinin aldığı kesre, îrabıdır. Çünkü  حين  ve  يوم  kelimeleri  اِذْ  harfine muzâftır. (Suyûtî, İtkân, c. 1, s. 401-404) 

قَوْمِهِمْ  şeklindeki izafet, maksadı kısa yoldan ifade etmek ve muzâfın şanı için yapılmıştır.


كَفَرْنَا بِكُمْ 


كَفَرْنَا بِكُمْ  cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

بِكُمْ  car mecruru كَفَرْنَا  fiiline mütealliktir. 

تَعْبُدُونَ  ve  كَفَرْنَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


 وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَداً حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfları  بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ , konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Fail olan  الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ  kelimeleri marife olarak gelmiş ve ahdi ilmi, cins ya da istiğrak ifade etmiştir. Ahd-i ilmî manasıyla herkesin bildiği ve akla gelen manaları, cins manasıyla hakikatini, istiğrak manasıyla da her bir çeşidini kapsama manasını taşıyabilir. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  بَدَا  fiiline mütealliktir.

بَدَا  ve  اَبَداً  arasında cinas-ı nakıs ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, بَيْنَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تُؤْمِنُوا  -  كَفَرْنَا  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

كَفَرْنَا بِكُمْ  cümlesiyle  تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ  cümleleri arasında mukabele vardır. 


اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

Bu cümle İbrahim (as) ve beraberindekilerin sözleri arasına girmiş bir itiraz cümlesidir. (Âşûr)

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

اِلَّا  istisnâ edatı,  قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ  ifadesi  اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ’den istisna edilendir.

Veciz ifade kastıyla gelen  لِاَب۪يهِ  izafeti, masdar vezninde gelen  قَوْلَ ‘ye mütealliktir.

Ayet-i kerîme'de  قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ  izafeti,  اُسْوَةٌ  kelimesinden istisna edilmiştir. (Celâleyn)  

İbrahim (as)’ın babasına söylediği, mekulü’l-kavl olan  لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Mahzuf kasemle birlikte gayrı talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ  cümlesi,  لَاَسْتَغْفِرَنَّ  fiilinin failinden haldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

وما أمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ  cümlesindeki vavın hal veya atıf için olması caizdir. Manalar birbirine yakındır. Hal manası daha açıktır. Cümle tezyîldir. (Âşûr)

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl olan  مِنْ شَيْءٍ ‘deki  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.

Zaid olan  من  harfi; nefy, nehiy ve istifham cümlelerinde ziyade harf olarak tekid manası taşır. (Celâleddin es-Suyûtî, Kur’ân İlimleri Ansiklopedisi) 

مِن شَيْءٍ  bağışlanma, mesuliyet ve Allah'ın dilediği benzer şeyler için umumidir. (Âşûr)

Cümlede  لَكَ ’nin tekrarı İbrahim (as)’ın babası için nasıl endişelendiğini bize hissettiren lafzî tekiddir. Ayrıca bu tekrarda ve  مِنَ ’lerde, İbrahim’in iki kez zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  اَمْلِكُ  ve  لَكَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  قَالُوا -  قَوْلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

أَسْتَغْفِرَنَّ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  مِنَ اللّٰهِ  zikredilmemiştir. Sebebi herkes tarafından bilinen olması olabilir. 

لَأَسْتَغْفِرَنَّ [Herhalde senin yarlığanmanı isteyeceğim] cümlesinin başındaki لَ  harfi (Bu harfe tavtie lâmı denir) ve şeddeli nûn’larla birlikte üç tekid unsuru taşır. Bu tekidler adeta İbrahim’in (as) kendisi içindir. Babası için elinden geleni yapmak istemektedir. Arkadan gelen Allah’tan (gelecek) herhangi birşey (i celb ve def etmey)e gücüm yetmez cümlesi de bu manayı destekler.

Bu ayette, istisna, "ve babamı bağışla..." ayetinde zikredilen mağfiret duasının kendisine değil, mağfiret duasının vaadine tercih edilmiş, çünkü Hazret-i İbrahim'i bu duaya sevk eden husus, bu vaattir. Burada, "senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim." ifadesi değil de bu vaat zikre tahsis edilmiş, çünkü buradaki ifade yemin tekidini içermektedir. (Ebüssuûd)


رَبَّـنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hz.İbrahim ve beraberindekilerin sözlerinin devamı olan cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olması sebebiyle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.  رَبَّـنَا , münadadır.

Nidanın cevabı olan  عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْكَ , amili olan  تَوَكَّلْنَا ’ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Tevekkülü Allah’ın dışındaki şeylerden tecrîd etmektedir.

Cümledeki takdim, iddiaî kasrdır. Kasr, car mecrur ve fiil arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksurdur.  عَلَيْكَ , maksurun aleyh/mevsûf,  تَوَكَّلْنَا  maksur/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur

Tevekkülün takdimi, yola koyulmak için itimadın gerekmesi sebebiyledir.

Fiil cümleleri hudûs ve teceddüt ifade eder. Duaya daha uygundur. Çoğul sıyga da duanın kabulu için münasiptir.

Aynı üslupta gelen  وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 

Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

İki cümlede de fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اِلَيْكَ , amili olan  اَنَبْنَا ’ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelam olan  وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَيْكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمَص۪يرُ , muahhar mübtedadır. Müsnedin takdimi kasr ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  اِلَيْكَ  maksurun aleyh/sıfat, الْمَص۪يرُ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Mecrurun fiile takdimi kasr içindir. Karineye bağlı olarak bir kısmı iddiâî ve bir kısmı da hakiki  kasırdır. (Âşûr)

Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

كَ  ve  نَا  zamirlerinin tekrarlanması, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. Sesin yankılanması dolayısıyla mananın nefiste yerleşmesi sağlanır. 

تَوَكَّلْنَا - اَنَبْنَا - اَسْتَغْفِرَنَّ - تُؤْمِنُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümle tetmim ıtnâbıdır. Talebî inşâ cümlesidir. İbrahim (as) ve beraberindekileri örnek edinmek konusundaki teşvikten sonra kafirlerden uzak durmak tavsiyesini tamamlar. (Âşûr)

İbrahim (as) ve beraberindeki müminleri anlatan ayet-i kerîmenin bu kısmında “takdîmü mâ hakkuhû’t-te’hîr” bulunmaktadır. Ayetteki her üç ifade de hasr ifade etmesi için sonra gelmesi gereken car mecrur takdim edilmiştir. Yani, bütün işlerimizde sana dayandık, tüm işlerimizi sana havale ettik, her çeşit günahtan tövbe edip sana döndük, ahiret yurdunda dönüş de varış da ancak sanadır ey Rabbimiz dediler. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Kirmani “el acaib” adlı eserinde ‘’Kur’an’da mevcut  رَبَّ  kelimesinden önce nida harfi olan  يا  edatı tazim ve tenzih gayesiyle çokça hazf edilmiştir. Çünkü nidada bir bakıma emretme ifadesi vardır.’’ der. (İtkan, cilt 2, s.170)

Mümtehine Sûresi 5. Ayet

رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  ...


“Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
2 لَا
3 تَجْعَلْنَا bizi yapma ج ع ل
4 فِتْنَةً bir sınav ف ت ن
5 لِلَّذِينَ kimseler için
6 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
7 وَاغْفِرْ e bağışla غ ف ر
8 لَنَا bizi
9 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
10 إِنَّكَ ancak Sensin
11 أَنْتَ Sen
12 الْعَزِيزُ yegane galib ع ز ز
13 الْحَكِيمُ hüküm ve hikmet sahibi ح ك م

رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَاۚ 

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً ‘dır. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَجْعَلْنَا  sukün üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فِتْنَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  فِتْنَةً ‘nün mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اغْفِرْ  atıf harfi وَ ‘la  تَجْعَلْنَا ‘ya matuftur.  لَنَا  car mecruru  اغْفِرْ  fiiline mütealliktir.  رَبَّنَا  üçüncü nida dua ve itiraziyyedir.

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَنْتَ  munfasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olan  كَ  muttasıl zamirini tekid eder. الْعَز۪يزُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ- الْحَك۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَاۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, önceki sözün devamıdır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Kirmani el-acaib adlı eserinde ‘’Kuran’da mevcut  رَبَّ  kelimesinden önce nida harfi olan  يا  edatı tazim ve tenzih gayesiyle çokça hazf edilmiştir. Çünkü nidada bir bakıma emretme ifadesi vardır.’’ der. (İtkan, cilt 2, s.170)

Nidanın cevabı olan  لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olması sebebiyle mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

رَبَّـنَا  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  نَا  zamirinin ait olduğu müminlere şan ve şeref kazandırmıştır.

فِتْنَةً ’deki tenvin kıllet ve nev içindir. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

Mecrur mahaldeki  ألذ۪ينَ  has ism-i mevsûlü, başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte  فِتْنَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الفِتْنَةُ  için iki görüş vardır. Bu yüzden ismi meful yerine masdar gelmiştir.  الفِتْنَةُ  ism-i fail manasında masdar olması da caizdir. (Âşûr)

Lâm, tebliğ lâmıdır. Bunlar ayetin ifade ettiği bir çok manayı toplamıştır. (Âşûr)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

اغْفِرْ لَنَا  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Lafzî tekid olan  رَبَّنَا ’nın tekrarında terdîd, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İbn Abbas  تَجْعَلْنَا فِتْنَةً  ibaresinin manasının, "Düşmanlarımızı bize musallat etme, hâkim kılma’’ şeklinde olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

Bazı alimler göre bu duanın manası şöyledir: Ey Rabbimiz! Bizi fakir, kâfirleri zengin eyleme. Sonra sanırlar ki, kendileri hak biz ise batıl yoldayız." (Rûhu’l Beyân)

رَبَّـنَا  nidasının tekrarı her üç duada da yalvarma halini vurgulamak içindir. (Âşûr) 


اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

Mağfiret talebinin ta’lili olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. 

اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş  isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. 

Munfasıl zamir  اَنْتَ , muttasıl  كَ  zamirini tekid için gelmiştir. (Âşûr, Duhan/49) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve zamirin tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bir başka tekid unsuru da haberin marife gelmesidir.  اِنَّ ‘nin haberinin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.

İki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزُ -  الْكَر۪يمُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin son cümlesi önceki bütün dualar için tezyil hükmündedir. Tezyil cümleleri ıtnâb babındandır. 

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. [Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Denemear. Gör. Ömer Kara]

Önce gelen  الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  şeklindeki fasılada ilk göze çarpan şey tekidlerin çokluğudur. Önce  اِنَّ  gelmiştir ki tekid konusunun asıl unsurudur. Sonra munfasıl zamirle  اِنَّ ‘nin ismi olan zamir tekid edilmiştir. Haber elif-lâm’lı olarak gelmiştir. İşte bunların hepsi mukarreb duacıların dualarının kabulüne ve bunun da ötesinde iman ehline ikramda bulunmaya ne kadar çok istekli olduklarına delalet eder. Çünkü onların nezdinde imanın yeri çok büyüktür. İkinci olarak göze çarpan husus, fasılanın  الْعَز۪يزُ  ve  الْحَك۪يمُ  ile bitmesidir. (Muhammed Ebu Musa, Gafir Suresi Belâgi Tefsiri)


Günün Mesajı
5. ayette Hz. İbrâhim ve yanındaki müminlerin dualarında yer alan “müminlerin kâfirler için fitne kılınması” şu yollarla olabilir:
* Kâfirlerin aşırı baskı ve zulümleri neticesinde müslümanların dini inanç, ibadet ve ahlak hususunda onlara taviz vermek zorunda kalmalarıdır. Böyle bir durum, diğer insanlar için alay mevzuu olurken, kâfirlerin de dini ve müminleri değersiz görmelerine yol açar. 
* Müslümanlar, yüce bir dinin temsilcileri olmalarına rağmen, temsil ettikleri makama yakışmayacak tarzda yüksek ahlaki vasıf ve faziletlerden mahrum olurlarsa ve diğer insanların düştükleri ahlâki zaaflara düşerlerse, kâfirlerin, “Bu kimselerin ne özellikleri var ki bizden daha şerefli kabul edilsinler” demelerine fırsat verilmiş olacaktır.
* Yine kâfirler müminlere galip geldiklerinde, kendileri doğru yol üzere bulundukları için galip geldiklerini sanabilir ve “Eğer kendini mümin zanneden bu insanlar Allah yolunda olsalardı, biz onları yenemezdik” diyebilirler. Böylece doğru yolu bulma imkan ve fırsatından uzaklaşmış olurlar.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her nefsin meyil ettiği yani sahip olmak ya da kaybetmemek için elinden geleni yaptığı dünya nimetleri vardır. Altın kırıntısı bulmak için rahatını terk etmek, şöhrete kavuşmak için özelini paylaşmak, para kazanmak için yalan söylemek ve zararı bilinmesine rağmen bağımlılıkların getirdiği geçici boşlukla mutluluk karışımını hissetmek gibi birçok örnek sayılabilir. Herhangi bir dünyalık nimetine kavuşmanın önemli yollarından biri de, hedefe varışı kolaylaştıracak insanlarla yürümektir. İnsan, ne yaparsa yapsın, hayatı kendi zihin yapısına sahip ya da kendisi gibilerden menfaati olan insanlarla kolaylaşır. Şöhret için özelini paylaşmak, tek başına yeterli değildir: başkasının özelini merak eden takipçileri bulmak gerekir. Bilinir ki, insan toplumsal bir varlıktır. İsteyerek ya da istemeyerek yalnızlığı seçse dahi; dünyadaki varlığını sürdürmek için başkalarına ihtiyacı vardır. Ancak, Allah’a teslim olan kul, her işinde olduğu gibi karşılaştığı insanları da süzgeçten geçirmelidir. Dünyalık menfaat uğruna Allah düşmanlarıyla takılma sürecini uzatmamalı ve yolunu değiştirme iradesini kullanmalıdır. Bir gün, bir hoca, öğrencisine şöyle bir nasihatte bulundu: “Halledilmesi gereken bir işin olduğunda, kimden isteyeceğini bileceksin. Yalnız Allah’ın huzuruna varacaksın ve hallolan her işinin şükrünü önce Allah’a, sonra da teşekkürünü yardım eden kuluna edeceksin. Dünyalık meselelerim yeter ki hallolsun çırpınmasıyla, Allah’ın sınırlarından taviz vermeye kalkışmayacaksın. Günü gelir, kendin o işi unutup gitmişsin ama itaatsizliğinin hesabı, senden illa ki sorulur.” Ey Allahım! Bizi, yalnız Senden isteyenlerden ve yalnız Sana sığınanlardan eyle. Hayatımızın her döneminde, doğru insanlarla yani Senden sakınan kulların ile karşılaştır. Gönüllerimizi, açık ya da gizli, Allah ve Rasulunun düşmanı olanlardan uzaklaştır. Dünyalık menfaatler yerine Senin rızanı seçenlerden ve Senin rızan için yarışanlardan eyle. Hz. İbrahim’in duasına gönülden amin diyenlerden olmak duasıyla: Rabbimiz! Sadece Sana dayanıp güvendik, Sana yöneldik; dönüş de ancak Sana’dır. Rabbimiz! Bizi, inkar edenler için bir sınama konusu yapma. Bizi bağışla ey Rabbimiz. Çünkü Sen Azîz’sin, Hakîm’sin.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji