Mülk Sûresi 4. Ayet

ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً وَهُوَ حَس۪يرٌ  ...

Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 ارْجِعِ döndür (bak) ر ج ع
3 الْبَصَرَ gözü(nü) ب ص ر
4 كَرَّتَيْنِ iki kez daha ك ر ر
5 يَنْقَلِبْ döner ق ل ب
6 إِلَيْكَ sana
7 الْبَصَرُ göz ب ص ر
8 خَاسِئًا umudu keserek خ س ا
9 وَهُوَ ve o
10 حَسِيرٌ hor ve bitkin ح س ر
 

Sûrenin özeti mahiyetinde olan bu âyetlerin ilkinde Allah’ın yüceliği, kudreti, evrendeki hükümranlığı ve her şeyin kendisinin kudret elinde olduğu, evrende istediği gibi tasarrufta bulunabileceği ifade edilmiş, sonraki âyetlerde ise O’nun kudretinin eserlerinden örnekler verilmiştir (1. âyette “aşkındır, cömerttir” diye çevirdiğimiz tebâreke fiilinin diğer anlamları hakkında bilgi için bk. Furkān 25/1). 2. âyet yüce Allah’ın kudret ve tasarrufunu en açık bir şekilde gösteren delilleri içermekte; Allah’ın, dünyada insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle rekabet etmelerini sağlamak, kimlerin kendi emir ve yasaklarına uyarak daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını bildirmektedir. Aynı âyette önce ölüm, sonra hayat geçtiği için burada “ölüm” kavramıyla, hayattan önceki cansızlık halinin mi yoksa dünya hayatının sona ermesi ve âhiret hayatına geçiş halinin mi kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Bir kısım müfessirler âyetteki sıralamayı dikkate alarak ölümden maksadın dünya hayatından âhiret hayatına geçiş hali, hayattan maksadın ise âhiret hayatı olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXX, 55; Elmalılı, VII, 5159). İkinci grup ise ölümle dünya hayatından âhiret hayatına geçiş halinin, hayatla da dünya hayatının kastedildiği kanaatindedir (Zemahşerî, IV, 134); bizim tercihimiz de budur. Zira hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise âhiret değil dünyadır. Her ikisinin de bu dünyada olması amaca daha uygun görünmektedir. Hayat ölümden önce olduğu halde âyette sonra gelmesi ise çeşitli şekillerde yorumlanmıştır (bk. Râzî, XXX, 55; Ateş, IX, 526-527). Dikkat çekici bir yoruma göre eşyada aslolan yokluk olduğu, varlık ve hayat sonradan verildiği için âyette ölüm önce gelmiştir (Şevkânî, V, 297). Bizce de isabetli olan diğer bir yoruma göre ölüm insanlara hayatın sorumluluğunu hatırlattığı, onları iyi işler yapmaya teşvik ettiği ve bir uyarıcı olduğu, nihayet insanda “imtihan” sorumluluğunu daha canlı tuttuğu için âyette ölüm önce zikredilmiştir. Nitekim hayat bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığının verileceği ebedî varlık sahnesine geçişi sağlayan dönüm noktası, Hz. Peygamber’in de belirttiği gibi bir uyarıcıdır (bk. Râzî, XXX, 55). İfadenin akışına ve lafız güzelliğine daha uygun olduğu için “mevt” (ölüm) kelimesinin önce geldiği de düşünülebilir. 

3-4. âyetlerde evrenin eksiksiz-kusursuz yaratılışına, mükemmel işleyişine ve düzenine dikkat çekilmekte, böylece bu muhteşem varlık düzeninin bir tesadüfle meydana gelmiş olamayacağı ve devam edemeyeceği; bunun ancak üstün bir ilim, irade ve kudret sahibinin yaratması ve yönetmesiyle mümkün olduğu belirtilmektedir (yedi göğün anlamı hakkında bk. Bakara 2/29).

Meâlde “Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak” diye tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı, “Sonra gözünü iki kez daha çevir de bak” şeklindedir. Ancak bu ibare çokluktan kinaye olup sayı olarak iki defayı değil, defalarca bakmayı ifade eder (bk. İbn Âşûr, XXIX, 19-20).

Yıldızlarla donatılmış gibi bir görüntü verdiği için gökyüzünün kandillerle süslenmesinden söz edilmiş, yıldızlar geceleyin kandil gibi ışık saçtıklarından onlara mecaz olarak “kandiller” (mesâbîh, tekili: misbâh) denilmiştir (Taberî, XXIX, 3). Yıldızlarla şeytanların taşlanmasından maksat ise göklerdeki meleklerin konuşmalarını dinleyip onlardan bilgi sızdırmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen şeytanların bu yıldızlardan çıkan parlak ışıklarla, bir tür ateş toplarıyla engellenmesidir. Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak klasik tefsirlerde ayrıntılı yorumlar bulunmakla birlikte müteşâbihattan olan bu tür âyetlerin anlamları hakkında zamana, şartlara, bilimsel verilere göre farklı görüşler ileri sürmek mümkündür. Ayrıca gayb konularına giren âyetlerin yorumunda iddialı olmamak gerekir. Çünkü gayb âleminin mahiyetini Allah’tan başka kimse bilemez; biz gayb bilgilerine sadece inanırız (gökyüzünün yıldızlarla süslenmesi ve bunlarla şeytanların taşlanması konusunda bilgi için bk. Hicr 15/16-18; Sâffât 37/6-10).

Taşlanma” şeklinde çevirdiğimiz rücûm kelimesi “sağlam bir bilgiye dayanmadan konuşmak, kafadan atmak” mânasına da geldiği için âyete, “insan ve cin şeytanlarının yıldızlara bakarak aslı faslı olmayan şeyler söylemeleri” mânası da verilmiştir (Şevkânî, V, 299).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 416-417
 

ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً وَهُوَ حَس۪يرٌ


Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ارْجِعِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri,  أنت ‘dir.  الْبَصَرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

كَرَّتَيْنِ  mef’ûlu mutlaktan naib olup müsenna olduğu için  يْ  ile mansubdur. 

فَ  karinesi olmadan gelen  يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ   cümlesi şartın cevabıdır.  يَنْقَلِبْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.  اِلَيْكَ  car mecruru  يَنْقَلِبْ  fiiline mütealliktir. الْبَصَرُ fail olup lafzen merfûdur.  خَاسِئاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir. هُوَ حَس۪يرٌ  hal cümlesidir. Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal, müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَهُوَ حَس۪يرٌ  cümlesi  الْبَصَرُ ‘un veya  خَاسِئاً ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. حَس۪يرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

يَنْقَلِبْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.

 

ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً وَهُوَ حَس۪يرٌ

 

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile 3. Ayetteki  فَارْجِعِ الْبَصَرَ  cümlesine atfedilen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Önceki ayetteki  ارْجِعِ الْبَصَرَ  tekid için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib olan  كَرَّتَيْنِ , çokluktan kinayedir.

يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً  cümlesi, talebin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكَ , ihtimam için fail olan الْبَصَرُ ‘ya takdim edilmiştir

خَاسِئاً , failin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْبَصَرُ ‘nun tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Evrenin kusursuz yaratılışına, mükemmel ve muntazam bir şekilde işleyişine dikkatleri çeken bu ayet-i kerîmelerde  ارْجِعِ  emir fiilinin tekrarıyla ıtnâb üslubu oluşmuştur.  Tesniye kalıbında gelen  كَرَّتَيْنِ  kelimesi çokluk içindir, yani fiilin defalarca yapılmasına delalet eder. Tekrarın gayesi, Allah’ın yaratmasında bir düzensizlik ve kusur bulmayı uman müşriklerin, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar amaçlarına ulaşmakta kesinlikle aciz kalacaklarını vurgulamaktır. Ayrıca ayetin muhatabı olan müminler de bir şeye körü körüne inanmamaları hususunda öğütlenmişler ve bir şeyi araştırırlarken işlerini son derece ciddiyet içinde yapmaya teşvik edilmişlerdir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُوَ حَس۪يرٌ  cümlesi,  الْبَصَرُ ‘nun ikinci halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حَس۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Bu ayette, kendisinde bir kusur var mı yok mu diye incelemek ve araştırmak üzere, Kendisinin yarattığı bu şeylere defalarca bakmayı emretmiştir. Bu, "Sen, durmadan bakacak olsan, gözün sana, aramakta olduğun gedik ve kusuru bulamadan dönecektir. Hatta, sana hayal kırıklığı içinde, umduğunu elde edememiş olarak dönecektir" demektir.  خَاسِئاً  ifadesi, uzaklaştırıp kovduğunda söylenilen  خسأت الكلب (köpeği kovdum) deyiminden alınmadır.

Müberred de bu ifadeye: "mahzun ve hakir kılınmış olarak dönecektir" anlamını vermiştir. İbn Abbas da, bu kelimeye, "arzuladığını bulamadan" manasını vermiştir.   حَس۪يرٌ  kelimesine gelince, İbn Abbas bunun anlamının, "yorgun argın, aciz, bitkin" şeklinde olduğunu söylerken, Leys de, bunun anlamının, "yorgun ve aciz kalmış olarak..." şeklinde olduğunu söylemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)