وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Yukarıda Kur’an’ın insanlık için hangi bakımlardan ve ne kadar büyük bir değer ifade ettiği belirtildikten sonra burada da özetle kelâmullahı dinlemenin edep ve erkânı gösterilmektedir. Buna göre Kur’an okunduğu sırada müslüman ona ilgisiz kalmayacak, kulak verip dikkat kesilecek, saygıyla ve ilgiyle dinleyecektir; çünkü o, her şeyden önce Allah’ın sözüdür, onda konuşan Allah’tır. Bu sebeple Kur’an’a kulak vermemek Allah’ın konuşmasına kulak vermemek ve dolayısıyla bir bakıma Allah’a karşı edepsizlikte bulunmak anlamına gelir. Ayrıca anlamları üzerine düşünüp kavrayabilmek ve sonuçta rahmet ve bereketinden yararlanabilmek için de onu yoğun bir dikkatle dinlemek gerekmektedir. İbn Âşûr’un da işaret ettiği gibi (IX, 239) “… onu dinleyin ve sessiz durun” buyruğu, beden kulaklarıyla Kur’an’ı dinlemeyi, tilâvet sırasında konuşmamayı, başka şeylerle ilgilenmemeyi ifade ettiği gibi mecazî mânada “Kur’an’ı dinlemek” aynı zamanda “onun buyruklarına uyup yasaklarından kaçınmak” anlamına da gelir. En iyisi, âyetin hem hakiki hem de mecazi anlamda Kur’an’a kulak vermeyi emrettiğini kabul ederek, Kur’an okunurken başka şeylerle ilgilenmeden onu saygıyla ve dikkatle dinlemek, bununla da yetinmeyip buyruklarını yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. İşte bu sayede Kur’ân-ı Kerîm’in –bir önceki âyette işaret edilen– “rahmet” özelliğinin de hayatımıza yansıyacağı, dünyamızı ve âhiretimizi güzelleştireceği âyetin sonunda ifade edilmektedir. Müslüman, Kur’ân-ı Kerîm’i beden kulağı ile dinlemek, Allah’a ve O’nun kelâmına saygı göstermekle Allah kelâmı karşısında takınmış olduğu bu edepli ve ahlâklı tavrının sevabını kazanacak, O’nun tarafından ödüllendirilecek; Kur’an’ı can kulağıyla dinlediği gibi kalp ve aklı ile de dinlemek suretiyle onun içeriği üzerinde düşünerek kalbini ve aklını aydınlatacak, imanına güç katacak, yanlışlarını düzeltecek, doğrularını arttıracaktır; böylece bu ve buna benzer kazanımlarıyla âyetin sonunda ifade buyurulan rahmet ve merhamete ulaşmış olacaktır.
Bu âyetten dolaylı olarak çıkarılması gereken bir ders de şudur: Çarşı, pazar, sokak, kahvehane, lokanta gibi uygun olmayan ortamlarda, pratikte Kur’an’ı dinlemenin mümkün olmadığı yerlerde açıktan Kur’an okumak veya –dışarıda namaz kılanlar bulunması gibi bir zaruret olmadıkça– camilerde okunan Kur’an sesini cami dışına vermek doğru değildir; böyle durumlarda insanların durup Kur’an’ı dinlemeleri çeşitli yönlerden sıkıntıya yol açacağı için Kur’an okuyacak kimse, insanların onu dinleyebilecekleri yerlerde ve şartlarda okumalı ve böylece Kur’ân-ı Kerîm’e saygısızlık görünümü veren davranışların sergilenmesine sebep olmaktan sakınmalıdır.
Hz. Peygamber döneminde inkârcıların elebaşıları halka, “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız” (Fussılet 41/26) diyerek Allah’a, O’nun kitabına ve peygamberine karşı düşmanlık ve saygısızlıklarını sergiliyorlardı. Aynı yerde “Allah’ın düşmanları” olarak nitelenen bu inkârcıların şiddetli bir azapla cezalandırılacakları bildirilmektedir. Konumuz olan âyette ise –Allah’ın kelâmını susturmaya, tesirini önlemeye, sesini boğmaya kalkışan, bu yüzden de “Allah’ın düşmanları” olarak nitelenmek suretiyle alçaltılan o inkârcıların yaptıklarının tam aksine– müslümanların da onu dinleyerek saygı ve bağlılıklarını göstermeleri ve sonuçta ilâhî rahmete liyakat kazanmaları gerektiği ifade buyurulmaktadır. Nitekim Kurtubî’nin kaydettiği bir rivayette bu âyet, Fussılet sûresinin anılan âyetinden sonra ve müşrik elebaşılarının orada bildirilen çağrılarına cevap olarak inmiştir (VII, 337-338).
Bu âyetten Kur’ân-ı Kerîm okunurken müslümanların konuşmayı bırakıp onu dinlemeleri istenmekle birlikte bunun farz olup olmadığı, farz olması durumunda da bu hükmün mutlak olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hasan-ı Basrî’ye dayandırılan bir görüşe göre Kur’an okunduğunda onu dinlemek her zaman farzdır; Mâlikîler ise âyetin farziyet değil tavsiye (nedb) anlamı taşıdığını ileri sürmüşlerdir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu âyetin sadece Hz. Peygamber Kur’an okuduğunda onu dinlemeyi ve buna ek olarak –diğer zamanlarda değil– sadece namaz ve hutbe esnasında imamın ve hatibin okuduklarını dinlemeyi farz kıldığını belirtmişlerdir. Hanbelî ve Hanefî âlimleri, cemaatla namaz esnasında imam açıktan veya gizli olarak Kur’an okurken cemaatin okumamaları gerektiği yönündeki hükmü bu âyete dayandırmışlardır (bu husustaki rivayetler için bk. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, II, 827-828; Reşîd Rızâ, IX, 508-509).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 654-655
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenler ile aynıdır.
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُرِئَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُرِئَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْقُرْاٰنُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. اسْتَمِعُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru اسْتَمِعُوا fiiline müteallıktır.
اَنْصِتُوا cümlesi atıf harfi وَ ’la cevap cümlesine matuftur. اَنْصِتُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُرْحَمُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُرْحَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اسْتَمِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi سمع ‘dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَنْصِتُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نصت ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا
وَ istînâfiyyedir. Ayet, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart harfi, müstakbel manalı zaman zarfı اِذَا , müspet mazi fiil sıygasında şart fiili olan قُرِئَ ‘ya muzâftır.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi emir üslubuna gelmiş olmasına rağmen gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. İbaha anlamı taşıyan cümle vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
قُرِئَ - الْقُرْاٰنُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, s. 114)
Kur’an isminin zikredilmesi ile izmar makamından izhar makamına dönülmüştür. Çünkü Kur’an, öncesinde işaret ismiyle zikredilmiştir. (Âşûr)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
فَاسْتَمِعُوا - اَنْصِتُوا arasında mürâât-ı nazîr vardır.
اسْتَمِع ; kulak kesilmek demektir. Kur’an’ı önce zahiren dinlemek, sonra emir ve yasaklarına uymak için anlamak gerekir, sahabe de böyle yapmıştır.
Ayeti kerimenin zahiri namazda olsun, namazın haricinde olsun Kur’an okunurken dinlemenin farz olduğunu gösterir.
Namazın haricinde okunan Kur’an’ı susup dinlemek alimlerin cumhuruna göre müstehaptır. (Ebüssuûd)
Bu ayetteki اَنْصِتُوا emri gerçek manasının dışında nedb için kullanılmıştır. Ayetin sonundaki لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ cümlesi emrin gerçek manası dışında nedb için kullanıldığına işaret eder. (Elif Yavuz, Belâgat İlminde Haber Ve İnşâ (Bakara Suresi Örneği)
[Kur’an okunduğu zaman susup onu dinleyin.] Bu ifadenin zahirinden namazda ve namaz dışında Kur’an okunduğu zaman susup onu dinlemek gerektiği anlaşılmaktadır. Söylendiğine göre [ilk dönemde] namaz esnasında konuşuyorlardı; ayet bu yüzden nazil oldu ve daha sonra namaz dışında, Kur’an okunan herhangi bir mecliste bulunulduğu zaman susup onu dinlemek de sünnet oldu. İfadenin anlamının, “Peygamber Kur’an’ı size nüzul esnasında okuduğunda onu dinleyiniz.” şeklinde olduğu da söylenmiştir. “Onu dinleyin!” ifadesinin, içindekilerle amel edin, onu aşmayın anlamında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayet, teracci/umut ifade etmektedir. Bu da rahmete kavuşmanın, ayette istenilen emirlere uyulması durumunda olacağının işaretidir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.