بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | kimseler |
|
2 | جَاءُوا | gelen(ler) |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | بَعْدِهِمْ | onlardan sonra |
|
5 | يَقُولُونَ | derler ki |
|
6 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
7 | اغْفِرْ | bağışla |
|
8 | لَنَا | bizi |
|
9 | وَلِإِخْوَانِنَا | ve kardeşlerimizi |
|
10 | الَّذِينَ |
|
|
11 | سَبَقُونَا | bizden önce |
|
12 | بِالْإِيمَانِ | inanmış olan |
|
13 | وَلَا | ve |
|
14 | تَجْعَلْ | bırakma |
|
15 | فِي |
|
|
16 | قُلُوبِنَا | kalblerimizde |
|
17 | غِلًّا | bir kin |
|
18 | لِلَّذِينَ | karşı |
|
19 | امَنُوا | inananlara |
|
20 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
21 | إِنَّكَ | elbette sen |
|
22 | رَءُوفٌ | çok şefkatli |
|
23 | رَحِيمٌ | çok merhametlisin |
|
Ehave أخو :
أخٌ kelimesinin aslı أخَوٌ şeklindedir. Kişinin aynı ana-babadan veya sadece birinden doğması yönüyle, ya da süt kardeşliğinde diğer ortağı/kardeşi anlamındadır.
Kabile, din, zanaat, muamele, alışveriş, sevgi ya da bunların dışındaki ilişkilerde başkasıyla ortaklık kuran herkesle ilgili müstear olarak kullanılır.
اُخْتٌ ise أخَوٌ kelimesinin dişilidir. Sonundaki و harfi hazfedilmiş yerine ت harfi getirilmiştir.
Kardeşlik manasındaki إخْوَةٌ sözcüğündeki ayrılmazlık/sürekli beraberlik anlamı göz önünde bulundurularak hayvanın bağlandığı ilmeğe de أخِيَّةٌ denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 96 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Âhi ocakları, ihvan ve uhuvvettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَٓاؤُ۫ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
جَٓاؤُ۫ damme ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِهِمْ car mecruru جَٓاؤُ۫ fiiline mütealliktir.
يَقُولُونَ ile başlayan cümle mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا ’dır. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا ’dir.
اغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiil olup dua manasındadır. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَنَا car mecruru اغْفِرْ ’in mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir.
لِاِخْوَانِنَا atıf harfi و ‘la makabline matuftur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِخْوَانِنَا ‘ nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَبَقُونَا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِالْا۪يمَانِ car mecruru, سَبَقُونَا fiiline mütealliktir.
وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَجْعَلْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
ف۪ي قُلُوبِنَا car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غِلاًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte غِلاًّ ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ’dır. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. رَؤُ۫فٌ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ۟ ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
رَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌ۟ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
Ayet atıf harfi وَ ‘la … الذين تبوّؤا cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. الَّذ۪ينَ müsnedün ileyh, … يَقُولُونَ رَبَّـنَا cümlesi, müsneddir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, tazim ve teşvik için olabilir.
Mübteda olan ism-i mevsûlun sılası olan جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Haber konumundaki يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmesine karşın, cümle emir anlamından çıkarak dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اِخْوَانِنَا için sıfat konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
الَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَعْدِهِمْ - سَبَقُونَا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اٰمَنُوا - بِالْا۪يمَانِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onlardan sonra gelenlere de ifadesi, 9. ayette zikredilen muhacirlere atfedilmiş olup bunlar daha sonra hicret edenlerdir. Bunların, en güzel biçimde (ashaba) uyanlar (yani tabiûn) olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesi, nidanın cevabına atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ف۪ي قُلُوبِنَا car mecruru تَجْعَلْ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. غِلاًّ birinci mef’ûldür.
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûlü, başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte غِلاًّ ’e mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Mef’ûl olan غِلاًّ ‘in nekreliği, kıllet, nev ve umum içindir. Olumsuz siyakta tenkir, umum ve şumûle işarettir.
الغِلُّ , haset ve buğz demektir. (Âşûr)
ف۪ي قُلُوبِنَا ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla قُلُوبِ , mazruf mesabesindedir. Kalplerinde kin bulundurmamayı, mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf, istila manası taşıyan عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Kalpte kine sahip olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü kalpler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
Bu ayetler, bütün müminleri içine alır. Çünkü müminler, ya muhacirdir, ya ensardır, yahut da onlardan sonra gelenlerdir. Allah Teâlâ, muhacir ve ensarlardan sonra gelenlerin halinin, kendilerinden önce geçmiş olan bu ensar ve muhacirini dua ve rahmetle anmak olduğunu beyan etmiştir. Dolayısıyla kim böyle olmaz, aksine onları kötülükle anarsa, haklarında kötü konuşursa, bu ayetin nassına (açık ifadesine) göre, müminlerin dışına çıkmış olur. (Fahreddin er-Râzî)
Denildi ki: ”Onlar, evvela kendilerinin mağfiret olunmasını istediler. Zira meşhurdur ki, kulun evvela kendisinin mağfiret olunması lazımdır ki, başkaları hakkında yaptığı dualar kabul olunsun." Bu ayette mağfiret olunmadan önce günahkâr insanların yaptıkları duaların kabul olunmayacağına dair bir hüküm vardır. Fakat haberlerin ifadesine göre hakikat böyle değildir. Gerçek şu olabilir: Dua ve istiğfarda kişinin kendi nefsini takdim etmesi nefsinin kendisine her nefisden daha yakın olmasındandır. Üstelik Allah'tan mağfiret istemede, günahını itiraf vardır. Kul için en güzel olanı, evvela kendi günahını görmesidir. Bazı tefsirlerde böyle söylenmiştir. (Rûhu’l-Beyân)
رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber konumundaki Allah’ın رَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin fasılası, tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
اِنَّ ile, haberdeki mübalağa sıygalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. Bunları söylememin sebebi, bu fasılanın şibhi kemal-i ittisal yolu ile öncesindeki manayı tekid ederek gelmesidir. Zira öncesindeki manalar bu şekilde bir müjdeleme ihsanının sebebini merak ettirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)
رَبَّـنَٓا - الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada "Muhakkak müminler kardeştirler." (Hucurât, 49/10) ayetince müminlerin kardeşliği gereğine, yani imanın sonucu olarak birbirlerini sevmeleri, büyüklerine hürmet göstermeleri ve insanlık icabı meydana gelen kusurlarına bakmayıp, kendileri gibi bağışlanmalarına dua etmeleri ve hiç bir mümine kin beslememeleri lüzumuna tenbih edilmiştir. İşte Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ten maksad, "Peygamber (sav) size ne verdiyse onu alın.." (Haşr, 59/7) ayetince bu ahlaka uymayı, bir hareket tarzı kabul etmektir. Bu ise, iyiliği emredip, kötülükten sakındırma vazifesini ihmal etmek değil. ["İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler.."] (Tevbe, 9/71) ayeti gereğince müminliğin alameti olan, o vazifenin yerine getirilmesinden memnun olup, ["İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın ve Allah'tan korkun."] (Mâide, 5/2) ayetine göre yardımlaşmak ["Birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler.."] (Asr, 104/3) ayetindeki tavsiyeye sarılmaktır. (Elmalılı, Âşûr)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا يَقُولُونَ لِاِخْوَانِهِمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَداً اَبَداًۚ وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | نَافَقُوا | iki yüzlülük eden |
|
6 | يَقُولُونَ | derler |
|
7 | لِإِخْوَانِهِمُ | kardeşlerine |
|
8 | الَّذِينَ |
|
|
9 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
10 | مِنْ | -nden |
|
11 | أَهْلِ | ehli- |
|
12 | الْكِتَابِ | kitap |
|
13 | لَئِنْ | eğer |
|
14 | أُخْرِجْتُمْ | siz çıkarılırsanız |
|
15 | لَنَخْرُجَنَّ | mutlaka biz de çıkarız |
|
16 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
17 | وَلَا | ve |
|
18 | نُطِيعُ | ita’at etmeyiz |
|
19 | فِيكُمْ | sizin aleyhinize |
|
20 | أَحَدًا | hiç kimseye |
|
21 | أَبَدًا | asla |
|
22 | وَإِنْ | ve şayet |
|
23 | قُوتِلْتُمْ | sizinle savaşılırsa |
|
24 | لَنَنْصُرَنَّكُمْ | mutlaka size yardım ederiz |
|
25 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
26 | يَشْهَدُ | şahidlik eder |
|
27 | إِنَّهُمْ | onların |
|
28 | لَكَاذِبُونَ | yalancı olduklarına |
|
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
تَرَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlü اِلَى harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası نَافَقُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
نَافَقُوا damme ile merfû muzâri fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
نَافَقُوا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi نفق ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
يَقُولُونَ لِاِخْوَانِهِمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ
Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لِاِخْوَانِهِمُ car mecruru يَقُولُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِخْوَانِهِمُ ‘un sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ اَهْلِ car mecruru كَفَرُوا ‘deki failinin mahzuf haline mütealliktir. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَداً اَبَداًۚ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
اُخْرِجْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamiri تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. نُخْرِجَنَّكَ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
مَعَكُمْ zaman zarfı نُخْرِجَنَّكُمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا نُط۪يعُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُط۪يعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. ف۪يكُمْ car mecruru نُط۪يعُ fiiline mütealliktir. اَحَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَبَداً zaman zarfı نُط۪يعُ fiiline mütealliktir.
اُخْرِجْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
نُط۪يعُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. İstînâfiyye olması da caizdir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.
قُوتِلْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. نَنْصُرَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قُوتِلْتُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
يَشْهَدُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَشْهَدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَاذِبُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَاذِبُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiile dahil olan لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze istifham harfidir. Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, taaccüp ve inkâr manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle bu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَرَ fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)
Kur’an'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)
Mecrur mahaldeki ألذ۪ينَ has ism-i mevsûlü, başındaki الي harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline mütealliktir. Sılası olan نَافَقُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا [Münafıklık edenleri görmedin mi?] ayetindeki sorudan maksat inkâr ve hayrete düşürmektir. (Safvetü’t Tefâsir)
Râğıb der ki: النفق Nefak, önü açık yol, tünel manalarına gelir. Köstebek yuvasına da نافقاء denir. النفاق Nifak da bu manadan gelmektedir. Nifak, şeriatin bir kapısından girip öteki kapısından çıkmaktır. (Rûhu’l-Beyân)
يَقُولُونَ لِاِخْوَانِهِمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَداً اَبَداًۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِاِخْوَانِهِمُ car mecruru يَقُولُونَ fiiline mütealliktir. لِاِخْوَانِهِمُ için sıfat konumundaki الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ car mecruru كَفَرُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ cümlesinde لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. Kasemin cevabının delaletiyle şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اُخْرِجْتُمْ fiili, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder. Şeddeli nun (ن), fiilin üç defa pekiştirilmesini, şeddesiz nun (ن) ise fiilin iki defa pekiştirilmesini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَداً اَبَداًۚ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle kasemin cevabına atfedilmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eden muzari fiiller, tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
ف۪يكُمْ car mecruru ve اَبَداًۚ zaman zarfı نُط۪يعُ fiiline mütealliktir. Mef’ûl olan اَحَداً ‘deki nekrelik kıllet, nev ve umum ifade eder. Nehiy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
اُخْرِجْتُمْ - نَخْرُجَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الَّذ۪ينَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نَافَقُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
"Kitap ehlinden inkâr eden dostları" ndan maksat, Beni Nadir kabilesidir. Dostlutan maksat da, ya küfürde birbirlerine olan uygunluklarıdır, çünkü küfür tek bir millettir. Veya onlarla olan sadakat ve dostluklarıdır. (Rûhu’l-Beyân)
وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Şart üslubunda gelen terkipte, şart cümlesi olan قُوتِلْتُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ cümlesi, matufun aleyhteki mahzuf kasem için ikinci cevaptır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattiedir.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir. 2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi. 3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَاللّٰهُ يَشْهَدُ
وَ , itiraziyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اللّٰهُ mübteda, يَشْهَدُ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Haberin müspet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Cümle kasemin cevabı veya beyânî istîinâf ya da يَشْهَدُ fiilinin tefsiridir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade cümlenin taşıdığı hükümdür. (Süyûtî, el-İtkan , İtkan, c. 2, s. 176)
لَكَاذِبُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Ayet-i kerimede zikredilen "Münafıklardan maksat, Abdullah b.Übey b.Selul ve arkadaşlarıdır. "Kitap ehli"nden maksat, ise Medine'den kovulan Nadr oğulları Yahudileridir. Resulullah’ın bu Yahudileri kuşatması sırasında münafıklar bunlara adam göndererek yerlerinden ayrılmamalarını, müstahkem mevkilerinde kalmalarını, onları kimseye teslim etmeyeceklerini, savaşırlarsa onlarla beraber savaşacaklarını, Medine'den çıkarılırsa onlarla beraber çıkıp gideceklerini söylemişlerdir. Bu vaatleri bekleyen Yahudiler, münafıklardan hiçbir destek görmemişlerdir. Allah onların kalplerine korku salmış ve develerinin götürebileceği kadar mal alıp şehri terk etmek istemişler Resulullah da onlara müsade vermiştir. (Taberî, Âşûr)
“Allah onların yalancı olduklarına şahitlik eder.” Onların, Yahudilere verdikleri sözlerde yalancı olduklarına şahitlik eder. Bunda, peygamberliğin doğruluğuna delil vardır. Çünkü bu gaybdan haber vermedir. (Nesefî)
لَئِنْ اُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْۚ وَلَئِنْ قُوتِلُوا لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَئِنْ | andolsun eğer |
|
2 | أُخْرِجُوا | onlar çıkarılsalar |
|
3 | لَا |
|
|
4 | يَخْرُجُونَ | çıkmazlar |
|
5 | مَعَهُمْ | onlarla beraber |
|
6 | وَلَئِنْ | ve eğer |
|
7 | قُوتِلُوا | onlarla savaşılsa |
|
8 | لَا |
|
|
9 | يَنْصُرُونَهُمْ | onlara yardım etmezler |
|
10 | وَلَئِنْ | ve eğer |
|
11 | نَصَرُوهُمْ | yardım etseler bile |
|
12 | لَيُوَلُّنَّ | dönüp kaçarlar |
|
13 | الْأَدْبَارَ | arkalar(ın)a |
|
14 | ثُمَّ | sonra |
|
15 | لَا |
|
|
16 | يُنْصَرُونَ | kendilerine de yardım edilmez |
|
لَئِنْ اُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْۚ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
اُخْرِجُوا şart fiili olup damme üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zahir olan çoğul و 'ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لَا يَخْرُجُونَ kasemin cevap cümlesidir. Kasemin cevabının delaletiyle şartın cevabı mahzuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَخْرُجُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَهُمْ car mecruru يَخْرُجُونَ fiiline mütealliktir.
اُخْرِجُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلَئِنْ قُوتِلُوا لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
قُوتِلُوا şart fiili olup damme üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zahir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لَا يَنْصُرُونَهُمْ kasemin cevap cümlesidir. Kasemin cevabına delaletle şartın cevabı mahzuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْصُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
نَصَرُوهُمْ şart fiili olup damme üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. يُوَلُّنَّ fiili mahzuf نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ’ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur.
Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. الْاَدْبَارَ۠ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ثُمَّ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır.
ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْصَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لَئِنْ اُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْۚ
Ayet ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Mahzuf kasemle birlikte, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan اُخْرِجُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اُخْرِجُوا fiili, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْ cümlesi kasemin cevabıdır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اُخْرِجُوا - لَا يَخْرُجُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sadri sanatları vardır.
Abdullah İbn-i Übey ve arkadaşları Beni Nâdire adamlarını gönderip gizli olarak yardım vadettiler. Sonra vaatlerinden döndüler. Yani Abdullah İbn-i Übey: ”Ey Nadiroğulları! Yurtlarınızdan çıkmayınız, kalelerinizde ikamet ediniz. Benim yanımda kavmimden ve diğer Araplardan iki bin kişi vardır. Size ulaşmadan evvel bunlar, sizin kalenize girerler, sizi müdafaa için gerekirse hepsi canlarını verirler. Ayrıca size Kureyza ve Gatafan Kabilesinden olan müttefikleriniz de yardım ederler." Evinde oturup bu vaatlerde bulunan mel'un İbn-i Übey'in sözleri Beni Nadir'in hoşuna gitti, onları ümitlendirdi. Fakat Beni Nâdir'in ileri gelenlerinden Selâm İbn Mişkem, Beni Nâdir'in idaresini üstlenen Huyey İbn Ahteb'e şöyle söyledi: ”Ey Huyey! Allah'a yemin olsun ki, İbn-i Übey'in sözü asılsızdır, hiçbir değeri yoktur. Seni oyuna getirip tehlikeye atmak istiyor. Ta ki Muhammed ile harp edesin, kendisi de evinde oturup seni yalnız bırakıp terk etsin." Huyey dedi ki: ”Biz Muhammed'e olan düşmanlığı bırakmayız. O'nunla mutlaka savaşacağız." Bunun üzerine Selâm: ”Allah'a yemin olsun ki bu, vatanımızdan sürülüp çıkarılmak, mallarımızın elden gitmesi, çoluk çocuğunuzun esir edilmesi ve savaşanlarımızın öldürülmesi olacaktır."
Nihayet surenin başında geçtiği gibi olan oldu. Burada Resul-i Ekrem (sav)'in risaletinin hakkaniyetine ve Kur'an-ı Kerim'in mucize olduğuna dair apaçık delil vardır. (Rûhu’l-Beyân)
وَلَئِنْ قُوتِلُوا لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ
Cümle atıf harfi وَ ‘la önceki kasem cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Mahzuf kasemle birlikte, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan لَئِنْ قُوتِلُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
قُوتِلُوا fiili, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
لَا يَنْصُرُونَهُمْ cümlesi, kasemin cevabıdır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ fiilinde irsâd sanatı vardır.
Önceki ayetteki وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ cümlesiyle, cümlesi mukabele oluşturmuştur.
وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ
Cümle atıf harfi وَ ‘la … لَئِنْ اُخْرِجُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Terkip, mahzuf kasemle birlikte kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ۠ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder. Şeddeli nun (ن), fiilin üç defa pekiştirilmesini, şeddesiz nun (ن) ise fiilin iki defa pekiştirilmesini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle ثُمَّ atıf harfi ile kasemin cevabına atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
ثُمَّ , hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
لَا يُنْصَرُونَ fiili, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
لَا يُنْصَرُونَ - نَصَرُوهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ - لَا يُنْصَرُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُنْصَرُونَ fiilindeki zamir yahudilere veya münafıklara aittir.
لَيُوَلُّنَّ - الْاَدْبَارَ۠ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şart ve kasem harfleri لَئِنْ ‘in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لنَّصْرُ ‘dan kasıt الغَلَبُ galip gelmektir. (Âşûr)
Arapçada الْاَدْبَارَ۠ kelimesi دبر - dübür kelimesinin çoğuludur. دبر , ön tarafın karşıtı yani arka demektir. “Sırtları çevirmek”, bozguna uğramaktan kinayedir. Bozguna uğramak arkayı çevirmeyi gerektirir. (Rûhu’l-Beyân)
لَاَنْتُمْ اَشَدُّ رَهْبَةً ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
لَاَنْتُمْ اَشَدُّ رَهْبَةً ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنَ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. لَ , ibtidaiyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. رَهْبَةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪ي صُدُورِهِمْ car mecruru اَشَدُّ ‘nun zamirine mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَشَدُّ ‘ye mütealliktir.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. قَوْمٌ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
لَا يَفْقَهُونَ cümlesi قَوْمٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır
يَفْقَهُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَاَنْتُمْ اَشَدُّ رَهْبَةً ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنَ اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. لَ ibtidâiyye olup tekid ifade eder. اَنْتُمْ mübteda, اَشَدُّ haberdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh olan اَشَدُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
رَهْبَةً temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
الرَّهْبَةُ , burada رَهِبَ ‘nin masdarıdır ve خافَ (korkmak) manasındadır. (Âşûr)
Arapçada الرهبة ”rahbe", sıkıntı ve hüzünle karışık korku demektir. Burada hitap Müslümanlaradır. Halbuki Müslümanlar korkmamışlar, tam tersine münafıklar korkmuşlardır. Yani muhataplar korkanlar değil, korkulanlardır. (Rûhu’l-Beyân)
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
ف۪ي صُدُورِهِمْ car mecruru اَشَدُّ ’daki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru ise اَشَدُّ ’ye mütealliktir.
Hitabın Hz.Peygamber ve beraberindeki müminlere olduğu ayette mütekellim, Allah Teâladır. Dolayısıyla, lafz-ı celâlde tecrîd sanatı vardır.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle dikkatleri çeker.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden هُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَا يَفْقَهُونَ cümlesi قَوْمٌ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
İşaret isminde istiare vardır. Ayette ذَ ٰلِكَ kelimesi, kafirlerin durumuna işaret etmektedir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي صُدُورِهِمْ ‘deki هِمْ hakkında iki görüş vardır:
Birincisi: Onlar münafıklardır, bunu Mukâtil, demiştir.
İkincisi: Nadiroğulları’dır, bunu da Ferrâ’ demiştir. (Zâdu’l Mesîr)
بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ Onların, sizden gizledikleri korkularının, size açıkladıkları Allah korkularından daha şiddetli olmasının sebebi şudur: Onlar, hiçbir şey anlamıyorlar ki, Allah'ın azametini anlasınlar da, hakkıyla O'ndan korksunlar. (Ebüssuûd, Âşûr)
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يُقَاتِلُونَكُمْ | onlar sizinle savaşamazlar |
|
3 | جَمِيعًا | toplu olarak |
|
4 | إِلَّا | ancak (savaşırlar) |
|
5 | فِي | içinde |
|
6 | قُرًى | kaleler |
|
7 | مُحَصَّنَةٍ | müstahkem |
|
8 | أَوْ | yahut |
|
9 | مِنْ | -ndan |
|
10 | وَرَاءِ | ardı- |
|
11 | جُدُرٍ | duvarların |
|
12 | بَأْسُهُمْ | onların çekişmeleri |
|
13 | بَيْنَهُمْ | kendi aralarında |
|
14 | شَدِيدٌ | şiddetli |
|
15 | تَحْسَبُهُمْ | sen onları sanırsın |
|
16 | جَمِيعًا | toplu |
|
17 | وَقُلُوبُهُمْ | ama kalbleri |
|
18 | شَتَّىٰ | dağınıktır |
|
19 | ذَٰلِكَ | öyledir |
|
20 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
21 | قَوْمٌ | bir topluluktur |
|
22 | لَا |
|
|
23 | يَعْقِلُونَ | düşünmez |
|
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُقَاتِلُونَكُمْ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَم۪يعاً kelimesi يُقَاتِلُونَكُمْ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا istisna harfidir. ف۪ي قُرًى car mecruru يُقَاتِلُونَكُمْ fiiline mütealliktir. مُحَصَّنَةٍ kelimesi قُرًى ‘nın sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
kelimesi atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ وَرَٓاءِ car mecruru atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ
İsim cümlesidir. بَأْسُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَ mekân zarfı, شَد۪يدٌ ‘ e mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَد۪يدٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ
Fiil cümlesidir. تَحْسَبُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَم۪يعاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ haliyyedir. قُلُوبُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شَتّٰى mübtedanın haberi olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. قَوْمٌ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
لَا يَعْقِلُونَ cümlesi قَوْمٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır
يَعْقِلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelam olan cümle, kasr üslubuyla tekid edilmiştir. لَا ve اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiil ve car mecrur arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Onların savaşması, yüksek kaleler içinde olmalarına hasredilmiştir.
جَم۪يعاً kelimesi يُقَاتِلُونَكُمْ ‘deki failin halidir. Hal; anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
haldir.
مُحَصَّنَةٍ kelimesi يُقَاتِلُونَ ‘ye müteallik olan قُرًى için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. قُرًى ‘daki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
قُرًى kelimesi قَرْيَةٍ kelimesinin cemisidir. (Âşûr)
مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ car mecruru اَوْ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir.
جُدُرٍۜ - cüdur, جدار ‘ın çoğuludur. Bir yeri kuşatması cihetiyle duvara الحائط , yüksekliği ve görünmesi itibariyle de جدار denir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. بَأْسُهُمْ mübteda, شَد۪يدٌ haberdir.
بَأْسُ , güç, kuvvet, hızlı savaş, sıkıntı ve azap gibi bir kaç manaya gelir. (Elmalılı)
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mekan zarfı بَيْنَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.
شَد۪يدٌۜ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Bu cümle, daha evvelki cümleden anlaşılan mukadder soruya cevaptır. Ve şunu açıklamaktadır: Onların yukarıda anlatılan korkuları, zayıflıklarından ve kendilerinde olan bir korkudan değildir. Çünkü, harp ve savaşları emsallerine nisbetle çetindir. Onların zafiyet ve korkuları, size karşıdır. Allah (cc) onların kalplerine size karşı bir korku salmıştır. Aynı zamanda Allah ve Resulü ile harp etmeye kalkışan kişi, cesaretli de olsa korkar, güçlü de olsa zelil ve perişan olur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَم۪يعاً kelimesi, تَحْسَبُ fiilinin mef’ûlüdür. Kelimedeki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
Hal وَ ’ıyla gelen وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰى cümle, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
قُلُوبُهُمْ mübteda, شَتّٰى haberdir.
جَم۪يعاً (toplu) - شَتّٰى (darmadağınık) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
جَم۪يعاً kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَتّٰىۜ kelimesi, شتيت kelimesinin çoğuludur. مريض ve مرضى gibi. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Bu ayette, müminlerin kalplerini Yahudilerle savaşmaya karşı şecaatlendirme vardır. Ayet şunu da ifade ediyor: Mümine yakışan, maddî ve manevî yönden ittifak ve birliktir. Nitekim Resulullah (sav)'ın zamanındaki müminler (ashap) birlik ve beraberlik içerisindeydiler. Denir ki: ittifak kuvvettir, ayrılık felakettir. Düşman olan şeytan, ayrılıklar içerisinde arzusuna kavuşur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle dikkatleri çeker.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَا يَعْقِلُونَ cümlesi قَوْمٌ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
İşaret isminde istiare vardır. Ayette ذَ ٰلِكَ kelimesi kâfirlerin durumuna işaret etmektedir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Kalp dağınıklığının, gücü zayıflatan ve ruhun aleyhine işleyen bir şey olduğunu “akletmeyen bir topluluk…” manasındadır. (Keşşâf)
Bu cümle, önceki ayetin son cümlesiyle bir kelime hariç aynıdır. Bu cümleler arasında ıtnâb, cinas ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Allah (cc) Kur'an-ı Kerim'de dinde anlayış, ilim ve kafayı çalıştırmanın her birisinin olmayışı sebebiyle kâfirleri zemmedip kınamıştır. Râğıb dedi ki: ”Fıkıh, zahir ilimler vasıtasıyla gayb ilmine ulaşmaktır." Şu halde fıkıh, ilimden daha hususidir. İlim, eşyayı hakikatıyla idrak edip anlamaktır. Bu da nazarî (teorik) ve amelî (pratik) kısımlarına ayrılır. Diğer bir yönüyle aklî ve naklî diye ikiye bölünür. Akıl, ilmi kabul etmeye hazır kuvvete denir. İnsanın bu kuvvetle elde etmiş olduğu ilme de akıl denilir. İşte Cenab-ı Hak kâfirlerden fıkhı, ilmi ve aklı kaldırmıştır. Böylece hayvanlar gibi oluvermişlerdir. (Rûhu’l Beyân)
كَمَثَلِ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يباً ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَمَثَلِ | durumu gibidir |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önceki |
|
5 | قَرِيبًا | yakın zaman |
|
6 | ذَاقُوا | tadmışlardır |
|
7 | وَبَالَ | vebalini |
|
8 | أَمْرِهِمْ | yaptıklarının |
|
9 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
10 | عَذَابٌ | bir azab |
|
11 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
كَمَثَلِ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يباً ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ
İsim cümlesidir. كَمَثَلِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri, مثلهم (Onların hali) şeklindedir.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَر۪يباً zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.
ذَاقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. وَ atıf harfidir. بَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَمْرِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۚ
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfat olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَمَثَلِ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يباً
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesinde كَ , misli manasında teşbih harfidir. Car mecrur كَمَثَلِ , takdiri مثلهم (Onların hali) olan mukadder mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Muzâfun ileyh konumunda olan cemi müzekker has ismi mevsul الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَر۪يباً zaman zarfı, onlardan öncesindeki zamana taalluk eder.
Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يباً Bunda üç görüş vardır:
Birincisi: Onlar Kaynuka oğullarıdır, Resulullah (sav) ile barış yapmışlardı, sonra hiyanet ettiler, Müslümanlar da onları abluka altına aldılar, sonra da malları, kadınları ve çocukları kendilerinin olmak üzere verdiği hükmü kabul ettiler. Mana da şöyledir: Nadiroğullarının hali kendilerine yapılan şeyde Kaynukaoğullarının hali gibidir.
İkincisi: Onlar Bedir savaşındaki Kureyş kâfirleridir, bunu da Mücâhid, demiştir. Mana da şöyledir: Bu Yahudilerin hali kendilerinden az önceki müşriklerin hali gibidir. Çünkü Nadır oğulları savaşı ile Bedir gazası zaman itibarı ile birbirine yakın idi.
Üçüncüsü: Onlar Kurayza oğullarıdır, Mana da şöyledir: Nadir oğullarının hali Kureyza oğullarının hali gibidir. (Zâdu’l Mesîr)
Beni Kaynuka vakasını İbnü Kesîr, "el-Kâmil" adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: "Resulullah (sav) Medine'ye hicret ettiği zaman yahudilerle bir anlaşma yapmıştı. Bedir'den galibiyetle döndüğü zaman kıskançlık ettiler. İlk defa Beni Kaynuka yahudileri kıskançlık gösterip anlaşmalarını bozdular. Resulullah (sav) onların bu kıskançlıklarını işittiği zaman kendilerini Beni Kaynuka çarşısına topladı ve dedi ki: "Kureyş'in başına gelenlerden sakının, İslâm'a girin. Çünkü benim Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğumu anladınız." Bunun üzerine, "Ya Muhammed! Harp etmesini bilmeyen bir kavimle karşılaştın da onlardan bir fırsat yakaladın. Sakın buna aldanma!" dediler. Peygamber'le aralarındaki anlaşmayı ilk defa bozan bu yahudiler oldular. Bir gün müslüman bir kadın Beni Kaynuka çarşısına gitmiş, zinet eşyalarından bir şey için bir kuyumcunun yanında oturmuştu. Bu sırada onlardan bir adam kadının yanına gelerek (habersizce) fistanını arkasından sırtına kadar kesmişti. Kadın farkına varmadan aniden kalkınca avret mahalli açılıvermiş bundan dolayı da üzerine gülmüşlerdi. Bunun üzerine müslümanlardan birisi de o adamı vurup öldürmüştü. Olayı öğrenen Beni Kaynuka yahudileri hemen Resulullah'a karşı ahidlerini bozup, yahut bozduklarını ilân edip kalelerine girdiler ve siperlere çöktüler. Resulullah (sav) da hareket edip onları on beş gün muhasara altında tuttu. Nihayet Peygamber'in hükmüne teslim olarak kaleden indiler. Kolları arkalarına bağlandı, zira öldürüleceklerdi. Bunlar Hazrec kabilesinin müttefikleri idiler. Abdullah b. Übey b. Selül kalkıp onların hakkında Hz Peygamber'le konuştu. Resulullah hiç cevap vermedi. Abdullah elini Peygamber'in yakasına koydu. Bundan dolayı Peygamber'in yüzünde kızgınlık alâmeti belirmişti. Abdullah'a "Bırak!" dedi. O da, "Üç yüz silahlı, dört yüz silahsız dostumu bana bağışlayıncaya kadar bırakmam. Bunlar, Benî Ahmer ve Esved'e karşı müdafaada bulundular. Vallahi bir karışıklık olmasından korkarım." dedi. Bunun üzerine Resulullah da, "Haydi senin olsunlar, Allah onlara lanet etti, oradan çıkartın ve sürün." dedi. Abdullah da beraberce lanet etti. Böylece yurtlarından çıkarıldılar, malları müslümanlara ganimet olarak kaldı. Ancak arazileri yoktu, çünkü kuyumcu idiler. Ensâr'dan Übâde b. Samit onları çıkarıp Zebbâ'ya kadar götürdü. Sonra oradan Şam tarafına, Ezriat'a kadar gittiler. Orada da çok kalmadan tarih sahnesinden silindiler. "İşte Beni Nadir'den az önce geçenler ve yaptıklarının vebâlini tadanlar, Bedir'den sonra bu topluluktur. Bunlar hicretin yirminci ayında Şevval içerisinde sürülmüşlerdi. Beni Nadir olayı da hicretin dördüncü senesi Rebiülevvel ayında olmuştu. Bu, yahudilerin hali idi. (Elmalılı)
ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ [Onlar (Bedir’de) yaptıklarının cezasını tatmışlardır.] ifadesi istiaredir. Işlerinin sonucu yani azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Azabın korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.
وَبَالَ , otlağın otunun ağır olması demektir. Otu çok ağır ve tehlikeli olan otlağa كَلَأٌ وبِيلٌ ve مَرْعًى وبيل denilir. "Keleün vebîl", mutlak ağırlık (hazımda zorluk) ve tehlike, "mer'an vebîl" ise, çekilmez kötü sonuç manasına mecaz olmuştur. Dilimizde her iki mana da yaygındır. Vebalin ağır günah anlamında kullanılması da bundandır. (Elmalılı, Âşûr)
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi atıf harfi وَ ‘la ذَاقُوا fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder.
عَذَابٌ için sıfat olan اَل۪يمٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu iki kelime arasında mürââti nazîr sanatı vardır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَمَثَلِ | durumuna benzer |
|
2 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
3 | إِذْ | hani |
|
4 | قَالَ | demişti |
|
5 | لِلْإِنْسَانِ | insana |
|
6 | اكْفُرْ | inkar et |
|
7 | فَلَمَّا | zaman da |
|
8 | كَفَرَ | inkar ettiği |
|
9 | قَالَ | demişti |
|
10 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
11 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
12 | مِنْكَ | seden |
|
13 | إِنِّي | elbette ben |
|
14 | أَخَافُ | korkarım |
|
15 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
16 | رَبَّ | Rabbi |
|
17 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ
İsim cümlesidir. كَ harfi كَمَثَلِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. الشَّيْطَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Takdiri, مثلهم (Onların hali) şeklindedir.
Zaman zarfı اِذْ , takdiri أذكر olan mahzuf fiile mütealliktir.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لِلْاِنْسَانِ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir.
Mekulü’l-kavli اكْفُرْ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اكْفُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir.
فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ
فَ atıf harfidir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
كَفَرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ karînesi olmadan gelen قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ cümlesi şartın cevabıdır.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَر۪ٓيءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنْكَ car mecruru بَر۪ٓيءٌ ‘e mütealliktir.
اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اَخَافُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir اَنَا ‘dir.
اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَبَّ lafza-i celâlden bedel olup fetha ile mansubdur. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَ harfi, مثل manasındadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi كَ sebebiyle mecrur mahaldeki كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ izafeti, mahzuf habere mütealliktir. Sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mazi manalı zaman zarfı اِذْ , mahzuf habere mütealliktir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اكْفُرْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الشَّيْطَانِ ’deki marifelik cins içindir. الإنْسانِ ‘deki marifelik de böyledir. Bununla kastedilen kafir kişidir (insandır). (Âşûr)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26)
Bu cümlede teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh birkaç şeyden çıkarılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
Müfessirlerin çoğu, buradaki şeytan ve insandan maksadın şeytan ve insan cinsi olduğu görüşündedirler. Buna göre uzaklaşma, kıyamet günü olacak demektir. "Çünkü ben Allah'tan korkarım." Sözünün zahirine en uygun olan mânânın da bu olduğu söylenmiştir. Bazıları da demiştir ki, şeytan ile murad İblis, insan ile murad da Ebû Cehl'dir. Zira Enfâl Sûresi'nde geçtiği üzere ["Şeytan onlara, 'Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur, ben de sizin yanınızdayım' demişti..."] (Enfâl, 8/48) sonra da çarpışma başlayınca ["Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğiniz (gerçeği) görüyorum, ben Allah'tan korkarım.."] (Enfâl, 8/48) deyip sıvışmıştı. Mamafih bu konuda darb-ı mesel haline gelmiş bir kıssa da nakledilmektedir. Ahmed b. Hanbel, Zühd'de, Buharî Tarih'de, Beyhakî Şuab'da, Hakim ve daha başkaları Hazret-i Ali (ra)'den şöyle nakletmişlerdir: " İsrailoğullarında ermişlerden biri kendi köşesinde ibadet ederdi. Günün birinde bir kadına bir hal ârız olmuş, kardeşleri de onu, o ermiş kişinin yanına götürüp bırakmışlardı. Kadın bu zâtın hoşuna gitmiş ve tutup onunla zina etmişti. Bunun üzerine kadın hamile kalmış, derken şeytan bu zatın yanına gelerek, "Sen bu kadını öldür, şayet durumu öğrenirlerse rezil olursun." dedi. Böylece adam kadını tutup öldürdü ve bir yere gömdü. Sonra kadının kardeşleri gelip adamı yakaladılar, götürürlerken şeytan yine gelerek, "Onu sana hoş gösteren bendim, şimdi bana secde edersen seni kurtarırım." dedi. Bunun üzerine adam ona secde etti, sonra da şeytan ondan uzaklaşıp, dediğini dedi. İşte âyet, buna işaret etmektedir." (Elmalılı, Taberî, Zâdu’l Mesîr, Âşûr)
فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ
فَ atıf, لَمَّا şartiyedir. لَمَّا cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi كَفَرَ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartın bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
اِنَّ ’nin haberi olan اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Lafza-i celâlin sıfatı olarak gelen رَبَّ الْعَالَم۪ينَ izafeti veciz ifade içindir. Rabb ismine muzâfun ileyh olan الْعَالَم۪ينَ için tazim ifade eder.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ebû Hayyân der ki: "Şeytanın “Ben Allah'tan korkarım” demesi, bir riya idi ki bu korku, onu insanları fenalığa sevketmekden alıkoymuyordu." (Elmalılı)
Münafıklık alametleri, toplumların içinde hızla yayıldı ve artık bazısı neredeyse kabul edilir bir yere sahip oldu. Bu alametlere sahip insanlar: dünyevi çıkarları uğruna ortalığı karıştırmaktan ve yalan söylemekten geri durmadı. Sanırım durmaya da niyetleri hiç olmadı. Zira, nefsani hevesler temelde hep aynı kaldı. Belki de, özellikle günümüzdeki çatışmaların ve kalkınamayan toplumların arkasındakiler de bunlar gibileridir. Çatışma taraftarlarına silah sağlanır, birkaç destek sözü verilir, istediklerini elde ettikten ya da kazanç sağlanamayacağı anlaşıldıktan sonra o toplum savaşın içine terkedilir. Görünürde, savaş bitse bile kinin ve korkunun izlerini silmek zordur. Münafıklık alametlerinin yerleştiği toplumdaki olası sıkıntılardan biri de şudur: aynı toplumda birileri birilerinden daha akıllı olduğunu iddia eder, farklı sebeplerden dolayı birbirlerini küçümser ve kötü gidişat için de etrafındakileri suçlar. Aynı toplumun içindeki farklı insan gruplarının arasındaki uçurumlar derinleşir. Eğer bir kavgayı dışarıdan birileri destekliyor ise o çatışmanın sonucundan umduğu bir çıkar var demektir. Bu da toplumun bir araya gelmesine ve daha geniş pencereden bakıldığında, İslam toplumlarının birliğine mani olur. Eğitim sistemi kurallardan ve ezbere dayalı sınavlardan ibaret olmamalıdır. İnsanın, büyürken kendisini tanıması yani zayıflıklarını ve kabiliyetlerini öğrenmesi önemlidir. Tarih okurken ders çıkarması mühimdir. Aksi takdirde, aynı toplum, aynı hataları yapmaya devam eder. Düşünmesini öğrenemeyen, çözüm üretemez hale gelir. Belki de, böyle devam ederse, bir zaman sonra toplumları ve potansiyele sahip insanları geri tutmak için fiili savaşların tetiklenmesine ihtiyaç kalmayacaktır. Günümüzde bile medyada paylaşılanlar, çoğunluk tarafından gündem kabul edilir ve ardındakileri araştıranların sayısı da az haldedir. Hızla değişen faydasız gündem ve akımlardan dolayı insanlar gittikçe daha da pasif ve unutkan ve popüler olanı sorgusuz benimser haldedir. Ey Raûf ve Rahîm olan Allahım! Yaşadığımız toplumlardan ve kalplerimizden; nifak tohumlarını çıkar, kini barındıran duygu ve düşüncelerden arındır. Bizi her işinde ve sözünde, doğru ve dürüst olanlardan eyle. Geçici menfaatler uğruna başkalarına zulmetmekten çekinmeyenlere benzemekten, onların zulümlerinden zarar görmekten ve haksızlıklarına yardım etmekten muhafaza buyur. Elindeki Kur’an-ı Kerim, tefsir ve sünnet kaynaklarının değerini bilenlerden ve Allah rızası için dünya ve ahiret hayatını kalkındırmaya çalışanlardan ve öyle nesiller yetiştirmek için uğraşanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji