10 Ekim 2024
A'râf Sûresi 121-130 (164. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 121. Ayet

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  ...


“Âlemlerin Rabbine iman ettik” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 امَنَّا inandık ا م ن
3 بِرَبِّ Rabbine ر ب ب
4 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi  اٰمَنَّا ’dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِرَبِّ  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline müteallıktır. 

الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

 

Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Allah’a değil de âlemlerin Rabbine iman ettik demeleri, Allah Teâlâ’nın rububiyet vasfına sığınmak istemelerinin işareti olabilir. 

رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  izafeti, muzâfun ileyh için şan ve şeref ifade eder.

Allah Teâlâdan  رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi, 5) 

Alimler demişlerdir ki bu ayet ilmin fazileti hakkında en büyük delillerdendir. Çünkü diğerleri bilgisizliklerinden dolayı “Bu bir sihirdir.” denilince şüpheye düştüler, halbuki bu sihirbazlar sihrin sınırını ve ne demek olduğunu bilmeleri ve konuya vakıf bulunmaları sayesinde Hz. Musa’nın asası ile meydana gelen olayın sihirden bambaşka bir şey olduğunu, bunun göz boyacılığı ve insan gücüyle olabilecek bir şey olmadığını hemen anlayıp, bunun ilahi bir mucize olması lazım geldiğini anında fark ettiler. Eğer bu hususta bilgileri ve maharetleri olmasaydı ve sihrin özüne hakkıyla vakıf olmasalardı, o zaman kendi kendilerine “Belki bu bizden daha iyi biliyormuş, onun için bizim bilmediğimiz ve yapamayacağımız bir sihir yapmıştır.” diyebilirlerdi. Fakat böyle demediler ve bu hususta hiç şüphe ve tereddüde düşmediler ve kendilerini tutamayarak derhal küfürden imana geçtiler. Şu halde sihir ilminde bile ihtisas bu kadar faydalı sonuçlar verirse, Hakk’ın birliği itikadında ve tevhid inancında ihtisas, insanlığın gelişmesine ne kadar yüksek faydalar sağlar bir düşünmeli. (Elmalılı Hamdi Yazır) 

”Âlemlerin Rabbine iman ettik.” dediklerini bildirmiştir. İmanın, secdeden önce olması gerektiği halde, Cenab-ı Hakk’ın bu şekilde buyurmuş olmasının sebebi ve hikmeti nedir?

Onlar, ilahî bilgiyi elde edince, o anda secdeye kapandılar ve o secdelerini, ilahî bilgi ve imanı elde etmelerine karşılık, Allah’a bir şükür; küfürden imana geçişlerine dair bir alamet ve Allah için inkıyâd ve tezellülde bulunmalarının bir göstergesi yapmışlardır. Böylece onlar, sanki o tek secdelerini, toplu halde bu üç manaya bir alamet kılmışlardır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu cümle 120. ayetteki  أُلْقِيَ السَّحَرَةُ  cümlesinden bedeli iştimaldir. Çünkü secde için yere kapanmak bu sözü de kapsar. (Âşûr)


A'râf Sûresi 122. Ayet

رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ  ...


“Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبِّ Rabbine ر ب ب
2 مُوسَىٰ Musa’nın
3 وَهَارُونَ ve Harun’un

رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ

 

 رَبِّ  önceki رَبِّ  lafzından bedel olup mecrurdur.  مُوسٰى  muzâfun ileyh olup elif

üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هٰرُونَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُوسٰى ‘ya matuftur. Gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ

 

Önceki ayetin devamı olan ayette  رَبِّ, önceki  بِرَبِّ ’den bedeldir. 

Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)

مُوسٰى - هٰرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

”Harun ve Musa’nın Rabbi” şeklindeki izafet muzâfun ileyhin tazimi, gayrının tahkiri içindir.

رَبِّ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

O sihirbazlar, “Âlemlerin Rabbine... iman ettik” deyince Firavun onlara: “Sadece beni kastediyorsunuz!” dedi. Bunun üzerine onlar, “Musa’nın Rabbine...” dediklerinde yine Firavun: “Sadece beni kastediyorsunuz... Çünkü Musa’yı terbiye edip bakıp büyüten benim ben...” dedi. Bunun üzerine “ve Harun’un Rabbine...” dediklerinde her türlü şüphe ortadan kalktı ve herkes, o sihirbazların Firavun’u inkâr ettiklerini; âlemlerin Rabbine de iman etmiş olduklarını anladılar. (Fahreddin er-Râzî ve Âşûr)


A'râf Sûresi 123. Ayet

قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ  ...


Firavun, “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha!” dedi. “Şüphesiz bu halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 امَنْتُمْ inandınız mı? ا م ن
4 بِهِ ona
5 قَبْلَ önce ق ب ل
6 أَنْ
7 اذَنَ ben izin vermeden ا ذ ن
8 لَكُمْ size
9 إِنَّ muhakkak ki
10 هَٰذَا bu
11 لَمَكْرٌ bir tuzaktır م ك ر
12 مَكَرْتُمُوهُ kurduğunuz م ك ر
13 فِي
14 الْمَدِينَةِ şehirde م د ن
15 لِتُخْرِجُوا çıkarmak için خ ر ج
16 مِنْهَا oradan
17 أَهْلَهَا halkını ا ه ل
18 فَسَوْفَ ama yakında
19 تَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م

Sihirbazlar, Mûsâ’ya iman edip onun tarafına geçtiklerini gayet açık olarak göstermişlerdi. Bu sebeple Firavun’un, “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi!” anlamına gelen sözü, bir soru olmayıp tehditten ibarettir. Nitekim “Ama yakında göreceksiniz” deyip bunun ardından vereceği cezaları sıralamasından da bu anlaşılmaktadır. “Ben size izin vermeden…” şeklindeki sözü de Firavun’un, neye inanıp neye inanmayacaklarına varıncaya kadar, onların her türlü tutum ve davranışlarına hükmettiğini, vicdanlarını baskı altında tuttuğunu göstermektedir.

 Fahreddin er-Râzî’ye göre Firavun’un Mûsâ karşısındaki bu yenilgisi, onda aynı zamanda siyasî bir endişe de doğurdu. Zira bu olay halkın huzurunda cereyan etmişti ve bu gelişmeler karşısında halk da sihirbazları takip ederek Mûsâ’nın peygamberliğine inanıp onun peşine düşecekti. İşte bunu önlemek için onların Mûsâ’dan kuşku duymalarını sağlayacak iddialar ortaya attı. Buna göre sihirbazlar bir “tuzak” peşindeydi; yani Mûsâ’nın tebliğini kabul etmeleri, onun delilinin güçlü olmasından ileri gelmiyordu; aksine onlar, sihir gösterilerine girişmeden önce “Şu şu şartlarımızı yerine getirirsen sana inanırız” diye Mûsâ ile anlaşmışlardı. Firavun’un dile getirmediği asıl sıkıntısı ise karşılıksız iş gücünü kaybetmekti.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 570-571

قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  فِرْعَوْنُ  fail olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli,  اٰمَنْتُمْ بِه۪’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اٰمَنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  اٰمَنْتُمْ  fiiline müteallıktır.  قَبْلَ  zaman zarfı, aynı şekilde  اٰمَنْتُمْ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰذَنَ  mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  انا ’dir.

لَكُمْ  car mecruru  اٰذَنَ  fiiline müteallıktır. 


اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰذَا  işaret ismi,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  مَكْرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

مَكَرْتُمُوهُ  fiili  مَكْرٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.  مَكَرْتُمُوهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  مَكَرْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

فِي الْمَد۪ينَةِ  car mecruru  مَكَرْتُمُوهُ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. 

لِ  harfi,  تُخْرِجُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مَكَرْتُمُوهُ  fiiline müteallıktır.  تُخْرِجُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْهَٓا  car mecruru  تُخْرِجُوا  fiiline müteallıktır.  اَهْلَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُخْرِجُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dır.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن فعلتم فسوف تعلمون  (Eğer yaparsanız mutlaka bileceksiniz.) şeklindedir.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

تَعْلَمُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ

 

Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, öncesindeki mahzuf istifham hemzesi nedeniyle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve takrir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki mazi fiil cümlesi  اٰذَنَ لَكُمْۚ, masdar teviliyle  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhidir.

اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ [Ben size izin vermeden önce iman mı ettiniz?] cümlesinin başındaki soru hemzesi hazfolmuştur. Hakiki soru manasında değildir. Tevbih ve inkâr anlamındadır. Yani mecaz-ı mürsel mürekkebtir. İnkâr manası ”Böyle yapmamanız gerekirdi.” şeklinde azarlamak manası da “Hiç böyle yapılır mı?!” şeklindedir. (Âşûr)

اٰمَنْتُمْ بِه۪  ifadesi haber formunda olup “Bu çirkin işi yaptınız ha?!” anlamında bir kınama ve azarlamadır. Bu ifade soru harfi ile  اَاٰمَنْتُمْ  (İman ettiniz, öyle mi?) şeklinde de okunmuştur ki bu durumda anlamı sormak değil, inkâr ve yadırgamadır. (Keşşâf)

[Ben size izin vermeden önce ona iman ettiniz öyle mi?] cümlesi, vicdanlara baskı yapmak isteyen fakat kalplerin iman ve kanaatinin kendi hakimiyetinin sınırı dışında kaldığını gören Firavun hala hakkı kabul edip ona teslim olmuyor, sihir meselesini çözmek için yetki ve ihtisasları beğenip takdir ederek topladığı ve böylece bir bilirkişi heyeti gibi başvurduğu sihirbazların kanaatleri kendisi için ölçü olması gerekirken, bu konuda kendisinin onlara uyması gerektiğini hesaba katmıyor ve aslında onların iman etmelerine değil de bu işi kendisinden izin almadan yapmalarına karşı çıkıyormuş ve hakka iman etmek onun iznine bağlıymış gibi göstererek, iman için kendisinden izin alınmamış olmasını töhmet ve suç sebebi sayıyor. Ve böylece bütün meseleyi hükümdarlık şeref ve haysiyetinin ihlal edilmesi ve şahsi gururunun çiğnenmesi noktasına toplayıp demiş oluyor ki: “Eğer siz iyi niyetle hareket etmiş olsaydınız, benim tarafımdan davet edilmiş olmanız bakımından kanaatinizin sonucunu önce bana arz etmiş olmanız ve bunun ilanı için benden izin almanız gerekmez miydi? Halbuki siz benim iznim ve iradem olmadan birdenbire ona iman ediverdiniz. (Elmalılı Hamdi Yazır)


اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edilene verdiği önemi ifade eder. Firavun sözlerinde  هٰذَا  ile sihirbazların kurduğunu düşündüğü tuzağa işaret etmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekit edilmiş çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

مَكَرْتُمُوهُ  cümlesi, müsned olan  لَمَكْرٌ’un sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

فِي الْمَد۪ينَةِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şehir içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şehir hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bütün şehirlerin her yerini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

لِتُخْرِجُوا cümlesine dahil olan  لِ, cümleyi gizli bir  أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde مَكَرْتُمُوهُ fiiline müteallıktır. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır. 

Görülüyor ki Allah’a ve peygamberine iman edilince haksızlık ve tahakküm yollarının kapanacağını anlayan Firavun, bu sözüyle kamuoyunu yanıltmak ve heyecan vermek için siyasi bir entrika çeviriyor ve tamamiyle aleyhine sonuçlanan bu yarışmayı kendi iddiasını ispat eden bir olaymış gibi göstermeye çalışıyor ve asıl kendisi sihirbazlık ve şarlatanlık yapıyor. Böylece Hz. Musa’nın peygamberliğine olduğu gibi, onu tasdik eden sihirbazların imanı ve davranışları hakkında da yok yere şüpheler uydurup ortaya atıyor ve kamuoyunu bulandırıyor. (Elmalılı Hamdi Yazır)

فِي الْمَد۪ينَةِ  ifadesindeki فِي  harfindeki zarfiyyet mecazidir. Fesad çıkarmanın o şehirde olması gibi hile ve tuzağında o şehirde olduğu ifade edilmiştir. (Âşûr)

 

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müstakbel ifade eden  سَوْفَ, vaid sıyakında tekid ifade eder.

Tesvif harfi  سَوْفَ’den murad; tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ  harfinin mazi fiili tekidi gibi -müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr)

Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

مَكْرٌ - مَكَرْتُمُوهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hile, tuzak kurma manasında karşımıza çıkan iki kelime مَكْر  ve  كيد  kelimeleridir. مَكْر, önceden planlama ve düşünme olmadan gerçekleşmemesi bakımından  كيد  gibidir. Ancak  مَكْرٌ,كيد’den daha kuvvetlidir. Bunun delili de  كيد’in geçişli olması, مَكْر’in ise harfle geçişli olmasıdır. Bizzat geçişli olan fiil daha kuvvetlidir. Ayrıca مَكْر’de, karşı tarafın bilmemesi gerekir. Birine sana şunu yapacağım dediğinde bu مَكْر olmaz. Ama  كيد  kelimesinde bu şart yoktur. Muhatap bilse de bilmese de ona verilecek meşakkat veya zarar  كيد  demektir. (Farklar Lügatı) Son cümle icmal yoluyla tehdit ifade eder. Tafsilatı sonraki ayette gelecektir.

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ  sözüyle yapılan tehdit; inkar ve azarlamanın teferruatıdır. Mefulun hazfi; korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr)




A'râf Sûresi 124. Ayet

لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ  ...


“Mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye) sizin tümünüzü elbette asacağım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَأُقَطِّعَنَّ elbette keseceğim ق ط ع
2 أَيْدِيَكُمْ ellerinizi ي د ي
3 وَأَرْجُلَكُمْ ve ayaklarınızı ر ج ل
4 مِنْ
5 خِلَافٍ çaprazlama خ ل ف
6 ثُمَّ sonra
7 لَأُصَلِّبَنَّكُمْ asacağım ص ل ب
8 أَجْمَعِينَ hepinizi ج م ع

لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  اُقَطِّعَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

اَيْدِيَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَرْجُلَكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اَيْدِيَكُمْ ‘e matuftur.  مِنْ خِلَافٍ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  اُصَلِّبَنَّكُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

اَجْمَع۪ينَ  kelimesi mansub muttasıl zamir için tekittir. Cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي  ile mecrur olurlar.

اُقَطِّعَنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  قطع’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

 

Önceki ayetteki tehdidin açıklaması olan ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  …لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır.

Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasem lamı ve nûn-u sakile olmak üzere cümle iki unsurla tekid edilmiştir.

Aynı üsluptaki  لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabına tertip ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle atfedilmiştir.

اَيْدِيَكُمْ - اَرْجُلَكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كُمْ  zamirinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَاُقَطِّعَنَّ - لَاُصَلِّبَنَّ  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.

مِنْ خِلَافٍ  sözü iki şekilde anlaşılabilir:

1. Karşı çıkmanız sebebiyle (dönekliğinizden dolayı) 

2. Çaprazlamasına, yani sağ elinle sol bacağını, sol elinle sağ bacağını) sonra sizi (topluca) hepinizi asacağım.

Sağ el ve sağ bacak kesilirse o kişinin yaşaması çok zordur. Sağ bacak kesilirse sağ el ile ve belki bastonla kuvvet alarak yürüyebilir.

Cümle lam ve şeddeli nunla tekid edilerek muhatap inandırılmak istenmiştir. 

مِن خِلافٍ  sözündeki  مِن , ibtidaiyyedir. Kesilecek yerin başlangıç noktasını gösterir. ثُمَّ  kelimesi de çarmıha gerilme için kaldırılacaklarına delalet eder. Malum olduğu üzere kişiyi öldürmek maksadıyla çarmıha germek için tahtaya bağlanması gerekir.  (Âşûr)
A'râf Sûresi 125. Ayet

قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ  ...


Dediler ki: “Biz mutlaka Rabbimize döneceğiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 إِنَّا biz zaten
3 إِلَىٰ
4 رَبِّنَا Rabbimize ر ب ب
5 مُنْقَلِبُونَ döneceğiz ق ل ب

Firavun’un, öldürmeye kadar varan ağır tehditleri karşısında, eski sihirbazlar ve yeni müminler, hakikat üzere sebat gösterip inancına bağlı kalarak ölmenin, korkaklık göstererek münafıkça yaşamaktan daha şerefli bir tutum olduğunu cesaretle dile getirdiler ve bütün olacak kötü şeylere karşı metanetle direnmelerini sağlayacak bol sabırlar ihsan etmesi için Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulundular. Kur’an’ın vermek istediği mesajla doğrudan ilgisi bulunmadığı için, ilgili âyetlerde, Firavun’un onlara açıkladığı cezaları uygulayıp uygulamadığı hakkında bilgi verilmemiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 571

قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا ’dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اِلٰى رَبِّنَا  car mecruru  مُنْقَلِبُونَ’ye müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُنْقَلِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُنْقَلِبُونَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ

 

Bu cümle istînâf olarak gelmiş, sihirbazların imanlarının sabit olduğunu ifade etmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Car-mecrur  اِلٰى رَبِّنَا, önemine binaen amili olan  مُنْقَلِبُونَۚ ‘ye  takdim edilmiştir. Bu takdim sebebiyle kasr manası ifade edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Dönüşün sadece O’na olduğu ifade edilmiştir.

Muzâfun ileyhe şeref ifade eden  رَبِّنَا  izafeti, mütekellimin, Allah Teâlâ’nın rububiyyet sıfatına sığınma isteğine işaret eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

[Biz zaten Rabbimize dönmekteyiz] ifadesi birkaç şekilde anlaşılabilir: 

*“Biz ölümü umursamıyoruz. Çünkü ölerek Rabbimize ve O’nun rahmetine kavuşup senden ve seninle yüz yüze bakmaktan kurtulacağız.” demek istemişlerdir. 

* Hesap günü Allah’a dönerek huzuruna çıkacağız ve maruz kaldığımız bu şiddetli cezanın, çaprazlama kesilme ve asılmanın ödülünü O bize orada verecek. 

* [Sen dahil] hepimiz, Allah’a döneceğiz ve O, aramızda hükmedecek. 

* Biz önünde sonunda mutlaka ölüp Allah’ın huzurunda toplanacağız; yani sen bize zaten mecburen yaşayacağımız şeyden başkasını yapamazsın. (Keşşâf)

Bu cümle şu manalara gelebilmektedir:

1. Biz nasıl olsa öleceğiz, sen istesen de istemesen de öleceğiz. Bu bakımdan başımıza gelmesi muhakkak olan ölüm, ölmek bakımından ha senin tarafından olmuş ha olmamış, bizce aynıdır. Sebepler değişik olsa da ölüm bir ve muhakkak. Senin bizi ölümden kurtaramayacağın da muhakkak. Bundan dolayı senin bu tehdidin hükümsüz ve anlamsızdır.

2. Sen bizi keser, asarsan, biz şehit olur ve muhakkak Rabbimizin rahmetine ve sevabına kavuşuruz. Binaenaleyh bu tehdidinden korkmak şöyle dursun, hak yolunda can vermeyi cana minnet sayarız.

3. Biz ölüp de sen sağ kalacak değilsin. Hiç şüphe yok ki gerek biz ve gerek sen hepimiz ölüp Rabbimizin huzuruna varacağız. Binaenaleyh o aramızda hüküm verecektir. Haklıyı haksızı, zalim ile mazlumu ayıracaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)


A'râf Sûresi 126. Ayet

وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟  ...


“Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 تَنْقِمُ öc almıyorsun ن ق م
3 مِنَّا bizden
4 إِلَّا dışında
5 أَنْ
6 امَنَّا inanmamız ا م ن
7 بِايَاتِ ayetlerine ا ي ي
8 رَبِّنَا Rabbimizin ر ب ب
9 لَمَّا zaman
10 جَاءَتْنَا bize geldiği ج ي ا
11 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
12 أَفْرِغْ boşalt ف ر غ
13 عَلَيْنَا üzerimize
14 صَبْرًا sabır ص ب ر
15 وَتَوَفَّنَا ve bizi öldür و ف ي
16 مُسْلِمِينَ müslümanlar olarak س ل م

نقم Nekame : نَقَمَ الشَّيْئَ Bir şeye karşı nefret duymak, düşman olmak, intikam almak demektir. Bu da ya dille ya da cezalandırmak suretiyle olur. نِقْمَةٌ ise ukûbet ve ceza demektir. Bu kökten gelen إنْتِقامٌ sözcüğü birinden intikam almak, birini cezalandırmaktır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli intikamdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

فرغ Ferağa : فَراغٌ Meşgul olma ve meşgalenin zıddıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fâriğ, feragat, ifrağ ve istifrağ etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَنْقِمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

مِنَّٓا  car mecruru  تَنْقِمُ  fiiline müteallıktır.  اِلَّٓا  hasr edatıdır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَنْقِمُ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.

اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِ  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline müteallıktır.  رَبِّنَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

جَٓاءَتْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَٓاءَتْنَا  fetha  üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  


رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  أَفۡرِغۡ عَلَیۡنَا صَبۡرࣰا ’dır.

أَفۡرِغۡ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  عَلَیۡنَا car mecruru أَفۡرِغۡ  fiiline müteallıktır.

صَبْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  تَوَفَّنَا  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مُسْلِم۪ينَ۟  kelimesi  تَوَفَّـنَا’daki mef’ûlun hali olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

تَوَفَّـنَا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

مُسْلِم۪ينَ۟  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ

 

İman eden sihirbazların sözlerinin devamı olan ayet, önceki ayetteki mekulü’l-kavle matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.

Cümle kasrla tekid edilmişdir. Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّٓا  ile oluşmuş kasr, fiille mef’ûl arasındadır. 

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da câizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Yani onlar kendi nefislerini helak etmeye tahsis edilmiş olurlar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا  sözündeki isrisna muttasıldır. Çünkü Firavun’un onlardan intikam alma sebebi imanlarıdır. Kelam; bir şeyi zıddına benzer bir şeyle tekid etmemektedir. (Âşûr)

رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً [Rabbimiz üzerimize sabır yağdır] cümlesinde Bakara/250 ile iktibas vardır. 

Zemme benzeyen bir şeyle medhi tekid sanatı vardır.

Zemme benzeyen bir şeyle medhi tekid: Bir şeyi yeriyormuş gibi görünerek medhetmektir. Bu; istisna veya istidrak edatlarıyla yapılır.

Konuşmacı veya yazarın, muhatabın zihninde bir yerme ifadesi kullanacağı izlenimini oluşturduktan sonra medh ifade eden bir sıfatla dikkat çekmesi, onun zihnini uyanık tutmasını sağlamaktadır. Ayette intikam gibi yergiye layık bir vasfın ardından gelmesi beklenen yine bir yergi vasfının yerine övgüye layık bir sıfat getirilerek övgü pekiştirilmiştir. Bu ayette övgü anlamı taşıyan bir müstesna, yergi anlamı taşıyan bir fiilin mamulu olarak müfarrağ istisna yapılmıştır. Bu da cümleye “sizin bizden intikam almanıza sebep olan şey bizim imanımızdır ki o zaten bizim asıl övünç kaynağımızdır” amlamını katmaktadır. Müstesnanın övgüye layık olup olmadığının tespiti ise kâfirlerin ölçütlerine göre değildir. Medhin tekidinin tespiti müminlerin inandıkları Allah’ı kabullenmeleri kendilerine zor gelen ve bunu intikam sebebi sayan kâfirlere karşı Allah tarafından yapılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Zaman zarfı  لَمَّا ’nın dahil olduğu جَٓاءَتْنَاۜ  cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart cümlesinin öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.


رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş cümle, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً  cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir kastı taşımayıp dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Aynı üsluptaki  وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟  cümlesi de nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Muzâfun ileyhe şan ve şeref ifade eden  رَبَّـنَٓا  izafetinin tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Ayrıca bu izafet, mütekellimin Allah Teâlâ’nın rububiyyet sıfatına sığınma isteğine işaret eder.

اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً  ifadesi [bizi günah kirlerinden arındırıp tertemiz edecek olan şeyi dök üzerimize -yani bize Firavun’un tehdit ettiği cezalar karşısında dayanma gücü ver] anlamında da olabilir. Zira onlar, sabrederek, (yalpalamadan) dosdoğru gittikleri takdirde bunun kendileri için bir arınma vesilesi olduğunu bilmekteydiler.  وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟ [Sadece sana teslimiyet gösteren] yani İslâm’da sebat eden [kimseler olarak al canımızı!]. (Keşşâf)

Arapçada  إفرغ  kelimesi, “döküp boşaltmak” manasındadır. Bu kelime, kalıba dökülüp henüz sikke (para) haline getirilmemiş (gümüşe),  دِرْهَمٌ مُفْرَغٌ  denir ki bu ifadenin aslı, onun kabının boşaltılmasına dayanır. Boşaltma da içinde hiçbir şey kalmayacak şekilde kabı dökmektir. Bu kelime  فَرَاغٌ  masdarına dayanır. Binaenaleyh bir  kabın  dökülüp  iyice  boşaltılmasına  benzetmek  için  “sabır”   hakkında kullanılmıştır. Mücahid, bu ayetin “Asılma ve kesilme anında, bizim üzerimize sabır boşalt, sabır yağdır.” manasında olduğunu söylemiştir. Bu tabir ile ilgili birkaç incelik vardır: 

- “Üstümüze sabır boşalt, sabır yağdır” demek “üstümüze sabır indir” demekten daha beliğdir. Çünkü biz, kabı boşaltmanın kabın içindeki her şeyi döküp boşaltma olduğunu söylemiştik. Buna göre sanki onlar, Allah’tan sabrın bir kısmını değil hepsini üzerlerine dökmesini (kendilerine vermesini) istemişlerdir.

- Ayette “sabr” kelimesi, nekre olarak getirilmiştir. Bu nekre oluşu da mükemmelliğe ve tamlığa delalet eder. Yani “tam ve mükemmel bir sabır” demektir.

- Bu sabır, onlardan ve onların amellerindendir. Ama onlar bunu Allah’tan istemişlerdir. İşte bu da kulun fiilinin ancak Allah’ın yaratması ve takdiri ile gerçekleşip meydana geldiğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

Burada sabır; suya benzetilmiştir. Yani mekni istiare yoluyla akli bir şey, hissi bir şeye benzetilmiştir. Sabrın yaratılışı, Bir kaptaki suyun boşaltılmasına benzetilmiştir. Çünkü  الإفْراغَ  kapta olan şeyin tamamının boşaltılmasıdır. Bu; sabrın kuvvetinden kinayedir. Zira kabı boşaltmak; içinde hiç bir şey kalmaması demektir. (Âşûr)


A'râf Sûresi 127. Ayet

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ  ...


Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: “Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Mûsâ’yı ve kavmini, bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye bırakacak mısın?” Firavun, “Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ dedi ki ق و ل
2 الْمَلَأُ ileri gelen bir topluluk م ل ا
3 مِنْ -nden
4 قَوْمِ kavmi- ق و م
5 فِرْعَوْنَ Fir’avn
6 أَتَذَرُ bırakacak mısın? و ذ ر
7 مُوسَىٰ Musa’yı
8 وَقَوْمَهُ ve kavmini ق و م
9 لِيُفْسِدُوا bozgunculuk yapsınlar diye ف س د
10 فِي
11 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
12 وَيَذَرَكَ ve seni terk edip و ذ ر
13 وَالِهَتَكَ ve tanrılarını ا ل ه
14 قَالَ dedi ق و ل
15 سَنُقَتِّلُ biz öldüreceğiz ق ت ل
16 أَبْنَاءَهُمْ onların oğullarını ب ن ي
17 وَنَسْتَحْيِي ve sağ bırakacağız ح ي ي
18 نِسَاءَهُمْ kadınlarını ن س و
19 وَإِنَّا ve biz daima
20 فَوْقَهُمْ onların üstünde ف و ق
21 قَاهِرُونَ eziciler olacağız ق ه ر

“Kızlar” diye çevirdiğimiz kelime âyet metninde nisâ (kadınlar) şeklinde geçmekle birlikte bundan kız çocukların kastedildiği açıktır. Erkek çocuklar öldürüldüğü ve dolayısıyla yetişmiş adam olma imkânını kaybettikleri için onlar ebnâ (oğullar) kelimesiyle anılırken kız çocukları sağ bırakılmaları sayesinde yetişip kadın olabildikleri için olacakları duruma itibar edilerek onlar da “nisâ” kelimesiyle anılmıştır. 

Sihirbazlara karşı savurduğu tehditlerin, onları inanç ve kararlarından döndüremediğini gören Firavun, bu durum karşısında muhtemelen Mûsâ’yı serbest bırakmak istedi (Râzî, XIV, 210) veya danışmanlarıyla bundan sonra izlenmesi gereken tutumu görüştü. Çevresindekiler, onun gelişmelerden etkilenerek Mûsâ’yı serbest bırakacağını düşündükleri ve belki de sonuçta kendi konumlarının sarsılmasından kaygı duydukları için, Mûsâ ve ona inanan İsrâiloğulları’yla Kıptîler’in, ülkede fesat çıkaracaklarını yani halkı eski dinlerinden döndüreceklerini, Firavun’un kendisini de tanrılarını da reddedeceklerini belirterek, sihirbazları cezalandırırken onları serbest bırakmanın yanlış olacağı, şu halde onları da etkisiz hale getirmesi gerektiği hususunda onu uyardılar. Çünkü, âyette de ifade buyurulduğu üzere, o dönemde Mısırlılar çok tanrılı bir inanca sahip idiler; Firavun da tanrının oğlu sayılıyordu. Mûsâ’nın serbest bırakılması ise hem Firavun’un bu itibarının sarsılmasına hem de mevcut dinlerinden kopmalar olmasına yol açacaktı. Buna rağmen danışmanların Mûsâ hakkındaki önerilerinin Firavun tarafından benimsenmemesi ilgi çekicidir. Öyle görünüyor ki o, Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeden son derece etkilenmiş, şahsı adına kaygı ve korkuya kapılmıştır. Bununla birlikte görünüşte Mûsâ’dan korkmadığını ve onu ciddiye almadığını göstermek için (Râzî, XIV, 212) hapsetmek veya başka türlü bir işleme tâbi tutmak yerine, onun tarafına geçecek olanların erkek çocuklarını öldürmeyi düşündüğünü açıkladı. Bu suretle hem onları sürekli bir tehdit altında bulunduracak hem de sayılarının artmasını önleyecekti. Firavun, “Elbette biz onları ezecek güçteyiz” şeklindeki açıklamasıyla, esasen Mûsâ olayının kendisi için önemli bir mesele teşkil etmediğini, kimsenin endişeye kapılmasına da mahal olmadığını belirtmek istiyordu (İbn Atıyye, VII, 138).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 572–573

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلَأُ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ قَوْمِ  car mecruru  الْمَلَأُ’nun mahzuf haline müteallıktır.

  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli,  اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

Hemze istifham harfidir.  تَذَرُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir.

مُوسٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. Gayri munsariftir. 

قَوْمَهُ  atıf harfi  وَ ’la  مُوسٰى ‘ya matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يُفْسِدُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  تَذَرُ  fiiline müteallıktır.  يُفْسِدُوا  fiili,  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يُفْسِدُوا  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَذَرَكَ  fiili atıf harfi  وَ ‘la يُفْسِدُوا  fiiline matuftur. Veya vav-ı maiyye olması da caizdir.

يَذَرَكَ  mansub muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اٰلِهَتَكَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  يَذَرَكَ ‘deki muhatap zamirine matuftur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  


قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  سَنُقَتِّلُ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

سَنُقَتِّلُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

اَبْنَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  نَسْتَحْـي۪  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

نِسَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Cemi kıllet kipi ile gelen  اَبْنَٓاءَ  kelimesi yirmi iki ayette, cemi müzekker salim kipi ile gelen  بَنُونَ  kelimesi de yetmiş üç ayette bulunmaktadır. (Abdurrahman Güney, Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur’an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri)

سَنُقَتِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  قتل’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.  

نَسْتَحْـي۪  fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi  حيي ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ

 

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

فَوْقَ  mekân zarfı,  قَاهِرُونَ ‘ye müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَاهِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

قَاهِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  قهر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ  cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ  cümlesine dahil olan  لِ, cümleyi gizli bir  أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  اَتَذَرُ  fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَ  cümlesi masdar-ı müevvele matuftur.

Mele’nin, Hz. Musa ve halkını serbest bırakmama sebeplerini sıraladığı sözlerinde taksim sanatı vardır.

يَذَرَكَ - تَذَرُ  fiilleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

وَيَذَرَكَ  [seni terk etsin] ifadesi  لِيُفْسِدُوا  [bozgunculuk yapsınlar diye] ifadesine matuftur. Çünkü Firavun onları yanında tutmayıp bırakırsa ve bu, kendilerinin bozuculuk olduğunu iddia ettikleri sonuca ve onun, Firavun’u da ilahlarını da terk etmesine müncer olursa, o zaman Firavun, onları adeta ‘bu sebeple serbest bırakmış’ olacaktır. Ya da bu ifade, soruya  وَ  ile başlayarak verilmiş bir cevaptır. Nitekim soruya  ف  ile başlayan bir ifadeyle cevap verildiği gibi وَ  ile başlayan ifadeyle de cevap verilebilmektedir. (Keşşâf) 

Bilindiği gibi “Marife olarak zikir ve marife olarak tekrarda ikinci kişi öncekinin aynıdır.” kuralına göre, buradaki  اَلْمَلَأُ  kelimesinin 109. ayette zikri geçen  اَلْمَلأُ kelimesiyle aynı olmasıdır. O halde Musa’nın cezalandırılmasını isteyenler, daha önce Musa hakkında:  اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌ “Muhakkak ki bu bilgili bir sihirdir.” diyerek ona sihir isnad edenlerdir. 

Burada “seni ve ilâhlarını” denilmesinde Firavun’un taptığı bir takım mabudlar varmış gibi anlaşılır. Bundan da eski Mısırlıların tanrı diye taptıkları bakara, güneş gibi ilâhlar hatıra gelebilir. Halbuki Firavun kendisinden üstün bir ilâh kabul etmiyor, “senin ilâhların” sözü senin taptığın, senin ibadet ettiğin mabudların demek değil, senin hoşlanıp, kabul ettiğin, tapılsın diye izin verdiğin mabudlar, anlamında kullanılmış demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

وَيَذَرَكَ  ifadesi,  لِيُفْسِدُوا  ifadesine matuftur. Çünkü Firavun, Hz. Musa ve kavmini bırakıp, onlara mani olmayınca, bu onların hem Firavun’u hem de Firavun’un ilâhlarını bırakmaları neticesine götürür.  وَيَذَرَكَ  ifadesi, istifhama وَ  ile verilmiş bir cevaptır. Soruya  ف  ile verildiği gibi وَ  ile de cevap verilebilir. (Fahreddin er-Razi)


قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli müspet  muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. İstikbal harfi  سَ  cümleyi tekid etmiştir. 

Aynı üsluptaki  وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ  cümlesi mekulü’l-kavle matuftur.

Firavun aslında Musa’yı (a.s.) alt edemeyeceğini anladığı için kendisine sorulan soruyu ustaca başka bir yöne çekmiş ve eskiden olduğu gibi zulmüne devam edeceğini ifade ederek cevap vermekten kaçmıştır.(Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

قَالَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Kadınları, cariye olarak kullanmak veya ölen çocukları yüzünden acı çektiklerini görmek için canlı bırakıyorlar.  اَبْنَٓاءَ  hem erkek, hem kız çocuklar olabilir. Kız çocuklar için  نِسَٓاءَ  kelimesi kullanılmış. Büyüyünce  نِسَٓاءَ  olacakları için bu isimle anılmışlar. Buna kevn-i lâhik alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

سَنُقَتِّلُ - نَسْتَحْـي۪  kelimeleri arasında tıbak-ı îcab sanatı,  اَبْنَٓاءَ - نِسَٓاءَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Oğullarını taktîl ederiz (تَقْتِيل /taktîl; çok çok katletmek, sık sık öldürmek demektir ki قَتْل’den de  ذَبْح’den de daha kapsamlıdır. Daha önce yeni doğan oğlan çocukları boğazlatılıyordu. Bu defaki taktîl tehdidi ise bütün yetişmiş delikanlıları dahi herhangi bir suretle öldürtmek tehlikesini de içine almaktadır. (Müellif), kadınlarını da bırakırız. (Elmalılı Hamdi Yazır)


  وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ

 

Ayetin son cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.  وَ ‘ın dahil olduğu hal cümlesidir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Car mecrur  فَوْقَهُمْ, önemine binaen amili olan  قَاهِرُونَ’ye  takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

“Hiç şüpheniz olmasın ki biz onların üstünde kahir hükümranlarız.” Yani onlara daha önce yaptığımız gibi, dilediğimizi yine de yaparız, merak etmeyin. Güya Firavun, bu son cümle ile mağlubiyet endişesini ve ezikliğini silmek ve adamlarına moral vermek istiyor. Fakat ne kadar dikkat çekicidir ki Musa hakkında hiçbir şey söylemiyor. Zira asadan öyle gözü yılmış, Musa’dan öyle korkmuş idi ki ona saldırmak şöyle dursun, ismini bile söylemekten çekiniyordu. Musa denildiği zaman yerden göğe ağzını açmış, kendisini yutmaya hazır bir ejderhanın üzerine atıldığı hayali zihninde canlanıyordu. Lakin bu korkusunu gizlemeye ve konuyu karıştırıp başka taraflara çekmeye çalışıyor ve cevabında güya Musa’nın ismini bile anmaya tenezzül etmiyormuş gibi görünerek şu fikri ima etmeye çalışıyordu: Musa’nın şahsen hiçbir önemi yoktur. (Elmalılı Hamdi Yazır)


A'râf Sûresi 128. Ayet

قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ  ...


Mûsâ, kavmine, “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 مُوسَىٰ Musa
3 لِقَوْمِهِ kavmine ق و م
4 اسْتَعِينُوا yardım isteyin ع و ن
5 بِاللَّهِ Allah’tan
6 وَاصْبِرُوا ve sabredin ص ب ر
7 إِنَّ şüphesiz
8 الْأَرْضَ yeryüzü ا ر ض
9 لِلَّهِ Allah’ındır
10 يُورِثُهَا onu verir و ر ث
11 مَنْ kimseye
12 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
13 مِنْ -ndan
14 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
15 وَالْعَاقِبَةُ ve sonuç ع ق ب
16 لِلْمُتَّقِينَ korunanlarındır و ق ي

Hz. Mûsâ, kendisine inananlara bir yandan Allah’a sığınıp dinleri ve özgürlükleri uğrunda sabırlı ve metanetli olmalarını emrederken bir yandan da dünyanın gerçek sahibinin Allah olduğunu, bütün zulümler gibi Firavun’un zulmünün de mutlaka son bulacağını, sonunda üstünlük ve başarıyı, dünya ve âhiret saadetini ancak takvâ sahiplerinin, yani Allah’a samimiyetle inanıp emirlerine karşı gelmekten sakınanların hak edeceğini anlatıyor; ümitlerini yitirmemeleri gerektiğini telkin ediyordu.

 

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 573-574

قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

لِقَوْمِهِ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıkır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اسْتَع۪ينُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  اسْتَع۪ينُوا  fiiline müteallıktır.  اصْبِرُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la  اسْتَع۪ينُوا  fiiline matuftur.

اسْتَع۪ينُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi  عون’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الْاَرْضَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  لِلّٰهِ  car mecruru  اِنَّ ’nin  mahzuf haberine müteallıktır. 

Cümle lafza-i celâlin hali olarak mahallen mansubtur.  يُورِثُهَا  merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası,  يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنْ عِبَادِه۪  car mecruru mahzuf aid zamirin mahzuf haline müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُورِثُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  ورث ’dır.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  الْعَاقِبَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلْمُتَّق۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

الْمُتَّق۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُتَّق۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ

 

Fasılla gelen ayet, istînâfiyyedir. Cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupla gelen  وَاصْبِرُواۚ  cümlesi mekulü’l-kavle matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.


 اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Lafza-i celâlden hal olan يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يُورِثُهَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası  يَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

عِبَادِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması  عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.


 وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ

 

Ayetin,  اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ  cümlesine atfedilen fasılası, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لِلْمُتَّق۪ينَ, mahzuf habere müteallıktır.

Ayette Allah lafzı iki kez zikredilmiştir. Nefis O’nun vaadiyle mutmain olduğu için verilen haberin kesinliğine işaret eden bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

“Yardım etme” manasında bir kaç kelime vardır: 

نصر  نصرة; sonu zaferle biten yardım demektir. 

عون  ساعد  ve ظاهر  fiilleri de yardım etmek manasındadır.

Zahîr (ظهير) (59); insanın sırtında vuku bulmayı ifade eder.

Müsâade (مساعدة) (2); hayır ve fazileti ifade eder.

Nasr (نصر) (158); düşman veya muhaliflere karşı gücü ifade eder.

Avn (عون) (11); nefisteki kuvveti ifade eder.

استعان  fiili  ب  ile kullanılır.  ب  harfinin ilsak yani yapışma manası vardır.
A'râf Sûresi 129. Ayet

قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟  ...


Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da.” Mûsâ, “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır’da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 أُوذِينَا bize işkence edildi ا ذ ي
3 مِنْ -den
4 قَبْلِ önce- ق ب ل
5 أَنْ
6 تَأْتِيَنَا sen bize gelmezden ا ت ي
7 وَمِنْ ve
8 بَعْدِ sonradan ب ع د
9 مَا
10 جِئْتَنَا sen bize geldikten ج ي ا
11 قَالَ dedi ق و ل
12 عَسَىٰ umulur ki ع س ي
13 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
14 أَنْ
15 يُهْلِكَ yok eder ه ل ك
16 عَدُوَّكُمْ düşmanınızı ع د و
17 وَيَسْتَخْلِفَكُمْ ve sizi hakim kılar خ ل ف
18 فِي
19 الْأَرْضِ yeryüzüne ا ر ض
20 فَيَنْظُرَ böylece bakar ن ظ ر
21 كَيْفَ nasıl ك ي ف
22 تَعْمَلُونَ hareket edeceğinize ع م ل

İsrâiloğulları, Mûsâ’nın gelmesinden önceki dönemlerde uzun yıllar acı ve sıkıntılar çektiklerini, Firavun’un tehditleri dikkate alındığında bu sıkıntılarının, Mûsâ ile tanışmalarından sonra daha da artarak devam edeceğinin ortaya çıktığını ifade ederek bu durum karşısında korku ve üzüntülerinin de arttığını dile getirdiler. Hz. Mûsâ ise Allah Teâlâ’nın düşmanlarını kahrederek kendilerine hâkimiyet kazandıracağı müjdesini verdi. Mûsâ’nın bu müjde ifadesinde “Bundan sonra Allah nasıl hareket edeceğinize bakar” anlamına gelen “nasıl hareket edeceğinizi görmesi için” şeklindeki kayıt, onların, kendisine uyup Allah’ın dinine bağlı kaldıkları sürece artık Firavun düzeninde olduğu gibi haksızlığa uğratılmayacaklarına, iyi veya kötü davranışlarının karşılığını adaletli bir şekilde bulacaklarına işaret eder ve İsrâiloğulları için bağımsızlıklarını kazanmalarından sonraki hayatları hakkında da bir uyarı anlamı taşır. Nitekim onların daha sonraki isyankâr tutumları Hz. Mûsâ’nın bu uyarısında haklı olduğunu göstermiştir (meselâ bk. âyet 148-150, 162-166).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 574

قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ ’dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

اُو۫ذ۪ينَا  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  اُو۫ذ۪ينَا  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve  masdar-ı müevvel,  مِنْ قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

تَأْتِيَنَا  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اُو۫ذ۪ينَا  fiiline müteallıktır.

مَا  ve masdar-ı müevvel, بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. 

جِئْتَنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.


قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟

 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Mekulü’l-kavli  عَسٰى رَبُّكُمْ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

عَسٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.

رَبُّكُمْ  lafzı,  عَسَى ’nın ismi olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَسَى ’nın haberi olarak mahallen mansubtur.  يُهْلِكَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَدُوَّكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَسْتَخْلِفَكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  يُهْلِكَ  fiiline müteallıktır.  يَسْتَخْلِفَكُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَسْتَخْلِفَكُمْ  fiiline müteallıktır.

يُهْلِكَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  هلك ’dır.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَسْتَخْلِفَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

Fiil cümlesidir.  يَنْظُرَ  fiili atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur.  يَنْظُرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

كَيْفَ  istifham ismi,  تَعْمَلُونَ۟  ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.

تَعْمَلُونَ۟  fiili  نْ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ

 

Fasılla gelen ayet, istînâfiyyedir. Cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan … اُو۫ذ۪ينَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَأْتِيَنَا  cümlesi, masdar teviliyle  قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhi konumundadır.

مِنْ قَبْلِ ,وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَا ’ye matuftur. Atıf sebebi tezattır.

اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا  ve  مِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

قَبْلِ - بَعْدِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

تَأْتِيَنَا - جِئْتَنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kur’an’da 549 kere geçen  أتى  fiili tabîi bir şekilde ve kolayca gelmektir. Mücerred veya mezîd, lâzım veya müteaddî olarak mekân, zaman, fail, mef’ûlun bihi için kullanılır. Hissî veya maddî konularda kullanılır. Her durumda buna uygun bir mana ifade eder (et-Tahkîk).

Kur’an’da 278 kere geçen  جاء  kelimesinin bir sılaya ihtiyacı yoktur. Halbuki  أتى  fiili gelenin bir şey getirmesini gerektirir. Ancak kullanım yaygınlaşmış ve bu iki kelime birbirinin yerine kullanılır olmuştur. (Farklar Sözlüğü).

جاء  fiili hemzeden dolayı daha zor durumları ifade eder.  أتى  ise kolayca gelinen hallerde kullanılır (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Lemesâtu Beyâniyye).


 قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır. 

 قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, terecci manalı nakıs fiil  عَسَى’nın dahil olduğu  …عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

عَسَىٰۤ  muzarisi olmayan bir fiildir. Sadece mazisi çekilir. Bunun mazisinden de özellikle  عَسَيْتُمَا ,عَسَيْتُمْ  şekilleri kullanılır. Nitekim Hakk Teâlâ,  فَهَلْ عَسَيْتُمْ  (Muhammed Suresi, 23) buyurmuştur. Kendisinden sonra gelen isim merfû kılınır. (Fahreddin er-Râzî)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ  cümlesi, masdar teviliyle  عَسٰى ’nın haberi konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ  cümlesi ile  فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟  cümlesi, masdar-ı müevvele takip ifade eden atıf harfi  فَ  ile atfedilmiştir.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟  cümlesi,  فَيَنْظُرَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. İstifham ismi  تَعْمَلُونَ۟ , كَيْفَ  fiilinin failinden haldir.

قَالُٓوا - قَالَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟  [Sizin nasıl davrandığınıza bakacak] böylece içinizden ameli güzel olanla çirkin olanı, nimete şükredenle nankör olanı görecek, yaptıklarınıza göre size karşılık verecektir. (Keşşâf)

Sîbeveyhi buradaki  عَسٰى (umulur ki) kelimesinin “ümit ve korku” ifade ettiğini söylemiştir. Zeccâc da: “Allah’tan olan ümitlendirme, mutlaka yerine getirilir” demiştir. Birisi şöyle diyebilir: “Bu görüş zayıftır. Çünkü ayetteki ‘umulur ki…’ ifadesi, Allah’ın kendisine ait olmayıp Allah’ın Hz. Musa’dan (a.s.) naklettiği bir sözdür?” Ancak ne var ki biz diyoruz ki: Bu gibi sözler, nübüvveti kesin mucizelerle ortaya çıkmış bir peygamberden sadır olunca bizzat kuvveti ifade eder ve insanın nefsini bürüyen hayal kırıklığını ve zayıflığı siler götürür. (Fahreddin er-Râzî)

نظر  fiili ile bazen “ilim” (bilme) ifade eden bir bakış kastedilir ki bu Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Bazan da bu kelime ile görülmek istenen şeyi görmek için o şey tarafına gözü çevirme manası murad edilir. Bu da Allah hakkında muhaldir. Bazen de bu fiil ile “bekleme” manası kastedilir ki yine bu da Allah Teâlâ için muhaldir. Bazen de bununla, “görme” manası kastedilir. İşte bu ayetteki bu  يَنْظُرَ fiilini bu son manaya hamletmek gerekir.

Allah Teâlâ’nın “görme sıfatının hâdis (sonradan olma) bir sıfat olmasını gerektirir” denirse biz deriz ki: Allah Teâlâ’nın görmesinin, o şeye taalluk etmesi hâdis (sonradan) olan bir alâkadır. Alakaların, nispetlerin, izafetlerin âyanda varlıkları yoktur. Bundan dolayı Allah’ın zatındaki hakiki sıfatın hâdis olmasını gerektirmez. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada kesin gerçekleşecek bir durumu ifade eden fiil yerine edeben  عَسٰى (umulur ki) fiili gelmiştir. Bu tercih; takvalı olmayı ve Allah’ın rızasına ve nusretine nail olmayı arttırmak için amellere güvenmeyi bıraktırmak içindir. (Âşûr)

 
A'râf Sûresi 130. Ayet

وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ  ...


Andolsun biz, Firavun ailesini, öğüt alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَخَذْنَا biz tuttuk ا خ ذ
3 الَ ailesini ا و ل
4 فِرْعَوْنَ Fir’avn
5 بِالسِّنِينَ yıllarca س ن و
6 وَنَقْصٍ ve darlığıyla ن ق ص
7 مِنَ
8 الثَّمَرَاتِ ürünlerin ث م ر
9 لَعَلَّهُمْ belki (diye)
10 يَذَّكَّرُونَ öğüt alırlar ذ ك ر

Metinde geçen sene kelimesi, başında belirlilik (el-) takısı bulunduğunda, “kuraklık” anlamına da gelir. Bu âyette de İsrâiloğulları’nın, peygamberleriyle birlikte eski yurtlarına dönmelerine izin vermeyen Firavun ve halkının –bu inatlarından vazgeçirmek üzere– şiddetli bir kuraklık ve ürün düşüklüğüyle cezalandırıldığından söz edilmekte olup senenin çoğulu olan sinîn kelimesi kuraklıkla ilişkili bir anlamda kullanılmıştır (Zemahşerî, II, 144; İbn Atıyye, VII, 140; Râzî, XIV, 214); bu sebeple anılan kelime, meâlinde “kuraklık yılları” şeklinde çevrilmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576

نقص Nekasa : Nasip, pay ya da hissede meydana gelen eksilme, zarar veya azalma (noksanlık) demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri noksan, nâkıs ve tenkıstır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَخَذْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اٰلَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  فِرْعَوْنَ  kelimesi muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِالسِّن۪ينَ  car mecruru  اَخَذْنَا  fiiline müteallıktır.  السِّن۪ينَ  kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى dir.  نَقْصٍ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السِّن۪ينَ ‘ye matuftur.

مِنَ الثَّمَرَاتِ  car mecruru  نَقْصٍ ‘e müteallıktır. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَذَّكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر’dir. Aslı  يَتَذَكَّرُونَ  şeklindedir.  ت  harfi  ذ’ye dönüşmüştür.

وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ

 

و  istînâfiyyedir.  لَ  ise mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.

Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı olan  …وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ  cümlesi  لَ  ve  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Azamet zamiriyle gelen mazi fiil  اَخَذْنَٓا , hudûs ve temekkün ifade eder.

نَقْصٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

وَلَقَدْ ifadesi bu cümlenin anlamına ziyadesiyle ehemmiyet verildiğini ortaya koymak içindir. (Ebüssuûd)

السِّن۪ينَ  azlık çoğuludur. 3-10 seneyi ifade eder.  السنوات  ise çokluk çoğulu olup 11’den fazla seneyi ifade eder. Aynı anlamdaki bol ve evrimli seneler için kullanılan  العام  kelimesine mukabil kuraklık ve kıtlık seneleri için kullanılır. (Ebüssuûd)

Sene; yıl anlamında olduğu gibi, bilhassa şiddetli kuraklık ve kıtlık yılı manasına da gelir ki burada böyle tefsir edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Allah Teâlâ, Firavun kavmini birdenbire helak etmemiş, kıtlıkla ve semerelerin azlığıyla uyarmak ve düşündürmek istemiştir. (Ebüssuûd) 


لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ, vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir. 

لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Kutrub ise:  لَعَلَّ  kelimesinin “için” manasında olduğunu söylemiştir. 

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direkt bağlantılı olan  تَعَقُّل ,تَفَكُّر ,تَدَبُّر ,تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. (Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Hasan Uçar Doktora Tezi)

Ayetin zahiri, Allah Teâlâ’nın, diretme ve inattan boyun eğmeye ve kulluğa dönmeleri için onlara bu belaları verdiğine delalet eder. Çünkü şiddetli haller, kalplere rikkat verir ve onları Allah katında olan şeye yöneltir. (Fahreddin er-Râzî)


Günün Mesajı
Tarih boyunca mümin olmayanlar, müminlerden sadece "Rabbimiz Allah" dedikleri için intikam almaya kalkışmış, fakat bu amaçlarını birçok uydurma sebep arkasına gizlemiştir. Kralların, başkanların, liderlerin ve komutanların etrafını saran kötü danışmanlar ve yakınlar her zaman için bunları şerre yöneltir, ıslah edecek kimseler için türlü türlü tuzaklar hazırlarlar. Islah edici kişilerin kendi yönetimleri için tehlike teşkil ettiği izlenimlerini verirler. Halbuki hayırlı danışmanlar böyle yapmaz. Bunun için liderlerin yakın danışmanlarını ve yardımcılarını takvalı, salih ve hayırlı kimseler arasından seçmesi gerekir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bu hayat, kesinlikle, masallardaki gibi değil. Üzüntüler gibi mutluluklar da geçici. Hatta belki üzüntülerini mutluluklarından daha derin yaşar insan.

Başlangıçlar, her zaman, umduğumuz belki sandığımız mutlu sonlara gebe değil. Yaşadıklarımız, işin sonunda, yediğimiz yemeğin damağımızda bıraktığı tattan ibaret. Dünya, bizde kalıcı değil.

Bu hayat, aslında, hayallerdeki gibi de değil. Her başarının arkasında yatan bilinmez. Herkes kendi zamanında takdir edilmez. Belki, bir çok ağacın meyvesini, ekenin kendisine yemek nasip olmaz.

Bu hayatı, matematik denklemlerindeki gibi kesin sonuç verecek hesaplarıyla yaşamak şaşkınlık olsa gerek. Bizler, Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olarak, elimizden gelenin en iyisini yapmakla sorumluyuz. İstediğimiz sonuçları görecek kadar yaşamasak bile, o sonuca ulaşmak için attığımız her adımın boşa gitmediği bilinciyle yaşamakla sorumluyuz.

Müminin kalbinde, imanının yanında verilen en güzel nimetlerden bir tanesi; ümit etmektir. Ki onunla üzüntüye olduğu kadar mutluluğa da sarılabilir ve her nefesi için şükredebilir insan. Ve yine onunla, zaman zaman hissedemese bile, Allah’ın, kendisine ihtiyacı olan güç potansiyelini zaten verdiği inancına tutunarak, yaşadıklarıyla başa çıkabilir insan.

Yaşadığımız her üzüntü hatta mutluluk tanesinin karşılığına ve elde ettiğimiz veya edemediğimiz her şeyin daha da güzelini ahirette alacağına inananlardan,
Dünya ve dünyanın kölesi olmuş insanlar, önümüze ne atarsa atsın, gönül huzuruyla; “Biz, zaten Rabbimize döneceğiz.” diyenlerden,
Her şeyin ötesinde Rabbinin rızasına, kavuşmak umuduyla yaşayanlardan,
Kavuştuğunda ise, “dünya ve dünyadakiler neymiş ki, elhamdulillah bizi tasa ve üzüntüden kurtarana” diyen müminlerden olma duasıyla.

 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji