11 Ekim 2024
A'râf Sûresi 131-137 (165. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 131. Ayet

فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Fakat onlara iyilik geldiği zaman, “Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)” derler. Eğer başlarına bir kötülük gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır. Fakat çokları bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 جَاءَتْهُمُ onlara geldiği ج ي ا
3 الْحَسَنَةُ bir iyilik ح س ن
4 قَالُوا derler ق و ل
5 لَنَا bizimdir
6 هَٰذِهِ bu
7 وَإِنْ eğer
8 تُصِبْهُمْ kendilerine ulaşırsa ص و ب
9 سَيِّئَةٌ bir kötülük س و ا
10 يَطَّيَّرُوا uğursuz sayarlardı ط ي ر
11 بِمُوسَىٰ Musa
12 وَمَنْ kimseleri
13 مَعَهُ ve beraberindeki
14 أَلَا iyi bilinki
15 إِنَّمَا ancak
16 طَائِرُهُمْ onların uğursuzluğu ط ي ر
17 عِنْدَ katındadır ع ن د
18 اللَّهِ Allah
19 وَلَٰكِنَّ fakat
20 أَكْثَرَهُمْ çokları ك ث ر
21 لَا
22 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

Buradaki iyilikten (hasene) daha çok yağış, ürün bolluğu ve refah gibi maddî nimetler; kötülükten de (seyyie) kuraklık, kıtlık ve geçim sıkıntısı gibi maddî problemler anlaşılmıştır (bk. Zemahşerî, II, 144; İbn Atıyye, VII, 141; Râzî, XIV, 215).

 Âyetteki tetayyür, tayr (uçma) kelimesinden türetilmiş olup bir olayı, nesneyi veya kişiyi “uğursuz sayma” (teşe’üm, teşâüm) anlamına gelir. Câhiliye döneminde oldukça yaygın bulunan bir hurafeye göre bir kimse yolculuğa çıktığında ilk karşılaştığı bir kuşun, kendisine göre sağ tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu yolculuğu için uğurlu sayar, sol tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu da uğursuz kabul ederdi. Yolculuğa çıkana da “ale’t-tâiri’l-meymûn” (uğurlu kuşla karşılaş) diyerek iyi dilekte bulunurlardı. Böylece tetayyür ve tıyara kelimeleri aslında hem uğuru hem de uğursuzluğu ifade etmekle birlikte giderek sadece uğursuzluk anlamında kullanılmaya başlandı. Aynı anlamda olmak üzere teşe’üm kelimesi de kullanılmakta; bir olay, nesne veya kişinin uğurlu sayılması ise tefe‘ül kelimesiyle ifade edilmekteydi. Türkçe’de buna, bazı hadislerdeki bir tabirle (İbn Mâce “Tıb”, 43; Müsned, II, 332) “fâl-i hasen” veya “fâl-i hayır” denilmektedir. Hz. Peygamber, gelecek için iyimser olma imkânı sağladığı, ümit ve güven telkin ettiği için tefe’ül veya fâl-i haseni yararlı görüp tavsiye ederken (Buhârî, “Tıb”, 43, 44; Müslim, “Selâm”, 110-113; İbn Mâce, “Tıb”, 43; Müsned, II, 332), uğursuzluk telakkisinin Câhiliye müşrikliğinin bir kalıntısı olduğuna işaret etmiş ve İslâm’da bunun yeri olmadığını açıklamıştır (Buhârî, “Tıb”, 17, 19, 43, 44; Müslim, “Selâm”, 102, 107; Ebû Dâvûd, “Tıb”, 24; İbn Mâce, “Nikâh”, 55; “Tıb”, 43).

Firavun ve adamları, 130. âyetin sonunda da ifade buyurulduğu gibi, başlarına gelen felâketler üzerinde düşünüp ders almaları, bu çektiklerinin kendi kötülük ve zulümleri yüzünden olduğunu kabul etmeleri gerekirken, hâlâ eski idraksizliklerini sürdürerek, nâil oldukları iyiliğin zaten kendi hakları olduğunu ileri sürerken, uğradıkları kötülüğü Hz. Mûsâ ve ona inananlardan kaynaklanan bir uğursuzluk sayıyorlardı.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576-577

Resûl-i Ekrem “ uğursuzluk yoktur” buyurmuştur. (Buhâri, Tıb 19,43-45; Müslim , Selâm 102,116); uğursuzluğa inanmayanların hesapsız, azapsız Cennet’e gireceklerini söylemiş ( Buhâri, Rikâk 50; Müslim, Îman 374); Muâviye bin Hakem’in “ aramızda uğursuzluğa inanan adamlar var” demesi üzerine de “ Bu onların gönüllerinde hissettikleri duygudur. Bu duygu onları işlerinden alıkoymasin “ buyurmuştur.
(Müslim, Mesâcid 33).

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْحَسَنَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ ‘dir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  لَنَا هٰذِه۪ۚ  ’dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.  لَنَا  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

İşaret ismi  هٰذِهِ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  


 وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تُصِبْهُمْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  سَيِّئَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  يَطَّيَّرُوا ’dur.  يَطَّيَّرُوا  fiili,  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   يَطَّيَّرُوا  fiilinin aslı   يَتَطَيَّرُوا  şeklindedir.  تَ  harfi  طَ  harfine dönüşmüştür.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِمُوسٰى  car mecruru  يَطَّيَّرُوا  fiiline müteallıktır. مُوسٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, atıf harfi وَ ’la  بِمُوسٰى’ya matuftur.  مَعَ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir.  اَلَٓا  tenbih harfidir.  اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir, اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

طَٓائِرُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عِنْدَ  mekân zarfı, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ’de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  أَكۡثَرَ lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لٰكِنَّ’nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ ’dir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ 

 

فَ  atıf harfidir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.  

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ  , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli  لَنَا هٰذِه۪ۚ, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَنَا  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  هٰذِه۪ۚ  muahhar mübtedadır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin önemini vurgular.

هٰذِه۪ۚ  ile onlara gelen iyiliklere  işaret edilmiştir. Bu nedenle işaret isminde istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ

 

وَ  atıf harfidir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ  müspet, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat bulunan önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Şartın cevabı  فَ  karinesiyle gelen  يَطَّيَّرُوا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası, mahzuftur. مَعَهُ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Her zaman mevsûlü takip eden sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ  cümlesi ile  وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الْحَسَنَةُ  ile  سَيِّئَةٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Uğursuzluk Musa (a.s.) ve beraberindekilerde değildir. Başınıza iyilik de gelse kötülük de gelse, Allah’tandır. Kötülüğü sen hak etmişsindir. İyilik de Allah’ın fazlındandır.

Burada vukuu kesin olan şeye  اِذَا  ve mazi fiil gelirken, vukuu nadir olan şeye  اِنْ  ve muzari fiil gelmiştir. Ayrıca ilk şart cümlesinde  الْحَسَنَةُ  marife gelirken ikinci şart cümlesinde  سَيِّئَةٌ  nekre olarak gelmiştir. Zemahşerî bunun sebebinin iyiliğin çokluğu ve sanki vacipmiş gibi hissettirildiği, kötülüğün ise nadiren meydana gelmesi olduğunu söylemiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi, Beyzâvî)


اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ

 

اَلَٓا  istiftah harfi, kendisinden sonra gelen haberin ihtimamını ifade eder. (Âşûr)  

Tenbih harfi  اَلَٓا ’nın dahil olduğu cümle müstenefedir. Kasr ve tenbih edatı ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَلَٓا  isim cümlesinin başına gelerek muhatabın gelecek sözü can kulağıyla dinlemesini sağlamıştır. (Meydânî, Kur’an’ı Anlamanın Kaideleri)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  عِنْدَ اللّٰهِ  mahzuf habere müteallıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِنَّمَا  edatı ile yapılan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Kasr konusu tabiri olarak mevsuf denilen  عِنْدَ اللّٰهِ, sıfat olan  طَٓائِرُهُمْ’ye kasredilmiştir.  عِنْدَ اللّٰهِ yani maksûr/mevsuf,  طَٓائِرُهُمْ ’a yani maksûrun aleyhe/sıfata tahsis edilmiştir. 

Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat, zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat, başka mevsûflarda bulunabilir.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın  inkâr  ettiği durumlarda, inkâr  etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri )


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Öncesindeki önemli haberin vehmettirdiği mana sebebiyle istiftah edatı  لَكِنَّ  ile başlayıp kasr üslubuyla gelmiştir. Akıllıların bilmesi gereken bir şey istidrak harfiyle başlayan ve bu kişilerin çoğunun bilmediğinin haber verildiği bu cümleyle ifade edilmiştir. (Âşûr)

“Bilmeme” keyfiyetinin onlardan çoğuna tahsisi, bazılarının hakikati bilmelerine rağmen kibir ve inatları yüzünden bilmezden gelmeleri sebebiyledir.(Ebüssuûd)

يَطَّيَّرُوا - طَٓائِرُهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette, kavl-i bi'l mûcib sanatı vardır. Bu sanatta mütekellim, muhatabın bir sorusu veya sözü üzerine kullandığı kelimelerden birini farklı bir konumda kullanır. Bu sanatı “muhatabın sözünü başka bir vecihle tasdiklemek” şeklinde de tarif etmişlerdir. Kazvînî bu sanatı iki alt başlıkta inceler: 

a. Muhatabın sözünde veya sorusunda geçen bir kelime, mütekellim tarafından asıl olması gerektiği şekilde kullanılır. 

b. Yine muhatabın sözünde yer alan bir kelime mütekellim tarafından müteallakının zikriyle onun muradının aksine kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)


A'râf Sûresi 132. Ayet

وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ  ...


Dediler ki: “Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 مَهْمَا ne kadar
3 تَأْتِنَا getirsen de bize ا ت ي
4 بِهِ
5 مِنْ bir
6 ايَةٍ mu’cize ا ي ي
7 لِتَسْحَرَنَا bizi büyülemek için س ح ر
8 بِهَا onunla
9 فَمَا değiliz
10 نَحْنُ biz
11 لَكَ sana
12 بِمُؤْمِنِينَ inanacak ا م ن

Daha önce (130. âyette), kuraklık sıkıntısından söz edilmişti. Anlaşıldığına göre bu bir ilk uyarıydı. Ne var ki Firavun ve çevresi, bundan ders alacakları yerde, inkâr ve inatlarını daha da pekiştirdiler; bu uğurda bütün sıkıntılara katlanmaya hazır olduklarını açıklayarak âdeta Allah’a karşı meydan okudular. Yüce Allah da onları 133. âyette özetle bildirilen felâketlere mâruz bıraktı. 

 Kur’ân-ı Kerîm’de Firavun ve Mısırlılar’ın inkârları, İsrâiloğulları’na karşı haksız tutumları ve onları serbest bırakmamaktaki ısrarları yüzünden başlarına türlü felâketler geldiği özetle anlatılmış; ibret alınması için bu kadarı yeterli görülmüştür. Tevrat’ta ise, Firavun’u İsrâiloğulları’nı serbest bırakmaya mecbur etmek için, daha çok Hârûn’un değneği vasıtasıyla gerçekleştirilen ve İsrâiloğulları’na isabet etmeyen çeşitli felâket mûcizelerinin gerçekleştirildiği bildirilmiştir. Mısırlılar’ın hayat damarları olan Nil sularının kana dönüştürülmesi, bütün ülkenin ve evlerin kurbağalarla dolup taşması, önce tatarcık, ardından at sineği (kımıl) istilası, hayvanların kırılması, insanların ve hayvanların vücutlarını çıban kaplaması, dolu felâketiyle dağdaki insanların ve önceki felâketlerden artakalan hayvanların kırılması, büyük bir çekirge sürüsünün yeri göğü kaplaması şeklinde sıralanan mûcizelerden hiçbiri Firavun’u yola getirmeye yetmemiş; o, her felâket vuku bulduğunda, Mûsâ’ya kendilerini bu felâketten kurtarması halinde İsrâiloğulları’nı serbest bırakacağına dair söz vermiş; fakat felâket geçince sözünden dönmüştür. Nihayet “Rab,… Mısır diyarında bütün ilk doğanları vurdu… Ve Mısır’da büyük feryat vardı; çünkü içinde ölü olmayan bir ev yoktu.” Artık bu son felâket üzerine Firavun, erkeklerinin sayısı 600.000’i bulan İsrâiloğulları’nın 400 yıldır kalmakta oldukları Mısır’dan çıkmalarına izin verdi (Çıkış, 5-12).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 577-578 

وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl mukadder cümledir.  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

مَهْمَا  şart  ismi, mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Takdiri, تعطنا şeklindedir.

مَهْمَا  (Her ne zaman); aslı şart edatı olan  مَا’dır, ona tekid için fazla bir  مَا  ilave edilmiştir, sonra da tekrar dile ağır geleceğinden  مَا’nın  elifi  هْ’ye çevrilmiştir.

Şöyle de denilmiştir:  مَهْمَا  def etmek isteyen kimsenin çıkardığı "meh” sesi ile ceza edatı olan  مَا’dan oluşmuştur. Mübteda olarak mahallen mansubtur yahut tefsir eden bir fiille mansubtur. (Beyzâvî)

تَأْتِنَا  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِه۪  car mecruru  تَأْتِنَا   fiiline müteallıktır.

مِنْ اٰيَةٍ  car mecruru  بِه۪’deki zamirin temyizi veya bu zamirin mahzuf haline müteallıktır. 

لِ  harfi,  تَسْحَرَنَا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  تَأْتِنَا  fiiline müteallıktır. Mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَسْحَرَنَا  mansub muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

بِهَا  car mecruru تَسْحَرَنَا  fiiline müteallıktır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  نَحْنُ  munfasıl zamiri  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.

لَكَ  car  mecruru  بِمُؤْمِن۪ينَ  ‘ye müteallıktır.

بِ  harfi zaiddir.  مُؤْمِن۪ينَ  lafzen mecrur, mahallen  مَا ’nın haberi olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan … مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart ismi  مَهْمَا , takdiri  تعطنا  (Bize verirsen) olan fiilin mukaddem mef’ûlüdür. Bu takdim, şart isimlerinin, sadaret özelliği sebebiyledir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ’nin gizli  أنْ’le masdar yaptığı cümle  لِتَسْحَرَنَا, mecrur mahalde  تَأْتِنَا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ, menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber inkârî kelamdır. Car-mecrur  لَكَ , önemine binaen amili olan بِمُؤْمِن۪ينَ’ye takdim edilmiştir.

Müsnede dahil olan  بِ, tekid ifade eden zaid harftir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اٰيَةٍ  kelimesi tazim için nekre olarak gelmiştir.

اٰيَةٍ  kelimesi  مَهْمَا’nın ibhamını beyandır. (Âşûr)

İnanmayacaklarını; isim cümlesi ve olumsuz cümlede haberin başına dahil olan  بِ harfiyle tekid ederek mübalağalı bir şekilde ifade etmişlerdir.


A'râf Sûresi 133. Ayet

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ  ...


Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَرْسَلْنَا biz de gönderdik ر س ل
2 عَلَيْهِمُ onların üzerine
3 الطُّوفَانَ tufan ط و ف
4 وَالْجَرَادَ ve çekirge ج ر د
5 وَالْقُمَّلَ ve kımıl (haşerat) ق م ل
6 وَالضَّفَادِعَ ve kurbağalar ض ف د ع
7 وَالدَّمَ ve Kan د م و
8 ايَاتٍ mu’cizeler olarak ا ي ي
9 مُفَصَّلَاتٍ ayrı ayrı ف ص ل
10 فَاسْتَكْبَرُوا ama yine büyüklük tasladılar ك ب ر
11 وَكَانُوا ve oldular ك و ن
12 قَوْمًا bir topluluk ق و م
13 مُجْرِمِينَ suçlu ج ر م
جرد Cerade : جَرْدٌ Çekirge demektir. Çekirgeler bir araziyi üzerindeki tüm ekinleri yiyerek çıplak bıraktıkları için bu isimden soyup çıplak bırakmak anlamında جَرَدَ fiili türetilmiştir. Bu mana sebebiyle de bitkileri yenmiş arazi, kılları dökülmüş at ya da yıpranmış elbise de bu kelimeyle ifade edilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olarak sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mücerred ve tecrittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.  الطُّوفَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ‘la  الطُّوفَانَ  kelimesine matuftur.  اٰيَاتٍ  kelimesi beş lafzın hali olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

مُفَصَّلَاتٍ  kelimesi  اٰيَاتٍ  kelimesinin sıfatıdır.

فَ  atıf harfidir.  اسْتَكْبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مُفَصَّلَاتٍ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.

اسْتَكْبَرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nin ismi cemi müzekker olan  وا, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.  قَوْماً  kelimesi  كَانُوا ‘nun haberi olup lafzen mansubtur.

مُجْرِم۪ينَ  kelimesi  قَوْماً’in sıfatı olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مُجْرِم۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا

 

Ayet, önceki ayetteki …وَقَالُوا  cümlesine  فَ  atıf harfi ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)

اٰيَاتٍ ,مُفَصَّلَاتٍ  için sıfattır. Sıfat ıtnâb sanatı babındandır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Aynı üslupla gelen  فَاسْتَكْبَرُوا  cümlesi  فَاَرْسَلْنَا ’ya matuftur. Vasl sebebi tezâyüftür. 


وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ

 

Bu cümle daha önceki ayetlerin mazmununu açıklayan bir mutarıza cümlesidir. (Ebüssuûd)

Ayetin fasılası tezâyüf sebebiyle makabline atfedilmiştir.  كَان  ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin  haberi sıfat tamlaması formunda gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

الطُّوفَانَ - الْجَرَادَ - الْقُمَّلَ - الضَّفَادِعَ - الدَّمَ  ve  مُجْرِم۪ينَ - فَاسْتَكْبَرُوا  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayet-i kerimede cem' ma’at-taksim vardır. Sayılan farklı musibetler İsrailoğullarına gönderilen mucizeler olması yönüyle cem‘ edilmiştir.

اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ  tabiri; her ayetin ayrı ayrı mufassal olarak bir delil olarak gönderildiğini belirtir. (Ebüssuûd)

Suç işleyen bir kavim oldukları cümlesi  كَانُوا  ile gelerek suç işlemenin onların âdeti haline geldiğine işaret eder.

كَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ  cümlesi  فَاسْتَكْبَرُوا  cümlesine matuftur. Mana: Bu ayetlerin delaletini kabul etmekte büyüklük tasladılar ve günah işlediler, şeklindedir. Bu mananın isim cümlesiyle gelmesi günah işlemenin daha kibirlenmeden önce onlarda sabit bir vasıf haline geldiğine, onlarda yerleştiğine ve kök saldığına delalet eder. Bu kök salmış olan davranış ayetler karşısında büyüklenmelerine sebep olmuştur. كانَ  kelimesi, haberin yani günah işlemenin devamlı olduğuna delalet eder. (Âşûr)
A'râf Sûresi 134. Ayet

وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ  ...


Üzerlerine azap çökünce, “Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ne zaman ki
2 وَقَعَ çökünce و ق ع
3 عَلَيْهِمُ üzerlerine
4 الرِّجْزُ azab ر ج ز
5 قَالُوا dediler ق و ل
6 يَا مُوسَى Musa
7 ادْعُ du’a et د ع و
8 لَنَا bizim için
9 رَبَّكَ Rabbine ر ب ب
10 بِمَا üzerine
11 عَهِدَ verdiği söz ع ه د
12 عِنْدَكَ sana ع ن د
13 لَئِنْ eğer
14 كَشَفْتَ kaldırırsan ك ش ف
15 عَنَّا bizden
16 الرِّجْزَ azabı ر ج ز
17 لَنُؤْمِنَنَّ muhakkak inanacağız ا م ن
18 لَكَ sana
19 وَلَنُرْسِلَنَّ ve mutlaka göndereceğiz ر س ل
20 مَعَكَ seninle beraber
21 بَنِي oğullarını ب ن ي
22 إِسْرَائِيلَ İsrail

Ricz kelimesi genellikle “azap” anlamında kullanılır. Bazı müfessirler, veba hastalığının Arapça’daki isimlerinden birinin de ricz olduğunu dikkate alarak, Mısırlılar’ın böyle bir hastalıkla da cezalandırılmış olabileceğini belirtirler (İbn Atıyye, VII, 144). İbn Âşûr, Tevrat’ın Çıkış kitabının 12. babında verilen bilgileri de hatırlatarak aynı görüşe katılır (IX, 71). Râzî’ye göre ise dil kuralları dikkate alındığında ricz kelimesinden bir önceki âyette sıralanan belâları anlamak daha uygun olur (XIV, 219).

 Yukarıda özetlenen Tevrat’taki bilgiler arasında Firavun’un ve Mısırlılar’ın Hz. Mûsâ’ya inanacaklarına dair bir vaadlerinden söz edilmezken (bk. Çıkış, 12/31-32) bu âyette onların, İsrâiloğulları’nın Mûsâ ile birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin vermeleri yanında böyle bir iman vaadi de yer almaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 578

وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

وَقَعَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَقَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمُ  car mecruru  وَقَعَ  fiiline müteallıktır.  الرِّجْزُ  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  قَالُوا يَا مُوسَى’dır.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  يَا مُوسٰٓى ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَا  nida harfi,  مُوسٰٓى  münadadır. Müfred alem olup elif üzere mukadder damme ile gelmiştir, mahallen mansubtur.

Nidanın cevabı  ادْعُ لَنَا رَبَّكَ’dir.  ادْعُ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لَنَا  car mecruru  ادْعُ  fiiline müteallıktır.  رَبَّكَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ادْعُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  عَهِدَ عِنْدَكَۚ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

عَهِدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  عِنْدَ  mekân zarfı, عَهِدَ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

كَشَفْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

عَنَّا  car mecruru  كَشَفْتَ  fiiline müteallıktır.  الرِّجْزَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

نُؤْمِنَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

لَكَ  car mecruru  نُؤْمِنَنَّ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

نُرْسِلَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مَعَ  mekân zarfı,  نُرْسِلَنَّ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَن۪ٓي  mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.  اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ

 

وَ  istînâfiyye,  لَمَّا  şartiyyedir.  لَمَّا  cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Muzafun ileyh olan şart cümlesi ...وَقَعَ, müsbet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi ...قَالُوا۟, faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir.  قَالُوا۟  fiilinin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Nidanın cevabı olan …ادْعُ لَنَا رَبَّكَ, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

رَبَّكَ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

ادْعُ  fiiline müeallık olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  عَهِدَ عِنْدَكَۚ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

عَلَيْهِمُ - لَنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Bil ki “لرِّجْزُ” kelimesinin manasını, Bakara Suresindeki (Bakara Suresi, 59) ayetinin tefsirinde anlatmıştık. Bu, azap manasında kullanılan bir isimdir. Sonra alimler, bu رِجْز (azap, pislik) kelimesi ile ne murad edildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun, onların başına gelen o beş çeşit azap olduğunu söylemişlerdir. Said b. Cübeyr ise رِجْز’in, taun (veba) manasında olduğunu, taunun da onların başına gelen bir azap olup bu hastalık sebebiyle bir tek günde yetmiş bin insanın öldüğünü, defnedilmeden bırakıldıklarını söylemiştir. Bil ki birinci görüş daha kuvvetlidir. Çünkü ayette  رِجْز  kelimesi elif-lam almış müfred bir kelimedir. Binaenaleyh bunun, daha önce zikredilmiş, bilinen bir azap manasına hamledilmesi gerekir. Burada daha önce bahsedilmiş malum azap ise zikredilmiş olan o beş çeşit beladır. Bunların dışındaki mana ise şüphelidir. Bundan dolayı bu lafzı, bilinen manaya hamletmek, şüpheli bir manaya hamletmekten daha evladır.(Fahreddin er-Râzî) 

الرِّجْزُ; azap demektir. Başındaki tarif ahd içindir. Yani  الطُّوفانَ  ile başlayıp  آياتٍ مُفَصَّلاتٍ ‘a kadar zikredilen azaplar demektir. الرِّجْزُ ; aynı zamandan taun hastalığının bir ismidir. (Âşûr)


لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  لَ  mahzuf kasem fiili için gelen lam-ı muvattıa,  ئِنْ  şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart cümlesi olan  كَشَفْتَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Tekid nunu ve mahzuf kasemin cevabının başına dahil olan lamı ile tekid edilmiş  لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ  cümlesi, kasemin cevabıdır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle  mahzuftur. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Aynı üslupla gelen  وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي  cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

لَنُرْسِلَنَّ - اِسْرَٓائ۪لَۚ   ve   عَهِدَ - عِنْدَكَۚ  kelime grupları arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الرِّجْزَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Kur’an’da toplam 9 kere geçen bela, musibet anlamındaki  الرِّجْزُ  kelimesi, Araf suresinde 134-135-162. ayetlerde toplam 4 kere bu ayette ise 2 kere geçmiştir. Ayette bu kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الرِّجْزُ  kelimesinin asıl anlamı titremektir. Birbirine yakın adım atıp güçsüzlükten dolayı titreyen deveye, deve titredi denir. (Müfredat)  عَلَيْ  harfi ise bu azabın zulmü yapan kişiler aleyhinde olduğuna delalet eder. Meallerde ‘azap’ olarak çevrilen  الرِّجْزُ   kelimesinin asıl anlamı titremektir. Azabın şiddetli ve sarsıcı olacağı anlaşılmaktadır.

الرِّجْس   ve  الرِّجْزُ   kelimeleri birbirine hem mana hem de lafız olarak yakın olup, aralarında cinas vardır.  الرِّجْزُ; iğrenç, berbat, tabiat itibarıyla herhangi korkunç bir şey demektir. الرِّجْزُ; titremektir. Deve birbirine yakın adımlar atıp güçsüzlükten titrediğinde bu fiil kullanılır. Recez vezni de kısa kısa cüzler olduğu için titremeye benzetilmiş. Çünkü cüzleri birbirine yakındır ve okunurken dil titrer. (Müfredat) İkisi de Kur’an’da manevi bela anlamında kullanılmıştır.

 
A'râf Sûresi 135. Ayet

فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ  ...


Fakat erişecekleri bir süreye kadar biz azabı üzerlerinden kaldırınca hemen yeminlerini bozarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman
2 كَشَفْنَا biz kaldırsak ك ش ف
3 عَنْهُمُ onlardan
4 الرِّجْزَ azabı ر ج ز
5 إِلَىٰ kadar
6 أَجَلٍ bir süreye ا ج ل
7 هُمْ onlar
8 بَالِغُوهُ geçirecekleri ب ل غ
9 إِذَا hemen
10 هُمْ onlar
11 يَنْكُثُونَ yeminlerini bozarlar ن ك ث

Hz. Mûsâ’nın duası üzerine başlarına gelen son musibet de kaldırılınca, Firavun ve adamları daha önce Mûsâ ve İsrâiloğulları’nın Mısır’ı terketmelerine izin vermiş olmalarına rağmen yine sözlerinden döndüler. Ne var ki Hz. Mûsâ ve kavmi, bütün hazırlıklarını tamamlayarak geceleyin yola çıkmışlardı. Durumu öğrenen Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü (bk. Tâhâ 20/77-78). Tevrat’ta ayrıntılı bir şekilde anlatıldığına göre (bk. Çıkış, 14/1-31) Firavun kuvvetleri onlara yetişmişti. Allah’ın buyruğu uyarınca Hz. Mûsâ’nın, asâsını denize uzatması üzerine sular sağlı sollu iki duvar teşkil edecek şekilde yarıldı ve bir koridor halinde yol açıldı. Bu suretle Hz. Mûsâ ve beraberindekiler boğulmaktan korkmaksızın (Tâhâ 20/77) hızla ilerlemeye başladılar. Peşlerinden Firavun ve yanındakiler de aynı yola girdiler. Hz. Mûsâ, kendi topluluğunun karşı tarafa geçmesi üzerine asâsını yine denize doğru uzattı ve suların tekrar eski halini almasıyla yol kapandı; böylece Firavun ve askerleri Kızıldeniz’de boğuldu. “Onlardan bir nefer bile kalmadı” (Çıkış, 12/28). Yûnus sûresinin 90-91. âyetlerinde bildirildiğine göre Firavun boğulmak üzere iken iman etmiş, fakat yeis halindeki (hayattan ümit kestiği sıradaki) bu imanı kabul edilmemiştir (Firavun’un imanıyla ilgili farklı görüşler için bk. Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 120-121).

 Eski tefsirlerin hemen tamamında âyetteki “el-yemm” kelimesi Kızıldeniz diye anlaşılmıştır. Tevrat’ın Çıkış bölümünde ise sadece “deniz” kelimesi geçmektedir. Yine bu bölümde bazı coğrafî isimler verilmekteyse de bugün bu isimlerin nerelere takabül ettiği kesinlik kazanmış değildir. M. Reşîd Rızâ ise Mûsâ ve yanındakilerin geçtiği, fakat Firavun ve askerlerinin boğulduğu denizin Nil nehri olması gerektiği kanaatindedir (IX, 98).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 578-579

فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

كَشَفْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَشَفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَنْهُمُ  car mecruru  كَشَفْنَا  fiiline müteallıktır.  الرِّجْزَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecruru  كَشَفْنَا  fiiline müteallıktır.

هُمْ بَالِغُوهُ  cümlesi  اَجَلٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Munfasıl zamir   هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

بَالِغُوهُ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Sonundaki  نَ  muzâf olduğu için hazfedilmiştir.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَنْكُثُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

يَنْكُثُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بَالِغُوهُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بلغ  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ

 

فَ  istînafiyye,  لَمَّا  şartiyyedir.  لَمَّا  cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi ...كَشَفْنَا, müspet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümlesi formunda gelerek sübut ifade eden  هُمْ بَالِغُوهُ  cümlesi,  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Mufacee harfinin dahil olduğu isim cümlesi  اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ, cevaptır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Anında değiştiklerini ve sözlerini bozduklarını ifade eder. Sözlerini bozmaları da muzari fiille gelerek hep sözünüzü bozuyordunuz, hala da bozuyorsunuz, manasını ifade etmiştir.

النَّكْثُ  kelimesi aslında bir ipin veya ipten yapılmış bir şeyin bükümünü bozmaktır. Allah Teâlâ ahde vefasızlık manasında kullanmıştır. Aynı şekilde ip de ahd manasında müstear olmuştur. Burada da tebe-i istiare olarak gelmiştir. (Âşûr) 


A'râf Sûresi 136. Ayet

فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ  ...


Bu yüzden onlardan intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle kendilerini denizde boğduk.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَانْتَقَمْنَا biz de öc aldık ن ق م
2 مِنْهُمْ onlardan
3 فَأَغْرَقْنَاهُمْ onları boğduk غ ر ق
4 فِي
5 الْيَمِّ yemm(su)da ي م م
6 بِأَنَّهُمْ çünkü onlar
7 كَذَّبُوا yalanlamışlardı ك ذ ب
8 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
9 وَكَانُوا ve olmuşlardı ك و ن
10 عَنْهَا onları
11 غَافِلِينَ umursamaz غ ف ل
يمّ Yemme : الْيَمُّ kelimesi deniz demektir. يَمَّ ve تَيَمَّمَ fiilleri kasdetmeyi, yönelmeyi ya da amaçlamayı ifade eder. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim türeviyle 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli teyemmümdür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  انْتَقَمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْهُمْ  car mecruru  انْتَقَمْنَا  fiiline müteallıktır.

اَغْرَقْنَاهُمْ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  انْتَقَمْنَا  fiiline matuftur.  اَغْرَقْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.

فِي الْيَمِّ  car mecruru  اَغْرَقْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَغْرَقْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.  بِ  harf-i ceri, sebebiyyedir.

هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  كَذَّبُوا  fiili  أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır.

Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.  عَنْهَا  car mecruru  غَافِل۪ينَ’ye müteallıktır.

غَافِل۪ينَ  kelimesi  كَانُوا’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.

غَافِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

انْتَقَمْنَا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  نقم ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir. Ayet, … ولمّا وقع  şeklinde başlayan cümledeki istînâfa matuftur. (Mahmut Sâfî)

Ayetin müspet mazi fiil sıygasındaki cümlesi  فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen … فَاَغْرَقْنَاهُمْ  cümlesi,  فَانْتَقَمْنَا ‘ya  فَ  ile atfedilmiştir.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve dahil olduğu  هُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا  cümlesi masdar teviliyle mecrur mahaldedir.  بِ  harfi ve masdar-ı müevvel,  فَاَغْرَقْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.

بِاٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

و ’la masdar-ı müevvele atfedilen  وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  كَان , عَنْهَا ’nin haberi olan  غَافِل۪ينَ ’ye, önemine binaen takdim edilmiştir.

كَانُوا  kelimesinden dolayı ”gaflet içinde yaşamayı adet edinmişlerdi” manası vardır.

Allah’ın intikam alması tabirinde istiare vardır. Allah intikam almaktan münezzehtir. Cezalarını verdi manasındadır.

كَذَّبُوا - غَافِل۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

 الْيَمِّ  kelimesi deniz manasında Mısırlıların kullandığı bir kelimedir. Kur’an’da sadece Musa ve Firavun’la ilgili yerlerde geçmiştir.

Burada  الْيَمِّ  sözündeki tarif meânî alimlerine göre ahdi zihnidir. Nahivciler buna cinsi tarif derler. Çünkü bu ibarede özel bir deniz değil, bu nevden herhangi biri kastedilmiştir. (Âşûr)

Burada haber bu yüz çevirmenin onlarda sabit, yerleşmiş, kök salmış bir davranış  olduğuna delalet için isim cümlesiyle gelmiştir. İsim cümlesinin haberi de ayetlerle birlikte bu yüz çevirme fiilinin teceddüt ettiğine delalet etmek üzere fiil olarak gelmiştir. (Âşûr)


A'râf Sûresi 137. Ayet

وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ  ...


Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَوْرَثْنَا ve mirasçı kıldık و ر ث
2 الْقَوْمَ milleti ق و م
3 الَّذِينَ
4 كَانُوا olan ك و ن
5 يُسْتَضْعَفُونَ hor görülüp ezilmekte ض ع ف
6 مَشَارِقَ doğularına ش ر ق
7 الْأَرْضِ yerin ا ر ض
8 وَمَغَارِبَهَا ve batılarına غ ر ب
9 الَّتِي öyle ki
10 بَارَكْنَا bereketlendirdik ب ر ك
11 فِيهَا içini
12 وَتَمَّتْ ve tam yerine geldi ت م م
13 كَلِمَتُ (verdiği) sözü ك ل م
14 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
15 الْحُسْنَىٰ güzel ح س ن
16 عَلَىٰ üzerine
17 بَنِي oğulları ب ن ي
18 إِسْرَائِيلَ İsrail
19 بِمَا yüzünden
20 صَبَرُوا sabretmeleri ص ب ر
21 وَدَمَّرْنَا ve yıktık د م ر
22 مَا şeyleri
23 كَانَ ك و ن
24 يَصْنَعُ yapageldiği ص ن ع
25 فِرْعَوْنُ Fir’avn’ın
26 وَقَوْمُهُ ve kavminin ق و م
27 وَمَا ve
28 كَانُوا oldukları ك و ن
29 يَعْرِشُونَ yükselttiyor (sarayları) ع ر ش

Allah Teâlâ, İsrâiloğulları’nı Hz. Mûsâ vasıtasıyla Firavun’un zulmünden kurtardıktan sonra onları “İçini bereketle doldurduğumuz ülkenin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık” buyuruyor. Burada işaret edilen bu bereketli ve verimli ülkenin neresi olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Bazı müfessirler âyetteki “doğu tarafı” ile Diyârışam’ın (Filistin-Suriye), “batı tarafı” ile de Mısır’ın kastedildiği (meselâ bk. Zemahşerî, II, 149; Şevkânî, II, 274); bazıları da daha sonra İsrâil soyundan gelen Dâvûd ve Süleyman’ın hâkim olduğu ülkelerin kastedildiği kanaatindedirler (bk. Râzî, XIV, 221). Diğer bir görüşe göre ise burada sadece Diyârışam’a işaret edilmiştir. Nitekim âyetin devamında yer alan “bereketlerle doldurduğumuz” şeklindeki niteleme de bunu gösterir. Zira akarsuları ve bitki örtüsü gibi zenginlikleri bakımından belirtilen nitelemeye yalnızca bu bölge uygun düşmektedir (meselâ bk. İbn Atıyye, VII, 147; İbn Kesîr, III, 464). İsrâiloğulları’nın hâkimiyetine verilen bu yer, Mâide sûresinin 21. âyetinde “Allah’ın size yazdığı kutsal toprak” diye anılıyor. İsrâ sûresinin başında da Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan bahsedilirken, bu sûrede sözü edilen yer hakkındaki aynı niteleme ile (bâreknâ) “çevresini mübarek (bereketli, verimli) kıldığımız Mescid-i Aksâ…” şeklinde söz edilmektedir. Şu halde İsrâiloğulları’nın hâkimiyetine verilen yer sadece Filistin olmalıdır (bk. Ateş, III, 385; Mevdûdî, II, 81; ayrıca bk. Mâide 5/21-26).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 579-580

  دمر Demera : Bir şeyi ona hakim olacak şekilde yok etmek ve helak etmek demektir. Türkçede de bununla paralel anlamda kullanılmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de tef’il babında fiil ve mastar olarak toplam 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli dumur (a uğramaktır). (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَوْرَثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu, الْقَوْمَ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و ; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يُسْتَضْعَفُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.  

يُسْتَضْعَفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

مَشَارِقَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْاَرْضِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَغَارِبَهَا  kelimesi  atıf harfi  وَ ’la  مَشَارِقَ ‘ya matuftur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûlu,  مشارق الأرض ومغاربها  ifadesinin sıfatı olarak  mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  بَارَكْنَا ف۪يهَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

بَارَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪يهَا  car mecruru  بَارَكْنَا  fiiline müteallıktır.

يُسْتَضْعَفُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili  ضعف ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

بَارَكْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  برك ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  تَمَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  كَلِمَتُ  fail olup lafzen merfûdur.  كَلِمَتُ  fail olup lafzen merfûdur.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْحُسْنٰى  kelimesi  كَلِمَتُ’nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme  ile merfûdur.

عَلٰى بَن۪ٓي  car mecruru  تَمَّتْ  fiiline müteallıktır.  بَن۪ٓي  kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى dir.  اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تَمَّتْ  fiiline müteallıktır.

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ

 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  دَمَّرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi müstetir  هو  zamiridir.

يَصْنَعُ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.  يَصْنَعُ  merfû muzari fiildir.  فِرْعَوْنُ  fail olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَوْمُهُ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  فِرْعَوْنُ’ye matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و ; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَعْرِشُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.  

يَعْرِشُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

دَمَّرْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  دمر ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْقَوْمَ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  …كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, 103)

Cümledeki ikinci ism-i mevsûl  مَغَارِبَهَا ,الَّت۪ي ’nın sıfatıdır. Sılası بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, istikrar ve temekkün ifade etmiştir. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara delalet eder. (Vakafat, s. 107)

الَّت۪ي  - الَّذ۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَشَارِقَ - مَغَارِبَهَا  arasında tıbâk-ı îcab vardır.


وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ 

 

وَاَوْرَثْنَا ’ya  وَ ’la atfedilen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَٓا’nın sılası  صَبَرُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel  بِ  harfi ile birlikte  تَمَّتْ  fiiline müteallıktır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

كَلِمَتُ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâf olan  كَلِمَتُ  ve muzâfun ileyh olan  كَ  zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَوْرَثْنَا ’daki azamet zamirinden  رَبِّكَ ’de, gaib zamire iltifat edilmiştir.


وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ

 

وَاَوْرَثْنَا ’ya  وَ ’la atfedilen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  دَمَّرْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا’nın sılası  …كَانَ يَصْنَعُ, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Cümledeki aynı üslupla gelen ikinci mevsûl, birinciye matuftur.

كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, 103, Âşûr)

Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır. Farklı şeyleri temsil eden bu mevsûller arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَانَ - كَانُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası, tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ  sözü manayı muhatabın zihninde canlandırmak için mazi fiil yerine muzari fiille gelmiştir.  مَا كَانُوا يَعْرِشُونَ  cümlesi de böyledir. 

دَمَّرْنَا - يَصْنَعُ  ve  دَمَّرْنَا - يَعْرِشُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

يَعْرِشُونَ  fiilinin piramitler ve heykellerde olduğu gibi binaları yükseltmek manasında olması da caizdir. Bu kelime  دَمَّرْنا  fiiline münasiptir. Yüksek binalar arşa benzetilmiştir. Ama  يَعْرِشُونَ  fiilinin devlet ve mülk (saltanat) manasında müstear olması da caizdir.  دَمَّرْنا  fiili de muraşşaha manası için gelmiştir. (Âşûr)

كَان ’nin iki haberinin de muzari fiil olarak gelmesi teceddüt ve tekerrüre delalet eder.  (Âşûr)
Günün Mesajı
Zorluk ve sıkıntılar kalpleri inceltir, haşyeti (Allah'tan saygıyla korku duymayı) getirir. Ancak kafir ve azgın kimselerde bu böyle olmaz. Aksine onların imtihanlarla azgınlık ve küfürleri daha da artar. Allah teala'ya çok şükretmek nimetleri arttırır. Nankörlük ise bu nimetlerin sonunu getirir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Çoğu insan başarılarında kendisini över, kayıplarında ise başkalarını suçlar. Her çabasının karşılığını hemen almak ister, alamadığında ise bu kesinlikle başkasının suçu olur. Nefsinin işine böylesi gelir çünkü o, yalnızca pohpohlanmayı istemektedir. Ancak, bunun sebep olduğu huzur kısa süreli, huzursuzluk ise uzun sürelidir. Çünkü bu haldeki insan; ne şükretmeyi, ne de sığınmayı hatırlar. Başarısı sadece kendisine ait ise, kime neden şükredecektir. Kaybı başkasının yüzünden ise, kime neden sığınacaktır. Halbuki, sevinç ve hüzün sebeplerinin kimden geldiğini bildiğinde; şükretmesini de, sığınmasını da bilir ve öyle bir iç huzura sahip olur ki artık emindir: Rahman ve Rahim olan Allah, her halinden haberdar olandır. Her hakkı, sahibine teslim edecek olan da O’dur. Verilendeki ve verilmeyendeki hikmeti de yalnız O bilir. Bunu bilen insan; zor zamanlarında ümitle kolaylığı bekler, ferah zamanlarında ise şükre sarılır yani her an Rabbiyle meşgul olur.

 

Allahım! Her başarım, hayatımdaki her sevincim için Sana hamd olsun. Beni kurtardığın her hüzün ve her endişe parçası için Sana hamd olsun.

Allahım! Beni; Sana şükretmesi gerektiğinde hamd edenlerden, tövbe etmesi gerektiğinde affına koşanlardan ve sığınması gerektiğinde yardımını isteyenlerden eyle. Nefsimin ve vesveselerin beni şükürden ve tövbeden alıkoyma çabalarına kanmayanlardan olmamda yar ve yardımcım ol.

Amin.

***

Beklemeyi bilmek önemli bir erdemdir. Neyi nasıl bekleyeceğini bilmek ise daha mühimdir. Zira ancak o zaman kişi kendisini nefsani beklemelerden yani boşa vakit kaybetmekten veya geç kalmanın pişmanlığından koruyabilir. Allah’a itaatte, şükürde ve tövbede beklemek geri dönüşü olmayacak şekilde hüsranla sonuçlanabilir.

Kimi dünyalık meselelerde de beklemek nice sıkıntılara ve üzüntülere sebebiyet verebilir. Temel örneklerin başında özetle; özür dilemek, kıymet bilmek ve teşekkür etmek sayılabilir. Zira kimsenin yeryüzündeki ömrünün ve imkanlarının ne zaman tükeneceğini tam olarak kestirmek mümkün değildir. Bu yüzden kaybedildiğinde yeri doldurulmayacakları ertelememelidir. 

Denir ki, şartlara göre kendisini ahlaken geliştireceğini veya değişeceğini söyleyenlere şüpheyle yaklaşmalıdır. Firavun ve kavminin başına gelen musibetlerin kaldırılmasıyla iman edeceklerini söyleyip vazgeçmeleri, buna en güzel örneklerdendir. Allah’a yönelmek isteyen ve O’na olan imanıyla ahlakını güzelleştirmek isteyen bir kalbe; maddi alemdeki geçicilerin mani olmalarının yolu yoktur.

Ey Allahım! Yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış şeyi bekleyenlerden ve bu konuda ısrarcı davrananlardan olmaktan muhafaza buyur. Bizi Senin yolunda, Senin rızana uygun şekilde gelişenlerden, uyananlardan ve gerçek manada akıllananlardan eyle. Hakikati öğrenerek kusurlarını düzeltmek ve eksikliklerini tamamlamak için çabalayanlardan eyle. Yapmamız gerekenleri, doğru zamanda ve doğru şekilde yapmamız için yar ve yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Bizi razı olduğun samimi iman sahibi ve salih amellerle süslenen takvalı kulların arasına kat.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji