A'râf Sûresi 193. Ayet

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ  ...

Onları doğru yola çağırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir (sonuç alamazsınız).
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ şayet
2 تَدْعُوهُمْ onları çağırsanız د ع و
3 إِلَى
4 الْهُدَىٰ doğru yola ه د ي
5 لَا
6 يَتَّبِعُوكُمْ size uymazlar ت ب ع
7 سَوَاءٌ birdir س و ي
8 عَلَيْكُمْ sizin için
9 أَدَعَوْتُمُوهُمْ onları çağırmanız د ع و
10 أَمْ ya da
11 أَنْتُمْ sizin
12 صَامِتُونَ susmanız ص م ت
 

İlk âyette kimlere hitap edildiği konusunda iki farklı görüş vardır: İbn Âşûr’un da tercih ettiği bir yoruma göre âyette müslümanlara hitap edilmekte; onlardan müşrikleri doğru yola çağırmaları istenmektedir (IX, 217-218). Ancak daha yaygın olarak benimsenen görüşe göre burada müşriklere hitap edilmektedir. Bu müfessirlerin çoğunluğu âyetin ilk cümlesine şu anlamı verirler: “Ey müşrikler! Siz o tanrı diye taptığınız putlarınızı doğru yola çağırsanız çağrınıza uymazlar…” Çünkü onlar doğru yol nedir, eğri yol nedir bilmezler. Ancak Şevkânî, –müşriklerin tanrı diye inandıkları putlarını doğru yola çağırmalarını çok anlamlı bulmamış olmalı ki– daha farklı bir yaklaşımla bu cümleyi şöyle anlamaktadır: “Bu putlarınızdan, sizi doğru yola ve kurtuluşa erdirmelerini isteyerek onlara hidayet ve kurtuluş konusunda yakarışta bulunsanız çağrınıza uyarak size karşılık veremezler” (II, 316).

 Sonuç olarak gerek Arap putperestlerinin gerekse tarihin bütün dönemlerindeki müşriklerin tanrısal nitelikler yükleyerek şu veya bu şekilde taptıkları her şey Allah’ın yaratıklarıdır; “O’ndan başka tanrı yoktur.” Şu halde putperestlerin tanrı diye kabul ettikleri ve karşısına geçip dua ettikleri, takdis ettikleri, kendilerine yol göstereceğini, iyilikler kazandırıp kötülüklerden koruyacağını umdukları şeyler, tanrılık niteliklerine sahip olup başkalarına hidayet vermek bir yana, o cansız, şuursuz ve bilgisiz nesneler kendilerine yapılacak çağrıyı bile duyma yeteneğinden yoksundurlar. Onlar da insanlar gibi “birer kuldur”; yani Allah’ın mülk ve tasarrufunda bulunup O’nun kevnî yasalarına boyun eğerler (Şevkânî, II, 317). Sonuç olarak sıradan bir canlıda bulunan yürüyecek ayağa, tutacak ele, görecek göze bile sahip olmayan bu nesneleri tanrı tanımak; insanların, kendilerinde bulunan duyu araçlarından bile yoksun olan, dolayısıyla kendilerinden daha aşağı, daha kusurlu olan şeylere tapmaları akıl kârı mıdır?

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 645-646

 

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ

 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَدْعُوهُمْ  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلَى الْهُدٰى  car mecruru   تَدْعُوهُمْ  fiiline müteallıktır.  الْهُدٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı  لَا يَتَّبِعُوكُمْ’dur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَّبِعُوكُمْ  fiili şartın cevabı olduğu için  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَتَّبِعُوكُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ

 

سَوَٓاءٌ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  سَوَٓاءٌ’e  müteallıktır. Hemze tesviye manasındadır. Çünkü hemze-i tesviye, kendisinden sonra gelen cümleyi masdar (müfred) hükmüne koyar.

دَعَوْتُمُوهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  دَعَوْتُمُوهُمْ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Hakiki istifhamdan istenilen anlam belirleme (tayin) olduğunda da kendisinden sonra atıf caiz değildir. Ancak, tesviye hemzesi gibi veya onun muadili  اَمْ  ile yapılabilir. (A. Yaşar Koçak, Nahivde Hemze)

اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  صَامِتُونَ  haber olup haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

صَامِتُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صمت  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ

 

Ayet  وَ  ile  يُخْلَقُونَۘ  ifadesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.

Şart cümlesi  تَدْعُوهُمْ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Rabıta harfi  فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  لَا يَتَّبِعُوكُمْ  şeklinde menfi muzari fiil sıygasındadır. Muzari fiilde teceddüt ve tecessüm özelliği vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Burada onların kınanmasına ve susturulmasına ziyadesiyle önem verildiği için ayetin hitabı doğrudan müşriklere müteveccihtir. (Ebüssuûd)


سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  سَوَٓاءٌ  mukaddem haberdir. 

Masdar harfi hemzenin dahil olduğu  اَدَعَوْتُمُوهُمْ  cümlesi, masdar teviliyle muahhar mübteda konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat ve temekküne işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَمْ  atıf harfiyle masdar cümlesine atfedilen isim cümlesi  اَنْتُمْ صَامِتُونَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela: fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

اَدَعَوْتُمُوهُمْ  cümlesiyle,  اَنْتُمْ صَامِتُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

دَعَوْتُمُوهُمْ - صَامِتُونَ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

تَدْعُوهُمْ - دَعَوْتُمُوهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada isim cümlesi, fiil cümlesi üzerine atfedilmiştir. Çünkü  اَدَعَوْتُمُوهُمْ  fiil cümlesi  اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ  ifadesi ise isim cümlesidir. Bil ki isim cümlesini, fiil cümlesine atfetmenin ancak bir hikmet ve incelikten dolayı caiz olduğu sabittir. Bu incelik şudur: Fiil sıygası, teceddüdü (o fiilin tekrar tekrar olduğunu) gösterir. İsim sıygası ise devamı, sebat ve sürekliliği gösterir. Bunu iyice anladığında biz deriz ki: “O müşrikler bir üzüntü ve sıkıntıya düştüklerinde, putlarına yalvarıp yakarırlardı. Fakat başlarına böyle bir şey gelmediğinde susar, birşey söylemezlerdi. İşte bundan ötürü onlara, “Sizin o putlara dua etmeniz ile devamlı susmanız (dua etmemeniz) arasında bir fark yoktur.” denilmiştir. İşte bu atfın inceliği budur. (Fahreddin er-Râzî)

سَواءٌ  kelimesi bir şeyin başka bir şeyle müsavi olduğunu ifade eden bir isimdir. Kelamda zikredilen bu iki şeyden biri diğerinden evlâ değildir, demektir. Bu kelimedeki hemzeye “tesviye hemzesi” denir. Aslında bu, istifham hemzesidir ama tesviye manasında kullanılmıştır.  عَلَيْ harfinde mecazî istila manası vardır.  العِنْدِيَّةِ  manasındadır. (Âşûr)