يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا بَنِي | oğulları |
|
2 | ادَمَ | Adem |
|
3 | إِمَّا | eğer |
|
4 | يَأْتِيَنَّكُمْ | size gelirse |
|
5 | رُسُلٌ | elçiler |
|
6 | مِنْكُمْ | kendi içinizden |
|
7 | يَقُصُّونَ | anlattıkarında |
|
8 | عَلَيْكُمْ | size |
|
9 | ايَاتِي | ayetlerimi |
|
10 | فَمَنِ | kimselere |
|
11 | اتَّقَىٰ | korunan |
|
12 | وَأَصْلَحَ | ve uslanan |
|
13 | فَلَا | yoktur |
|
14 | خَوْفٌ | korku |
|
15 | عَلَيْهِمْ | üzelerine |
|
16 | وَلَا | ve |
|
17 | هُمْ | onlar |
|
18 | يَحْزَنُونَ | üzülmeyeceklerdir |
|
Yukarıdaki âyette peygamberi ve hak dini yalanlayanların dünyadaki âkıbetleri bildirilmişti. Bu iki âyette de iyilerle kötülerin âhiretteki durumları karşılaştırılmaktadır. Buna göre peygamberleri gelip de insanlara Allah’ın âyetlerini yani kutsal kitabını, delillerini ve hükümlerini (Râzî, XIV, 69) açık açık ortaya koyduğunda onlar ya peygamberi ve onun bildirdiklerini saygıyla benimseyip durumlarını düzeltir veya Allah’ın âyetlerini yalan sayıp İblîs gibi kibre kapılarak isyanlarını sürdürürler. Yüce Allah, âhirette bu zümrelerden ilkinin, korku ve üzüntüden emin bir şekilde mutlu olacağını müjdelerken, ikinci zümreyi “ateş ehli” (cehennem ashabı) diye nitelemekte ve ebedî olarak ateşte kalacaklarını haber vermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 523
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ
يَا nida harfidir. بَن۪ٓي münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. اٰدَمَ muzâfun ileyhtir. A’cemî olduğu için cer alameti fethadır. Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰدَمَ gayri munsarif bir isimdir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. اٰدَمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha ile mecrur olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ’dur. اِمَّا lafzında, şart harfi olan إنْ harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا, zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
اِمَّا daki إنْ şartıyedir, مَّا ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden نَّ’u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)
اِمَّا; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
يَأْتِيَنَّ şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رُسُلٌ fail olup lafzen merfûdur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنْكُمْ car mecruru رُسُلٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَقُصُّونَ fiili رُسُلٌ kelimesinin ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:
Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibhi cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. يَقُصُّونَ fiili burada nekre isimden sonra geldiği için sıfattır. Sıfat fiil cümlesi şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُصُّونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru يَقُصُّونَ fiiline müteallıktır. اٰيَات۪ي mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَنِ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اتَّقٰى şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
اَصْلَحَ fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَوْفٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri mecazî istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir.
لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اتَّقٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اتَّقٰى fiili kökü وقي olup, iftial babından gelmiştir.
Not: a. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
b. İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
c. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
Burda çaba göstermek (gayret ve devamlılık) manası kazandırmıştır.
İlgili Tefsir Yorumu: Takva; günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Muttaki: Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.) yoluna girip dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bkz: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan …اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ cümlesindeki اِمَّا, şart harfi إنْ ve tekid ifade eden zaid ما ’dan oluşmuştur. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْكُمْ sözünden kastedilen Âdemoğullarından olmaktır. Âdemoğullarına, kendilerine gelen Allah’ın elçilerinin melek olmasını beklememeleri için bir uyarıdır. Çünkü gönderilen elçi, gönderildiği varlık cinsinden olur. Burada Nuh (a.s.) kavmi gibi kendilerine gönderilen elçiye kendi cinslerinden bir insan olması dolayısıyla inanmama cehaletinde olduklarına bir tariz vardır. (Âşûr)
يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتٖى ayetlerimizi size anlatacak...” buyurmuştur. Burada bahsedilen “ayetler” ile Kur’an’ın kastedildiği söylenmiştir. Yine bunların, deliller veya şer’i kanun ve hükümler olduğu da söylenmiştir. Evla olan hepsinin bu ifadenin içine dahil olmasıdır. Çünkü bütün bunlar, Allah’ın ayetleridir. Zira peygamberlerin hepsini anlatmaları gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
Cevap cümlesi فَ karinesiyle gelen …فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda, اتَّقٰى şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَاَصْلَحَ cümlesi tezâyüfle şart cümlesine atfedilmiştir.
Artık “Kim (o ayetlere karşı gelmekten) sakınır ve (nefsini) ıslah ederse...” buyurmuştur. Bu iki hale birlikte sahip olmak, sevabı gerektiren şeylerdendir. Çünkü muttaki, Allah’ın yasakladığı herşeyden korunup sakınan kimsedir. Ayetteki “ıslah ederse” ifadesine, o kimsenin kendisine emrolunan her şeyi yapıp yerine getirmesi dahildir. (Fahreddin er-Râzî)
فَ karinesiyle gelen ikinci cevap cümlesi فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan لَا خَوْفٌ ’un haberi mahzuftur. عَلَيْهِمْ bu mahzuf habere müteallıktır. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre umum ifade eder.
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ sözündeki عَلَيْ harf-i ceri mecazî istila içindir. (Âşûr)
وَ ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır ve mübteda olan مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ibaresinden korku ve hüznün devamlı olmayacağı değil, fakat hiçbir zaman olmayacağı anlamı çıkarılmıştır. Çünkü burada nefy harfi لَا her ne kadar geniş zaman fiiline dahil olmuşsa da makamın gereği olarak devamlılık ifade eder. (Ebüssuûd, Maide Suresi, 69)
يَحْزَنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” ve يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Burada ولاهم يحزنون cümlesinde, هم munfasıl zamirinin kullanılışında kasr vardır. “Sadece Allah’ın hidayetine tâbi olanların mahzun olmayacaklarını, başkalarının değil’ manasını vermektedir. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 489)
Burada isim cümlesi olarak gelmiş iki cümle; kendilerine müjde verilen muhsinlerin hallerini toplu olarak ifade eden bir kelamdır. Bu kelamda, hüsn-i intihâ olduğunu söyleyebiliriz. Son derece kısa ve kolay olarak tanımlayabiliriz. İbarenin başındaki فَ harfi, şart ifade eden ism-i mevsûlün haberinin başına gelmiştir. Bunun faydası da haberin mübtedaya isnadını tekid etmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/13, s. 142)
خوف ve حزن arasındaki fark; خوف, insanın gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlendirmesi, حزن ise geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir. Burada ayrıca خوف kelimesinin önce حزن kelimesinin sonra zikredilmesinde bir incelik vardır. Şöyle ki gelecekte meydana gelecek bir şeylerden korkmak, geçmişte olmuş olanlarınkinden daha şiddetlidir. Bu nedenle خوف, önce zikredilmiştir. Yine burada خوف ve حزن kelimelerinde kinaye vardır. خوف, günahlardan dolayı cezalandırılmayacaklar, حزن de sevaplarından da mahrum bırakılmayacaklar manasında kinaye yapılmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 490)
Allah, ayetin son cümlesinde iman ve amele sahip olan kimsenin kıyamete korkusuz ve kedersiz olarak varacağını beyan buyurmuştur. Bu iki ifadenin (yani korku ve hüzün kelimelerinin) peşpeşe getirilmesinin hikmeti şudur: Korku istikbali, keder ise geçmişi alakadar eden şeydir. Binaenaleyh Cenab-ı Allah, böyle kimselerin kıyametin dehşetini görmeleri sebebi ile üzerlerine hiçbir korkunun gelmeyeceğini; dünyanın lezzetlerini ve hoş şeylerini kaybetmiş olmaları sebebi ile de mahzun olmayacaklarını söylemiştir. Çünkü böylesi insanlar, kendileri için dünyada mevcut olan şeylerden daha büyük daha şerefli ve daha güzelini orada, ahirette bulacaklardır. Bu durumda olan kimse ise elinden çıkardığı dünyevî lezzetler ve hoş şeyler yüzünden mahzun olmaz. (Fahreddin er-Râzî)
Bu surede gelen dördüncü “Ey Âdemoğulları” nidasıdır. Hitabın bütün insanlara yapılması; anlatılanlara verilen önemi gösterir. (Ebüssuûd)
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ibaresinde kasr vardır. Sadece onlar üzülmeyeceklerdir. Yani onlar üzülmezler ama başka üzülecek kimseler vardır. Kasr manası kastedilmeseydi cümle وَهُمْ لَا يَحْزَنُونَ şeklinde gelirdi. O zaman başka kimselerin de üzülmeyeceği manası anlaşılırdı.
Üzülmek يَحْزَنُونَ şeklinde fiil olarak, korku ise خَوْفٌ şeklinde masdar yani isim olarak gelmiştir. Korku halinin devamlılık arz ettiğine, üzülmenin ile teceddüd arzettiğine işaret vardır.
لَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Burada müfred kelime kullanılarak ولا حُزْنٌ buyurulmamıştır. Aksine bir zamirden haber verilerek müsned fiil olarak gelmiştir. Böylece onlarda olmayan hüznün başkalarında olacağı ifade edilmiştir. Bu başkaları da kâfirlerdir. Çünkü müsnedün ileyh, fiil olarak gelen habere takdim edilmiştir. Bu üslup da müsnedün ileyhin bu habere tahsis edildiğini ifade eder. (Âşûr)
Rabbimizin bizleri bu sınıftan kılması için dua ediyoruz.