31 Mart 2026
Haşr Sûresi 17-24 (547. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Haşr Sûresi 17. Ayet

فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟  ...


Nihayet ikisinin de (azdıranın da azanın da) akıbeti, ebediyen ateşte kalmaları olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَكَانَ nihayet oldu ك و ن
2 عَاقِبَتَهُمَا sonları ع ق ب
3 أَنَّهُمَا ikisinin de
4 فِي
5 النَّارِ ateşte kalmaları ن و ر
6 خَالِدَيْنِ ebedi olarak خ ل د
7 فِيهَا orada
8 وَذَٰلِكَ ve budur
9 جَزَاءُ cezası ج ز ي
10 الظَّالِمِينَ zalimlerin ظ ل م

فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ 

 

İsim cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

عَاقِبَتَهُمَٓا  izafeti  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُمَا  muttasıl zamir  أَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

فِي النَّارِ  car mecruru  أَنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. خَالِدَيْنِ  kelimesi  أَنَّ ‘nin mahzuf haberindeki zamirin hali olup nasb alameti  يْ ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدَيْنِ ‘ye mütealliktir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِدَيْنِ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

جَزٰٓؤُا  haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الظَّالِم۪ينَ۟  muzâfun ileyh olup cer alameti  يْ ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الظَّالِم۪ينَ۟  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ 

 

فَ , istînâfiyyedir. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

عَاقِبَتَهُمَٓا  izafeti  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve akabindeki sübut ve istimrar ifade eden  اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle  كَانَ ’nin muahhar ismi konumundadır.

فِي النَّارِ  car mecruru,  أَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

خَالِدَيْنِ  kelimesi  أَنَّ ‘nin mahzuf haberindeki zamirin hali olup, hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

خَالِدَيْنِ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezninde olması  ف۪يهَا ‘ya müteallak olmasını sağlamıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

فِي النَّارِ   ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  النَّارِ , mazruf mesabesindedir. Kâfirlerin cehennem azabına maruz kalmalarını, mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf kullanılmıştır. Çünkü ateş, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ateş, adeta bir kapalı bir kaba benzetilmiştir. Câmî’, heriki durumdaki mutlak irtibattır. 


وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟

 

وَ , ta’liliyyedir. Onların, azaplarının sebebini bildiren cümle, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكَ  mübteda,  جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟  haberdir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder. Tecessüm ifade eden ism-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle dikkatleri çeker.

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir. 

Cümlede  ذٰلِكَ  ile zalimlerin cezasına işaret edilmiştir.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 

الظَّالِم۪ينَ۟  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟ (Zalimlerin cezası budur) sözü,  فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ  (İkisininde akıbeti ateşte kalmaktır) sözünün manasına işaret eden tezyîl cümlesidir. (Âşûr) 

 
Haşr Sûresi 18. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ  ...


Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 اتَّقُوا korkun و ق ي
5 اللَّهَ Allah’tan
6 وَلْتَنْظُرْ ve baksın ن ظ ر
7 نَفْسٌ kişi ن ف س
8 مَا ne
9 قَدَّمَتْ gönderdiğine ق د م
10 لِغَدٍ yarın için غ د و
11 وَاتَّقُوا ve korkun و ق ي
12 اللَّهَ Allah’tan
13 إِنَّ çünkü
14 اللَّهَ Allah
15 خَبِيرٌ bilmektedir خ ب ر
16 بِمَا şeyleri
17 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل

  Habera خبر :

  خُبْرٌ, haber خَبَرٌ yoluyla öğrenilebilen şeyleri bilmektir. İf'al formundaki أخْبَرَ ise alınan/elde edilen haberi bildirmektir. خِبْرَةٌ 'a gelince bir işin iç yüzünü bilmek demektir. مُخابَرَةٌ, hubar خُبارٌ olarak bilinen araziye ekin ekmektir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 52 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri haber, ihbar, muhbir, muhâbir, muhârebe ve istihbarattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesidir.  

اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لْتَنْظُرْ  atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لْ  emir lam’ıdır. تَنْظُرْ  sukün ile meczum muzari fiildir.  نَفْسٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

قَدَّمَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. لِغَدٍ  car mecruru  قَدَّمَتْ  fiiline mütealliktir. 

اٰمَنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اتَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

قَدَّمَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قدم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la birinci  اتَّقُوا ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَۜ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir. Taliliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.

خَب۪يرٌ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle خَب۪يرٌ ‘a mütealliktir. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

خَب۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münada,  هَا  tekid ifade eden tenbih hafidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan  اتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍ  cümlesi, nidanın cevabına matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

نَفْسٌ  faildir.  نَفْسٌ ’daki tenvin cins içindir.

نَفْسٌ ‘ün nekre gelişi emrin siyakında umum ifade eder.  نَفْسٌ  kelimesi izmar makamında izhar şeklinde gelmiştir. Çünkü muktezâ-i zâhir ‘’onlar önündekine baksın‘’ ifadesini gerektirir. Zamir yerine nefs kelimesinin zikri umum kastıyladır. Yani ‘’her nefis baksın’’ demektir. (Âşûr) 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  قَدَّمَتْ لِغَدٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nidanın cevabıyla aynı üslupta gelen  وَاتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesi, bu cevaba matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlenin tekrarı lafzî tekid üslubudur. Bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ [Her nefis, yarın için ne takdim ettiğine bak­sın] ayetinde latif bir kinaye vardır. Yüce Allah, yakınlığından dolayı kıya­meti, kinaye olarak  غَدٍ (yarın) kelimesi ile ifade etti. (Safvetü’t Tefâsir)

غَدٍ (Yarın) kıyamet günüdür. Allah Teâlâ’nın onu, senin şu içinde bulunduğun günü izleyecek olan gün ile (yarın diye) isimlendirmesi onu yakına getirmek içindir. Hasan-ı Basrî’nin; “Allah o günü devamlı yakına getirmiş ve nihayet yarınmış gibi kılmıştır.” dediği rivayet edilir. Tıpkı [... sanki dün orada hiçbir şey yokmuş gibi…] (Yûnus 10/24) ayetindeki gibi ki, geçmiş zamanı yakına getirmeyi murad etmektedir. Dünya ve ahiretin bugün ve yarın olmak üzere iki gündüzmüş gibi olmaları hasebiyle, ahiretin yarın diye ifade edilmiş olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf - Ebüssuûd - Âşûr)

Şayet  نَفْسٌ  ve  غَدٍ (yarın) kelimelerinin nekire kılınmasının anlamı nedir?” dersen şöyle derim: نَفْسٌ  kelimesinin nekre kılınışı, ahiret için hazırlık yaptıkları şeylere dikkat eden nefisleri müstakil kılmak içindir. Buna göre adeta “(فرداً فرداً) her bir nefis buna dikkat etsin!” buyrulmuş olmaktadır. غَدٍ  kelimesinin nekire kılınışına gelince; bu da onun azameti ve durumunun belirsizliği sebebiyledir. Böylece adeta “Azameti sebebiyle künhü bilinemeyen bir yarın için...” denmiş olmaktadır. Malik b. Dinar’dan (v. 131/748?) nakledildiğine göre; cennetin kapısında: “Kendi yaptıklarımızı bulduk! Daha evvel (buraya) gönderdiklerimizi kazandık. Geride bıraktıklarımızı ise kaybettik” şeklinde yazılıymış. (Keşşâf-Fahreddin er-Râzî)

Takva konusundaki emrin tekrarı manayı pekiştirmek içindir. Yahut (ilk) [Allah’tan sakının!] emri, amel türü olan şeyle birlik oluşturması sebebiyle yapılması gerekli olan ibadetler; [Evet; Allah’tan sakının!] emri ise, tehdit ortamında cereyan etmiş olan şeyle birlik oluşturması sebebiyle, günahların terkine dairdir. (Keşşâf-Ebüssuûd) 

وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ [Allah"tan korkun!] cümlesi zahir anlamı itibariyle öncekini tekid etmek için tekrar edilmiş gibi görünmektedir. Fakat önceki Allah sevgisiyle emirlerin, vazifelerin yerine getirilmesi, bu ise Allah korkusuyla yasaklanan şeylerden, fenalıklardan sakınılması durumunu göstermesi itibariyle farklılık arz etmektedir. Yani Allah'tan korkun da kötülük yapmayın ve korunmazlık etmeyin. Çünkü Allah, her ne yaparsanız haberdardır, yarın ona göre ceza veya mükafat verecektir. (Elmalılı)


اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَب۪يرٌ ’e mütealliktir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ ,  tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Burada ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümlede Allah Teâlâ'nın sıfatlarından خَب۪يرٌ ’in seçilmesinin, ayetin genel manasıyla, uyumu açısından son derece isabetli bir tercih olduğu aşikârdır.

Kur’an’da çok sık karşılaşılan bu edebî üslup teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.

“Tezyîlin kelamda çok değerli bir yeri ve önemli bir konumu vardır. Çünkü o manaya açıklık ve maksada belirginlik kazandırmaktadır. Bazı belâgatçılar, “Belâgat üç -işaret, tezyîl ve müsâvât- yerdedir” demişlerdir.” (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

خَب۪يرٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

 
Haşr Sûresi 19. Ayet

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  ...


Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تَكُونُوا olmayın ك و ن
3 كَالَّذِينَ kimseler gibi
4 نَسُوا unutanlar ن س ي
5 اللَّهَ Allah’ı
6 فَأَنْسَاهُمْ ve onlara unutturduğu ن س ي
7 أَنْفُسَهُمْ kendi canlarını ن ف س
8 أُولَٰئِكَ işte
9 هُمُ onlar
10 الْفَاسِقُونَ yoldan çıkanlardır ف س ق

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُونُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla nakıs meczum muzari fiildir.  تَكُونُوا ‘nin ismi , cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  كَ  harf-i ceriyle  تَكُونُوا ‘nun mahzuf haberine  mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  نَسُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

نَسُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْسٰيهُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْفُسَهُمْ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْسٰيهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نسي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

İsim cümlesidir. Taliliyyedir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

هُمُ  fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْفَاسِقُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْفَاسِقُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelen ayette  كان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  كَالَّذ۪ينَ , bu mahzuf habere mütealliktir. Sılası olan  نَسُوا اللّٰهَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  نَسُوا  fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde  ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

نَسُوا اللّٰهَ  cümlesiyle,  فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ  cümlesi arasında müşakele ve müzavece sanatları vardır.

نَسُوا -  اَنْسٰيهُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Burada daha önce “unutma” sözcüğü geçtiği için müşâkele olarak  فَاَنْسٰيهُمْ  ifadesi gelmiştir. Dolayısıyla burada “ihmâl”, “unutma” olarak ifade edilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)

Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh siz, müşebbehün bih Allah’ı unutan ve bu sebeple Allah’ın da kendisini unuttuğu kimsedir.

Ayette, insanın kendisini hissetmesi fıtrî olduğu için şuurdan, şuurun hukukundan ve onun Allah'a bakan yönünden gaflet edenlerin, fıtratı bozulmuş kimseler olduklarına tenbih için  نَسُوا /unutmak ile ifade edilmiştir. (Elmalılı)


اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder ve muhatabın muhayyilesinde canlanmasını sağlar. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  هُمُ , maksur/mevsûf,  الْفَاسِقُونَ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  kavlinin fasıl zamiriyle kasr edilmesi iddiaî kasrdır. Onları son derece ahlaksız olarak nitelemeyi mübalağalı olarak ifade etmek içindir. Öyle ki sanki başkalarının ahlaksızlığı onların yanında ahlaksızlık değildir. İşaret ismi bu sıfatı teşhir etmek içindir. (Âşûr) 

هم  zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin uzağı gösteren işaret ismi olması onları tahkir ve tevbih ifade eder.  هُمُ , cümleyi tekid eden fasıl zamirdir. Onların fasıklar olduğu kesin bir dille bildirilmiştir. Haber olan  الْفَاسِقُونَ  ism-i fail vezninde gelmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Bunun manası, fasık olma özelliğinin onlarda sabit olduğudur.  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Haşr Sûresi 20. Ayet

لَا يَسْتَـو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْـفَٓائِزُونَ  ...


Cehennemliklerle cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا değildir
2 يَسْتَوِي eşit س و ي
3 أَصْحَابُ halkı ص ح ب
4 النَّارِ ateş ن و ر
5 وَأَصْحَابُ ve halkı ص ح ب
6 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
7 أَصْحَابُ halkı ص ح ب
8 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
9 هُمُ onlar
10 الْفَائِزُونَ kurtulanlardır ف و ز

لَا يَسْتَـو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَـو۪ٓي  fiili  ي  üzere mukaddere damme ile merfû muzari fiildir.  اَصْحَابُ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

يَسْتَـو۪ٓي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْـفَٓائِزُونَ

 

İsim cümlesidir.  اَصْحَابُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْجَنَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمُ  fasl zamiridir.Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْـفَٓائِزُونَ  haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْـفَٓائِزُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi فوز  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَسْتَـو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اَصْحَابُ النَّارِ  izafeti, يَسْتَـو۪ٓي  fiilinin failidir. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.  اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  izafeti atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Cihet-i câmia, tezattır.

اَصْحَابُ النَّارِ -  اَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. 

اَصْحَابُ النَّارِۚ (Ateş ashabı) ve  اَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ  ifadelerinde istiare vardır. Cehennemde ve cennette kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَاَصْحَابُ النَّارِۚ  (Ateş ashabı) ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir. اصحاب النار  (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır. 

Bu; aşırı gafletleri, akıbetlerini düşünmemeleri, o çarçabuk geçen dünyayı tercihe can atmaları ve arzularına tabi olmaları sebebiyle, sanki ‘cennet ile cehennemin farkını, ‘cennetlikle cehennemlik’ arasındaki muazzam ayrımı - kurtuluşun cennetliklere ait olduğunu - bilmiyorlarmış gibi insanlara yapılmış bir uyarı ve bildiridir. Dolayısıyla, bunun onlara öğretilmesi ve bu konuda uyarılmaları gerekmektedir. Tıpkı babasına karşı serkeşlik eden birini; “O senin baban!” diyerek babasını tanımayan biri konumuna koyman ve böylece onu iyilik ve şefkat gerektiren babalık hakkına karşı uyarman gibi. (Keşşâf) 

Cehennemliklerin önce zikredilmesi, eşit olmamayı bildiren kusurun, cennetlikler tarafından değil, onlar tarafından kaynaklandığını baştan bildirmek içindir. Zira ziyade ve noksanlık olarak farklı olan iki şey arasındaki eşitsizlik mefhumu, ziyadeli olanın ziyadesi cihetiyle de itibar edilebilse de ilk akla gelen, noksan olanın noksan bulunması cihetiyle olmasıdır. (Ebüssuûd)  


 اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْـفَٓائِزُونَ

 

Cümle beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  mübtedadır.  هُمُ  fasıl zamiridir.  الْـفَٓائِزُونَ  haberdir.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder ve muhatabın muhayyilesinde canlanmasını sağlar. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade etmiştir.

Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  هُمُ , maksur/mevsûf,  الْفَاسِقُونَ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Onların kurtuluşa erenlerden olduğu kesin bir dille bildirilmiştir.

هم  zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan  الْـفَٓائِزُونَ  ism-i fail vezninde gelmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Bunun manası, fasık olma özelliğinin, onlarda sabit olduğudur.  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْـفَٓائِزُونَ  cümlesinde  هُمُ  fasıl zamirinin kullanılması iddiaî kasrdır. Çünkü onların kurtuluşu ebedidir. Başkalarının kazancı ise yok sayılmıştır. (Âşûr) 

Bu ayet-i kerimede kazanma sıfatı cennet ashâbına izafî olarak tahsis edilmiştir. Cehennem ashabı bu sıfata nail olamaz. Bu ayet-i kerime önce cennet ve cehennem ashâbının aynı olmadığını ifade etmiş, sonra da cennet ehlinin istediği her şeye kavuşacağını, sevmediği hoşlanmadığı her şeyden uzaklaşacağını ifade etmek için fasl zamiri gelmesi güzel olmuştur. Yoksa bu medh makamında yeterli güzellik sağlanamazdı. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, müsnedin harfi tarifle marife olması ve isim cümlesi olmak üzere birden fazla tekid içeren çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

اَصْحَابُ - الْجَنَّةِۜ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَسْتَـو۪ٓي - الْـفَٓائِزُونَ  kelimelerinin arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Haşr Sûresi 21. Ayet

لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  ...


Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْ şayet
2 أَنْزَلْنَا biz indirseydik ن ز ل
3 هَٰذَا bu
4 الْقُرْانَ Kur’an’ı ق ر ا
5 عَلَىٰ
6 جَبَلٍ bir dağa ج ب ل
7 لَرَأَيْتَهُ onu görürdün ر ا ي
8 خَاشِعًا baş eğmiş خ ش ع
9 مُتَصَدِّعًا parçalanmış ص د ع
10 مِنْ -ndan
11 خَشْيَةِ korkusu- خ ش ي
12 اللَّهِ Allah
13 وَتِلْكَ ve bu
14 الْأَمْثَالُ misalleri م ث ل
15 نَضْرِبُهَا anlatıyoruz ض ر ب
16 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
17 لَعَلَّهُمْ umulur ki
18 يَتَفَكَّرُونَ düşünürler ف ك ر
Hemen bütün milletlerin edebiyatlarında heybetin, sağlamlığın ve yüksekliğin sembolü olarak yer alan ve yeryüzünde başı göğe değen yegâne coğrafî unsur gibi düşünüldüğünden insanların tasavvurlarını çokça etkilemiş olan dağ motifi üzerine kurulu bir temsile yer verilmektedir. Âyetin sonunda belirtildiği üzere burada herkesin anlatılmak istenen mânayı kolayca kavrayabilmesi için somut bir örnekten yararlanılmıştır; asıl amaç, Kur’an’ın içerdiği mesajın önemini ve ona muhatap olan insanın ne büyük sorumluluk altında bulunduğunu vurgulamaktır. Bu örnekle ilgili açıklamaları şöyle özetlemek mümkündür: Şayet bir dağa insana verildiği gibi şuur verilmiş olsaydı o heybet timsali eğilmez dağ bile Allah’ın sıfatlarını bilmenin ve sorumluluk duygusunun sonucu olarak O’nun azameti, kudreti ve evrendeki mutlak egemenliği karşısında sonsuz bir saygıyla eğilirdi; ama bununla kalmaz, O’na kulluk etmek için kendini parçalardı. İnsanlar ise genellikle omuzlarındaki yükü hissetmemek için direnmekte ve gaflet içinde ömürlerini tüketmektedirler. Burada dikkat çeken bir husus, yine âyetin sonunda ifade edildiği üzere, bu örnekten sonuç çıkarmanın da yine insana, daha doğrusu onun muhakeme yeteneğini kullanmasına bağlı olmasıdır (benzer bir temsil için bk. Ahzâb 33/72; Kur’an’ın âyetleri üzerinde düşünme gereği hakkında bk. Sâd 38/29). Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 303

لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ 

 

لَوْ , gayr-ı cazim şart harfidir.  اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  هٰذَا  işaret zamiri mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْقُرْاٰنَ  işaret zamirinden bedel olup fetha ile mansubdur. عَلٰى جَبَلٍ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

رَاَيْتَهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

خَاشِعاً  ve  مُتَصَدِّعاً  kelimeleri  رَاَيْتَهُ ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ  sebebiyyedir.  مِنْ خَشْيَةِ  car mecruru  مُتَصَدِّعاً ‘ a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰه lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُتَصَدِّعاً  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefa’ul babının ism-i failidir. خَاشِعاً  kelimesi, sülasi mücerredi  خشع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la istînâfiyeye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْاَمْثَالُ  işaret zamirinden bedel olup damme ile merf’ûdur.  نَضْرِبُهَا  haber olup mahallen merfûdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَضْرِبُهَا  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلنَّاسِ  car mecruru  نَضْرِبُهَا  fiiline mütealliktir.


لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir. لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَتَفَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ  cümlesi şarttır. 

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayette yakın için kullanılan işaret zamiri  هٰذَا ‘nın gelmesi, Kur’an’ın onlardan uzak olmadığına tariz içindir. (Âşûr)

الْقُرْاٰنَ  kelimesi  هٰذَا ’dan bedel veya atf-ı beyandır. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَلٰى جَبَلٍ  car mecruru, azamet zamirine isnadla tazim edilen  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Şartın cevabı  لَ  karinesiyle gelen  لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَاشِعاً  ve  مُتَصَدِّعاً  kelimeleri  رَاَيْتَهُ ‘deki zamirin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  

مِنْ خَشْيَةِ  car mecruru  مُتَصَدِّعاً ’a mütealliktir.  خَشْيَةِ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir. Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. 

اَنْزَلْنَا ‘da zikredilen azamet zamirinden  خَشْيَةِ اللّٰهِۜ  ifadesiyle gaib zamire geçişte iltifat sanatı vardır.

خَشْيَةِ - خَاشِعاً  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur’an’ın dağ gibi cansız ve akılsız bir şeye indirilmesi, bir faydası olmayacağı için aklen ve âdeten imkansızdır. Çünkü Kur’an’ın hedefi insanoğlunun hayat tarzını ıslah edip düzeltmektir. Bu yüzden bu ifade, Kur’an’ın yüceliğini bildirmek için لَوْ (eğer … olsaydı) şart edatıyla mübalağa ve gulûv olarak gelmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Bu, tıpkı [Şüphesiz, Biz bu emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk [da, onu eda etmemekten şiddetle kaçındılar…] (Ahzâb 33/72) ayetinde geçtiği gibi, bir canlandırma (tahyîl) olup [Biz insanlar için bu tür temsilî anlatımlara başvuruyoruz ki..] ifadesi de bunu ortaya koymaktadır. Amaç, kalbinin katılığı, Kur’an’ın tilaveti esnasında takınması gereken huşû ve Kur’an’ın korkutucu, caydırıcı ayetlerini pek düşünmemesine karşı insanı kınamaktır. (Keşşâf) 


وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la istînaf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, en güzel şekilde temyiz içindir.

تِلْكَ  mübteda,  الْاَمْثَالُ  mübtedadan bedeldir.

Misallere işaret edilen, tecessüm ve cem’ ifade eden  تِلْكَ  de istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ve  تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, Duhan/57, s. 190)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan  نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.  نَضْرِبُهَا - خَشْيَةِ اللّٰهِۜ   arasında iltifat sanatı vardır.

الْاَمْثَالُ - نَضْرِبُهَا  kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

‘’(Bu tür) temsilî anlatımlar’’ ifadesi ile hem bu temsîle hem de Kur’an’daki başka temsillere işaret edilmektedir. (Keşşâf) 

Bu, Kur’an’ın şanının yüceliğinin ve içerdiği öğütlerin tesirinin kuvvetinin temsilî anlatımıdır. Nitekim [İşte bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.] cümlesi de bunu ifade etmektedir. Bu kelam, kalbinin katılığından, tilavetini dinlediğinde haşyet duymamasından ve hakikatlerini az tefekkür etmesinden dolayı insanı kınamaktadır. (Ebüssuûd)  


لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

Ayetin, beyanî istînâf olarak fasılla gelen son cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede  لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. 

لَعَلَّ ‘nin haberi olan  يَتَفَكَّرُونَ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiş, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyhî de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar.  َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.  لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu) 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür.

Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi  لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. 

Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken,  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

يَتَفَكَّرُونَ "Tefekkür", ya yaratan hakkında veya yaratılanlar hakkında olur. Yaratan yani Allah hakkındaki tefekkür de ya zatı veya sıfatları hakkında olabilir. Allah'ın zatında tefekkür, şeriat tarafından yasak edilmiştir. Çünkü Allah'ın zatını, ancak Allah bilir. Fakat, Allah'ın vacibü'l-vücut oluşu, ezelî ve ebedî oluşu, hiçbir şeye muhtaç olmayan manasında samediyet cihetinden O'nun büyüklüğü, celâl ve yüceliği itibariyle zatında tefekkür caizdir. 

Sıfatlarında tefekküre gelince, sıfatlarının yüceliği hakkında tefekkür edilir. Şöyle ki, Cenabı Hakk'ın ilmi bütün malumatı ihtiva eder. Kudreti bütün eşyayı, iradesi bütün kainatı, işitmesi bütün işitilenleri, görmesi bütün görülenleri içerir. Diğer sıfatları da hep kemal mertebesindedir. 

Fiilleri hakkında tefekküre gelince; bu, fiillerinin şümulü, çokluğu, sağlamlığı ve en güzel şekilde meydana gelmesi yönünde olur. [O, her an yaratma ve tasarruftadır.] (Rahman 29) Yaratılanlar üzerinde tefekküre gelince, bu, ya gökler ve yerler üzerinde olur veya kıyametin dehşeti ve sonsuza dek ahiret hayatının halleri hakkında olur. (Rûhu’l Beyân)

 
Haşr Sûresi 22. Ayet

هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ  ...


O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 اللَّهُ Allah’tır
3 الَّذِي ki
4 لَا yoktur
5 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
6 إِلَّا başka
7 هُوَ O’ndan
8 عَالِمُ bilir ع ل م
9 الْغَيْبِ görülmeyeni غ ي ب
10 وَالشَّهَادَةِ ve görüleni ش ه د
11 هُوَ O
12 الرَّحْمَٰنُ Rahmân’dır (çok esirgeyen) ر ح م
13 الرَّحِيمُ Rahîm’dir (çok acıyan) ر ح م
Cenâb-ı Hak, “Allah” ismini en başa koyarak kendisinin bazı isim ve sıfatlarını özellikle anmakta, ardından en güzel isimlerin kendisine ait olduğunu hatırlatmaktadır. Kulluk bilincine erişmiş olanların taşıması gereken Allah korkusuna değinen 21. âyetin açıklaması mahiyetindeki bu âyetlerde bile önce Allah Teâlâ’nın birliğine, sonra ilminin sınırsızlığına, hemen bunların ardından da rahmet ve şefkatinin enginliğine yer verilmesi, Yüce Rabbimizi diğer isim ve sıfatlarını da unutmadan, ama her şeyden önce sevgi, şefkat ve bağışlayıcılık nitelikleriyle düşünmemiz ve bizim de bütün yaratılmışlara karşı bu tavrı öncelememiz gerektiğini gösterme açısından dikkat çekicidir. “En güzel isimler” diye çevirdiğimiz 24. âyetteki esmâ-i hüsnâ terimi, “Allah Teâlâ’nın en güzel niteliklerine ve en mükemmel anlamlara delâlet eden isimleri” demektir (bilgi için bk. A‘râf 7/180; “Allah” hakkında bk. Bakara 2/255; “Rahmân” ve “rahîm” hakkında bk. Fâtiha 1/1). Genellikle birden fazla mâna ile açıklanan esmâ-i hüsnâdan 23-24. âyetlerde geçenler için verilen başlıca anlamlar şöyledir: a) Melik: Egemenliğin mutlak sahibi, görünen ve görünmeyen âlemlerin yegâne mâliki, b) Kuddûs: Her türlü eksiklikten uzak, mutlak kemal sahibi, yaratılmışların tasavvur ve tasvirine sığmaz, kutsî, c) Selâm: Esenlik kaynağı, esenlik veren, selâmete çıkaran, d) Mü’min: Güven sağlayan, kendisine güvenilen, vaadine itimat edilen, gönlünü imana açanlara iman veren, kendisine güvenenleri korkudan emin kılan, e) Müheymin: Görüp gözeten, yöneten ve denetleyen, evrenin mutlak hâkim ve yöneticisi, f) Azîz: Üstün, yenilmeyen, mutlak güç sahibi, yegâne galip, izzet ve şanın asıl sahibi ve kaynağı, g) Cebbâr: İradesine sınır olmayan, murat ettiğini her durumda icra edebilen, hükmüne ve etkisine karşı direnilemeyen, yaratılmışların halini iyileştiren, yaraları saran, dertlere derman olan, erişilemez, yüceler yücesi, güç ve azamet sahibi, h) Mütekebbir: Büyüklüğü apaçık olan, azametini ortaya koyan, büyüklük ancak kendisine yaraşan, büyüklükte eşi olmayan, ı) Hâlik: Takdir ettiği gibi yaratan, i) Bâri’: Örneği olmadan yaratan, yaratmanın bütün evrelerindeki inceliklerin asıl kaynağı, j) Musavvir: Biçim ve özellik veren, yarattıklarının maddî ve mânevî, duyularla algılanan ve algılanamayan bütün şekil ve hususiyetlerini belirleyen, k) Hakîm: Bütün işleri ve buyrukları yerli yerince olan, hüküm ve hikmet sahibi. Sûre –ilk âyetinde olduğu gibi– göklerde ve yerde bulunanların hepsinin Allah’ı tesbih ettiği, O’nun azîz ve hakîm olduğu belirtilerek sona ermektedir. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 303-304

هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ  lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur. الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur.Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَالِمُ  kelimesi mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merf’ûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الشَّهَادَةِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

عَالِمُ  kelimesi, sülâsi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.  الرَّحْمٰنُ  haber olup lafzen merf’ûdur.  الرَّح۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merf’ûdur. 

الرَّحْمٰنُ - الرَّح۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır. 

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

هُوَ  mübteda,  اللّٰهُ  haberdir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli için sıfat konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Tahsisle tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir  هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır.  هُوَۚ  mevsûf/maksûrun aleyh,  اِلٰهَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

عَالِمُ الْغَيْبِ  izafeti, müsnedün ileyh olan  هُوَ  için ikinci haberdir.  الشَّهَادَةِۚ  tezat nedeniyle muzafun ileyh konumundaki  الْغَيْبِ ‘ye atfedilmiştir. 

الْغَيْبِ - الشَّهَادَةِۚ  ve  عَالِمُ - الْغَيْبِ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab , الشَّهَادَةِۚ - عَالِمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اللّٰهِ - اِلٰهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

الْغَيْبِ  ve  الشَّهَادَةِۚ  kelimelerinin başındaki elif lâm, istiğrak ifade eder. Yani O, görünen ve görünmeyen her şeyi bilir. Duyu organlarının hakkında bilgi sahibi olmadığı kutsî cevherleri ve hallerini, duyu organlarının hakkında bilgi edindiği cisimleri ve durumlarını, var olan ve olmayan her şeyi bilendir. (Rûhu’l Beyân-Âşûr) 

Cenab-ı Hak, görülmeyeni yani gaybı, görülenden yani şehadetten önce zikretti. Çünkü var olmada, görülmeyen, görülenden öncedir. Var olması cihetiyle de görülmeyip bilinmeyenlere Allah'ın ilminin ilgisi daha önceliklidir.Şunu bil ki, gaybı bilmenin Allah'a isnadı bize nisbetle olan gaybtır. Allah'a nispetle olan gayb değildir. Çünkü yerde ve göklerde hiçbir şey Allah'a gizli değildir. (Rûhu’l Beyân) 


هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. هُوَ  mübteda,  الرَّحْمٰنُ  haberdir. الرَّح۪يمُ  ikinci haberdir.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Dünya ve ahirette Cenab-ı Hakkın sonsuz rahmetini haber veren bu iki ismin belirtilmesinde Allah'ın rahmetinin büyüklüğüne dikkatleri çekmek, günahkâr kişilerin O'nun rahmetinden ümitlerini kesmemelerine müjde vardır. Aynı zamanda Cenab-ı Hakkın az ameli kabul edip, çok mükâfatlar vereceğini ifade etmesi bakımından da itaat edenlerin şevkini artırma vardır. (Rûhu’l Beyân) 

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

هُوَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الرَّح۪يمُ - الرَّحْمٰنُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

 
Haşr Sûresi 23. Ayet

هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...


O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 اللَّهُ Allah’tır
3 الَّذِي ki
4 لَا yoktur
5 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
6 إِلَّا başka
7 هُوَ O’ndan
8 الْمَلِكُ Melik’tir (padişahtır) م ل ك
9 الْقُدُّوسُ Kuddûs’tür (mukaddes) ق د س
10 السَّلَامُ Selâm’dır (esenlik veren) س ل م
11 الْمُؤْمِنُ Mü’min’dir (güvenlik veren) ا م ن
12 الْمُهَيْمِنُ Müheymin’dir (kollayıp koruyan) ه م ن
13 الْعَزِيزُ Azîz’dir (üstün galib) ع ز ز
14 الْجَبَّارُ Cebbâr’dır (istediğini zorla yaptıran) ج ب ر
15 الْمُتَكَبِّرُ Mütekebbir’dir (çok ulud) ك ب ر
16 سُبْحَانَ yücedir س ب ح
17 اللَّهِ Allah
18 عَمَّا
19 يُشْرِكُونَ ortak koşmalarından ش ر ك

هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْمَلِكُ  kelimesi mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur. الْمُتَكَبِّرُۜ , الْجَبَّارُ , لْعَز۪يزُ , الْمُهَيْمِنُ الْمُؤْمِنُ , السَّلَامُ  , الْقُدُّوسُ  atıf harfi وَ ‘la  اَلْمَلِكُ ‘e matuftur.  

الْقُدُّوسُ - السَّلَامُ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُؤْمِنُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

الْمُهَيْمِنُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir. 

الْمُتَكَبِّرُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tefâ’ul babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَز۪يزُ - الْجَبَّارُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

Ayet, mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, نسبّح (Tesbih ederiz) şeklindedir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  عنْ  harf-i ceriyle  سُبْحَانَ ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يُشْرِكُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Tazim makamında Allah Teâlâ’nın vahdaniyet sıfatı, ihtimam için tekrarlanmıştır. (Âşûr)

Zihinde yerleştirmek ve daha fazla izah için yapılan bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

هُوَ  mübteda,  اللّٰهُ  haberdir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli için sıfat konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Tahsisle tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir  هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır. هُوَۚ  mevsûf/maksûrun aleyh,  اِلٰهَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. 

اللّٰهِ - اِلٰهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur’ân-ı Kerîm dışında  هُوَ  zamirine pek ihtiyaç olmaz. Ancak bu ayetlerde izahı artırmak ve nefisde, haberle olan bağlantısını yerleştirmek için birçok kez geldiği göze çarpar. Onun ve haberinin tarifiyle tek bir ilâh olduğunu da ifade eder. Buna ilaveten bu zamirin zikriyle ayetlerde musikî açısından da bir ahenk oluşmuştur. Hazif olursa bu ahenk kaybolur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi s.157)

هُوَ  için haber olarak gelen  اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ  lafızlarının  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, müsnedün ileyhin bu vasıflarının kemâl derecede olduğuna işaret eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu vasıfların aralarında  وَ  olmaması, hepsinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ - السَّلَامُ - الْمُؤْمِنُ - الْمُهَيْمِنُ - الْعَز۪يزُ- الْجَبَّارُ- الْمُتَكَبِّرُۜ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. 

Allah'ın  الْقُدُّوسُ  oluşu, geçmişte ve halde, bütün kusurlardan münezzeh ve berî olduğuna bir işarettir.  السَّلَامُ  oluşu ise, gelecekte de hiçbir kusur ve noksanlığın O'na arız olmayacağına işarettir. Çünkü, kendisine bir kusur arız olan kimsenin, selamet ve esenliği zail olur, artık o  السَّلَامُ  olarak kalmaz. (Fahreddin er-Râzî)

الْقُدُّوسُ  kelimesi  قدس  masdarından alınmış, mübalağa ifade eden kalıplardandır.  قدس , nezahet ve temizlik manasındadır. Kuddûs de, herhangi bir noksanlığı gerektiren şeylerden ve her türlü ayıptan son derece nezîh ve yüce olan zat demektir. 

İbn Abbas (ra) şöyle der: الْمُؤْمِنُ , insanları zulmünden emin kılan, iman edenleri azabından muhafaza eden, demektir. Bu manaya göre  الْمُؤْمِنُ , korkutmanın zıddı olan emniyet ve güven vermek demek olan îman masdarından ism-i faildir.

İmam-ı Gazâlî (ra) dedi ki: ”Allah hakkında  الْمُهَيْمِنُ  kelimesinin manası, yarattıklarının amellerini, rızıklarını ve ecellerini gözetip idare eden demektir. Allah'ın yarattıkları üzerindeki gözetim ve idaresi; haberdar olmasıyla, hakimiyetiyle ve korumasıyladır. Bir şeyin asıl hüviyet ve mahiyetine gözcülük yapan herkes, ona hakimdir, onu koruyandır ve dolayısıyla onun üzerinde  الْمُهَيْمِنُ 'dir.

İmam-ı Gazâlî (ra) dedi ki: ”الْعَز۪يزُ , benzeri az olan, kendisine şiddetle ihtiyaç duyulan ve ulaşılıp elde edilmesi zor olan önemli şey demektir. Bu üç manayı kendisinde toplamayan şeye azîz denmez. 

الْجَبَّارُ , her şeyde iradesi icbar ve zorlama yoluyla geçerli olan, fakat onda hiçbir kimsenin iradesi geçerli olmayan demektir. (Rûhu’l Beyân) 

الْمُتَكَبِّرُۜ 'in anlamı Allah'ın kendisine yakışmayan her şeyden büyük ve yüce olmasıdır. Bu mana, kibriyadır yani büyüklüktendir. Tekebbürden yani büyüklenmekten değildir. Yücelikte mübalağadır. Allah hakkında kibriya, başkasına boyun eğmeye tenezzül etmemektir. Bunun içindir ki, insanlar hakkında bu sıfat, yasaklanmış kötü bir sıfattır. Allah hakkında ise, övgüye layık iyi bir sıfattır." (Rûhu’l Beyân)


سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

سُبْحَانَ اللّٰهِ  cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

سُبْحَانَ اللّٰهِ  izafeti, takdiri  نسبّح  (tesbih ederiz) olan fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Haberî formda gelen cümle, muktezâ-i zâhirin hilafına olarak dua manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  سُبْحَانَ ’ye mütealliktir. Sılası olan يُشْرِكُونَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hükmün illetini belirtmek, ikazı artırmak, telezzüz için lafz-ı celâlin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سُبْحَانَ اللّٰهِ  izafeti kısa yoldan izah ve muzâfın tazimi içindir.

 
Haşr Sûresi 24. Ayet

هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّـحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  ...


O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 اللَّهُ Allah
3 الْخَالِقُ Hâlik’dir (yaratan) خ ل ق
4 الْبَارِئُ Bâri’dir (var eden) ب ر ا
5 الْمُصَوِّرُ Musavvir’dir (biçim veren) ص و ر
6 لَهُ O’nundur
7 الْأَسْمَاءُ isimler س م و
8 الْحُسْنَىٰ en güzel ح س ن
9 يُسَبِّحُ tesbih ederler س ب ح
10 لَهُ O’nu
11 مَا bulunanlar
12 فِي
13 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
14 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
15 وَهُوَ ve O
16 الْعَزِيزُ Azîz’dir (mutlak galip) ع ز ز
17 الْحَكِيمُ Hakîm’dir (hükümdar herşeyi hikmetle yapan) ح ك م

هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur. الْخَالِقُ -  الْبَارِئُ - الْمُصَوِّرُ  kelimeleri lafza-i celâlin sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْاَسْمَٓاءُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْحُسْنٰى  kelimesi  الْاَسْمَٓاءُ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

الْمُصَوِّرُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir. 

الْخَالِقُ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلق  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْحُسْنٰىۜ  ism-i tafdildir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يُسَبِّـحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ

 

Cümle, mübteda  هُوَ ‘nin diğer bir haberi olup mahallen merfûdur.

Fiil cümlesidir.  يُسَبِّـحُ  damme ile merfû muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يُسَبِّـحُ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

يُسَبِّـحُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Haliye olması da caizdir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. هُوَ  mübteda, اللّٰهُ  haberdir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır. 

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden kasr, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere bir çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve devam ifade eden  الْخَالِقُ - الْبَارِئُ - الْمُصَوِّرُ  kelimeleri lafza-i celâl için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ’ya ait bu vasıfların aralarında  وَ  olmaması, hepsinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْمُصَوِّرُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Başlangıçtaki  هُوَ  zamirinin tekrarı, önceki ayette olduğu gibi tazim makamında Allah Teâlânın vahdaniyet sıfatına ihtimam içindir. Gaib zamir mübteda, .. اللّٰهُ الْخَالِقُ  cümlesi haberdir. … اللّٰهُ الْخَالِقُ  cümlesinde, her iki cüzün de marife olması, kasr ifade eder. (Âşûr)

هُوَ ‘nin ikinci haberi olan لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Bu cümle Allahın daha önce sayılan sıfatları için tezyildir. (Âşûr)

الْحُسْنٰىۚ  ile sıfatlanan  الْاَسْمَٓاءُ , muahhar mübtedadır.  الْحُسْنٰىۚ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْخَالِقُ  takdir eden,  الْبَارِئُ  yoktan var edip ortaya çıkartan, الْمُصَوِّرُ  suretleri şekillendirip onları değişik şekillerde terkib eden demektir. Buna göre suret vermek, yaratmaya ve yoktan meydana getirmeye terettüb eder ve bunlara tabidir. (Kurtubî)

Cenab-ı Hakk'ın isimlerini, üstünlük ifade eden ism-i tafdil sığasıyla vasıflandırmak, mutlak ziyadeliği ifade eder. Çünkü Allah'ın isimlerini, başka varlıkların isimlerine nispet etmenin hiçbir manası yoktur.  (Rûhu’l Beyân)

 

 يُسَبِّـحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ 

 

Cümle, mübteda olan  هُوَ ‘nin diğer bir haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُسَبِّـحُ  fiilinin faili olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın, îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Car mecrur  لَهُ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , ihtimam için fail olan mevsûle takdim edilmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek ve umum ifadesi içindir.

Gayr-ı akiller için kullanılan ism-i mevsul tağlib sanatı yoluyla akıllıları da kapsamıştır. 

فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِ ’nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


 وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟  sıfatları marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konuduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Önce gelen الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

Bu son iki ayette  هُوَ  zamirinin müsnedün ileyh olarak zikredilmesi, müsnedün ileyhi zihinde yerleştirmek ve daha fazla izah içindir. Kur’an-ı Kerîm dışında  هُوَ  zamirine pek ihtiyaç olmaz. Ancak bu ayetlerde izahı artırmak ve nefisde, haberle olan bağlantısını yerleştirmek için birçok kez geldiği göze çarpar. O’nun ve haberinin tarifiyle tek bir ilâh olduğunu da ifade eder. Buna ilaveten bu zamirin zikriyle ayetlerde musikî açısından da bir ahenk oluşmuştur. Hazif olursa bu ahenk kaybolur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i inteha sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Günün Mesajı
19. ayeti kerimede Allah (c.c.), ayetin diliyle Kendisi'ni unutanlara ve bu vesileyle müminlere şöyle sesleniyor: Siz, kendinizi de unuttunuz, kendinizin farkında değilsiniz. Başkalarını hep ölüme mahkum gördüğünüz halde kendiniz için ölümü hiç aklınıza getirmezsiniz. İş yapma ve zorluklara katlanma vakti hep yan çizer, fakat ücret alma zamanı daima ön sırayı kollarsınız. Günlük hayatınızda asla Allah'ı ve emirlerini, yasaklarını hatırlamak istemez, keyfinize göre yaşar, böylece dünyada var oluş gayenizi hiç düşünmezsiniz. Kendinizi bundan kurtarmak, ve siz ey müminler, aynı duruma düşmek istemiyorsanız, ölümü akıldan çıkarmayın ve ona hazır olun, ama dünyada mükâfat beklemeyi ve almayı düşünmeyin, gaye edinmeyin. Dünyada niçin varsınız ve varlık gayeniz size neyi gerektiriyor; kimin yolunda hangi gaye için çalışmalısınız, bunu asla aklınızdan çıkarmayın. Yoksa bir gün gelecek ve size denecektir: “Siz nasıl size vaad edilen bugüne ulaşmayı unuttunuz ve hiç hesaba katmadı iseniz, bugün de (af ve mağfiret konusunda) Biz sizi unutuyoruz. Barınağınız Ateş'tir ve size yardım edecek hiç kimse yoktur.” (Câsiye Sûresi, 45/34)
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan, hangi yolda yürümeyi seçerse seçsin ve ne kadar umursamaz olursa olsun, dünyadaki yarınlarına dair hep bir takım hazırlıklar içindedir. Kimisi daha gerçekçi iken, kimisi yaşanması zor meselelere hazırlanmakla vakit kaybeder. Kimisinin yarınları çabucak tükenirken, kimisinin ki ise hiç bitmeyecekmiş gibi hissettirir. Kimisi hazırlıklarının meyvesini dünyada yerken, kimisi de karşılığını ahirette alır. Yarınların hası olana ulaşıldığında, dünyadaki meselelerin çoğu anlamını yitirir. Hayat, bir rüya gibi hatırlandığında, boş işlere harcanan kalp ve kafa gücüne acınır. Anlaşılır ki, öğrenme güçlüğünün aslı buradadır. Ölümün ve bütün diğer uyarıların, dünyalıkların geçiciliğini hatırlatmasına rağmen, geçici anları sonu gelmeyecekmiş gibi yaşama ısrarına şaşırılır. Allah’ın yolundan uzaklaşan insan iyice şaşkınlaşır ve hazırlıksız yakalanır. Ölüm döşeğindeki bir yaşlı, evlatlarına şöyle dedi: Dünyanın yarınları uğruna harcanmayın ve Allah’a kul olmayı yarına ertelemeyin. Bugününüzü değerlendirerek, her kulun ulaşacağı bilinen yarına yani hesap gününe hazırlanın. Doğumlarınıza, düğünlerinize ve sınavlarınıza hazırlandığınızdan daha çok hazırlanın. Bu saydıklarım bir şekilde geçer gider ancak hesap günü öyle değildir. O günün bitişi, ebedi hayatın başlangıcıdır. Ey hatırlanmaya ve övülmeye en layık olan Allahım! Bizi, Sana itaatsizlikten sakınanlardan eyle. Unutanlardan ve unutulanlardan olmaktan muhafaza eyle. Dünyada hayırlı meşgaleler edinenlerden ve yardımın ile hesap gününe aydınlık yüzlerle varanlardan eyle. Ey en güzel isimlerin sahibi olan Allahım! Ya Melik! Ya Azîz! Ey alemlerin tek sahibi olan Allahım. Ya Kuddûs! Ya Muheymin! Ey her türlü noksanlıklardan uzak olan Allahım. Bizi, her halinde ve her anında Sana koşanlardan ve yalnız Sana sığınanlardan eyle. Ya Selâm! Ya Cebbar! Bizi selamete çıkardığın ve esenlik verdiğin kulların arasına kat. Ya Mu’min! Ya Hakîm! İmanlarımızı sağlamlaştır ve rahmetin ile bize iki cihanda da eman ver. Dünya hayatından, cennet hayatına ferahlıkla ulaşmamızı nasip eyle.

Amin.

***

Hakikat karşısında gözlerini ve kulaklarını kapatmayı seçen insan, özünün kıymetini bilmemektedir. Kur’an-ı Kerim’in kapağını açıp da kalbiyle okumayan, kendisini nasıl bir mucizeden mahrum bıraktığından habersizdir. Allah’ın yolundan uzaklaşan, ne iddia ederse etsin, eksiktir. Gaflet içinde yaşayan, ömrünü ve ahiretteki geleceğini boşa harcamaktadır.

Allah Teâlâ, Haşr suresinin son sayfasında şöyle buyurmaktadır: ‘Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün.’

Kur’an-ı Kerim’in ihtişamı karşısında, yeryüzünün en ihtişamlı süsü olan dağ boyun eğer ve tabiri caizse kendisini yok ederdi. Lakin, Allah’ın kelamını okuyacak ve itaat edecek akla, bedene ve kalbe sahip olan insan dönüp gider. Hiç kaybetmeyecekmiş ve hiç ölmeyecekmiş gibi yalancı bir cesarete sahiptir. Allah’ın huzuruna çıkmayacakmış gibi dünyanın peşindedir.

Tabiat olayları ve bedenî ya da kalbî hastalıklar gibi çeşitli zorluklara ve eninde sonunda öleceğini bilmesine rağmen salt yaşama hevesiyle dünyaya daha da sıkı sarılır. 

Ey Allahım! Bizi, Senin için yaşayanlardan eyle. İndirdiğin kelamın için Sana sonsuz kereler hamd olsun. İnanmayanlara, inanıp okumayanlara, nefsiyle okuyup yorumlayanlara, yanlışında ısrar edenlere ve emirlerine itaat etmeyenlere benzemekten muhafaza buyur. Kalbiyle okuyanlardan, kalbinde taşıyanlardan, ayetlerini düşünenlerden, amel edenlerden ve sımsıkı sarılanlardan eyle. Biz kitap olarak Kur’an-ı Kerim’den razıyız, Sen de bizden razı ol Rabbim!

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji