Mülk Sûresi 2. Ayet

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ  ...

O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِي O ki
2 خَلَقَ yarattı خ ل ق
3 الْمَوْتَ ölümü م و ت
4 وَالْحَيَاةَ ve hayatı ح ي ي
5 لِيَبْلُوَكُمْ sizi denemek için ب ل و
6 أَيُّكُمْ hanginizin
7 أَحْسَنُ daha güzel ح س ن
8 عَمَلًا iş yapacağınızı ع م ل
9 وَهُوَ ve O
10 الْعَزِيزُ üstündür ع ز ز
11 الْغَفُورُ bağışlayandır غ ف ر
 

Sûrenin özeti mahiyetinde olan bu âyetlerin ilkinde Allah’ın yüceliği, kudreti, evrendeki hükümranlığı ve her şeyin kendisinin kudret elinde olduğu, evrende istediği gibi tasarrufta bulunabileceği ifade edilmiş, sonraki âyetlerde ise O’nun kudretinin eserlerinden örnekler verilmiştir (1. âyette “aşkındır, cömerttir” diye çevirdiğimiz tebâreke fiilinin diğer anlamları hakkında bilgi için bk. Furkān 25/1). 2. âyet yüce Allah’ın kudret ve tasarrufunu en açık bir şekilde gösteren delilleri içermekte; Allah’ın, dünyada insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle rekabet etmelerini sağlamak, kimlerin kendi emir ve yasaklarına uyarak daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını bildirmektedir. Aynı âyette önce ölüm, sonra hayat geçtiği için burada “ölüm” kavramıyla, hayattan önceki cansızlık halinin mi yoksa dünya hayatının sona ermesi ve âhiret hayatına geçiş halinin mi kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Bir kısım müfessirler âyetteki sıralamayı dikkate alarak ölümden maksadın dünya hayatından âhiret hayatına geçiş hali, hayattan maksadın ise âhiret hayatı olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXX, 55; Elmalılı, VII, 5159). İkinci grup ise ölümle dünya hayatından âhiret hayatına geçiş halinin, hayatla da dünya hayatının kastedildiği kanaatindedir (Zemahşerî, IV, 134); bizim tercihimiz de budur. Zira hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise âhiret değil dünyadır. Her ikisinin de bu dünyada olması amaca daha uygun görünmektedir. Hayat ölümden önce olduğu halde âyette sonra gelmesi ise çeşitli şekillerde yorumlanmıştır (bk. Râzî, XXX, 55; Ateş, IX, 526-527). Dikkat çekici bir yoruma göre eşyada aslolan yokluk olduğu, varlık ve hayat sonradan verildiği için âyette ölüm önce gelmiştir (Şevkânî, V, 297). Bizce de isabetli olan diğer bir yoruma göre ölüm insanlara hayatın sorumluluğunu hatırlattığı, onları iyi işler yapmaya teşvik ettiği ve bir uyarıcı olduğu, nihayet insanda “imtihan” sorumluluğunu daha canlı tuttuğu için âyette ölüm önce zikredilmiştir. Nitekim hayat bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığının verileceği ebedî varlık sahnesine geçişi sağlayan dönüm noktası, Hz. Peygamber’in de belirttiği gibi bir uyarıcıdır (bk. Râzî, XXX, 55). İfadenin akışına ve lafız güzelliğine daha uygun olduğu için “mevt” (ölüm) kelimesinin önce geldiği de düşünülebilir. 

3-4. âyetlerde evrenin eksiksiz-kusursuz yaratılışına, mükemmel işleyişine ve düzenine dikkat çekilmekte, böylece bu muhteşem varlık düzeninin bir tesadüfle meydana gelmiş olamayacağı ve devam edemeyeceği; bunun ancak üstün bir ilim, irade ve kudret sahibinin yaratması ve yönetmesiyle mümkün olduğu belirtilmektedir (yedi göğün anlamı hakkında bk. Bakara 2/29).

Meâlde “Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak” diye tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı, “Sonra gözünü iki kez daha çevir de bak” şeklindedir. Ancak bu ibare çokluktan kinaye olup sayı olarak iki defayı değil, defalarca bakmayı ifade eder (bk. İbn Âşûr, XXIX, 19-20).

Yıldızlarla donatılmış gibi bir görüntü verdiği için gökyüzünün kandillerle süslenmesinden söz edilmiş, yıldızlar geceleyin kandil gibi ışık saçtıklarından onlara mecaz olarak “kandiller” (mesâbîh, tekili: misbâh) denilmiştir (Taberî, XXIX, 3). Yıldızlarla şeytanların taşlanmasından maksat ise göklerdeki meleklerin konuşmalarını dinleyip onlardan bilgi sızdırmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen şeytanların bu yıldızlardan çıkan parlak ışıklarla, bir tür ateş toplarıyla engellenmesidir. Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak klasik tefsirlerde ayrıntılı yorumlar bulunmakla birlikte müteşâbihattan olan bu tür âyetlerin anlamları hakkında zamana, şartlara, bilimsel verilere göre farklı görüşler ileri sürmek mümkündür. Ayrıca gayb konularına giren âyetlerin yorumunda iddialı olmamak gerekir. Çünkü gayb âleminin mahiyetini Allah’tan başka kimse bilemez; biz gayb bilgilerine sadece inanırız (gökyüzünün yıldızlarla süslenmesi ve bunlarla şeytanların taşlanması konusunda bilgi için bk. Hicr 15/16-18; Sâffât 37/6-10).

Taşlanma” şeklinde çevirdiğimiz rücûm kelimesi “sağlam bir bilgiye dayanmadan konuşmak, kafadan atmak” mânasına da geldiği için âyete, “insan ve cin şeytanlarının yıldızlara bakarak aslı faslı olmayan şeyler söylemeleri” mânası da verilmiştir (Şevkânî, V, 299).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 416-417
 

  Hayye حيي :

  Hayat حَياةٌ kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılır:

  1- Bitki ve hayvanda bulunan büyüme kuvvesi

  2- Duyu kuvvesi. Hayvanlar bu açıdan hayvan adını almışlardır.

  3- İşleyen/akleden kuvve anlamında

  4- Keder ve üzüntünün ortadan kalktığını ifade eder.

  5- Ebedî ahiret hayatı hakkında kullanılır.

  6- Kendisiyle Yüce Allah'ın nitelendirildiği hayattır. Yüce Allah hakkında هُوَ حَيٌّ denir. Bunun anlamı, O'nun için          ölümden söz edilemez demektir. Ölümsüzlük ise Yüce Allah dışında kimse için söz konusu değildir.

  Hayat, dünya ve ahiret göz önüne alındığında iki çeşittir.

  Hayevan حَيَوانٌ hayatın ve canlılığın yerleşik olduğu mekandır. İki şey hakkında kullanılır:

  Birincisi: Duyu sahibi anlamında kullanımı..

  İkincisi Ebedi bekâ sahibi anlamında kullanımı..

  حَيا yağmur demektir. Böyle adlandırılmasının nedeni ölümünün ardından yer arzı tekrar diriltmesidir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı formda 184 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri hayat, hayy, hayvan, ihya, hayâ ve Havva'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ 


Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , birinci âyetteki اَلَّذ۪ي ‘den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْحَيٰوةَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْمَوْتَ ’ye matuftur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi, يَبْلُوَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  خَلَقَ  fiiline mütealliktir. يَبْلُوَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَيُّكُمْ اَحْسَنُ  cümlesi ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

İstifham edatı  اَيُّكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَحْسَنُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  عَمَلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْغَفُورُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ -  الْغَفُورُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ


Önceki ayetteki  تَبَارَكَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’den bedeldir. Sılası olan  خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

الْمَوْتَ  ve  الْحَيٰوةَ  kelimelerindeki marifelik cins içindir. (Âşûr) Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَبْلُوَكُمْ  cümlesi, mecrur mahalde olup başındaki harfi cerle birlikte  خَلَقَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِيَبْلُوَكُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki  اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً  cümlesi, istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelmiş olan cümle, gerçek manada soru kastı taşımadığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâla olması sebebiyle cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

عَمَلاً  kelimesi, müsned olan  اَحْسَنُ  için temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

Ayette (ölüm) الموت , (yaşam)dan  الحياة  önce zikredilmiştir. Bu iki kelime arasındaki takdim ve tehirden kaynaklanan edebî nükteye ilişkin Zemahşerî şöyle der: Allah (cc), bu ayette ölümü hayattan önce zikretmiştir. Çünkü insanların amele en fazla yöneleni, ölümü asla aklından çıkarmayan, öleceğini her daim hesaba katarak hareket eden kimsedir. Bu nedenle ölüm hayattan önce zikredilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Bilindiği gibi  الْمَوْتَ  (ölüm), hayatın fonksiyonlarının son bulması;  الْحَيٰوةَ (hayat) ise, nefes alma gibi iradî hareketler ve algılanabilenlerdir. Ölüm, bu işlevlere sahip olan birisinden bunların yok olmasıdır. Ayet delalet ediyor ki: Allah'ın tüm fiilleri, kulların maslahat ve menfaatine yöneliktir. Yani Allah'ın yarattığı bu şeyleri maslahatları gözeten bir varlık yapacak olsa idi ancak bu maksat ve maslahatlar için yaratırdı. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

الابتلاء ; imtihan etmek, denemek manasınadır. Binâenaleyh, ‘’Cenab-ı Hak ibtila ederek, bir kimsenin itaat mı yoksa isyan mı edeceğini bilmiş, anlamış olur" manasına gelir. Bu ise hem ezelen hem de ebeden bütün malumatı bilen zat hakkında düşünülmesi imkânsız olan bir husustur. Velhasıl, "Allah'ın imtihanı (ibtilası)", kuluna, aynen imtihan yapıp, deneme yapanın, şeklen (zahiren) buna benzer bir biçimde davranması demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

Buradaki  الابتلاء (denemek) gerçek anlamında değildir. Çünkü o, ancak işlerin sonucunu bilmeyenler için söz konusudur. Allah'ın deneme ve imtihanı ise, gaybda bildiği şeyin kuldan açığa çıkmasıdır. Ayetin manası şudur: ”Size, sizin hanginizin daha iyi ameller işleyeceğini denemek için bir uygulama yapanın işini yapar ve amellerinize göre karşılık verir. İşte bundan dolayı bu cümleyi Hz Peygamber (sav): ”Hanginizin aklı daha iyi, Allah'ın yasaklarından hanginiz daha uzak ve Allah'a taatine hanginiz daha çok koşuyor," diye tefsir etmiştir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

En temel nimet hayattır. Çünkü hayat olmasaydı dünyada hiç kimse nimetlerden istifade edemezdi. Hayat ahiret nimetleri arasında da birinci sıradadır. Çünkü orada da hayat olmasa, ebedî mükâfat diye birşey olmaz.  Kitabın pek çok yerinde de anlattığımız üzere, ölüm de bir nimettir. Çünkü ölüm, mükellefiyet hali ile kişinin amellerine karşılık verilmesi halini birbirinden ayıran bir şeydir. Ölüm, mesela bu açıdan bir nimettir. Nitekim Hz Peygamber (sav) "Lezzetleri (tatları) mağlup eden, yok eden şeyi (yani ölümü) çokça hatırlayın İbn Mace Zühd, 31 (2/422)."buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî)

Hayat, ölümden önce olmasına rağmen, Allah Teâlâ şu sebeplerden ötürü, ayette ölümü hayattan önce zikretmiştir.

1) Mukâtil şöyle der: "Cenab-ı Hak ölüm ile nutfeyi, alakayı ve mudgayı (insanın yaratılışındaki ilk merhaleleri); hayat ile de ruhun (canın) üflenmesini kastetmiştir."

2) Atâ'nın rivayetine göre İbn Abbas (ra), "Allah, ölüm ile dünyadaki ölümü, hayat ile de ebedi hayat yurdu olan ahiret hayatını kastetmiştir" demiştir.

3) Hz Peygamber (sav)'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü bir münadi, "Ey cennet ehli" diye seslenir. Cennettekiler bu nidanın yüce Allah'tan olduğunu bilirler ve "Ey Rabbimiz buyur, huzurundayız!" derler. Bunun üzerine Allah, "Rabbinizin size vadettiklerini gerçek olarak buldunuz mu?" der. Cennetlikler de: "Evet" derler. Sonra da ölüm, güzel beyaz bir koç kılığında getirilip boğazlanır. Sonra da, "Ey cennet ehli, işte bu (hayatınız), ölümsüz ebediyettir ve ey cehennem ehli, işte bu (azabınız), ölümsüz bir ebediyettir" diye nida edilir. Bu nida, cennet ehlinin sevincine sevinç katarken, cehennem ehlinin de hüznüne hüzün katar."

Bu ifadeyle, o gün artık ölüm işinin son bulduğunu anlatmak için bir temsil yapılmak istenmiştir

4) Allah Teâlâ, ölümü hayattan önce zikretmiştir. Çünkü insanların amele en fazla yöneleni, ölümünü gözünün önünden hiç ayırmayan, öleceğini hep hesaba katan kimsedir. Bu sebeple ölüm önce zikredilmiştir. Zira ölüm, kişi için maksat olan şeyler içinde en önemli olanıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)


 وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ


Cümle atıf harfi  وَ’ la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Cümle öncesindeki yargıyı pekiştirme amacı taşıyan ıtnâb üslubunun bir çeşidi olan tezyîldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ  sıfatları marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ - الْغَفُورُۙ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

Allah Teâlâ, imtihandan bahsedince, peşisıra, "O, Azîz ve Gafûr'dur.." buyurmuştur ki bu, "O Allah, kötü amelde bulunanların kendisini acze düşüremeyecek bir biçimde bir azîz, bir galip; günah işleyenlerden tevbe edenler için de affedicidir" demektir.

Allah Teâlâ'nın Azîz ve Gafûr olması, ancak her şeye kadir ve herşeyi bilen olması ile tam ve mükemmel olur. Allah Teâlâ'nın herkese yaptığının karşılığını gerek mükâfat, gerekse ceza olarak tastamam verebilmek için mutlaka tam ve mükemmel kudrete; itaat eden kim, isyan eden kim olduğunu bilebilmesi, böylece de hak edene hakkını vermede hata etmemesi için mutlaka tam ve mükemmel bir ilim sahibi olması gerekir. Böylece Cenab-ı Hakk'ın azîz ve gafûr oluşunun, ancak tam bir kudret ve tam bir ilim sahibi olduğunun tespitinden sonra mümkün olacağı anlaşılır. İşte bundan ötürü Hak Teâlâ, burada bu iki sıfatın, yani kudret ve ilmin varlığının delillerini zikretmiştir. Allah Teâlâ'nın kādir oluşunun âlim oluşundan önce olduğu bilinince de, pek yerinde olarak önce kudretinin, daha sonra da ilminin delilini zikretmiştir. (Fahreddîn er-Râzî)