اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۜ مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِي | ki O |
|
2 | خَلَقَ | yarattı |
|
3 | سَبْعَ | yedi |
|
4 | سَمَاوَاتٍ | göğü |
|
5 | طِبَاقًا | tabaka tabaka |
|
6 | مَا |
|
|
7 | تَرَىٰ | görmezsin |
|
8 | فِي |
|
|
9 | خَلْقِ | yaratmasında |
|
10 | الرَّحْمَٰنِ | Rahman’ın |
|
11 | مِنْ | hiçbir |
|
12 | تَفَاوُتٍ | aykırılık, uygunsuzluk |
|
13 | فَارْجِعِ | döndür de (bak) |
|
14 | الْبَصَرَ | gözü(nü) |
|
15 | هَلْ | -musun? |
|
16 | تَرَىٰ | görüyor- |
|
17 | مِنْ | hiçbir |
|
18 | فُطُورٍ | bozukluk |
|
Sûrenin özeti mahiyetinde olan bu âyetlerin ilkinde Allah’ın yüceliği, kudreti, evrendeki hükümranlığı ve her şeyin kendisinin kudret elinde olduğu, evrende istediği gibi tasarrufta bulunabileceği ifade edilmiş, sonraki âyetlerde ise O’nun kudretinin eserlerinden örnekler verilmiştir (1. âyette “aşkındır, cömerttir” diye çevirdiğimiz tebâreke fiilinin diğer anlamları hakkında bilgi için bk. Furkān 25/1). 2. âyet yüce Allah’ın kudret ve tasarrufunu en açık bir şekilde gösteren delilleri içermekte; Allah’ın, dünyada insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle rekabet etmelerini sağlamak, kimlerin kendi emir ve yasaklarına uyarak daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını bildirmektedir. Aynı âyette önce ölüm, sonra hayat geçtiği için burada “ölüm” kavramıyla, hayattan önceki cansızlık halinin mi yoksa dünya hayatının sona ermesi ve âhiret hayatına geçiş halinin mi kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Bir kısım müfessirler âyetteki sıralamayı dikkate alarak ölümden maksadın dünya hayatından âhiret hayatına geçiş hali, hayattan maksadın ise âhiret hayatı olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXX, 55; Elmalılı, VII, 5159). İkinci grup ise ölümle dünya hayatından âhiret hayatına geçiş halinin, hayatla da dünya hayatının kastedildiği kanaatindedir (Zemahşerî, IV, 134); bizim tercihimiz de budur. Zira hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise âhiret değil dünyadır. Her ikisinin de bu dünyada olması amaca daha uygun görünmektedir. Hayat ölümden önce olduğu halde âyette sonra gelmesi ise çeşitli şekillerde yorumlanmıştır (bk. Râzî, XXX, 55; Ateş, IX, 526-527). Dikkat çekici bir yoruma göre eşyada aslolan yokluk olduğu, varlık ve hayat sonradan verildiği için âyette ölüm önce gelmiştir (Şevkânî, V, 297). Bizce de isabetli olan diğer bir yoruma göre ölüm insanlara hayatın sorumluluğunu hatırlattığı, onları iyi işler yapmaya teşvik ettiği ve bir uyarıcı olduğu, nihayet insanda “imtihan” sorumluluğunu daha canlı tuttuğu için âyette ölüm önce zikredilmiştir. Nitekim hayat bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığının verileceği ebedî varlık sahnesine geçişi sağlayan dönüm noktası, Hz. Peygamber’in de belirttiği gibi bir uyarıcıdır (bk. Râzî, XXX, 55). İfadenin akışına ve lafız güzelliğine daha uygun olduğu için “mevt” (ölüm) kelimesinin önce geldiği de düşünülebilir.
3-4. âyetlerde evrenin eksiksiz-kusursuz yaratılışına, mükemmel işleyişine ve düzenine dikkat çekilmekte, böylece bu muhteşem varlık düzeninin bir tesadüfle meydana gelmiş olamayacağı ve devam edemeyeceği; bunun ancak üstün bir ilim, irade ve kudret sahibinin yaratması ve yönetmesiyle mümkün olduğu belirtilmektedir (yedi göğün anlamı hakkında bk. Bakara 2/29).
Meâlde “Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak” diye tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı, “Sonra gözünü iki kez daha çevir de bak” şeklindedir. Ancak bu ibare çokluktan kinaye olup sayı olarak iki defayı değil, defalarca bakmayı ifade eder (bk. İbn Âşûr, XXIX, 19-20).
Yıldızlarla donatılmış gibi bir görüntü verdiği için gökyüzünün kandillerle süslenmesinden söz edilmiş, yıldızlar geceleyin kandil gibi ışık saçtıklarından onlara mecaz olarak “kandiller” (mesâbîh, tekili: misbâh) denilmiştir (Taberî, XXIX, 3). Yıldızlarla şeytanların taşlanmasından maksat ise göklerdeki meleklerin konuşmalarını dinleyip onlardan bilgi sızdırmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen şeytanların bu yıldızlardan çıkan parlak ışıklarla, bir tür ateş toplarıyla engellenmesidir. Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak klasik tefsirlerde ayrıntılı yorumlar bulunmakla birlikte müteşâbihattan olan bu tür âyetlerin anlamları hakkında zamana, şartlara, bilimsel verilere göre farklı görüşler ileri sürmek mümkündür. Ayrıca gayb konularına giren âyetlerin yorumunda iddialı olmamak gerekir. Çünkü gayb âleminin mahiyetini Allah’tan başka kimse bilemez; biz gayb bilgilerine sadece inanırız (gökyüzünün yıldızlarla süslenmesi ve bunlarla şeytanların taşlanması konusunda bilgi için bk. Hicr 15/16-18; Sâffât 37/6-10).
“Taşlanma” şeklinde çevirdiğimiz rücûm kelimesi “sağlam bir bilgiye dayanmadan konuşmak, kafadan atmak” mânasına da geldiği için âyete, “insan ve cin şeytanlarının yıldızlara bakarak aslı faslı olmayan şeyler söylemeleri” mânası da verilmiştir (Şevkânî, V, 299).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 416-417اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۜ
İsim cümlesidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي , önceki ayetteki هو ‘nin üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
سَبْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَمٰوَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. طِبَاقاً kelimesi سَبْعَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَرٰى fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir. ف۪ي خَلْقِ car mecruru تَفَاوُتٍ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. الرَّحْمٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ zaiddir. تَفَاوُتٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردت المعاينة (Görmek istersen) şeklindedir.
ارْجِعِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir. الْبَصَرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ
Cümle mukadder fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, ارجع البصر وانظر هل ترى مِنْ فُطُورٍ (Bak, hiç bir çatlak görecek misin!) şeklindedir.
هَلْ istifham harfidir. تَرٰى fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir.
مِنْ zaiddir. فُطُورٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۜ
Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي , önceki ayetteki هو ‘nin üçüncü haberidir. Sılası olan خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Az sözle çok anlam ifade eden, mef’ûl konumundaki سَبْعَ سَمٰوَاتٍ izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
سَبْعَ kelimesi, خَلَقَ fiilinin mef’ûludur ve سَمٰوَاتٍ ‘e muzâftır.
Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden طِبَاقاً kelimesi سَبْعَ veya سَمٰوَاتٍ için sıfattır. Başında ذات şeklinde bir muzâfın mahzuf olduğu da söylenmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Güneş sisteminin de içinde olduğu, dünya hariç tüm gezegenlerin kastedildiği سَمٰوَاتٍ , Kur’an’da bir çok kez tekrarlanmıştır. (Âşûr)
سَمٰوَاتٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.
Keşşâf sahibi, ayetteki طِبَاقاًۜ ifadesi hususunda şu üç izahı yapmıştır:
1) طِبَاقاًۜ kelimesi, "üst üste, birbirine mutabık ve denk olarak" anlamında olup bu, Arapların, üst üste kat kat koyup da, dikip tamir ettiği zaman, ayakkabı hakkında kullandığı طابق النعل إذا خصفها طبقا على طبق deyimine varıp dayanır. Ki, bu açıklamaya göre, ayetteki طِبَاقاًۜ masdarı ile ism-i fail manası kastedilmiş olur.
2) Ayetteki bu masdarın muzâfı mahzûf olup ذات طباق , ifade, "tabakalı tabakalı..." takdirindedir.
3) Ayetteki bu ifade, mef'ûlu mutlak olup, kelamın takdiri طوبقت طباقا , "tabakalar halinde mutabık ve ahenkli kılınmıştır.." şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)
مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ , ihtimam için mef’ûl olan تَفَاوُتٍۜ ‘e takdim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahman isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ف۪ي خَلْقِ car mecruru, başındaki harf-i cerle birlikte mef’ûl makamında olan تَفَاوُتٍ kelimesinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَفَاوُتٍ lafzen mecrur olup , تَرٰى fiilinin mefulu olarak mahallen mansubdur. Kelimeye dahil olan مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. Kelimedeki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir hata’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.
Veciz ifade kastına matuf ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ izafetinde Rahmân ismine muzâf olan خَلْقِ , taim edilmiştir.
ف۪ي خَلْقِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla خَلْقِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yaratma fiili, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
خَلْقِ - خَلَقَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا تَرٰى (görmüyorsun) ifadesindeki hitap Peygamber’e (sav) veya muhatap olabilecek herkese yöneliktir. Gözünü çevir de bak bakalım ifadesi de gerekçelendirme anlamında, göremezsin hitabıyla ilişkilidir; nitekim göklerin yaratılışında hiçbir düzensizlik bulunmadığını bildirmiş, daha sonra da ‘’Gözünü çevir de bak bakalım.’’ buyurarak, ‘’Böylece göklerin yaratılışı hususunda bildirdiğim hususun gerçekliği senin nezdinde çıplak gözle de tespit edilsin ve bu konuda hiçbir şüphen kalmasın” demek istemiştir. (Keşşâf)
Râgıb, ayette geçen تَفَاوُتٍۜ hakkında der ki: ”تَفَاوُتٍۜ vasıftaki ihtilaftır. Sanki onlardan biri diğerinden farklıdır." (Rûhu’l Beyân)
Ferrâ’: تَفَاوُتٍۜ , tutarsızlık demektir, demiştir.
İbn Kuteybe de şöyle demiştir: تَفَاوُتٍۜ karışıklık ve farklılıktır, aslı فؤت ’ten gelir ki, o da bir şeyin biraz yok olup boşluk meydana gelmesiyle beraber birbirine bağlı olmasıdır. (Zâdu’l Mesîr, Âşûr)
فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ
Müstenefe olan cümlede rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَارْجِعِ الْبَصَرَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إن أردت المعاينة (Görmek istersen) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَارْجِعِ ifadesindeki hitap, ya Hz Peygamber (sav)'e, yahut da muhatap olan herkesedir. Nitekim Cenab-ı Hakk'ın, ["İşte gözünü çevir, hiçbir çatlak görecek misin? Sonra gözünü iki kere daha çevir. O göz, hor ve hakir olarak yine sana dönecektir. Artık o, aciz kalmıştır.."] (Mülk, 3-4) hitapları da böyledir. (Fahreddîn er-Râzî)
هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ
Cümle mukadder fiilin mef’ûlü olarak mahallen mansubdur. Takdiri; ارجع البصر وانظر (Gözünü çevir bak) şeklindedir. Bu takdire göre emir üslubundaki cümlenin mef’ûlüne dahil olan هَلْ , istifham harfidir.
هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp takrir anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mef’ûl olan مِنْ فُطُورٍ ‘daki مِنْ tekid ifade eden zaid harftir. Kelimedeki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir düzensizlik’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şumûle işaret eder.
İbn Âşûr ayetteki istifhâm üslubuyla ilgili şöyle der: Bu ayetteki istifhâm, takrir anlamında kullanılmıştır ve هل edatı ile yapılmıştır. Çünkü هل soru edatı, istifhamın pekiştirildiğini ifade eder. Zira هل edatı, istifhamda قد manasındadır.
Takrir, soru soran kimsenin muhatabın ikrarını almak amacıyla kullanılan bir üsluptur. Ancak Abdülazîm el Mut’inî, “et-Tefsîrü'l-Belâgî li'l-İstifhâm” adlı eserinde ayetteki istifhama yüklediği mana hususunda İbn Âşûr’u şöyle eleştirmektedir: “İmam Tâhir (İbn Âşur) bu ayetteki istifhama takrîr manası hamlederek hata etmiştir. Bu doğru değildir. Burada istifham, hem nefy (olumsuzluk) hem de Allah’ın yaratmasındaki mükemmeliyet karşısında taaccüp ifade eder. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)
Ayette geçen ve ‘aksaklık’ diye tercüme edilen فُطُورٍ kelimesinin manası, Abdullah b. Abbas'a göre ‘zayıflık’, Katade'ye göre ‘bozukluk’, Süfyan es-Sevri'ye göre ‘çatlak ve yarık’ demektir. (Taberî, Âşûr)