A'râf Sûresi 199. Ayet

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ  ...

Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خُذِ al ا خ ذ
2 الْعَفْوَ affı ع ف و
3 وَأْمُرْ emret ا م ر
4 بِالْعُرْفِ iyiliği ع ر ف
5 وَأَعْرِضْ yüz çevir ع ر ض
6 عَنِ -den
7 الْجَاهِلِينَ cahiller- ج ه ل
 

Yukarıdaki âyetlerde (özellikle 189. âyetten itibaren) tevhid inancı üzerinde durularak –başta Mekke müşrikleri olmak üzere– Allah’ın yarattığı varlık veya nesnelere tanrısal nitelikler yüklemek suretiyle bu yaratıkları Allah’a ortak koşanlar eleştirilip uyarıldıktan sonra bu âyette de ahlâk konusuna geçilmiş ve bütün ilâhî dinlerin üç temel ahlâk kuralına yer verilmiştir:

1. Kolaylık. Sözlükte “bir şeyin en yenisi, en saf olanı, fazlası; kolaylıkla verilebilen, bağışlanabilen” gibi anlamlara gelen âyet metnindeki af kelimesi ahlâk terimi olarak “kötülük ve haksızlık eden, suç veya günah işleyen birini bağışlamak, cezalandırmaktan vazgeçmek” demektir (ayrıca bk. Bakara 2/109). Konumuz olan âyetteki af kelimesine ise tefsirlerde başlıca şu mânalar verilmektedir: 

a) İnsan ilişkilerinde kolaylık yolunu seçmek, başkalarını külfet ve meşakkate sokacak tutum ve davranışlardan, beklentilerden uzak kalmak (Zemahşerî, II, 110). Ahlâk terimi olarak az önce zikredilen anlamdan da esasen insanları suç ve hataları sebebiyle cezalandırarak sıkıntıya sokmak yerine onları bağışlayarak rahatlatmak demek olduğuna göre bu anlamdaki af da sonuçta kolaylık mânası taşımaktadır.

 b) Malın ihtiyaçtan fazlasını muhtaçlara vermek. Bu anlamı tercih edenler âyetin, daha sonra gelen ve zekâtın farz olduğunu bildiren başka âyetlerle neshedildiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak, diğer birçok müfessir gibi âyeti birinci mânada yorumlayan Fahreddin er-Râzî’ye göre ikinci anlamı tercih etsek bile bundan nesih sonucuna varmak gerekmez; çünkü zekât hakkındaki âyetler malî fedakârlığın asgari miktarıyla alâkalıdır; bu âyette ise zekâtın da üzerinde mal bağışında bulunmak öğütlenmektedir (XV, 95-96; her iki yorumla ilgili rivayetler için bk. Taberî, IX, 153-155). 

Başkaları karşısında kolaylaştırıcı olmak, suç ve kusurlarını bağışlayarakonları affedip ceza sıkıntısından kurtarmak gibi başkalarına mal yardımında bulunmak da bir fedâkarlıktır. Bu sebeple âyetteki af kelimesinin her iki anlamda da fedakârlığı içerdiğini ve dolayısıyla burada hem insanlara mal yardımında bulunmanın hem de sertlik yerine yumuşaklık ve kolaylaştırıcılığın, Türkçe’deki anlamıyla affın ve hoşgörünün öğütlendiğini düşünmek daha isabetli olacaktır. Râzî âyetin bu kısmını –ilgili âyetlere göndermeler de yaparak (bk. Âl-i İmrân 3/159; Nahl 16/125)– şöyle açıklar: “Kolaylığı seç buyruğu, malî haklarla ilgili her konuda cimrilikten sıyrılmak, insanlarla güzel ahlâka dayalı ilişkiler kurmak, katılık ve sertlikten uzak durmak, işleri kolaylaştırmak, insanları hak dine çağırırken de ince ve yumuşak bir uslûp kullanmak” (XV, 96).

2. İyiliği emretme. “İyi olan” diye çevirdiğimiz ve Türkçe’de “örf” şeklinde telaffuz edilen urf kelimesi, “bilme, tanıma” mânasındaki irfan kökünden bir terim olup, aynı kökten ma‘rûf kelimesi gibi “iyilik olarak bilinen ve benimsenen şey” anlamında kullanılır (Râgıb elİsfahânî, el-Müfredât, “arf” md.). Râzî de bu terimi, genel bir ifadeyle, “yapılması gerekli olan, yapılması yapılmamasından daha iyi olan her türlü iş” şeklinde açıklamıştır (XV, 96). Buna göre örf kelimesi, sadece yapılması farz olan tutum ve davranışları değil, aynı zamanda mendup olan, dinin özel hükümlerine ve genel amaçlarına ters düşmemek şartıyla aklıselimin ve kamu vicdanının hayırlı ve yararlı görüp âdet haline getirdiği her türlü dinî ve dünyevî konulardaki iyilik ve güzellikleri de içermektedir. Nitekim Taberî de “Allah’ın emrettiği veya mendup saydığı bütün işler örf kapsamına girer. Allah âyette özel bir anlamı tahsis etmemiştir. Doğrusu şudur ki Allah, elçisine –herhangi bir çeşidini ayırmaksızın– genel olarak iyiliği emretme görevini yüklemiştir” diyerek bu hususa işaret etmiştir (IX, 156). 

3. Cahillere aldırmamak. Âyetteki cahil kelimesi, bilgisizlikten ziyade saldırganlık, barbarlık, zulüm, haksızlık, küstahlık, inatçılık gibi kötü huylardan oluşan ahlâk bozukluğunu ifade etmektedir (kelimenin bu anlamı için bk. Mâide 5/50; Feth 48/26). Cahillere aldırmamak, onların tuttukları yolun yanlışlığını göstermemek, bozuk inançlarını düzeltme yönünde çaba harcamamak anlamına gelmez; çünkü bu İslâm’ın varlık sebebine ve genel olarak peygamberlerin gönderiliş hikmetlerine aykırıdır. Şu halde cahillere aldırmamanın mânası, insanları hak ve hakikat çizgisine, iyilik ve doğruluk yoluna çağırırken kendini bilmezlerin edep ve ahlâkla bağdaşmayan kötü ve çirkin davranışlarına, küstahça hareketlerine, haksızlıklarına aynıyla karşılık vermemek, bu tür hareketler karşısında öfkeye kapılarak affedici olmaktan, iyiliği emretmekten vazgeçmemek; aksine ısrarla sabırlı, hoşgörülü, kolaylaştırıcı ve bağışlayıcı olmaktır. 

Taberî’nin kaydettiği bir rivayete göre bu âyet geldiğinde Resûlullah’ın bir sorusu üzerine Cebrâil, “Rabbin sana kötülük edene senin iyilik etmeni, sana vermeyene senin vermeni ve senden uzak kalıp ilgileri koparanlarla senin dostluk ve akrabalık ilişkini sürdürmeni emrediyor” diyerek âyete örnekleme yoluyla açıklama getirmiştir. Aynı müfessirin de belirttiği gibi her ne kadar yüce Allah bu âyette peygamberine hitap etmişse de esasında bütün kullarını eğitmeyi amaçlamıştır (IX, 156).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 648-650

 

Riyazus Salihin, 51 Nolu Hadis
Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Uyeyne İbni Hısn (Medine’ye) geldi ve yeğeni Hurr İbni Kays’a misafir oldu. Hurr, Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerindendi. Zaten genç olsun yaşlı olsun âlimler (kurrâ), Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hurr İbni Kays’a:Yeğenim, senin devlet başkanı yanında önemli bir yerin vardır. Beni kendisiyle görüştür, dedi.
Hurr, Ömer’den izin aldı. Uyeyne Ömer’in yanına girince:

Ey Hattâb oğlu, Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun, dedi.
Ömer hiddetlendi, Uyeyne’ye ceza vermek istedi.
Bunun üzerine Hurr:

Ey Müminlerin emiri, Allah, Peygamberine “Affı seç, iyiliği emret, cahilleri cezalandırmaktan vazgeç!” buyurdu. Benim bu amcam da câhillerdendir, dedi.
Allah’a yemin ederim ki, Hurr bu âyeti okuyunca Ömer, Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer, Allah’ın kitabına son derece bağlı idi.
(Buhârî, Tefsîru sûre (7), 5, İ’tisâm 2)

 

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  خُذِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

الْعَفْوَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  أْمُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

بِالْعُرْفِ  car mecruru  أْمُرْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  اَعْرِضْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

عَنِ الْجَاهِل۪ينَ  car mecruru  اَعْرِضْ  fiiline müteallıktır.  الْجَاهِل۪ينَ ‘nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْجَاهِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جهل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْرِضْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  عرض’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ

 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan ilk cümle müstenefedir. Aynı üslupta gelmiş  وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ  cümlesi ve  وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ  cümlesi, خُذِ الْعَفْوَ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat ve  hükümde ortaklık vardır. 

الْعَفْوَ  kelimesi, bir şeyin yenisi, fazlası ve en temiz olanı anlamına geldiği gibi kolaylık ve bağışlama manasına da gelir. (Müfredat)

الْعَفْوَ ‘deki tarif, cins içindir. İstiğrak ifade eder. (Âşûr)

الْعُرْفِ ‘deki tarif,  الْعَفْوَ ‘deki gibi istiğrak ifade eder. (Âşûr)

الأخْذُ  hakikatte faydalanmak veya zarar vermek için bir şeyi almak demektir.  أخَذْتُ العَدُوَّ مِن تَلابِيبِهِ (Düşmanı yakasından yakaladım.) sözünde olduğu gibi. Esir için de أخِيذٌ  denir. Esir alınan kavim için  أُخِذُوا  denir. Burada ise mecazi manada kullanılmış, bir vasıf ve fiile bürünmek manasında müstear olmuştur. İsteseydi ona bürünürdü manasındadır. Bu bürünmek ve bu bürünmeyi başka bir şeye bürünmeye tercih etmek; bir çok eşya arasından birini almaya benzetilmiştir.   (Âşûr)  

خُذِ الْعَفْوَ  ibaresi, “müsamaha yolunu tut” anlamında bir deyimdir.

Bu ibarede istiare vardır. Affetmek somut bir şeye benzetilmiştir. İnsicam sanatı vardır, yani kelimelerinde müthiş bir uyum vardır. Araplar bu ayetin akışına, kolaylığına hayran olmuşlardır. Kalplere tesir eder.

Bir derecelendirme vardır.

الْجَاهِل۪ينَ  kelimesi burada duygularına kapılarak fevri hareket etmek anlamındadır.

Ayetteki emir irşad manasındadır. Emir, doğru yolu göstermek ve nasihat amacıyla gelebilir.

Bu ayet-i kerimede bütün güzel huylar toplanmıştır. Çünkü af kelimesi; araya kopukluk girmiş her şeyi birleştirmek, zalimlerden yüz çevirmek, vermeye engel olanlara vermek, kötülüğe iyilikle muamele etmek, her işte yumuşak-hoşgörülü olmak; örfü emretmek, sıla-i rahim yapmak, dili gıybetten ve yalandan korumak, gözü her türlü haramdan korumak, her türlü çirkinliklerden uzak durmak, Allah Teâlâ’nın istediği şeyleri yerine getirmek; cahillerden yüz çevirmek ise sabır, yumuşak başlılık ve öfkeye hakim olmak manalarını taşır. İşte böylece az sözle çok mana ifade edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

الجَهْلُ  kelimesi burada  الحِلْمِ  ve  الرُّشْدِ  kelimelerinin zıttıdır.  الجَهْلُ  kelimesinin kullanımı İslam öncesi için kullanımı çok meşhurdur.  الْجَاهِل۪ينَ  kelimesi ile tüm akılsızlar kastedilmiştir. Çünkü  الْجَاهِل۪ينَ  kelimesindeki marifelik istiğrak içindir. (Âşûr)