فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَرْسَلْنَا | biz de gönderdik |
|
2 | عَلَيْهِمُ | onların üzerine |
|
3 | الطُّوفَانَ | tufan |
|
4 | وَالْجَرَادَ | ve çekirge |
|
5 | وَالْقُمَّلَ | ve kımıl (haşerat) |
|
6 | وَالضَّفَادِعَ | ve kurbağalar |
|
7 | وَالدَّمَ | ve Kan |
|
8 | ايَاتٍ | mu’cizeler olarak |
|
9 | مُفَصَّلَاتٍ | ayrı ayrı |
|
10 | فَاسْتَكْبَرُوا | ama yine büyüklük tasladılar |
|
11 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
12 | قَوْمًا | bir topluluk |
|
13 | مُجْرِمِينَ | suçlu |
|
Daha önce (130. âyette), kuraklık sıkıntısından söz edilmişti. Anlaşıldığına göre bu bir ilk uyarıydı. Ne var ki Firavun ve çevresi, bundan ders alacakları yerde, inkâr ve inatlarını daha da pekiştirdiler; bu uğurda bütün sıkıntılara katlanmaya hazır olduklarını açıklayarak âdeta Allah’a karşı meydan okudular. Yüce Allah da onları 133. âyette özetle bildirilen felâketlere mâruz bıraktı.
Kur’ân-ı Kerîm’de Firavun ve Mısırlılar’ın inkârları, İsrâiloğulları’na karşı haksız tutumları ve onları serbest bırakmamaktaki ısrarları yüzünden başlarına türlü felâketler geldiği özetle anlatılmış; ibret alınması için bu kadarı yeterli görülmüştür. Tevrat’ta ise, Firavun’u İsrâiloğulları’nı serbest bırakmaya mecbur etmek için, daha çok Hârûn’un değneği vasıtasıyla gerçekleştirilen ve İsrâiloğulları’na isabet etmeyen çeşitli felâket mûcizelerinin gerçekleştirildiği bildirilmiştir. Mısırlılar’ın hayat damarları olan Nil sularının kana dönüştürülmesi, bütün ülkenin ve evlerin kurbağalarla dolup taşması, önce tatarcık, ardından at sineği (kımıl) istilası, hayvanların kırılması, insanların ve hayvanların vücutlarını çıban kaplaması, dolu felâketiyle dağdaki insanların ve önceki felâketlerden artakalan hayvanların kırılması, büyük bir çekirge sürüsünün yeri göğü kaplaması şeklinde sıralanan mûcizelerden hiçbiri Firavun’u yola getirmeye yetmemiş; o, her felâket vuku bulduğunda, Mûsâ’ya kendilerini bu felâketten kurtarması halinde İsrâiloğulları’nı serbest bırakacağına dair söz vermiş; fakat felâket geçince sözünden dönmüştür. Nihayet “Rab,… Mısır diyarında bütün ilk doğanları vurdu… Ve Mısır’da büyük feryat vardı; çünkü içinde ölü olmayan bir ev yoktu.” Artık bu son felâket üzerine Firavun, erkeklerinin sayısı 600.000’i bulan İsrâiloğulları’nın 400 yıldır kalmakta oldukları Mısır’dan çıkmalarına izin verdi (Çıkış, 5-12).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 577-578
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمُ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır. الطُّوفَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la الطُّوفَانَ kelimesine matuftur. اٰيَاتٍ kelimesi beş lafzın hali olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
مُفَصَّلَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ kelimesinin sıfatıdır.
فَ atıf harfidir. اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مُفَصَّلَاتٍ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
وَ atıf harfidir. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi cemi müzekker olan وا, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. قَوْماً kelimesi كَانُوا ‘nun haberi olup lafzen mansubtur.
مُجْرِم۪ينَ kelimesi قَوْماً’in sıfatı olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُجْرِم۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا
Ayet, önceki ayetteki …وَقَالُوا cümlesine فَ atıf harfi ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)
اٰيَاتٍ ,مُفَصَّلَاتٍ için sıfattır. Sıfat ıtnâb sanatı babındandır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Aynı üslupla gelen فَاسْتَكْبَرُوا cümlesi فَاَرْسَلْنَا ’ya matuftur. Vasl sebebi tezâyüftür.
وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Bu cümle daha önceki ayetlerin mazmununu açıklayan bir mutarıza cümlesidir. (Ebüssuûd)
Ayetin fasılası tezâyüf sebebiyle makabline atfedilmiştir. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الطُّوفَانَ - الْجَرَادَ - الْقُمَّلَ - الضَّفَادِعَ - الدَّمَ ve مُجْرِم۪ينَ - فَاسْتَكْبَرُوا kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet-i kerimede cem' ma’at-taksim vardır. Sayılan farklı musibetler İsrailoğullarına gönderilen mucizeler olması yönüyle cem‘ edilmiştir.
اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ tabiri; her ayetin ayrı ayrı mufassal olarak bir delil olarak gönderildiğini belirtir. (Ebüssuûd)
Suç işleyen bir kavim oldukları cümlesi كَانُوا ile gelerek suç işlemenin onların âdeti haline geldiğine işaret eder.
كَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ cümlesi فَاسْتَكْبَرُوا cümlesine matuftur. Mana: Bu ayetlerin delaletini kabul etmekte büyüklük tasladılar ve günah işlediler, şeklindedir. Bu mananın isim cümlesiyle gelmesi günah işlemenin daha kibirlenmeden önce onlarda sabit bir vasıf haline geldiğine, onlarda yerleştiğine ve kök saldığına delalet eder. Bu kök salmış olan davranış ayetler karşısında büyüklenmelerine sebep olmuştur. كانَ kelimesi, haberin yani günah işlemenin devamlı olduğuna delalet eder. (Âşûr)