وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Hz. Mûsâ’ya Allah tarafından “Asânı at!” buyurulması, onun sergilediği hadisenin, bizâtihî kendisinin bir gösterisi veya bir büyüsü olmayıp Allah’ın iradesi uyarınca gerçekleşen bir mûcize olduğuna; ejderha haline dönüşen asânın yuttuğu şeylerden “onların uydurdukları şeyler” diye söz edilmesi de Firavun’un sihirbazlarınca sergilenen sihrin asılsızlığına işaret eder. Nitekim 118. âyette “Böylece gerçek ortaya çıktı…” buyurulmakla da sihirbazların gösterilerinin asılsız, Mûsâ’nın mûcizesinin de gerçekten vuku bulmuş bir hadise olduğu ifade edilmiştir. Âyetteki “batala” fiili de sihirbazların yaptıklarının hem asılsız olduğunu, yani gerçekten vuku bulmuş bir olay değil, aksine bir aldatmaca olduğunu hem de Firavun’un beklediği sonucu vermediğini göstermektedir. 119. âyette bunun bir yenilgi olduğu, Firavun ve adamlarının bu yenilgiyi kabul ederek küçük düşmüş bir vaziyette gösteri alanından çekildikleri bildirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 570
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى مُوسٰٓى car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline müteallıktır. مُوسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ tefsiriyye harfidir. اَلْقِ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
عَصَاكَ mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Cümle mahzuf cümleye matuftur. Takdiri, فألقاها فإذا هي تلقف (Onu attılar. Bir de ne görsünler, … yutuyor!) şeklindedir.
فَ atıf harfi, اِذَا müfacee harfidir. اِذَا, isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında müfacee harfi olur.
اِذَا ; fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَلْقَفُ fiili haber olarak mahallen merfûdur.
تَلْقَفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَأْفِكُونَ’dır.
يَأْفِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ
و istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Tefsiriyye olan اَنْ ’i takip eden اَلْقِ عَصَاكَۚ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عَصَاكَۚ şeklindeki izafet kısa yoldan izah ve her ikisinin şanı içindir.
فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Müfacee harfinin dahil olduğu cümle, takdiri فألقاها [Hemen onu attı] olan cümleye فَ ile atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Matufun aleyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları olur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
تَلْقَفُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası يَأْفِكُونَۚ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
لقف fiili, becerikli bir şekilde birinin elinden almak, kapmak demektir.
التَّلَقُّفُ kelimesi, yutmak manasındaki اللَّقْفِ fiilinin mübalağalı halidir. (Âşûr)
Cumhur ق harfini şeddeli olarak تَلَقَّفَ şeklinde okumuştur ki bunun aslı تَتَلَقَّفُ’dur. Yani gücünüz yettiğince mübalağalı olarak onu yutun demektir. (Âşûr)
Muzari olarak gelen تَلَقَّفُ ve يَأْفِيكُون sıygaları muhteşem görüntünün canlanmasıyla yenilenme ve tekrara delalet eder. Yani iftiraları yenilendiğinde ve tekrarlandığında bu olay da tekrarlanır. Sihirlerinin إفْكً olarak adlandırılması, sihir olmadığının ve bunun sadece bir yanılsama ve kamuflaj olduğunun kanıtıdır. (Âşûr)
مَا يَأْفِكُونَۚ [onların uydurduklarını] ifadesindeki مَا, ism-i mevsūl ya da masdariyyedir. مَا يَأْفِكُونَۚ “Sayesinde hakkı batıla çevirdikleri, yalanı gerçek gibi gösterdikleri şeyleri” demektir. (Keşşâf)
Cenab-ı Hakk’ın, “onların uydurup düzdükleri şeyleri” buyruğuna gelince bu hususta da şu iki izah yapılmıştır:
a. Arapçada أْفِكُ (ifk), bir şeyi olduğu durumdan çevirip başka türlü göstermektir. Yalana, “ifk” adının verilmesi de bundan ileri gelir. Zira yalan da hakikatin tersyüz edilmiş şeklidir. İbni Abbas (r.a.), Cenab-ı Hakk’ın يَأْفِكُونَۚ tabiriyle “yalan olarak yaptıkları o şeyi…” manasını kastettiği söylemiştir. Buna göre mana, “Asa, onların, haktan batıla döndürerek gerçekmiş gibi gösterdikleri, allayıp pulladıkları o şeyi yuttu.” şeklinde olur. Mananın böyle olması halinde مَا يَأْفِكُونَۚ ifadesinin başındaki مَا ism-i mevsûl olur.
b. Bu ifadenin başındaki مَا’nın, masdariyye olmasıdır. Buna göre kelamın takdiri, “Bir de ne görsünler, o ejderha onların yalanlarını yutuyor!” şeklinde olur. Böylece de ism-i mef'ûl masdar manasında kullanılmış olur. (Fahreddin er-Râzî)
فَوَقَعَ الحَقُّ sözü تَلَقَّفُ ما يَأْفِكُونَ sözüne tefrî’ olarak gelmiştir. Aslında الوُقُوعُ kelimesi bir şeyin yukarıdan aşağı düşmesi demektir. Düşen uçak için kullanılır. Burada kadri yüce bir işin zuhuru için kullanılmıştır. Çünkü bunun zuhuru ilâhi bir teyittir ve yukarıdan bir şeyin düşmesine benzetilmiştir. Bu kelime husul manasında da kullanılır. Bu durumda hasıl olan şey yukarıdan düşen bir şeye benzetilir. Bu yaygın olarak kullanılan bir istiaredir. Allah Teâlâ’nın وإنَّ الدِّينَ لَواقِعٌ (Zariyat Suresi, 6) ayeti de böyledir. Hasıl oldu demektir. Yani hak zahir ve hasıl oldu demektir. (Âşûr)