وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ
“Bu söz” diye çevirdiğimiz “hadîs” kelimesi “ilâhî vahiy, Kur’an” veya “yeniden dirilmeyi ve âhiret hesabını bildiren ilâhî haber” şeklinde yorumlanabilir. 44. âyetteki “Bu sözü yalan sayanı bana bırak” cümlesi, vahiy ve âhireti inkâr edenleri cezalandırma yetkisinin yalnız Allah’a mahsus olduğunu ifade eder. “Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz” diye çevirdiğimiz cümle ise kısaca şunu anlatıyor: Allah verdikçe onlar şımarır; fakat O, imtihan sebebiyle vermeye devam eder. Bu durum İslâmî literatürde istidrâc terimiyle ifade edilmiştir (bk. A‘râf 7/182).
45. âyette “plan” diye çevirdiğimiz keyd kelimesi, Allah için kullanıldığında, İslâmiyet ve müslümanlar aleyhinde çalışan inkârcıların planlarını boşa çıkaran Allah’ın adaletli ve hikmetli planını ifade eder. Yüce Allah kendi planı uyarınca, âyetlerini yalan sayanları hemen cezalandırmayıp onlara mühlet verdiğini, kendilerine bazı imkân ve fırsatlar tanıdığını, fakat onların bu fırsatı değerlendirmeyip derece derece kurtuluşu olmayan bir yıkıma doğru gittiklerini ifade buyurmaktadır (bk. A‘râf 7/182-183; ayrıca krş. En‘âm 6/44).
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki سَنَسْتَدْرِجُهُمْ ‘e matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اُمْل۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ‘dir. لَهُمْ car mecruru اُمْل۪ي fiiline mütealliktir.
اُمْل۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال babındandır. Sülâsîsi ملو ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ
Ayet, سَنَسْتَدْرِجُهُمْ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Önceki ayetteki سَنَسْتَدْرِجُهُمْ fiilinin cemi sıygasından, اُمْل۪ي ‘de müfred sıygaya iltifat sanatı vardır.
اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümle, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
اِنَّ ’nin isminin izafetle marife olması, veciz ifade ve tazim içindir.
كَيْد۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan كَيْد۪ , şan ve şeref kazanmıştır.
اِنَّ ’nin haberi olan مَت۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ ihsanda bulunmasını ve imkan vermesini istidrac olarak isimlendirdiği gibi tuzak كَيْد۪ي olarak da isimlendirmiştir; zira bu ihsanlar, helake düşmeye sebep olması sebebiyle tuzak suretindedir. Ve ihsanının helake sebep olma konusundaki güçlü tesirinden dolayı tuzağı da sağlamlıkla مَت۪ينٌ nitelemiştir. (Keşşâf)
Târîfât adındaki eserdeki izahat ise şu şekildedir: ”كَيْد۪ ', bir başkasına gizlice zarar vermek istemektir. Bu, insanlar tarafından yapılırsa kötü bir hile, Allah tarafından yapılırsa yaratıkların amellerine karşılık vermek için haklı bir tedbirdir." (Rûhu’l Beyân)
Allah'ın yaptıkları kötülüğe karşılık hakkı yerine getirmek üzere bir kavme yaptığı iyilikler için kullanılan "aldatma" tabiri bir istiaredir. Çünkü bu, iyiliklerde acele etmek ve kötülüklerin peşinden koşmak bakımından failin eyleminin benzeridir. (Âşûr)
İhsanını ve imkan vermesini helake sebep olması yönüyle tuzak şeklinde olduğu için istidrac olarak adlandırdığı gibi tuzak olarak da adlandırılmıştır. Tuzak, hile ve istidracın asıl manası: Güvenli yerden yakalamaktır (yakalanmaktır). Allah'ın (cc) tuzakçı, hilebaz ve istidrac yapan diye adlandırılması caiz değildir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)