Teğabün Sûresi 15. Ayet

اِنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ  ...

Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا elbette
2 أَمْوَالُكُمْ mallarınız م و ل
3 وَأَوْلَادُكُمْ ve evladlarınız و ل د
4 فِتْنَةٌ bir imtihandır ف ت ن
5 وَاللَّهُ Allah ise
6 عِنْدَهُ O’nun yanındadır ع ن د
7 أَجْرٌ ödül ا ج ر
8 عَظِيمٌ büyük ع ظ م
 

Doğasına dünya sevgisi yerleştirilmiş olan (bk. Âl-i İmrân 3/14) insanın buradaki sınavda başarılı olabilmesi için önemli bir ölçü verilmektedir: Allah’a kul olma bilincini daima zinde tutmaya çalışmak, her davranışında dünya hayatının icapları ile âhiret mutluluğunu dengeleyen bir itidal çizgisi tutturmak, bunu başarabilmek için de özverili davranmayı içine sindirmek.

14. âyetteki anlatım ve uyarıya göre en güçlü sevgi bağlarıyla birbirine bağlı olan insanlar bile –bunlar öncelikle eşler, ebeveyn ve çocuklar da olsa– her zaman amaç birliği içinde olmayabilirler ve mümin bir kişi bu yakınlarından dahi –kasdî olsun olmasın– âhiret mutluluğunu zedeleyecek zararlar görebilir, öneriler ve teşvikler alabilir. 15. âyetin tasvirine göre de kişinin sahip olduğu bütün maddî mânevî imkânlar ve bunlara duyulan bağlılık hissi, onun sınanması için var edilmiştir. Yine bu âyette belirtildiği üzere erişilmesi için çaba harcanmaya değer gerçek mutluluk Allah katında olandır ve 16. âyete göre buna erişebilmenin yolu da Allah’a kul olma bilincini sürekli korumak için olanca çabayı harcamak, dinin bildirimlerine kulak vermek ve onlara uymayı ilke edinmektir. Fakat insanın, çoğu zaman doğasındaki bayağı eğilimlerinin kendisini çekmeye çalıştığı yer ile konumuz olan âyetlerdeki bildirimlere göre olması gerektiği yer arasında bulunmanın gerginliğini yaşadığı da muhakkaktır. İşte bu âyetler bu noktada insanın yolunu şöyle aydınlatmaktadır: İmtihan alanından kaçmaya çalışmak çözüm değildir; yapılacak şey, olabildiğince tehlikelere karşı bilinçli ve hazırlıklı olmak, bu geçici hayattan vazgeçmeden, hatta bu hayatı bir imkân ve üretim alanı olarak kabul edip ebedî hayat için çalışmaktır. Bunda başarılı olabilmenin temel şartı ise kısaca özverili davranma alışkanlığı kazanabilmektir. Özveriyi de iki grupta toplamak mümkündür. Birincisi –14. âyette belirtildiği üzere– başkalarına karşı beslediğimiz olumsuz duygulardan vazgeçebilmek, affedebilmek, hoşgörülü ve bağışlayıcı olabilmektir. İkincisi de sahip olduğumuz dünyevî nimet ve imkânlara duyduğumuz aşırı tutkuları dizginleyebilmektir. Bu, 16. âyetin son cümlesinde “nefsinin bencilliğinden korunma” şeklinde özetlenmiş; ayrıca 16 ve 17. âyetlerde, –aslında aynı zamanda kendi iyiliğimize olmak üzere– “başkaları için harcama yapmak ve Allah’a güzel borç vermek” şeklinde açıklanmıştır (15. âyette geçen ve “imtihan” diye çevrilen fitne kavramının Kur’an’daki kullanımları hakkında bk. Bakara 2/191-192; 16. âyette geçen “şuhh” kelimesi hakkında bk. Haşr 59/9; 17. âyette “Allah’a güzel bir borç verme” anlamıyla çevrilen ifadeden hareketle geliştirilen “karz-ı hasen” terimi hakkında bilgi için bk. Bakara 2/245).

14. âyetin nüzûl sebebi olarak bazı kaynaklarda yer alan şu rivayetlerden ilki âyetin başlangıç kısmının, diğer ikisi de son kısmının anlaşıl­masına ışık tutmaktadır: a) Avf b. Mâlik el-Eşcaî Resûlullah ile birlikte savaşa gitmek istemişti. Çoluk çocuğu toplanıp onun ayrılığına dayanamayacaklarını söylediler, ağlayıp sızladılar ve sonunda onu bu kararından vazgeçirdiler. Ama Avf daha sonra bundan dolayı çok pişman oldu. b) Mekke’de müslüman olanlar hicret etmek isteyip çoluk çocukları buna razı olmayınca, “Şayet Allah beni hicret yurdunda sizinle bir araya getirirse görün bakın size neler edeceğim!” diye söylenir, yeminler ederlerdi (Taberî, XXVIII, 124-125). c) Bazı Mekkeliler müslüman olmuş ve Medine’ye hicrete karar vermişlerdi. Aileleri buna karşı çıktı. Fakat bir süre sonra onları dinlemeyip Medine’ye geldiler. Daha önce müslüman olanların dinî konularda epeyce mesafe katetmiş ve yetişmiş olduklarını görünce, buraya gelmelerine karşı çıkan eş ve çocuklarına kızdılar ve onları cezalandırmayı düşündüler (Tirmizî, “Tefsîr”, 64). Âyetin “düşman olanlar vardır” şeklinde çevrilen ifadesinden de anlaşılacağı üzere burada aile fertleri arasında daima böyle bir durum bulunduğu gibi bir mâna çıkarılmaması için “bazı” anlamı taşıyan bir edat kullanılmıştır; ancak âyet metninde “vardır” şeklindeki vurgunun başa getirilmesi bu tür durumlarda duyarlı olunması için yapılan uyarıyı pekiştirmektedir (İbn Âşûr, XXVIII, 284).

16. âyetin “Gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının” diye çevrilen kısmıyla Âl-i İmrân sûresinin 102. âyetinin “Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun”anlamına gelen kısmının neshedilmiş olduğu ileri sürülürse de, her iki ifadenin kendi bağlamındaki anlamını korumasına bir engel bulunmamaktadır; nitekim Nehhâs gibi âlimler bu yönde ikna edici açıklamalar yapmışlardır (bk. İbn Atıyye, V, 321).

Evrendeki her şeyin Allah’ı tesbih ettiğine dikkat çekerek başlayan sûre, O’nun duyular ve akılla idrak edilemeyeni de edileni de bildiğini, çok güçlü ve hikmet sahibi olduğunu hatırlatarak sona ermektedir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 376-378
 
Bir gün Peygamber Efendimiz minberde konuşma yaparken henüz birer çocuk olan torunları Hasan ve Hüseyin’in kırmızı elbiseleri içinde kendisine doğru düşe kalka geldiklerini görünce, minberden indi, onları kucağına aldı ve onlarla birlikte tekrar Minbere çıktı. Ardından, “Mallarınız da, evlatlarınız da birer imtihandır ‘(tegâbun 15) buyuran Allah doğru söylemiştir. Bunları görünce dayanamadım” buyurdu ve konuşmasına devam etti. 
( Ebû Dâvud, Salât 226,227; Tirmizi, Menâkıb 30; Nesâi, Cum’a 30; İbni Mâce, Libas 20).
 

اِنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ 


اَنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ‘nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

اَمْوَالُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَوْلَادُكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  اَمْوَالُكُمْ ‘e matuftur.

فِتْنَةٌ  haber olup lafzen merfûdur.


 وَاللّٰهُ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ


وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

عِنْدَ  mekân zarfı, mübtedanın mukaddem haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَجْرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. dır.  عَظ۪يمٌ  kelimesi اَجْرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

اِنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ 


Önceki ayetteki nidanın cevabına dahil müstenefedir. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ  mevsûf/maksûr,  فِتْنَةٌۙ  sıfat/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Evlat ve mal, fitne olmaya kasredilmiştir. (Âşûr)  

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir.  اِنَّمَا  edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

اَمْوَالُكُمْ - اَوْلَادُكُمْ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr vardır.

اَمْوَالُكُمْ  mübteda,  فِتْنَةٌ  haberdir.  وَاَوْلَادُكُمْ , tezâyüf nedeniyle mübtedaya atfedilmiştir. 

اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ ‘de taksim,  فِتْنَةٌۜ ’de cem’ sanatı vardır. 

اَمْوَالُكُمْ - اَوْلَادُكُمْ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

فِتْنَةٌ  kelimesinde cem’ sanatı vardır. Cem’ sanatı, üslupta îcâz sağlayan sanatlardandır. Çünkü iki veya daha fazla şeyi bir hükümde birleştirir. Bu hükümler ayrı ayrı zikredilirse kelam uzar. Yanısıra hükmün zikrinin gecikmesi muhatabın merakını celbeder. Bu arada fikir yürütmeye başlar. Böylece nefiste iyice yerleşir. Bir hükümde birleştirilen şeylerin sayısı arttıkça bu merak da buna paralel olarak artar. Bu sayede heyecan artar, dikkatler uyanık tutulur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

فِتْنَةٌۜ ; Kendisine sunulan koşulların uygun olmaması sonucu nefsin zorlanması, bozulması ve şaşkınlığa uğramasıdır. Huzeyfe (ra) şu hadisi rivayet etmiştir “Ailesi ve malı kişinin fitnesidir, namaz ve sadaka bu fitneye kefaret olur.’’  (Âşûr)  

فِتْنَةٌۜ : imtihan, belâ ve sıkıntıdır. Ayette hasr ifadesi olan  اِنَّـمَٓا  kelimesi kullanılmıştır. Çünkü çocuklar ve malların tümü fitnedir. Şöyleki insanın bir mala ve çocuğa her yönelişinde fitneyi içeren ve kalbi meşgul eden bir durum mutlaka ortaya çıkar. Ayette önce malların sonra çocukların anılması, alçaktan yükseğe çıkmak kabilindendir. Zira çocuklar kalbe, maldan daha çok bitişiktirler. Çünkü babaların parçalarıdırlar. Mal ise böyle değildir. O vücuda tabidir, onun mülhakâtındandır. (Rûhu’l Beyân) 


 وَاللّٰهُ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ


Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اللّٰهُ  mübteda,  عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ  cümlesi mübtedanın haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede takdim-tehir ve icaz-ı hazif sanatları vardır.  عِنْدَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرٌ  muahhar mübtedadır.  

اَجْرٌ ‘un sıfatı olan  عَظ۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

عِنْدَهُٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  عِنْدَ  için şan ve şeref ifade eder.

Cümlede müsnedün ileyh olan  اَجْرٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir. 

عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ  ifadesinde istiare vardır. Allah katındaki mükâfat, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.

Cenab-ı Hak, "Allah'a gelince, büyük mükâfat O'nun katındadır" buyurmuştur. Bu büyük mükâfat cennettir. Cenab-ı Hak, insanlar sıkıntılara göğüs gersinler diye katında büyük bir mükâfatın olduğunu bildirmiştir. Buna göre mana, "çoluk çocuğunuz sebebiyle, günah olan şeyleri yapmaya yeltenmeyin ve onları, Allah katında sizin için hazırlanmış o büyük mükâfata tercih etmeyin" şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî)