فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْراً لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَاتَّقُوا | öyle ise korkun |
|
2 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
3 | مَا |
|
|
4 | اسْتَطَعْتُمْ | gücünüz yettiği kadar |
|
5 | وَاسْمَعُوا | ve dinleyin |
|
6 | وَأَطِيعُوا | ve ita’at edin |
|
7 | وَأَنْفِقُوا | ve infak edin |
|
8 | خَيْرًا | en hayırlı olanı |
|
9 | لِأَنْفُسِكُمْ | kendiniz için |
|
10 | وَمَنْ | ve kim |
|
11 | يُوقَ | korunursa |
|
12 | شُحَّ | cimriliğinden |
|
13 | نَفْسِهِ | nefsinin |
|
14 | فَأُولَٰئِكَ | işte |
|
15 | هُمُ | onlar |
|
16 | الْمُفْلِحُونَ | başarıya erenlerdir |
|
Doğasına dünya sevgisi yerleştirilmiş olan (bk. Âl-i İmrân 3/14) insanın buradaki sınavda başarılı olabilmesi için önemli bir ölçü verilmektedir: Allah’a kul olma bilincini daima zinde tutmaya çalışmak, her davranışında dünya hayatının icapları ile âhiret mutluluğunu dengeleyen bir itidal çizgisi tutturmak, bunu başarabilmek için de özverili davranmayı içine sindirmek.
14. âyetteki anlatım ve uyarıya göre en güçlü sevgi bağlarıyla birbirine bağlı olan insanlar bile –bunlar öncelikle eşler, ebeveyn ve çocuklar da olsa– her zaman amaç birliği içinde olmayabilirler ve mümin bir kişi bu yakınlarından dahi –kasdî olsun olmasın– âhiret mutluluğunu zedeleyecek zararlar görebilir, öneriler ve teşvikler alabilir. 15. âyetin tasvirine göre de kişinin sahip olduğu bütün maddî mânevî imkânlar ve bunlara duyulan bağlılık hissi, onun sınanması için var edilmiştir. Yine bu âyette belirtildiği üzere erişilmesi için çaba harcanmaya değer gerçek mutluluk Allah katında olandır ve 16. âyete göre buna erişebilmenin yolu da Allah’a kul olma bilincini sürekli korumak için olanca çabayı harcamak, dinin bildirimlerine kulak vermek ve onlara uymayı ilke edinmektir. Fakat insanın, çoğu zaman doğasındaki bayağı eğilimlerinin kendisini çekmeye çalıştığı yer ile konumuz olan âyetlerdeki bildirimlere göre olması gerektiği yer arasında bulunmanın gerginliğini yaşadığı da muhakkaktır. İşte bu âyetler bu noktada insanın yolunu şöyle aydınlatmaktadır: İmtihan alanından kaçmaya çalışmak çözüm değildir; yapılacak şey, olabildiğince tehlikelere karşı bilinçli ve hazırlıklı olmak, bu geçici hayattan vazgeçmeden, hatta bu hayatı bir imkân ve üretim alanı olarak kabul edip ebedî hayat için çalışmaktır. Bunda başarılı olabilmenin temel şartı ise kısaca özverili davranma alışkanlığı kazanabilmektir. Özveriyi de iki grupta toplamak mümkündür. Birincisi –14. âyette belirtildiği üzere– başkalarına karşı beslediğimiz olumsuz duygulardan vazgeçebilmek, affedebilmek, hoşgörülü ve bağışlayıcı olabilmektir. İkincisi de sahip olduğumuz dünyevî nimet ve imkânlara duyduğumuz aşırı tutkuları dizginleyebilmektir. Bu, 16. âyetin son cümlesinde “nefsinin bencilliğinden korunma” şeklinde özetlenmiş; ayrıca 16 ve 17. âyetlerde, –aslında aynı zamanda kendi iyiliğimize olmak üzere– “başkaları için harcama yapmak ve Allah’a güzel borç vermek” şeklinde açıklanmıştır (15. âyette geçen ve “imtihan” diye çevrilen fitne kavramının Kur’an’daki kullanımları hakkında bk. Bakara 2/191-192; 16. âyette geçen “şuhh” kelimesi hakkında bk. Haşr 59/9; 17. âyette “Allah’a güzel bir borç verme” anlamıyla çevrilen ifadeden hareketle geliştirilen “karz-ı hasen” terimi hakkında bilgi için bk. Bakara 2/245).
14. âyetin nüzûl sebebi olarak bazı kaynaklarda yer alan şu rivayetlerden ilki âyetin başlangıç kısmının, diğer ikisi de son kısmının anlaşılmasına ışık tutmaktadır: a) Avf b. Mâlik el-Eşcaî Resûlullah ile birlikte savaşa gitmek istemişti. Çoluk çocuğu toplanıp onun ayrılığına dayanamayacaklarını söylediler, ağlayıp sızladılar ve sonunda onu bu kararından vazgeçirdiler. Ama Avf daha sonra bundan dolayı çok pişman oldu. b) Mekke’de müslüman olanlar hicret etmek isteyip çoluk çocukları buna razı olmayınca, “Şayet Allah beni hicret yurdunda sizinle bir araya getirirse görün bakın size neler edeceğim!” diye söylenir, yeminler ederlerdi (Taberî, XXVIII, 124-125). c) Bazı Mekkeliler müslüman olmuş ve Medine’ye hicrete karar vermişlerdi. Aileleri buna karşı çıktı. Fakat bir süre sonra onları dinlemeyip Medine’ye geldiler. Daha önce müslüman olanların dinî konularda epeyce mesafe katetmiş ve yetişmiş olduklarını görünce, buraya gelmelerine karşı çıkan eş ve çocuklarına kızdılar ve onları cezalandırmayı düşündüler (Tirmizî, “Tefsîr”, 64). Âyetin “düşman olanlar vardır” şeklinde çevrilen ifadesinden de anlaşılacağı üzere burada aile fertleri arasında daima böyle bir durum bulunduğu gibi bir mâna çıkarılmaması için “bazı” anlamı taşıyan bir edat kullanılmıştır; ancak âyet metninde “vardır” şeklindeki vurgunun başa getirilmesi bu tür durumlarda duyarlı olunması için yapılan uyarıyı pekiştirmektedir (İbn Âşûr, XXVIII, 284).
16. âyetin “Gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının” diye çevrilen kısmıyla Âl-i İmrân sûresinin 102. âyetinin “Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun”anlamına gelen kısmının neshedilmiş olduğu ileri sürülürse de, her iki ifadenin kendi bağlamındaki anlamını korumasına bir engel bulunmamaktadır; nitekim Nehhâs gibi âlimler bu yönde ikna edici açıklamalar yapmışlardır (bk. İbn Atıyye, V, 321).
Evrendeki her şeyin Allah’ı tesbih ettiğine dikkat çekerek başlayan sûre, O’nun duyular ve akılla idrak edilemeyeni de edileni de bildiğini, çok güçlü ve hikmet sahibi olduğunu hatırlatarak sona ermektedir.
Feleha فلح :
Felah (فَلَحٌ) yarmak anlamındadır. Bundan dolayı çiftçiye fellâh فَلاّحٌ denmiştir.
Felâh فَلاحٌ başarıya ulaşmak ve arzulanan şeyi elde etmektir.
Bu da dünya ve ahiretle ilgili olmak üzere iki kısma ayrılır: Dünya ile ilgili olanı dünya hayatının hoş ve güzel hale gelmesini sağlayan saadetleri elde etme/kazanmadır. Uhrevi felâh ise dört şeyden meydana gelir: 1- Fenâsı/yok olması olmayan bekâ, 2- Fakirliği olmayan zenginlik, 3- Zilleti, horluğu ve hakirliği olmayan izzet, 4- Cehaleti olmayan ilim. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de fiil olarak if'al formunda ve bir isim formunda toplam 40 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri iflah ve felahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن قمتم إلى الطاعة فاتّقوا اللَّه....(İtaat etmeye kalkarsanız Allah'tan korkun) şeklindedir.
اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel mahzuf zarfı zamanla birlikte اتَّقُوا fiiline mütealliktir. Takdiri, فَاتَّقُوا اللّٰهَ مدة استطاعتكم (Gücünüz yettiği müddetçe Allah’tan sakının) şeklindedir. اسْتَطَعْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اسْمَعُوا ve اَط۪يعُوا ve اَنْفِقُوا atıf harfi وً ‘la اتَّقُوا fiiline matuftur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اسْتَطَعْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اَط۪يعُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاَنْفِقُوا خَيْراً لِاَنْفُسِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. Atıf harfi و ‘la اتَّقُوا fiiline matuftur. اَنْفِقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. خَيْراً kelimesi mahzuf يكن fiilin haberi olup fetha ile mansubdur. Takdiri أنفقوا يكن الإنفاق خيرا لأنفسكم (Hayrınıza olması için infak edin) şeklindedir. لِاَنْفُسِكُمْ car mecruru خَيْراً ‘a mütealliktir.
اَنْفِقُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نفق ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يُوقَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُوقَ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. شُحَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. نَفْسِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُفْلِحُونَ haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْمُفْلِحُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْراً لِاَنْفُسِكُمْۜ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن قمتم إلى الطاعة (İtaat etmeye kalkarsanız) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi مَا ‘nın akabindeki اسْتَطَعْتُمْ cümlesi, masdar tevilinde olup مَا harfiyle birlikte اتَّقُوا fiiline mütealliktir. Zaman zarfı manasındaki masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Yani اتّقوا اللَّه مدة استطاعتكم (Gücünüz yettiği müddetçe Allah’tan sakının) manasındadır.
Birbirine matuf, yine emir üslubunda talebî inşaî isnad olan وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْراً لِاَنْفُسِكُمْۜ cümleleri, … فَاتَّقُوا cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir. Hepsinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Ayetteki, اسْمَعُوا (dinleyin) ifadesi "Allah'a, Resulüne ve kitabına kulak verin" manasınadır. Bunun, "Allah'ın ve peygamberinin emirlerine kulak verin" manasına olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
خَيْراً , mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatı olarak, ondan naibdir. Takdiri أنفقوا يكن الإنفاق خيرا لأنفسكم (Hayrınıza olması için infak edin) şeklindedir.
لِاَنْفُسِكُمْۜ car mecrurunun müteallakı olan خَيْراً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Takvalı olun, dinleyin, itaat edin, infak edin emirlerinin sayılması, taksim sanatıdır.
Ayetteki, خَيْراً kelimesi, "infak edin" fiiliyle mansub (onun mef'ûlü) olup, buna göre sanki, "Kendiniz için hayır olan şeyleri, önceden yapıp gönderin; dünyada iken işleyin" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetin ‘’kendi iyiliğinize olarak’’ diye tercüme edilen bölümü olan خَيْراً لِاَنْفُسِكُمْۜ , anılan emirlere imtisale teşvik için tekid ve onların kendileri için mallardan, çocuklardan ve içinde oldukları dünya debdebesi ve şehvete düşkünlükten hayırlı olduğunu açıklamaktır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ , şart cümlesidir. Şart cümlesi aynı zamanda haberdir.
يُوقَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Buradaki شُحَّ kelimesi ‘cimrilik’ manasınadır. Bu, mal hususunda ve başka hususlarda yapılan cimrilikleri içine alır. Ayetteki bu ifadeye, "Kim nefsinin zulmünden korunursa..." manası da verilmiştir ki, buna göre, burada geçen شُحَّ kelimesi zulüm manasına gelmiş olur. O halde شُحَّ ‘dan uzak durabilen, kurtuluşa erenlerdendir. (Fahreddîn er-Râzî)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ , mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Fasıl zamiri ve müsnedin الْ takısıyla marife olması kasr ifade eder. Haberin الْ takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. اُو۬لٰٓئِكَ maksûr/mevsûf, الْخَاسِرُونَ maksurun aleyh/sıfat, yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Mübalağa için gelmiş iddiaî kasrdır. Kurtuluş, sadece nefsini koruyanlara kasredilmiştir. (Âşûr)
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
هم zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tazim ve teşrif ifade eder.
Haber الْمُفْلِحُونَ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُوقَ - فَاتَّقُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
خَيْراً - الْمُفْلِحُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَفْسِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.