قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ
Gösteri alanına, sihir aletleri olan sopaları ve ipleriyle gelen sihirbazlar, ustalıklarına güvendikleri ve kazanacaklarından emin oldukları için, gösteriye kimin önce başlayacağı hususundaki seçme hakkını, kendileri gibi bir sihirbaz olduğunu düşündükleri Hz. Mûsâ’ya bıraktılar. Buna karşılık Mûsâ’nın “Siz atın” şeklinde kesin bir cevapla mukabele etmesi de onun Allah’ın izniyle başarılı olacağına güvendiğini göstermektedir.
Bazı tefsirlerde ve kısas-ı enbiyâ kitaplarında büyücülerin sayıları hakkında, 72 ile 200 küsur bin arasında değişen rakamlar verilmekteyse de İbn Atıyye’nin de ifade ettiği gibi (VII, 131) bu açıklamaların hepsi dayanaksızdır. Bununla birlikte 112. âyet sihirbazların sayılarının çokluğuna işaret etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 569-570
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا مُوسٰٓى ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfi, مُوسٰٓى münadadır. Müfred alem olup damme üzere gelmiş mahallen mansubtur. Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ’dir.
اِمَّٓا iki yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf haberin mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri, مبدوء به (Başlatan) şeklindedir.
تُلْقِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. نَكُونَ ’nin ismi müstetir olup takdiri نحن’dur. نَحْنُ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ /Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ /ayırma zamiri) denir.
Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.
الْمُلْق۪ينَ kelimesi نَكُونَ ’nın haberidir. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْمُلْق۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ
Fasılla gelmiş istînâf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasındaki قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muhayyerlik ifade eden اِمَّٓا harfinin dahil olduğu اَنْ تُلْقِيَ cümlesi, nidanın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُلْقِيَ cümlesi masdar teviliyle, takdiri مبدوء به [başlamıştır] olan mahzuf haberin mübtedasıdır.
İkinci masdar-ı müevvel birinciye tezat sebebiyle atfedilmiştir.
İki masdar cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Haberin marife gelmesi bu vasfın o kişilerde kemal derecede olduğunun işaretidir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
تُلْقِيَ - الْمُلْق۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr, اِمَّٓا ‘larda reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
[Yoksa ilk ortaya koyanlar biz mi olalım?] şeklindeki sözleri kendilerinin önce başlamak istediklerine delalet etmektedir. Zira bu ifadede نَكُونَ’deki muttasıl zamir نَحْنُ ile tekid edilmiş ve haber marife kelime ile ifade edilmiştir. Ya da buna delalet eden şey, haberin marife olarak kullanılması ve araya fasıl zamiri sokulmasıdır. Musa (a.s.) ise onları önemsemediğini, ciddiye almadığını, sahip olduğu semavî desteğe olan güveninin tam olduğunu, mucizenin hiçbir sihirle asla yenilemeyeceğini göstermek üzere isteklerine cevap vererek önceliği onlara bırakmıştır. (Keşşâf)
Ferrâ ve Kisâî, اَمَّا ve اِمَّا edatı hakkında şöyle demişlerdir: “Emrettiğin, nehyettiğin, yahut da birisine haber verdiğin zaman fethalı olarak اَمَّا edatını kullanırsın. Ama şart koştuğun veya şüphe ettiğin yahut da muhayyer bıraktığın zaman kesreli olarak اِمَّا dersin.
a. اَمَّا : Fethalı olana gelince اَمَّا الَّلهُ فَاعْبُدُ ‘Allah’a gelince Allah’a ibadet ediniz.’ dersin.
b. اِمَّا : Eğer bir şeyi şart koşuyorsan اِمَّا تُعْطِيَنَّ زَيْدًا فَاِنَّهُ يَشْكُرُكَ ‘Eğer sen Zeyd’e verirsen muhakkak ki o sana teşekkür eder.’ der ve kesralı okursun. Nitekim Cenab-ı Hakk da فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ [Savaş esnasında eline düşerlerse onlara geridekilere ibret olacak şekilde davran] (Enfal Suresi, 57) buyurmuştur.
Şek ve şüphe ifade etmek istediğin zaman لَا اَدْرِى مَنْ قَامَ اِمَّا زَيْدٌ وَاِمَّا عَمْرٌ ‘Kimin kalktığını bilmiyorum, Zeyd mi Amr mı?’ dersin.
Yine muhayyerlik ifade etmek istediğin zaman da لِى بِالْكُوفَةِ دَارٌ فَاِمَّا اَنْ اَسْكُنَهَا وَ اِمَّا اَنْ اَبِيعَهَا ‘Benim Kûfe’de bir evim var, ya orada oturacağım ya da onu satacağım.’ dersin. Şek ifade etmek için kullanıldığında اِمَّا ile أو edatları arasındaki fark şudur: جَائَنِى زَيْدٌ اَوْ عَمْرٌو ‘Bana Zeyd veya Amr geldi.’ dediğin zaman senin, burada sözünü önce yakîn ve kesin bir bilgi üzerine bina edip sonra da bir şüphe arız olduğu için ‘veya Amr’ demiş olman caizdir. Böylece şüphe ve şek, ikisi hakkında da söz konusu olmuş olur. Buna göre اَوْ edatının kullanıldığı iki isimden birincisi telaffuz edildikten sonra susulması güzel ve yerinde olan bir durumda bulunup sonra bir şek ve şüphe arız olduğu için öteki isimle tekit yaparak manayı kuvvetlendirmek caizdir.” (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki bir başka incelik de şudur: Sihirbazlar, Musa’ya (a.s.) öncelik verdikleri için nezakete riayet etmişlerdir. Bundan ötürü tasavvuf ehli şöyle demiştir: “Onlar böylesi bir edebi gözettikleri için Allah Teâlâ da bu edebe riayet etmelerinin bereketi ile onlara imanı nasip etmiştir.” Daha sonra sihirbazlar, atma işinin önce kendi taraflarından olmasına da istekli olduklarını gösteren şu sözü de söylemişlerdir: وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ [Yoksa ilk atan biz mi olalım?] Böylece hem muttasıl zamiri zikretmişler hem onu munfasıl bir zamir ile tekid etmişler hem de haberi nekre değil marife (elif-lamlı) olarak getirmişlerdir.
Bil ki sihirbazlar ilk önce edebe riayet edip sonra ilk önce kendilerinin asalarını ve iplerini atmaya da istekli olduklarını gösteren bu sözü söyleyince Hz. Musa (a.s.), “Ne atacaksanız evvela siz atın.” (Şuara Suresi, 43) demiştir. (Fahreddin er-Râzî)