Teğabün Sûresi 14. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُواًّ لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْۚ وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...

Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِنَّ şüphesiz
5 مِنْ -den (bazıları)
6 أَزْوَاجِكُمْ eşleriniz- ز و ج
7 وَأَوْلَادِكُمْ ve çocuklarınızdan و ل د
8 عَدُوًّا düşmandır ع د و
9 لَكُمْ size
10 فَاحْذَرُوهُمْ onlardan sakının ح ذ ر
11 وَإِنْ ama
12 تَعْفُوا affederseniz ع ف و
13 وَتَصْفَحُوا ve hoşgörürseniz ص ف ح
14 وَتَغْفِرُوا ve bağışlarsanız غ ف ر
15 فَإِنَّ muhakkak ki
16 اللَّهَ Allah (da)
17 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
18 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
 

Doğasına dünya sevgisi yerleştirilmiş olan (bk. Âl-i İmrân 3/14) insanın buradaki sınavda başarılı olabilmesi için önemli bir ölçü verilmektedir: Allah’a kul olma bilincini daima zinde tutmaya çalışmak, her davranışında dünya hayatının icapları ile âhiret mutluluğunu dengeleyen bir itidal çizgisi tutturmak, bunu başarabilmek için de özverili davranmayı içine sindirmek.

14. âyetteki anlatım ve uyarıya göre en güçlü sevgi bağlarıyla birbirine bağlı olan insanlar bile –bunlar öncelikle eşler, ebeveyn ve çocuklar da olsa– her zaman amaç birliği içinde olmayabilirler ve mümin bir kişi bu yakınlarından dahi –kasdî olsun olmasın– âhiret mutluluğunu zedeleyecek zararlar görebilir, öneriler ve teşvikler alabilir. 15. âyetin tasvirine göre de kişinin sahip olduğu bütün maddî mânevî imkânlar ve bunlara duyulan bağlılık hissi, onun sınanması için var edilmiştir. Yine bu âyette belirtildiği üzere erişilmesi için çaba harcanmaya değer gerçek mutluluk Allah katında olandır ve 16. âyete göre buna erişebilmenin yolu da Allah’a kul olma bilincini sürekli korumak için olanca çabayı harcamak, dinin bildirimlerine kulak vermek ve onlara uymayı ilke edinmektir. Fakat insanın, çoğu zaman doğasındaki bayağı eğilimlerinin kendisini çekmeye çalıştığı yer ile konumuz olan âyetlerdeki bildirimlere göre olması gerektiği yer arasında bulunmanın gerginliğini yaşadığı da muhakkaktır. İşte bu âyetler bu noktada insanın yolunu şöyle aydınlatmaktadır: İmtihan alanından kaçmaya çalışmak çözüm değildir; yapılacak şey, olabildiğince tehlikelere karşı bilinçli ve hazırlıklı olmak, bu geçici hayattan vazgeçmeden, hatta bu hayatı bir imkân ve üretim alanı olarak kabul edip ebedî hayat için çalışmaktır. Bunda başarılı olabilmenin temel şartı ise kısaca özverili davranma alışkanlığı kazanabilmektir. Özveriyi de iki grupta toplamak mümkündür. Birincisi –14. âyette belirtildiği üzere– başkalarına karşı beslediğimiz olumsuz duygulardan vazgeçebilmek, affedebilmek, hoşgörülü ve bağışlayıcı olabilmektir. İkincisi de sahip olduğumuz dünyevî nimet ve imkânlara duyduğumuz aşırı tutkuları dizginleyebilmektir. Bu, 16. âyetin son cümlesinde “nefsinin bencilliğinden korunma” şeklinde özetlenmiş; ayrıca 16 ve 17. âyetlerde, –aslında aynı zamanda kendi iyiliğimize olmak üzere– “başkaları için harcama yapmak ve Allah’a güzel borç vermek” şeklinde açıklanmıştır (15. âyette geçen ve “imtihan” diye çevrilen fitne kavramının Kur’an’daki kullanımları hakkında bk. Bakara 2/191-192; 16. âyette geçen “şuhh” kelimesi hakkında bk. Haşr 59/9; 17. âyette “Allah’a güzel bir borç verme” anlamıyla çevrilen ifadeden hareketle geliştirilen “karz-ı hasen” terimi hakkında bilgi için bk. Bakara 2/245).

14. âyetin nüzûl sebebi olarak bazı kaynaklarda yer alan şu rivayetlerden ilki âyetin başlangıç kısmının, diğer ikisi de son kısmının anlaşıl­masına ışık tutmaktadır: a) Avf b. Mâlik el-Eşcaî Resûlullah ile birlikte savaşa gitmek istemişti. Çoluk çocuğu toplanıp onun ayrılığına dayanamayacaklarını söylediler, ağlayıp sızladılar ve sonunda onu bu kararından vazgeçirdiler. Ama Avf daha sonra bundan dolayı çok pişman oldu. b) Mekke’de müslüman olanlar hicret etmek isteyip çoluk çocukları buna razı olmayınca, “Şayet Allah beni hicret yurdunda sizinle bir araya getirirse görün bakın size neler edeceğim!” diye söylenir, yeminler ederlerdi (Taberî, XXVIII, 124-125). c) Bazı Mekkeliler müslüman olmuş ve Medine’ye hicrete karar vermişlerdi. Aileleri buna karşı çıktı. Fakat bir süre sonra onları dinlemeyip Medine’ye geldiler. Daha önce müslüman olanların dinî konularda epeyce mesafe katetmiş ve yetişmiş olduklarını görünce, buraya gelmelerine karşı çıkan eş ve çocuklarına kızdılar ve onları cezalandırmayı düşündüler (Tirmizî, “Tefsîr”, 64). Âyetin “düşman olanlar vardır” şeklinde çevrilen ifadesinden de anlaşılacağı üzere burada aile fertleri arasında daima böyle bir durum bulunduğu gibi bir mâna çıkarılmaması için “bazı” anlamı taşıyan bir edat kullanılmıştır; ancak âyet metninde “vardır” şeklindeki vurgunun başa getirilmesi bu tür durumlarda duyarlı olunması için yapılan uyarıyı pekiştirmektedir (İbn Âşûr, XXVIII, 284).

16. âyetin “Gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının” diye çevrilen kısmıyla Âl-i İmrân sûresinin 102. âyetinin “Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun”anlamına gelen kısmının neshedilmiş olduğu ileri sürülürse de, her iki ifadenin kendi bağlamındaki anlamını korumasına bir engel bulunmamaktadır; nitekim Nehhâs gibi âlimler bu yönde ikna edici açıklamalar yapmışlardır (bk. İbn Atıyye, V, 321).

Evrendeki her şeyin Allah’ı tesbih ettiğine dikkat çekerek başlayan sûre, O’nun duyular ve akılla idrak edilemeyeni de edileni de bildiğini, çok güçlü ve hikmet sahibi olduğunu hatırlatarak sona ermektedir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 376-378
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُواًّ لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْۚ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُواًّ ’dır.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

مِنْ اَزْوَاجِكُمْ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَوْلَادِكُمْ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عَدُواًّ  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  عَدُواًّ ‘e mütealliktir. 

فَ  harfi sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir.  فَاحْذَرُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْۚ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  اَمِن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


Fiil cümlesidir. Atıf harfi و ‘la nidanın  cevap cümlesine matuftur.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَعْفُوا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. تَصْفَحُوا  ve  تَغْفِرُوا  atıf harfi  و 'la nidanın cevap cümlesine matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُواًّ لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْۚ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا  tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan  اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُواًّ لَكُمْ  cümle  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ile tekid edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  مِنْ اَزْوَاجِكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَدُواًّ  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismidir.

Müsnedün ileyhteki nekrelik kesret, tahkir ve cins ifade eder. 

مِنْ اَزْوَاجِكُمْ ‘deki  مِنْ , ba’diyet ifade eder.   

لَكُمْ  car mecruru  عَدُواًّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَزْوَاجِكُمْ - اَوْلَادِكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

يَا أَيُّهَا النَّاسُ “Ey insanlar” ve  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

اَزْوَاجِكُمْ  Buradaki hitap erkek ve kadın tüm Müslümanlara yöneliktir. Tağlîb (genelleme) yoluyla erkekler için olan sıyga kullanılmıştır. (Rûhu’l Beyân) 

Allah Teâlâ ayette, eşleri çocuklardan daha önce zikretti. Çünkü onlar, çocukların aslıdırlar. Ayrıca onlar şehvet mahalli oldukları için insanların kalplerine daha yakındırlar. Onları Allah'a ibadet etmekten daha çok meşgul ederler. (Rûhu’l Beyân) 

Eşler arasında daha çok düşman bulunduğu için bu kelime çocuklardan önce zikredilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  مِنْ اَزْوَاجِكُمْ (eşlerinizden) sözcüğündeki  مِنْ  harfi teb'îdiyyedir. Yani ‘eşlerinizden bazıları’ anlamındadır. Onlardan düşman olmayanlar da vardır. 

عَدُواًّ  fail manasında  فَعُولٍ  vezninde düşmanlık ile ilgili bir vasıftır. Hakikat ve mecaz manasına da kullanılan bir lafızdır. Burada teşbih-i beliğ manasına olabilir. (Âşûr)

 فَاحْذَرُوهُمْۚ  cümlesi, takdiri  تنّبهوا  (dikkat et) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


 وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


Cümle atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada şart cümlesi, haber cümlesine atfedilmiştir. Bu cümlenin haberî manada olması, şart cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

Şart üslubunda gelen terkipte  تَعْفُوا  şart cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  تَصْفَحُوا  ve  تَغْفِرُوا  cümleleri atıf harfi  وَ ‘la  şart cümlesine atfedilmiştir. İki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

فَ  karinesiyle gelen  فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  şeklindeki cevap cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Şartın cevabı olan cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, C. 2, s. 189) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)

تَغْفِرُوا  - غَفُورٌ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 تَعْفُوا - تَصْفَحُوا - تَغْفِرُوا - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

العَفْوُ ; Azarlasa bile hazırlık yaptıktan sonra günahtan dolayı cezalandırmamak demektir. 

الصَّفْحُ  da, azarlamaksızın günahkârdan yüzçevirmek, cezalandırmamak demektir.

الغَفْرُ  ise günahı örtmek, yaymamaktır. (Âşûr)  

رَحِيمٌ  sıfatı af, sulh ve gufranı bir arada toplamıştır. (Âşûr)  

Af ve bağışa teşvikte, onlardan sakınmayı emirden maksadın, onları tamamen terketmek ve onlarla birlikte oturup birlikte olmaktan yüz çevirmek olmadığına işaret vardır. Nasıl öyle olsun ki? Kadınlar dünyadaki en büyük nimetlerdendirler. Alemin düzeni onlarladır. Eşler olmasaydı peygamberler, veliler, alimler ve salihler olmazdı. (Rûhu’l Beyân) 

Ayetteki ["Affeder, kusurlarını başlarına kakmaz örterseniz"] ifadesi hakkında İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: "Bu Mekkelilerden birisi, hicret edip de, birçok insanın kendisinden önce hicret ettiklerini ve dinlerini daha iyi yaşadıklarını anlayınca, daha önce hicret etmesine mani olan, hanımını ve çocuklarını cezalandırmak istedi. Eğer onlar da gelip, hicret yurdunda birleşirlerse, onlara infak etmeyip, iyi davranmayacağını söyledi. İşte bunun üzerine, bu ayet nazil oldu. Bu, "Hanımlarınızdan ve çocuklarınızdan, kâfir oldukları için, sizi İslam'dan engelleyen düşmanlarınız vardır. İşte onlardan sakının" demektir. Böylece, ayette bahsedilen düşmanlığın, küfür sebebiyle ve imandan engelleme sebebiyle olduğu anlaşılmaktadır, Müminler arasında ise böyle bir düşmanlık söz konusu değildir. Çünkü mümin olan hanımları ve çocukları, onların düşmanları olamazlar. (Fahreddîn er Râzî)