Teğabün Sûresi 5. Ayet

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ كَـفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...

Daha önce inkâr edip de inkârlarının cezasını tadanların haberi size gelmedi mi? Onlar için elem dolu bir azap da vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَأْتِكُمْ size gelmedi mi? ا ت ي
3 نَبَأُ haberi ن ب ا
4 الَّذِينَ olanların
5 كَفَرُوا inkar etmiş ك ف ر
6 مِنْ -den
7 قَبْلُ daha önce- ق ب ل
8 فَذَاقُوا taddılar ذ و ق
9 وَبَالَ vebalini و ب ل
10 أَمْرِهِمْ işlerinin ا م ر
11 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
12 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
13 أَلِيمٌ acı ا ل م
 

İlk âyet genel olarak felsefenin, özel olarak da kelâm ilminin temel problemlerinden olan Allah’ın egemen iradesi karşısında insan iradesinin değeri ve insanın sorumluluğunun felsefî temeli konusuna ışık tutan bir anlatım inceliği taşımaktadır. Çünkü “Allah kiminizi kâfir kiminizi mümin olarak yarattı” tarzında bir ifade kullanılmayıp “Sizi yaratan O’dur. Ama kiminiz inkâr, kiminiz iman ediyor” buyurularak, bir taraftan inkâr ve iman realitesinin ilâhî güç ve iradeden bağımsız olmadığı, diğer yandan da her bir ferdin cebir altında değil, kendine verilen irade gücüyle yaptığı tercih sonucunda kâfir veya mümin olduğu belirtilmektedir. Her hâlükârda sonucun Allah Teâlâ’nın ilmi dışında kalamayacağını hatırlatan âyetin son cümlesinde, “Allah yapıp ettiklerinizi görmektedir” şeklinde bir ifade kullanılarak özellikle insanın hür iradesiyle yaptıklarına dikkat çekilmesi de bu mânayı destekler niteliktedir (“kesb” kavramı ve bu konudaki kelâm tartışmaları için bk. Bakara 2/7, 286).

Kendi varlık sebebini ve dünya hayatının anlamını sağlıklı biçimde değerlendirebilmesi için 3. âyette insan, göklerin ve yerin hikmetli yaratılışı yani kâinattaki muhteşem düzen üzerinde ve hemen bunun yanında kendi yaratılışındaki seçkin özellikler hakkında düşünmeye, her şeyden önce bu âlemi var eden irade ve kudretin ihtişamını kavramaya yönlendirilmektedir (Allah’ın “musavvir” isminin anlamı için bk. Haşr 59/24; insanın yaratılışındaki seçkinlik hakkında bk. İsrâ 17/70; Tîn 95/4). Bu sûretle Allah Teâlâ’nın kudret sıfatını, yarattıklarındaki eserleriyle gözlemleyip kabul etmenin yanında 4. âyette O’nun ilminin kuşatıcılığına, kalbin derinliklerinde saklandığı sanılan şeylerin dahi bu bilmenin dışında kalamayacağına dikkat çekilerek bu defa insan, hem Allah’ın ilim sıfatının kuşatıcılığını kavramaya hem kendi yapıp ettiklerinin de O’nun ilminin dışında kalmadığını bilerek sorumluluk fikri üzerinde yoğunlaşmaya çağırılmaktadır. 5. âyette ise tarihe yapılan bir gönderme ile sorumluluk bilinci içinde hareket etmemenin sonuçları üzerinde düşünme fırsatı verilmektedir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 370-371
 

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ كَـفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ 


Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَأْتِكُمْ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَبَؤُا  fail olup lafzen merfûdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَـفَرُوا ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَـفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   مِنْ قَبْلُۘ  car mecruru  يَأْتِكُمْ  fiiline mütealliktir. 

قَبْلُ  muzâfun ileyhi hazfedilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar gurubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ 


Cümle atıf harfi  فَ  ile sıla cümlesine matuftur. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذَاقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. وَبَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.

اَمْرِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘ la  ذَاقُوا ‘ya matuftur. İsim cümlesidir. لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealiktir. عَذَابٌ   muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَل۪يمٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ كَـفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muhatap müşrikler, mütekellim Allah Teâlâdır.

Cümleye dahil olan  لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze takrirî istifham harfidir. Takrîr; itirafa zorlamaktır. Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda iknâ edici, inandırıcı delil vardır. Mütekellimin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur

Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, tevbih ve takrir amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

يَأْتِكُمْ  fiilinin faili konumundaki  نَبَؤُا  için muzafun ileyh olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَـفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

مِنْ قَبْلُۘ  car mecruru, كَـفَرُوا  fiiline mütealliktir.  قَبْلُ  cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

يَأْتِكُمْ  fiili, نَبَؤُا ‘ya isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre vardır. Canlılara mahsus olan gelme fiili habere nispet edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır.

فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile sılaya atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَبَالَ  kelimesi mef’ûlu bihdir.

Mef’ûl konumundaki  وَبَالَ اَمْرِهِمْ  izafeti, az sözle çok anlam ifade etmiştir.

 فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ  [Hallerinin kötü sonucunu tattılar] ifadesinde istiare sanatı vardır. Dünyadaki azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Azabın korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir. 

Bu, Mekke kâfirlerine yönelik bir hitaptır. “Bu” yani dünyada tattıkları vebal ve kendileri için âhirette hazırlanmış olan azap da peygamberleri onlara apaçık deliller getirdiği halde, ‘Bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş?!’ demeleri” yüzünden idi! Allah’ın (tapılan) bir taş olmasını yadırgamıyorlardı da, peygamberlerin beşer olmasını yadırgıyorlardı! Sonraki ayetteki  بِاَنَّهُ ‘’durum ve konuşulacak söz şudur ki” anlamındadır. (Keşşâf) 


وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

Atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. 

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder.

اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

عَذَابٌ -  اَل۪يمٌ  ve  عَذَابٌ -  وَبَالَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.