A'râf Sûresi 113. Ayet

وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ  ...

Sihirbazlar Firavun’a geldiler. “Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi?” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاءَ ve geldi ج ي ا
2 السَّحَرَةُ büyücüler س ح ر
3 فِرْعَوْنَ Fir’avn’a
4 قَالُوا dediler ق و ل
5 إِنَّ elbette
6 لَنَا bize
7 لَأَجْرًا bir mükafat var (değil mi?) ا ج ر
8 إِنْ eğer
9 كُنَّا olursak ك و ن
10 نَحْنُ biz
11 الْغَالِبِينَ üstün gelen غ ل ب
 

Danışmanlarının teklifi üzerine Firavun tarafından celbedilen sihirbazların ondan ödül beklediklerini açıklamaları, onların hem yüksek bir itibara sahip bulunduklarını hem de sihirdeki ustalıklarıyla Mûsâ’yı mağlûp edeceklerinden emin olduklarını (İbn Âşûr, IX, 46), Firavun’un onlara beklediklerinden daha fazlasını vaad etmesi de onun her şeye rağmen Hz. Mûsâ’nın başarılı olmasından duyduğu endişeyi gösterir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 568

 

وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  السَّحَرَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

فِرْعَوْنَ  mef’ûlun bih olup  gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنَّ لَنَا لَاَجْراً’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

لَنَا  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اَجْراً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.  نَحْنُ  fasıl zamiridir. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.

الْغَالِب۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberidir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْغَالِب۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غلب  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فهل لنا أجر (Bize bir ücret var mıdır?) şeklindedir.

 

وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً 


وَ  istînâfiyyedir. Fasılla gelen müstenefe cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّحَرَةُ  kelimesindeki tarif ahd içindir. Yani zikredilen sihirbazlar demektir. (Âşûr)

قد  takdiriyle hal veya beyani istînâf olan …قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ لَنَا لَاَجْراً cümlesi  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَنَا  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  لَاَجْراً  muahhar mübtedadır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ,isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

اَجْراً  kelimesindeki tenvin padişahın makamı ve işin büyüklüğü karinesiyle tazim içindir. (Âşûr)

اَجْراً  kelimesinin belirsiz olması, çokluk ve fazlalık ifade eder. Bu tıpkı Arapların, “çokluk, fazlalık” manasını kastederek لاِبِلًا وَاِنَّ لَهُ لَغَنَمًا (onun, nice develeri vardır, onun nice koyunları vardır) demeleri gibidir. (Fahreddin er-Râzî)


اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ


Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasl zamiriyle tekid edilmiştir.  كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri, فهل لنا أجر  [Bize bir mükâfat var mıdır?] şeklinde olabilir.

اِنْ  şart harfi vuku bulma ihtimali zayıf olan fiillerle kullanılır. Yani üstün gelme ihtimallerinin zayıf olduğuna işaret ederek alacakları ücreti, mükâfatı arttırmak istemişlerdir.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şayet ayetteki, “Siz muhakkak ki (benim) en yakınlarımdan olacaksınız.” ifadesi, matuftur (bir başka söz üzerine atfedilmektedir). “O halde matufun aleyh olan kelime hangisidir?” denilirse mahzuf olan bir söze atfedilmiş olup cevap verme edatı olan “evet” kelimesi, o sözün yerini tutmuştur. Sanki Firavun, onların “Elbet bize bir mükâfat var değil mi?” şeklindeki sözlerine cevap vererek, “Evet, sizin için muhakkak bir mükâfat var ve siz muhakkak ki en yakınlarımdan olacaksınız.” demiştir. Yani Firavun, “Size sadece mükâfat vermekle yetinmeyip fazlasını da vereceğim. Bu fazlalık da benim sizi katımda en yakınlarımdan kılmamdır.” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Alacakları ücreti ise  اِنَّ, lam-ı muzahlaka ve isim cümlesiyle tekid ederek ifade etmişlerdir.

Firavun sihirbazları toplayınca onlarla önce konuştu. Sihirbazlar Firavun’un kendini metheden, övünen biri olduğunu biliyorlar ve onun güvenini kazanmak ve böylece de mümkün olduğu kadar çok şey elde etmek istiyorlardı. Firavun da onların kendisine güvenmediklerini anladığı için ayet-i kerimelerde görüldüğü gibi aralarındaki konuşmalar tekidlerle pekiştirilmiş olarak geldi. Burada sihirbazlar Musa’yı (a.s.) yenmelerine karşılık çok büyük mükâfat talep etmektedirler. Çünkü bu büyük bir iştir. Firavun da onlara istediklerinden de fazlasını vereceğini sonraki ayette ifade etmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)