بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | bu |
|
2 | بِأَنَّهُمْ | onların sebebiyledir |
|
3 | شَاقُّوا | karşı gelmeleri |
|
4 | اللَّهَ | Allah’a |
|
5 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
6 | وَمَنْ | ve kim |
|
7 | يُشَاقِّ | karşı gelirse |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
10 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
11 | شَدِيدُ | çetindir |
|
12 | الْعِقَابِ | azabı |
|
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. شَٓاقُّوا اللّٰهَ cümlesi أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
شَٓاقُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شَٓاقُّوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi شقق ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يُشَٓاقِّ اللّٰهَ mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُشَٓاقِّ şart fiili olup sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Ta’liliyyedir. Takdiri, من يشاقّ الله يعاقبه فإنّ الله شديد العقاب (Kim Allah’a karşı gelirse onu cezalandırır. Şüphesiz Allah azabında şiddetlidir.) şeklindedir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. شَد۪يدُ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile dünya ve ahiret azabına işaret edilmiştir.
ذٰلِكَ işareti onları saran, o bağlamda olan ve onlar için hazırlanan şeylere işarettir ya da sonuncusuna işarettir (o da ahiret azabıdır). (Beyzâvî)
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Masdar-ı müevvel olan cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اللّٰهَ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَسُولَهُۚ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
Ayetteki شَقَّ kelimesi شِقْ kelimesinden türemiştir. شِقْ , taraf demektir. Çünkü onlar, Müslümanların karşısına geçip, karşı bir taraf oluşturmuşlardı. Kulun, dünyada ve ahirette kazanmış olduğu mutluluk ve sıkıntı, kulun oradaki kazancına bir giriş mesabesinde olur. (Rûhu’l Beyan, Enfal/13)
وَمَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi مَنْ , mübtedadır. Şart cümlesi olan مَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ , isim cümlesi formunda gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُشَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi haberdir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri يعاقب (..cezalandırılır.) olan cevap cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre mukadder cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
فَ ta’liliyyedir. Cümle önceki şart cümlesinin mahzuf cevabı için ta’lil mesabesindedir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اِنَّ ’nin ismi olan lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ ’nin haberi olan شَد۪يدُ الْعِقَابِ izafeti, sözü kısaltmış ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Bu izafet sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir. Bu üslup, mübalağa içerir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
Müsned olan شَد۪يدُ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَٓاقُّوا - يُشَاقِقِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ اَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | قَطَعْتُمْ | kesmeniz |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | لِينَةٍ | bir hurma ağacını |
|
5 | أَوْ | yahut |
|
6 | تَرَكْتُمُوهَا | onu bırakmanız |
|
7 | قَائِمَةً | dikili |
|
8 | عَلَىٰ | üzerinde |
|
9 | أُصُولِهَا | kökleri |
|
10 | فَبِإِذْنِ | hep izniyledir |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | وَلِيُخْزِيَ | ve cezalandırması içindir |
|
13 | الْفَاسِقِينَ | yoldan çıkanları |
|
مَا قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ اَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا فَبِاِذْنِ اللّٰهِ
مَا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup قَطَعْتُمْ fiilinin mukaddem mefûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
قَطَعْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ ل۪ينَةٍ car mecruru مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرَكْتُمُوهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. تَرَكْتُمُوهَا fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. قَٓائِمَةً mef’ûlü bih olan zamirin hali olarak fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰٓى اُصُولِهَا car mecruru قَٓائِمَةً ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. بِاِذْنِ car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, فعلكم - أو قطعها (Yaptığınız veya onun kesilmesi) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَٓائِمَةً kelimesi, sülasi mücerredi olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ
Cümle, atıf harfi وَ ile mahzuf fiile matuftur. Takdiri, أذن الله في قطعها ليسَّرالمومنين (Müminlere kolaylık olsun diye kesmelerine izin verdi) şeklindedir.
لِ harfi, يُخْزِيَ fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْزِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْفَاسِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يُخْزِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خزي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْفَاسِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ اَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda, haberî isnaddır. مَا şart ismidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Şart fiili قَطَعْتُمْ ‘un mef’ûlu olan مَا , amiline takdim edilmiştir.
مِنْ ل۪ينَةٍ car mecruru مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimenin nekreliği muayyen olmayan cins ifade eder.
تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا cümlesi اَوْ atıf harfiyle şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
قَٓائِمَةً , fiilin mef’ûlü olan gaib zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
عَلٰٓى اُصُولِهَا car mecruru قَٓائِمَةً ’e mütealliktir.
فَ , karinesiyle gelen cevap cümlesi فَبِاِذْنِ اللّٰهِ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. بِاِذْنِ ifadesi, takdiri قطعها (Onun kesilmesi..) olan mahzuf mübtedanın haberidir.
Cümlede ihtibâk sanatı vardır. قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ dedikten sonra sadece بِاِذْنِ اللّٰهِ lafzıyla yetinilmiş قَطَعْتُمْ sözü, hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
Veciz ifade kastına matuf بِاِذْنِ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan اِذْنِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Cümlenin takdiri, أذن الله في قطعها ليسَّرالمومنين (Allah müminlere kolaylaştırması için onu kesmesine izin verdi) şeklindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْفَاسِق۪ينَ kelimesi, يُخْزِيَ fiilinin mef’ûludur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada الْفَاسِق۪ينَ ile kastedilen, Nadiroğulları yahudileridir. (Âşûr)
Bu ayet, savaş sırasında kâfirleri fazlasıyla kızdırmak için, onların evlerinin, binalarının yıkılmasının, ağaçlarının kesilmesinin ve ekinlerinin yakılmasının caiz olduğuna delil sayılmıştır. (Ebüssuûd)
Ayetteki, "Allah'ın izniyle" ifadesi, şu manadadır: "O hurma ağaçlarının kesilmesi, Allah'ın izni ve emriyledir."
Yine ayetteki, وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ ifadesi ise, "Fasıkları, yani yahudileri rezil ve rüsva etmek için, Allah o hurma ağaçlarının kesilmesine izin verdi" manasınadır.(Fahreddin er-Râzî)
Râğıb Müfredât'ında şöyle der: اللين (yumuşaklık), الخشونة (sertliğin) zıttıdır. Aslında bu kelimeler maddi varlıklarda kullanılır. Sonra ahlak gibi manevi sahalarda da istiare yoluyla kullanılmıştır. Mesela, فلان لين وفلان خشن (falan kişi yumuşaktır, falan kişi serttir.) denir. Her iki kelime de yerine göre övme ve yermede kullanılırlar. (Ruhu’l Beyan)
وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve şey ise |
|
2 | أَفَاءَ | verdiği |
|
3 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
4 | عَلَىٰ |
|
|
5 | رَسُولِهِ | Elçisine |
|
6 | مِنْهُمْ | onlardan (ganimetlerden) |
|
7 | فَمَا |
|
|
8 | أَوْجَفْتُمْ | siz sürmediniz |
|
9 | عَلَيْهِ | onun üzerine |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | خَيْلٍ | bir at |
|
12 | وَلَا | ve ne de |
|
13 | رِكَابٍ | deve |
|
14 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
15 | اللَّهَ | Allah |
|
16 | يُسَلِّطُ | musallat eder |
|
17 | رُسُلَهُ | elçilerini |
|
18 | عَلَىٰ | üzerine |
|
19 | مَنْ | kimselerin |
|
20 | يَشَاءُ | dilediği |
|
21 | وَاللَّهُ | Allah |
|
22 | عَلَىٰ | üzerine |
|
23 | كُلِّ | her |
|
24 | شَيْءٍ | şey |
|
25 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ
Ayet, atıf harfi وَ ile قَطَعْتُمْ ‘e matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup اَفَٓاءَ fiilinin mukaddem mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اَفَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. عَلٰى رَسُولِه۪ car mecruru اَفَٓاءَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْهُمْ car mecruru اَفَٓاءَ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَوْجَفْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اَوْجَفْتُمْ fiiline mütealliktir.
مِنْ zaiddir. خَيْلٍ lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. رِكَابٍ atıf harfi وَ ‘la خَيْلٍ ‘e matuftur.
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la اَفَٓاءَ اللّٰهُ ‘e matuftur. İsim cümlesidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهَ lafza-i celâli لٰكِنَّ ‘nin ismi olarak lafzen mansubdur. يُسَلِّطُ fiili لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُسَلِّطُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رُسُلَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl عَلٰى harf-i ceriyle يُسَلِّطُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُۜ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُسَلِّطُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سلط ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ ‘a mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ
Ayet, atıf harfi وَ ile …مَا قَطَعْتُمْ مِنْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda, haberî isnaddır. مَا şart ismidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl mahallindeki مَا , amili olan اَفَٓاءَ fiiline takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ cümlesi, menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
وَلَا رِكَابٍ , zaid harfin dahil olduğu mef’ûl konumundaki مِنْ خَيْلٍ ‘e matuftur. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Kelimelerdeki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir nasip’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.
خَيْلٍ - رِكَابٍ ve اللّٰهُ - رَسُولِه۪ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِنْ خَيْلٍ sözündeki مِنْ olumsuz siyakta nekraya dahil olan zaid harftir. مِنْ harfi اَوْجَفْتُمْ fiilinin mef’ûlun bihi manasına dahil olur. Yani ‘ne atı ne bineği sürdünüz.’ demektir. (Âşûr)
مِنْهُمْ 'deki zamir surenin başında yer alan Ehl-i Kitap'tan inkâr edenlere aittir ve onlar Nadiroğullarıdır. (Âşûr)
Bundan önce Nadir Oğullarının dünyada uğradıkları ve ahirette uğrayacakları azap beyan edildikten sonra onların alınan malları, yurtlarının yıkılması ve hurma ağaçlarının kesilmesi beyan edilmektedir.
Bu kelam, zımnen bildiriyor ki, onların sahip oldukları mallar, kendilerine değil, Resulullah (sav)'e layıktır; bu malların onların elinde bırakılması haksızlık olduğundan, Allah, onları layık olana iade buyurmuştur. Zîrâ Allah, insanları, kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır ve insanlara bahşedilen imkanlar da, Allah'ın ibadetine vesile olmaları için yaratılmıştır. Bu itibarla o mallar, Allah'a itaat edenlere layıktır. (Ebüssuûd)
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ
وَ atıf harfidir. Tekid ifade eden, istidrak harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi, şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لٰكِنَّ istidrak harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
رُسُلَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resuller için tazim ve teşrif ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harf-i cerle birlikte يُسَلِّطُ fiiline mütealliktir. Sılası olan يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlu bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
رُسُلَهُ - رَسُولِه۪ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
وَ atıf harfidir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmesi, tazim ve mehabet duyguları uyandırmak içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Hükmün illetini bildirmek kastıyla zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , umum ve şümul için amili olan قَد۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek O’nun elindedir. Allah her şeye kadirdir. Bu itibarla cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir.
Ayetin fasılası daha önceki surelerde de mevcuttur. Tekrarlanan kelimeler ya da sıygalar, okuyucuyu kelimenin ilk geçtiği yere gönderir ki bu beyan renklerinden biridir. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkaf/29)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. Bu cümlede olduğu gibi, mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | أَفَاءَ | verdikleri (ganimetler) |
|
3 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
4 | عَلَىٰ |
|
|
5 | رَسُولِهِ | Elçisine |
|
6 | مِنْ | -ndan |
|
7 | أَهْلِ | halkı- |
|
8 | الْقُرَىٰ | o kent |
|
9 | فَلِلَّهِ | Allah’a (aittir) |
|
10 | وَلِلرَّسُولِ | ve Elçiye |
|
11 | وَلِذِي | ve olanlara |
|
12 | الْقُرْبَىٰ | akraba |
|
13 | وَالْيَتَامَىٰ | ve yetimlere |
|
14 | وَالْمَسَاكِينِ | ve yoksullara |
|
15 | وَابْنِ | ve yolcuya |
|
16 | السَّبِيلِ | ve yolcuya |
|
17 | كَيْ | ta ki |
|
18 | لَا |
|
|
19 | يَكُونَ | olmasın |
|
20 | دُولَةً | dolaşan bir şey |
|
21 | بَيْنَ | arasında |
|
22 | الْأَغْنِيَاءِ | zenginler |
|
23 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
24 | وَمَا | ne ki |
|
25 | اتَاكُمُ | size verdi |
|
26 | الرَّسُولُ | Elçi |
|
27 | فَخُذُوهُ | onu alın |
|
28 | وَمَا | ve ne ki |
|
29 | نَهَاكُمْ | size yasakladı |
|
30 | عَنْهُ | ondan |
|
31 | فَانْتَهُوا | sakının |
|
32 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
33 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
34 | إِنَّ | çünkü |
|
35 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
36 | شَدِيدُ | şiddetlidir |
|
37 | الْعِقَابِ | azabı |
|
Devele دول :
Devlet دَوْلَةٌ ve dûlet دُولَةٌ kelimeleri aynı anlamdadır.
Bazılarına göre ise dûlet دُولَةٌ mal, devlet دَوْلَةٌ ise savaş ve makam/nüfuz için kullanılır.
Bir başka görüşe göre ise دُولَةٌ sözcüğü bizzat elde edilen şeyin ismi, دَوْلَةٌ sözcüğü ise bir mastardır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de biri fiil ve biri isim olarak 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri devlet, düvel ve tedâvüldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ
مَٓا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup اَفَٓاءَ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَفَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. عَلٰى رَسُولِه۪ car mecruru اَفَٓاءَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ اَهْلِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Mübteda mahzuftur.Takdiri, هو şeklindedir.
لِلرَّسُولِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِذِي car mecruru لِلّٰهِ ‘ye matuf olup, harfle irab olan isimlerden olduğu için cer alameti ي ‘dir. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir. الْيَتَامٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْمَسَاك۪ينِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. ابْنِ السَّب۪يلِۙ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَفَٓاءَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فيأ ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ
كَيْ masdar harfidir. Muzariyi nasb ederek manasını masdara çevirir. كَيْ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, جعل الفيء كذلك لكي لا يكون ..(O feyleri [zengin bir devlet] olmamanız için böyle yaptı.) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكُونَ nakıs, fetha ile mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
يَكُونَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. دُولَةً kelimesi يَكُونَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.
بَيْنَ mekân zarfı دُولَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. الْاَغْنِيَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْكُمْ car mecruru الْاَغْنِيَٓاءِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ cümlesine matuftur. مَٓا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup اٰتٰيكُمُ fiilinin mukaddem ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰتٰيكُمُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الرَّسُولُ fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. خُذُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا نَهٰيكُمْ atıf harfi وَ ‘la مَٓا اٰتٰيكُمُ ‘e matuftur.
مَا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup نَهٰيكُمْ fiilinin mukaddem ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
نَهٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَنْهُ car mecruru نَهٰيكُمْ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. انْتَهُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰتٰيكُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
انْتَهُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نهي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
شَد۪يدُ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعِقَابِۢ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. مَا şart ismidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl mahallindeki مَا , amili olan اَفَٓاءَ fiiline takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
عَلٰى رَسُولِه۪ ve مِنْ اَهْلِ car mecrurları, اَفَٓاءَ fiiline mütealliktir.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
Allah Teâlâ’nın اَهْلِ الْقُرٰى sözündeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو olan mübteda ve car mecrur لِلّٰهِ ‘nin müteallakı olan haber mahzuftur. Cümledeki diğer car mecrurlar لِلّٰهِ ‘ye matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ganimet sahiplerinin Allah, resulü, yoksullar, yolda kalmışlar, miskinler ve yakınlık sahipleri şeklinde sayılmasında taksim sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْمَسَاك۪ينِ - ابْنِ السَّب۪يلِۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Keşşaf sahibi, "Bu cümlenin başına atıf harfi gelmemiştir. Çünkü bu cümle, önceki cümlenin beyanıdır. Dolayısıyla, bu onun bir parçası olup, ondan ayrı bir şey değildir" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Müfessirler, ayetteki, لِذِي الْقُرْبٰى (akrabalara…) kelimesinden maksadın, Haşimoğulları ve Muttaliboğulları olduğu hususunda icma etmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki وَابْنِ السَّب۪يلِ , malından uzak kalmış yolcu demektir. Böyle ”yolda kalmış" yolculara وَابْنِ السَّب۪يلِ (yol oğlu) denmesinin sebebi, devamlı yolda oluşundandır. (Ruhu’l Beyan)
كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ
Masdar harfi كَيْ ve akabindeki لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْ cümlesi, mahzuf harf-i ceriyle birlikte masdar teviliyle, mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, … جعل الفيء كذلك ل .(... feyi böyle yaptı) şeklindedir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel, menfî كاَنَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
دُولَةً kelimesi, يَكُونَ ’nin haberidir. بَيْنَ mekân zarfı, دُولَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْاَغْنِيَٓاءِ muzâfun ileyhtir. Car mecrur مِنْكُمْ mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْاَغْنِيَٓاءِ - الْمَسَاك۪ينِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
الْاَغْنِيَٓاءِ ile kastedilen zengin olduğu düşünülen gazilerdir. Çünkü ganimet ve hayvanları vardır. (Âşûr)
الْاَغْنِيَٓاءِ ile kastedilenler, zenginliğin göstergesi olan mal ve evlat bakımından üstün olan güvenilmez kimselerdir.
وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ
Cümle atıf harfi وَ ile مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl mahallindeki şart ismi مَا , amili olan اٰتٰيكُمُ fiiline takdim edilmiştir. Şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَخُذُوهُ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ cümlesi atıf harfi وَ ‘la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Şart üslubunda gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl mahallindeki şart ismi مَا , amili olan نَهٰيكُمْ fiiline takdim edilmiştir. Şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَانْتَهُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اٰتٰيكُمُ - فَخُذُوهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
نَهٰيكُمْ - فَانْتَهُواۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ [Peygamber size ne verdiyse onu alın] ayeti ile مَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا [Size neyi yasakladıysa ondan vazgeçin.] ayeti arasında latif mukabele vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz ve teberrük içindir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ izafeti, sözü kısaltmış ve vecîz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Bu izafet sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
شَد۪يدُ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
لِلْفُقَـرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناً وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِلْفُقَرَاءِ | fakirler içindir |
|
2 | الْمُهَاجِرِينَ | hicret eden |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | أُخْرِجُوا | çıkarılan |
|
5 | مِنْ | -ndan |
|
6 | دِيَارِهِمْ | yurtları- |
|
7 | وَأَمْوَالِهِمْ | ve mallarından |
|
8 | يَبْتَغُونَ | ararlar |
|
9 | فَضْلًا | bir lutuf |
|
10 | مِنَ | -dan |
|
11 | اللَّهِ | Allah- |
|
12 | وَرِضْوَانًا | ve rızasını |
|
13 | وَيَنْصُرُونَ | ve yardım ederler |
|
14 | اللَّهَ | Allah’a |
|
15 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
16 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
17 | هُمُ | onlardır |
|
18 | الصَّادِقُونَ | doğru olanlar |
|
لِلْفُقَـرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناً وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
لِلْفُقَـرَٓاءِ car mecruru ذِي الْقُرْبٰى ‘dan bedel olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُهَاجِر۪ينَ kelimesi فُقَـرَٓاءِ ‘nin sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لْفُقَـرَٓاءِ ‘nın ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُخْرِجُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُخْرِجُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. مِنْ دِيَارِهِمْ car mecruru اُخْرِجُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَمْوَالِهِمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. يَبْتَغُونَ fiili naib-i failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَبْتَغُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فَضْلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru يَبْتَغُونَ fiiiline mütealliktir. رِضْوَاناً atıf harfi وَ ‘la فَضْلاً ‘e matuftur.
يَنْصُرُونَ atıf harfi وَ ‘la يَبْتَغُونَ ‘ye matuftur. يَنْصُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَسُولَهُۜ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُخْرِجُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَبْتَغُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُهَاجِر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufaale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. Tekid içindir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الصَّادِقُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الصَّادِقُونَ ise haberidir.
الصَّادِقُونَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلْفُقَـرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ
Ayet fasılla gelmiştir. لِلْفُقَـرَٓاءِ car mecruru ذِي الْقُرْبٰى ’dan bedeldir. الْمُهَاجِر۪ينَ kelimesi, فُقَـرَٓاءِ için sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لِلْفُقَـرَٓاءِ için ikinci sıfat olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
اُخْرِجُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Birbirine matuf olan مِنْ دِيَارِهِمْ ve اَمْوَالِهِمْ car mecrurları اُخْرِجُوا fiiline mütealliktir.
اُخْرِجُوا - الْمُهَاجِر۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناً وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
Cümle, اُخْرِجُوا fiilinin naib-i failinin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru, يَبْتَغُونَ filine mütealliktir. Mef’ûl konumundaki فَضْلاً ve ona matuf olan رِضْوَاناً kelimelerindeki nekrelik tazim, kesret ve nev ifade eder.
فَضْلاً - رِضْوَاناًۘ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Aynı üsluptaki وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
اللّٰهَ - رَسُولَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Fakir muhacirlere aittir] ifadesi, (önceki ayette yer alan) Yakınlarına ifadesinden ve buna atfedilenlerden yani [‘yetimler, düşkünler ve yolda kalanlar] dan bedeldir. (Yakınlarına ifadesini) -her ne kadar mana Allah Resulüne şeklinde ise de- لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ [Allah ve Resulüne] ifadesinden ve bu ikisine atfedilenlerden bedel kılmayı engelleyen şey, يَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ [Allah ve Resulüne yardım ederler] ifadesinde Allah Teâlâ’nın, Resulünü fakir muhacirlerden hariç kılması ve Resulullah’ın konumunu fakir diye isimlendirilmenin üstünde tutmasıdır; ayrıca, lafzın zahirine göre bedel kılmanın, Yüce Allah’a tazim hususunda gerekli olan edebe aykırı davranma sayılmasındandır. (Keşşâf, Ruhu’l Beyan)
Bu kelam, bundan önceki ayette zikredilen yakınlar ile ondan sonraki sınıfları izah etmektedir. Resulullah (sav) buna dahil değildir; çünkü ona fakir denmez.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin الْ takısıyla marife olması kasr ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir) Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
هُمُ الصَّادِقُونَۚ cümlesi fasıl zamiri sebebiyle kasr ifade eder. Sadakat sıfatında, sanki onlardan başkasının sadakati sadakat değilmiş gibi mübalağa için iddiaî kasrdır. (Âşûr)
هم zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tazim ve teşrif ifade eder.
Haberin ال takısıyla marife olması, bu sıfatın mübtedada kemâl derecede olduğuna işaret eder.
Haber olan الصَّادِقُونَ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
2 | تَبَوَّءُوا | yerleşen(ler) |
|
3 | الدَّارَ | o yurda (Medine’ye) |
|
4 | وَالْإِيمَانَ | ve imana (sarılanlar) |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِهِمْ | onlardan önce |
|
7 | يُحِبُّونَ | severler |
|
8 | مَنْ | kimseleri |
|
9 | هَاجَرَ | hicret eden(leri) |
|
10 | إِلَيْهِمْ | kendilerine |
|
11 | وَلَا | ve |
|
12 | يَجِدُونَ | bulmazlar |
|
13 | فِي |
|
|
14 | صُدُورِهِمْ | göğüslerinde |
|
15 | حَاجَةً | bir ihtiyaç |
|
16 | مِمَّا | ötürü |
|
17 | أُوتُوا | onlara verilelerden |
|
18 | وَيُؤْثِرُونَ | ve tercih ederler |
|
19 | عَلَىٰ |
|
|
20 | أَنْفُسِهِمْ | öz canlarına |
|
21 | وَلَوْ | dahi |
|
22 | كَانَ | olsa |
|
23 | بِهِمْ | kendilerinin |
|
24 | خَصَاصَةٌ | ihtiyaçları |
|
25 | وَمَنْ | ve kim |
|
26 | يُوقَ | korunursa |
|
27 | شُحَّ | cimriliğinden |
|
28 | نَفْسِهِ | nefsinin |
|
29 | فَأُولَٰئِكَ | işte |
|
30 | هُمُ | onlar |
|
31 | الْمُفْلِحُونَ | başarıya erenlerdir |
|
Hassa خصّ :
Tahsis تَخْصِيصٌ, ihtisas إخْتِصاصٌ, hususiyet خُصُوصِيَّةٌ ve tahassus تَخَصُّصٌ kavramları bazı şeylerin başkalarında olmayan birtakım özelliklere sahip olmasıdır. Bunun zıddı ise umum عُمُومٌ ve ta'mim تَعْمِيمٌ dur.
خاصَّةٌ 'a gelince mümtaz ve seçkin insanlar, ayrıcalığa sahip kişiler ve mümtaz tür demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve iki isim formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hususiyet, hususi, has, hassa, hassaten, bilhassa, mahsus, mütehassıs, ihtisas, havas ve hassadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَبَوَّؤُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
تَبَوَّؤُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الدَّارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْا۪يمَانَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru تَبَوَّؤُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُحِبُّونَ fiili mübteda الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûudur. يُحِبُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هَاجَرَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
هَاجَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَيْهِمْ car mecruru هَاجَرَ fiiline mütealliktir.
تَبَوَّؤُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بوأ ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
يُحِبُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
هَاجَرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi هجر ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا
Cümle atıf harfi وَ ‘la يُحِبُّونَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَجِدُونَ bilmek manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪ي صُدُورِهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَاجَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَّٓا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle حَاجَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اُو۫تُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la يُحِبُّونَ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir. يُؤْثِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru يُؤْثِرُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. بِهِمْ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
خَصَاصَةٌ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فإنّهم يؤثرون على أنفسهم (Çünkü onlar nefislerine tercih ederler) şeklindedir.
يُؤْثِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أثر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪
وَ itiraziyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يُوقَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُوقَ şart fiili olup illet harfinin hazfi ile meczum meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. شُحَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. نَفْسِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُفْلِحُونَ haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُفْلِحُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cemi müzekker has ism-i nevsûl mübteda, يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ cümlesi haberdir.
İsm-i mevsûlun sılası olan تَبَوَّؤُ الدَّارَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, tazim ve teşvik içindir.
Sıla cümlesine matuf olan وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.
الْا۪يمَانَ , takdiri, ألفوا (Alıştılar, sevdiler) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur مِنْ قَبْلِهِمْ ’nin müteallakı takdir edilen fiildir.
الَّذ۪ينَ ’nin haberi olan يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan هَاجَرَ اِلَيْهِمْ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Bu diyara onlardan önce yerleşip... ] cümlesi, (önceki ayette yer alan) الْمُهَاجِر۪ينَ ’e atfedilmiş olup Ensar’ı ifade etmektedir. Şayet “İmanın yurda atfedilip de doğrudan تَبَوَّؤُ الدَّارَ (imanı yurt edinenler) buyurulmamasının anlamı nedir?” dersen şöyle derim: Anlam “Bu diyarı yurt edinenler ve halis bir şekilde iman edenler” şeklindedir.
Yahut iman imkanını elde edip, iman üzere dosdoğru yaşadıkları için, imanı kendilerine bir yerleşke ve vatan tutmuşlardır; tıpkı Medine’yi yurt edindikleri gibi. Yahut Allah Teâlâ bununla “hicret yurdu” ve “iman yurdu” demeyi murad etmiştir; bu durumda, الدَّارَ ’ın Lâm-ı tarifini muzâfun ileyh [hicret] yerine koymuş; دَّارَالإيمان tamlamasından da muzâfı دَّار hazfedip, yerine muzāfun ileyhi koymuş olacaktır. Yahut Medine’yi, hicret yurdu ve imanın açığa çıkmasının mekanı olması sebebiyle bizzat iman diye isimlendirmiştir. (Keşşâf)
Ayetteki الدَّارَ (yurt)'dan maksad Medine'dir. Çünkü Medine, hicret yurdu olup, ensar, muhacirler gelmezden önce oraya yerleşmişlerdi. Buna göre ayetin manası, "Medine'ye, bu iman yurduna muhacirlerden önce yerleşenler..." şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ [Medine'yi ve imanı yurt edindiler.] ayetinde latif bir istiare vardır. Yüce Allah, onların ruhlarına yerleşmiş olan imanı, insanın evi ve karargahına benzetti. İnsan oraya iner, yerleşir, neticede orası onun evi olur. (Safvetü’t Tefâsir)
وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي صُدُورِهِمْ , ihtimam için mef’ûl olan حَاجَةً ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûldeki nekrelik kıllet, nev ve umum ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ve şumûle işarettir.
Mecrur mahaldeki müşterek has ism-i mevsûl, başındaki مِنْ harf-i ceriyle birlikte حَاجَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan اُو۫تُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la … يُحِبُّونَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru, يُؤْثِرُونَ fiiline mütealliktir.
Hal وَ ’ıyla gelen وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ cümlesi, şart üslubundadır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şarttır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. بِهِمْ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. خَصَاصَةٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, فإنّهم يؤثرون على أنفسهم (Çünkü onlar nefislerine tercih ederler) şeklindedir. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
كَانَ fiilinin müzekker خَصَاصَةٌ kelimesinin müennes olmasının sebebi, hakiki manada müennes olmamasıdır. Çünkü car mecrur كَانَ ile isminin arasını ayırılmıştır. بِ harf-i ceri mülabeset içindir. (Âşûr)
Ayette geçen ”îsâr", kişinin muhtaç olduğu bir şeyi başkasına vermesidir. خَصَاصَةٌ , evin delikleri, boşlukları anlamındadır. Fakirlik ve ihtiyaç hali, hacet durumlarını ihtiva etmesi hususunda delik ve boşlukları olan eve benzetilmiştir.
Râğıb der ki:"İhtiyacı giderilmeyen yoksulluk, ağaç ve kamışlardan yapılmış evlere benzetilerek anlatıldı. Bunun sebebi, daima bir boşluğun görülmesidir." (Ruhu’l Beyan)
وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ
İtiraziyye olarak gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ , şart cümlesidir. Şart cümlesi aynı zamanda haberdir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin الْ takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
هم zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tazim ve teşrif ifade eder.
Haber الْمُفْلِحُونَ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayetin bu bölümü, itiraziyye (ara cümlesi) dir. Ensar'ı övmek için getirilmiştir. (Ruhu’l Beyan)
وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesi tezyildir. وَ harfi ise itiraziyyedir. Çünkü tezyil; sahih görüşe göre kelamın sonundaki itiraz kabilindendir. وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ sözlerinden sonra nefislerinin selameti için yoksulluk halinde bile olsalar onları, kendi nefislerine tercih etmiş olduklarına işaret eder. (Âşûr)
Fasıl zamiriyle kasr sıygasında gelerek, nefsin isteklerinden korunanlara felahın çokluğunu mübalağalı olarak ifade etmiştir. Sanki iflah olmak bu durumla sınırlanmış gibidir. (Âşûr)
Allah’ın kulu, her şeyinde (dünyevi ve uhrevi işlerinde) bir çeşit denge sağlamalıdır. Zira nefsani duygulara ve düşüncelere meyil etmek çok kolaydır. Ancak dünyanın heyecanı içerisinde, bu dengeyi sağlamak ve korumak, her zaman kolay değildir. İşte bu yüzden, Allah’ın sınırlarına ve Rasulullah’ın sünnetine boyun eğmek de ferahlık vardır.
Allah’ın kulu, kendi iç alemindeki dengeyi korumalıdır. Zira karakter özelliklerinde aşırıya kaçmak çok kolaydır. Aşırıya kaçıldığında, temelde iyi olan bir özellik dahi eziyete dönüşür: ya bu dünyada, ya da öteki dünyada. Mesela; öfkenin fazlası da zarar getirir, yokluğu da zarar getirir. Cimrilik çok kötüdür ama eli açıklıkta aşırıya kaçmanın da yükü ağırdır.
İmam-ı Gazali; insanın iç aleminde orta yolu tutturmanın önemini anlatır. Kulun, orta yolda olup olmadığını anlaması için nefsini devamlı muhakeme etmesi gereklidir. Kendisinin belli aşırılıklarla mesela cimrilikle ilgili şöyle bir tavsiyesi vardır: eğer cimriysen elini açık tut. Ta ki orta yola gelene dek. Onda aşırıya kaçtıysan, biraz da elini tut.
Tutturduğun orta yolu muhafaza etmek için Allah’ın ve Rasulullah’ın sünnetine ihtiyaç vardır. Mesela, cimrilikten kurtulmak için elini açtın ama kimlere açacaksın? Kısacası, bu ömür boyu sürecek bir mücadeledir. Unutmamalı ki, hiçbir kul, mükemmel olmakla mükellef değildir. Allah’ın rızasını kazanmakla ve O’nun rızasından alıkoyacak hallerini düzeltmek çabasıyla mükelleftir.
Ey Allahım! Kalplerimizi; iman edenlere karşı kötü düşünce ve duygulardan arındır. Merhamet duyguları ile yumuşat. Bencilliğe ve cimriliğe iten hallerden muhafaza buyur. Senin rızanı kazanmamıza mani olacak amellerden uzaklaştır ve rahmetine ulaştıracak amellere de yaklaştır. Hatalarımızı düzeltmemiz için yardım et ve bize bu süreci kolaylaştır. Kusurlarımızı affet. Sevdiklerimizi affet. Bizi affet.
Amin.
***
İnsan, en çok başkalarının nefsani hırslarını farkeder. Bu sanki kendi ter ve ağız kokusunu yeterince alamaması gibidir. Bu hal, belki hem bir nimet hem de imtihan sebebidir. Nimettir çünkü aksi takdirde, insanın kendisiyle yaşaması çekilmez olurdu. İmtihandır çünkü gaflete düştükçe dönüp kendisine bakıp kontrol etmeyi unutur. Aynısı iç alemi için de geçerlidir.
Herkes öyle ya da böyle, bir şekilde ayna karşısında yüzünü ve bedenini gözden geçirir. Kimi kısa, kimi ise uzun vakitler kaybeder. İç alemini ayna karşısına çıkaranların sayısı ise azdır çünkü onların ya vakti ya da niyeti yoktur. Teknolojinin getirdiği gerekli ve gereksiz bilgilerden dolayı akıllar yanlış meselelerle meşgul ve faydasız bilgilerle doludur.
Başka bir ifade ile belki de ömrü boyunca yüz yüze gelmeyeceği kimi şahıslar hakkında çeşitli bilgilere sahip iken kendi iç aleminin yaklaştığı tehlikelerden ve aldığı risklerden habersizdir. Sanki nefsi, ‘rahatım bozulmasın’ diye başkalarını göstererek bir yetişkinin çocuğunun dikkatini dağıtma yöntemini uygulamaktadır. Halbuki dengenin korunması için benlik gözden geçirilmelidir.
Ey Allahım! Bizi maddi ve manevi, iç ve dış alemindeki dengeleri Senin rızana uygun şekilde sağlamak ve korumak için elinden geleni yapanlardan ve Senin yardımın ile başaranlardan eyle. Kendisinden çok başkalarıyla meşgul olmak ve bedenine fazlasıyla ehemmiyet vermek gafletinden muhafaza buyur. Hakiki manada neden yeryüzünde yaşadığının bilincinde olanlardan ve Allahım, Sana kul olmanın ve Seni bilmenin kıymetini hissederek yaşayanlardan eyle. Bizi hikmet ve takva sahibi olan Sana yakın kullarının arasına kat.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji