بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا بَنِي | oğulları |
|
2 | ادَمَ | Adem |
|
3 | خُذُوا | alın |
|
4 | زِينَتَكُمْ | süs(lü, güzel giysiler)inizi |
|
5 | عِنْدَ |
|
|
6 | كُلِّ | her |
|
7 | مَسْجِدٍ | mesci(de gidişiniz)de |
|
8 | وَكُلُوا | ve yeyin |
|
9 | وَاشْرَبُوا | ve için |
|
10 | وَلَا |
|
|
11 | تُسْرِفُوا | fakat israf etmeyin |
|
12 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يُحِبُّ | sevmez |
|
15 | الْمُسْرِفِينَ | israf edenleri |
|
Kureyş ve diğer birkaç soylu kabile dışındaki müşrikler, başlıca kutsal mekânlarını çıplak ziyaret eder; ziyaret dönemlerinde et, yağ, süt gibi değerli gıda maddelerini yemezler; diğerlerini ise çok az yerler ve bunun dinî bir vecîbe olduğuna inanırlardı (bk. Taberî, VIII, 159-163).
Âyet bu bâtıl uygulamayı ilga etmekte, ibadet sırasında örtünme zorunluluğu getirmektedir; ayrıca haram olduğuna dair özel hüküm bulunmayan maddelerin yenilip içilmesine de –israfa kaçmamak şartıyla– izin vermektedir. Âyetin özel maksadı, kutsal mekânları çıplak vaziyette ziyaret veya tavaf etmeyi yasaklamaktır. Ancak bu durum, hükmün genel olduğu anlamını çıkarmaya mâni değildir. Nitekim bütün ilgili kaynaklarda âyetin, gerek ibadet sırasında gerekse sair zamanlarda edep kurallarına uygun şekilde giyinmeyi farz kıldığı belirtilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 518-519
Resûl-i Ekrem “ İsraf etmeden ve kibirlenmeden yiyin ,için ,sadaka verin ,giyip kuşanın “ buyurmuştur. (Buhari ,Libas 1, bab başlığında; İbni Mâce ,Libas 23; Ahmed b. Hanbel , Müsned, II,181,182),” Allah Teâlâ’nın, verdigi nimetleri kulunun uzerinde görmekten memnun olacagini “ belirtmiş. (Tirmizi ,Edeb 54; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,311), yeme icme konusunda da şu ölçüyü koymuştur:
Riyazus Salihin, 517 Nolu Hadis
Ebû Kerîme Mikdâd İbni Ma’dîkerib radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır.”
Tirmizî, Zühd 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 50
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا
يَا nida harfidir. بَن۪ٓي münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. اٰدَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden; mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ’dur.
خُذُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ز۪ينَتَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, خُذُوا fiiline müteallıktır. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. مَسْجِدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلُوا fiili ن ‘un hazfiyle mebni olan emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. اشْرَبُوا fiili makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُسْرِفُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَا يُحِبُّ cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْمُسْرِف۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ziynetten kasıt, elbise ve onun üzerinde olan şeylerdir. Çünkü “almak” fiili ziynet için kullanılmaz. Halliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Yine müfessirler, bu ayetteki ziynet ile kastedilenin “avret mahallini örtecek elbise” olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Hem sonra Hakk Teâlâ’nın “ziynetinizi alın” sözü bir emirdir. Emir, vücûb (farziyet) ifade eder. Buna göre “ziyneti alma” işinin vâcip olduğu anlaşılır. (Fahreddin er-Râzî)
Aynı üsluptaki müteakip وَكُلُوا ve وَاشْرَبُوا cümleleri nidanın cevabına temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
Yine nidanın cevabına matuf ve وَلَا تُسْرِفُواۚ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Burada lafzen ve manen inşâ olup müsnedün ileyhleri aynı olan ve aralarında tenâsüp bulunan cümleler birbirine و ile vasl yapılarak gelmiştir. Ayetin sonundaki اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟ cümlesi haberiyye ve ta’liliyye olduğu için fasılla gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مَسْجِدٍ ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
لَا تُسْرِفُواۚ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ [her namaz ve tavafta] mecaz-ı mürseldir. Alakası mahalliyettir. Çünkü burada mescitten maksat, namaz ve tavaftır. Mescit namaz kılma yeri olduğu için ona bu isim verilmiştir. (Sâbûnî)
Ziynetler üç çeşittir:
Nefsî ziynet; ilim ve güzel inanç.
Bedenî ziynet; güç-kuvvet, uzun boy.
Haricî ziynet; mal, makam, şöhret. (Müfredat.)
Bu ayet namazda setr-i avretin (avret yerlerini örtmenin) zorunlu olduğuna delildir.
Kişinin namazda en güzel elbiselerini giymesi sünnettir.
İsraf eden kişi şöyle tarif edilmiştir: Cahillik ve gaflet sebebiyle dünya sevgisine dalan, dünya ile alakası çoğalan, tümüyle dünyaya yönelen, hak ve ahiretten ayrılan, ahireti dünya ile örtülen, maddi alemle meşgul olan vs kişidir. Lügat olarak haddi aşmak, demektir. (Tahkik)
Lût kavmi, ekilmesi gereken tarlaya tohum bırakmadığı için müsrif olarak isimlendirilmiştir.
Çok yiyip içmeyin: yenip içilecek şeyleri israf etmeyin, şeklinde anlaşılabilir.
كُلُوا - اشْرَبُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Allah Teâlâ, bu ifade üzerine, “yiyiniz, içiniz” buyruğunu atfetmiştir. Yeme içme emrinin, mübahlık ifade eden birer emir olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh “ziynetinizi alın” ifadesinin de mübahlığı gösteren bir emir olması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟
Müstenefe cümlesidir.
إِنَّ ile tekid edilmiş cümle, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlama kolaylaşır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا تُسْرِفُواۚ - الْمُسْرِف۪ينَ۟ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟ “Çünkü O, israf edenleri sevmez.” buyurmuştur. Bu cümle, tehdidin doruk noktasını ifade eder. Zira Allah’ın sevmediği herkes, sevaptan mahrum olarak kalır. Çünkü Allah’ın kulunu sevmesi, ona mükâfatını ve sevabını ulaştırarak vermesi demektir. O halde bu sevginin olmaması, sevabın ve mükâfatın olmaması demektir. Her ne zaman sevap bulunmazsa orada ceza söz konusu demektir. Zira varlık aleminde ne mükâfatlandırılan ne de cezalandırılan bir mükellefin bulunmadığı hususunda ittifak bulunmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kim |
|
3 | حَرَّمَ | haram etti |
|
4 | زِينَةَ | süsü |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
6 | الَّتِي |
|
|
7 | أَخْرَجَ | çıkardığı |
|
8 | لِعِبَادِهِ | kulları için |
|
9 | وَالطَّيِّبَاتِ | ve güzel |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الرِّزْقِ | rızıkları |
|
12 | قُلْ | de ki |
|
13 | هِيَ | O |
|
14 | لِلَّذِينَ | kimselerindir |
|
15 | امَنُوا | inanan(larındır) |
|
16 | فِي |
|
|
17 | الْحَيَاةِ | hayatında |
|
18 | الدُّنْيَا | dünya |
|
19 | خَالِصَةً | yalnız onlarındır |
|
20 | يَوْمَ | günü de |
|
21 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
22 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
23 | نُفَصِّلُ | biz açıklıyoruz |
|
24 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
25 | لِقَوْمٍ | bir topluluk için |
|
26 | يَعْلَمُونَ | bilen |
|
Bu ve bundan önceki âyette elbiseye “ziynet” denilmesi, giyinmenin ahlâkî bakımda n olduğu gibi estetik bakımdan da önemli ve gerekli olduğuna işaret eder; ayrıca yine ziynet kelimesinden hareketle kaliteli ve değerli elbiseler giyinmenin mubah olduğuna hükmedilmiştir. Taberî (VIII, 163-164),
Şevkânî (II, 230) gibi önde gelen müfessirler bu âyeti açıklarken, haram olmayan güzel ve değerli nimetlerden uzak kalmayı zühd ve fazilet sayanların hatalı olduklarını belirtirler. Haram, dinî bir terim olarak, “Açık, kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslûpla yapılması şer‘an yasaklanmış olan tutum ve davranış” anlamına gelir.
Eğer bir işin yapılmamasını isteyen bir ifade bulunmakla birlikte, bunun anlamı yeterince açık veya kaynağı kesin değilse buna haram değil mekruh denir. Hakkında yasaklayıcı hiçbir delil bulunmayan fiiller ise mubah ve helâl kabul edilir. Bir fiilin helâl kabul edilmesi için dinî kaynaklarda bu yönde bir açıklama bulunması gerekli değildir; çünkü “Eşyada asıl olan mubah olmasıdır”. Buna göre ölçüsüz dindarlık duygusu, şahsî tercihler, ortalıkta görülen kötülüklerle mücadele arzusu gibi –iyi niyetli de olsa– kişisel hassasiyetlerin etkisiyle dinin izin verdiği alan içinde kalan tutum ve davranışları, yiyecek, içecek, giyecek gibi nesneleri haram, sakıncalı ve günah olarak nitelendirmek bu âyetin hükmüne aykırı ve yanlıştır.
Hatta müfessirler, âyetin “De ki: O nimetler dünya hayatında müminlere yaraşır” meâlindeki kısmından hareketle, bunların esas itibariyle müminlere lutuf olmak üzere yaratıldığını ve onlar sayesinde bu nimetlerden herkesin yararlanmalarına imkân verildiğini belirtirler.Âyetin anlatımına göre mânevî kemal ve güzellikler gibi birey ve toplumun refah, sağlık, güvenlik ve esenliğine katkıda bulunacak her türlü maddî imkânlar da öncelikle müminlere yaraşır. Bu imkânlarda geri olan bir toplum, Kur’an bakımından ideal bir toplum değildir. Zühde ve kanaate teşvik eden açıklamalarla bu yöndeki uygulamalar ise, dünya nimetlerini araç olarak görmek yerine amaç kılmayı hedefleyen eğilimleri önlemeye yöneliktir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 519-520
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ز۪ينَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الَّت۪ٓي müfred müennes has ism-i mevsûl, ز۪ينَةَ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَخْرَجَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لِعِبَادِه۪ car mecruru اَخْرَجَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الطَّيِّبَاتِ kelimesi atıf harfi وَ ’la ز۪ينَةَ’ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الطَّيِّبَاتِ kelimesi, cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
مِنَ الرِّزْقِ car mecruru الطَّيِّبَاتِ’ye müteallıktır.
حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْحَيٰوةِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur. خَالِصَةً mahzuf haberin hali olup fetha ile mansubtur. Takdiri, هي كائنة لهم يوم القيامة حالة كونها خالصة (Kıyamet günü onlar için halis olarak var olacaktır.) şeklindedir.
يَوْمَ zaman zarfı, خَالِصَةً’e müteallıktır. يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خَالِصَةً kelimesi, sülâsî mücerred olan خلص fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل ; “gibi” demektir. Bu ibare نُفَصِّلُ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. Takdiri, نفصّلها تفصيلا مثل ذلك التفصيل (Bunun benzeri bir açıklamayla ayetleri açıklarız) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُفَصِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru نُفَصِّلُ fiiline müteallıktır.
نُفَصِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَعْلَمُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:
Cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab.
Not: Gayrı âkil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibhi cümle olan sıfatlar. Burada sıfat, fiil cümlesi şeklinde gelmiştir.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda olan cümle mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Alay manası kastedilen istifhamı inkârîdir. (Âşûr)
Bu bir inkârî istifhamdır. Yani Allah’ın çıkardığı bu ziynetleri ve tertemiz şeyleri haram kılmak kimsenin haddi değildir. Şu halde bu ayet yenecek ve giyilecek ve çeşitli süs eşyalarında aslolan mübahlık olduğuna delildir. (Elmalılı)
Bu ifadenin zahiri, istifham manası taşır. Ancak ne var ki bu istifhamla inkâr manası murad edilmiş ve bu inkâr, mükemmel bir biçimde ortaya konulmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır
Ziynet için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّت۪ٓي’nin sılası اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
ز۪ينَةَ ,الطَّيِّبَاتِ ’ye matuftur. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Allah’ın ziyneti] nden maksat, elbiseler ve her türlü süslenilen şeydir. [Tertemiz-hoş rızıkları] yani lezzetli yiyecek ve içecekleri [kim haram kılabilir?! ifadesindeki sorunun manası, bu şeylerin haram kılınmasına yönelik bir yadırgamadır. (Keşşâf)
Bu ayetin muktezâsı (gerekli olan), insanın ziynet olarak kullandığı her şeyin helal olmasını gerektirir. Yine güzel bulunan her şeyin de helal olması icap eder. İşte bu ayet, bütün faydalı şeylerin helalliğini ifade eder. İşte bu da şeriatın bütünü için nazarı itibare alınan bir düsturdur. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan … هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي, sübut ifade eden isim cümlesidir. Lâm harf-i ceri ibahaya delalet eden tahsis manasında gelmiştir. (Âşûr)
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ mahzuf habere müteallıktır. Sılası olan …اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir.
خَالِصَةً, mahzuf haberdeki zamirden haldir. Takdiri, هي كائنة لهم يوم القيامة حالة كونها خالصة [Kıyamet günü onlar için var olacaktır.] şeklindedir.
“Kıyamet günü ise tamamen onlara mahsustur.” O gün hiç kimse onlara bu konuda ortak olmayacaktır. Şayet “Bunlar hem iman edenlerindir hem de başkalarınındır, denilse olmaz mıydı?” dersen şöyle derim: Ayette bunların asıl olarak iman edenler için yaratılmış olduğuna ama kâfirlerin de onlara tâbi olduğuna dikkat çekmek için böyle denilmiştir. Tıpkı “Nankörce inkâr edeni kısa bir süre yaşatıp daha sonra ateş azabına sürüklerim!’ buyurmuştur.” [Bakara Suresi, 126] ayetinde olduğu gibi. خَالِصَةً ifadesi hal olarak mansub olarak da haberin ardından ikinci bir haber olarak merfû olarak da okunmuştur. (Keşşâf)
Ebu Ali ise şöyle demektedir: “Ayette geçen خَالِصَةً kelimesinin mübteda olan هِيَ’nin haberi olması, لِلَّذ۪ينَ kelimesinin başındaki lâm harf-i cerinin de خَالِصَةً kelimesine taalluk etmesi ve ayetin takdirinin, هِىَ خَالِصَةٌ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَ (Bu nimetler, dünya hayatında iman edenlere mahsustur.) şeklinde olması mümkündür. Bu kelimenin mansub olarak okunması ise cümlede hal olmasından dolayıdır. Buna göre ayetin takdîri manası: “Bu nimetler, ahirette sadece müminlere mahsus olacak iken, dünya hayatında da müminler için sabittir.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Rızıklar dünya hayatında da özellikle iman edenler içindir, çünkü onlar bunun şükrünü eda ederler.
كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Ayetin bu son cümlesi istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. نُفَصِّلُ ,كَذٰلِكَ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. Takdiri; نفصّلها تفصيلا مثل ذلك التفصيل (Bunun benzeri bir açıklamayla ayetleri açıklarız) şeklindedir.
Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. .
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, Duhan/28, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk’ın, لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ “bilen kimseler için...” buyruğuna gelince: Bu, “istidlalde (çıkarımda) bulunup tefekkür edebilen, bu sayede de nazarî ilimleri elde etmeye imkân bulan bir topluluk için...” anlamındadır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنَّمَا | kesinlikle |
|
3 | حَرَّمَ | haram etmiştir |
|
4 | رَبِّيَ | Rabbim |
|
5 | الْفَوَاحِشَ | fuhuşları |
|
6 | مَا | (gerek) |
|
7 | ظَهَرَ | açığını |
|
8 | مِنْهَا | onun |
|
9 | وَمَا | (gerek) |
|
10 | بَطَنَ | kapalısını |
|
11 | وَالْإِثْمَ | ve günahı |
|
12 | وَالْبَغْيَ | ve saldırmayı |
|
13 | بِغَيْرِ | yere |
|
14 | الْحَقِّ | haksız |
|
15 | وَأَنْ | ve |
|
16 | تُشْرِكُوا | ortak koşmayı |
|
17 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
18 | مَا | bir şeyi |
|
19 | لَمْ |
|
|
20 | يُنَزِّلْ | indirmediği |
|
21 | بِهِ | hakkında |
|
22 | سُلْطَانًا | hiçbir delil |
|
23 | وَأَنْ | ve |
|
24 | تَقُولُوا | söylemenizi |
|
25 | عَلَى | hakkında |
|
26 | اللَّهِ | Allah |
|
27 | مَا | şeyler |
|
28 | لَا |
|
|
29 | تَعْلَمُونَ | bilmediğiniz |
|
Önceki âyetlerde helâl nimetleri haram saymanın yanlışlığına işaret edildikten sonra burada da Allah’ın asıl haram kıldığı şeylerin neler olduğu özetle belirtilmektedir. Buna göre Allah yalnızca, başta zina ve fuhuş olmak üzere, açık ve gizli kötülükleri, ahlâksızlıkları; başkalarının malına, canına, namus ve şerefine karşı saldırıyı; Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmayı yani aslı esası bulunmadığı apaçık ortada olduğu halde birtakım varlıkları tanrılaştırmayı ve nihayet Allah hakkında herhangi bir doğru bilgi ve delile dayanmadığı halde “Allah şunu helâl kıldı, bunu haram kıldı” gibi rastgele sözler sarfetmeyi yasaklamıştır.
Son iki âyet, bir bakıma, 29. âyetteki “Rabbim adaleti (kıst) emretti” meâlindeki bölümün açıklamasıdır. Zira kıst hem “adalet” hem de “itidal, denge, ölçü” anlamına gelir. Böylece bu iki âyet, bir adalet ve itidal dini olan İslâm’ın, aşırı yasakçılığı da aşırı serbestliği de onaylamadığını; esasen temiz fıtratlı ve aklıselim sahibi her insanın doğru, iyi, hoş ve faydalı bulduğu maddî ve mânevî şeyleri kullandığını; yanlış, kötü, çirkin ve zararlı bulduğu şeylerden de kaçındığını ortaya koymaktadır. Kur’an’da veya hadislerde İslâm dininin “sırât-ı müstakîm” (En‘âm 6/161; Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 14), “Hanîf dini” (Yûnus 10/105; Rûm 30/30), “semâhat (hoşgörü ve kolaylık) dini” (Buhârî, “Îmân”, 29; Müsned, VI, 116, 233) gibi denge, gerçekçilik ve kolaylık ifade eden niteliklerle anılması daburadan ileri gelmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 520
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبِّيَ fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْفَوَاحِشَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, الْفَوَاحِشَ ’den bedel olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ظَهَرَ مِنْهَا ’dır. İrabtan mahalli yoktur.
ظَهَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْهَا car mecruru ظَهَرَ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
مَا بَطَنَۚ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاِثْمَ وَالْبَغْيَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْفَوَاحِشَ ‘ye matuftur. بِغَيْرِ car mecruru الْبَغْيَ’nin mahzuf haline müteallıktır.
الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, الْبَغْيَ’e matuf olup mahallen mansubtur. Veya mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup mahallen mansubtur. Takdiri; حرم أي حرم الشرك بالله (Haram kıldı yani Allah’a şirk koşmayı haram kıldı.) şeklindedir.
تُشْرِكُوا fiili نْ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru تُشْرِكُوا fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لَمْ, muzari fiili cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُنَزِّلْ fiili meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بِه۪ car mecruru يُنَزِّلْ fiiline müteallıktır. سُلْطَانًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çevirir. عَلَى ٱللَّهِ car mecruru تَقُولُوا۟ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuftur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, تَقُولُوا۟ fiilinin mef‘ûlü olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَعۡلَمُونَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعۡلَمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنَزِّلْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. Hudûs ifade eden müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. حَرَّمَ, sıfat/maksûr, haram edilenler, الْفَوَاحِشَ mevsuf/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Bu ayetin başındaki اِنَّمَا edatı hasr manası ifade eder. O halde, “Rabbin ancak şunları şunları haram etmiştir.” sözü, hasr ifade eder. Halbuki bütün haramlar burada sayılanlardan ibaret değildir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. Ancak bu harf ile yapılan kasrlarda sıfat ve mevsûfu tespit etmek zordur. Aslında bunun lafzî bir karinesi yoktur. Siyaktan tespit edilmesi gerekir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi Fatma Serap Karamollaoğlu)
اِنَّمَا ile gelen kasr; Allah’ın sizin kendinize haram kıldığınız ziynet ve tayyibatı değil, ahlaksızlığı ve ahlaksızlıkla birlikte anılanları haram kıldığını ifade eden izafî kasrdır. Onların inançlarının batıl olduğunu ifade etmiştir. Diğer taraftan tariz yoluyla onların Allah’ın kesin olarak haram kıldığı şeyleri değiştirdiğini haber vermiştir. Çünkü Allah bir şeyleri saydığında insanlar yasakların bu sayılanlarla sınırlı olmadığını bilir. Bu sayılanları işiten kişi bundan maksadın kendisinin değiştirdiği, karıştırdığı şeyleri tayin etmek olduğunu anlar. Dolayısıyla إنَّما ile biri olumlu diğeri olumsuz iki mana kastedilir. Yani إنَّما edatı ما - وإلّا manalarını taşır. Böylece onların haram saydıklarını helal kılarken mübah gördükleri ahlaksızlık ve ahlaksızlıkla birlikte anılanları haram kılmıştır. (Âşûr)
رَبِّيَ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayrıca Hz. Peygambere teşvik ve destek ifade eder.
الْفَوَاحِشَ kelimesine bedel konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası olan ظَهَرَ مِنْهَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İkinci ism-i mevsûl مَٓا, birinciye hükümde ortaklık ve tezat sebebiyle atfedilmiştir. Sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
الإثْمُ ile her çeşit günah kastedilir. الفَواحِشِ’den daha umumidir. الفَواحِشِ kelimesinin الإثْمُ kelimesinden önce zikredilmesi önemi ve önceliği dolayısıyladır. Tıpkı önceliği dolayısıyla umumdan sonra hususun zikri gibi önceliği dolayısıyla umumdan önce hususinin zikri babından takdim edilmiştir. (Âşûr)
البَغْيِ kelimesinin الإثْمِ üzerine atfedilmesi, kendisine ihtimam için hususun umuma atfı kabilindendir. Çünkü البَغْيَ cahiliyede onların âdetiydi. (Âşûr)
الْفَوَاحِشَ ile الْاِثْمَ bu iki ifade arasındaki fark hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. الْفَوَاحِشَ kelimesi, büyük günahları gösterir. Çünkü büyük günahların çirkinliği, alabildiğine hayasız ve aşırı olmuş demektir, الْاِثْمَ ise küçük günahlar demektir. Buna göre ayetin manası, “Cenab-ı Hakk, büyük ve küçük günahları haram kıldı...” şeklinde olur.
2. “Fahişe”, büyük günahlara denilir, الْاِثْمَ kelimesi ise ister büyük ister küçük olsun mutlak manada günah hakkında kullanılır. Bunun manası şudur: Allah Teâlâ büyük günahları haram kılınca bu haram kılma işinin sadece büyük günahlara hasredildiği akla gelmesin diye bunun peşinden de mutlak olarak her günahı haram kıldığını beyan buyurmuştur.
3. “Fahişe” kelimesi, her ne kadar Arapçada her şeyin artıp fazlalaşan hakkında kullanılmış bir tabir ise de örfte, zina manasına tahsis edilmiştir. Bunun delili ise Cenab-ı Hakk’ın zina hakkında, “Çünkü o, şüphesiz bir fahişedir, hayasızlıktır...” (İsra Suresi, 32) buyurmuş olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki “الْبَغْيَ ” (isyan), ancak başkasının canına, malına veya ırzına saldırma manasında kullanılır. Bazen de bu kelime, o günün hükümdarına (idarecilerine) isyan etme manası kastedilir. (Fahreddin er-Râzî)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle الْبَغْيَ ’e matuftur veya takdiri حَرَّمَ olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
تُشْرِكُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki üçüncü müşterek ism-i mevsul مَٓا’nın sılası لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِ harf-i ceri musahabe (beraberlik) içindir. Yani لَمْ يُنَزِّلْ حُجَّةً مُصاحِبَةً لَهُ (onu delille beraber indirmedi) manasındadır. Bu; delilin beraberliği iddia eden kişi için demektir. Mecazî bir beraberliktir. Ya da بِ harf-i ceri istila manası için عَلى manasında gelmiştir. Ali imran suresi 75. ayetteki مَن إنْ تَأْمَنهُ بِقِنْطارٍ [Kim yüklerle emanet etse] sözündeki gibi had, sınır hakkında mecazî bir istila manasındadır. (Âşûr)
Ayetteki dördüncü ism-i mevsûl تَقُولُوا ,مَا fiilinin mef’ûlü konumundadır. Sılası لَا تَعْلَمُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette cem’ maa’t-taksim sanatı vardır. “Açık ve gizli çirkin işler, günah, haksız saldırı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmak ve Allah’a karşı bilinmeyen şeyler söylemek” şeklinde sayılan taksim, haram olmakta cem’ edilmiştir.
الْفَوَاحِشَ - الْاِثْمَ - الْبَغْيَ - تُشْرِكُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ظَهَرَ- بَطَنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قُلْ - تَقُولُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً [Hakkında Allah’ın hiçbir güçlü kanıt indirmediği şeyleri] ifadesinde bir tehekküm (alay) söz konusudur. Çünkü Allah’ın, kendisine başkasının ortak koşulmasına dair kanıt indirmesi mümkün değildir. وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ [Bilginize konu olmayan (asılsız) şeyleri Allah adına uydurmanızı] yani haram kılma ve benzeri konularda Allah adına yalanlar uydurup iftiralar atmanızı [haram kılmıştır.] (Keşşâf)
تُشْرِكُوا - تَقُولُوا - تَعْلَمُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِكُلِّ | ve her |
|
2 | أُمَّةٍ | ümmetin |
|
3 | أَجَلٌ | bir süresi vardır |
|
4 | فَإِذَا | ne zaman ki |
|
5 | جَاءَ | gelince |
|
6 | أَجَلُهُمْ | süreleri |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يَسْتَأْخِرُونَ | geri kalmazlar |
|
9 | سَاعَةً | bir an |
|
10 | وَلَا | ve ne de |
|
11 | يَسْتَقْدِمُونَ | öne geçemezler |
|
Sûrede, bu âyetle başlayıp 53. âyette son bulacak genişçe bir âhiret tasviri yer almaktadır. İbn Âşûr’a göre sûrenin buraya kadarki bölümünün öncelikli muhatabı Mekke putperestleri olduğu için bu âyetteki “her bir ümmet”ten de özellikle Hz. Peygamber’i ve hak dini yalanlayan topluluklar kastedilmiş olup âyet bunlara karşı bir uyarı ve tehdit anlamı taşımaktadır. Aynı müfessire göre ecel kelimelerinden ilki bu tür inkârcı topluluklara tanınan mühleti, ikincisi de bu mühletin bittiği ve sonlarının geldiği vakti ifade etmektedir (VIII/2, s. 102-104). Buna göre–bu sûrenin geniş bir kısmının konusu olan bazı eski kavimlerin hayat ve âkıbetlerine dair ilerideki âyetlerden de anlaşılacağı üzere– Allah Teâlâ, rahmetinin eseri olarak, inkârcı ve isyankâr topluluklara hallerini düzeltmeleri için belli bir süre tanır. Eski inanç ve yaşayışlarında ısrar edenler, tayin edilen sürenin sonunda mutlaka cezalandırılırlar; hükümranlıkları veya varlıkları son bulur. Onlar bu âkıbetlerini ne bir saat öne alabilir ne de erteleyebilirler. Allah’ın bu kesin kanunu uyarınca, tarihteki bütün inkârcı, isyankâr, azgın ve ahlâksız toplumların, bu arada putperest Araplar’ın mâruz kaldıkları bu âkıbet, şimdiki ve bundan sonraki inkârcı ve zalim toplumların, devletlerin de Allah nezdinde bilinen vaktinde mutlaka başlarına gelecektir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 522-523
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ
وَ istînâfiyyedir. لِكُلِّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَجَلٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
فَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَجَلُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı لَا يَسْتَأْخِرُونَ’dir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَأْخِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَاعَةً zaman zarfı, يَسْتَأْخِرُونَ fiiline müteallıktır.
لَا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَأْخِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi أخر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ
و, istînâfiyyedir.
Bu cümle Araf Suresi 31. ayetteki يا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ cümlesi ile 35. ayetteki يا بَنِي آدَمَ إمّا يَأْتِيَنَّكم رُسُلٌ مِنكُمْ cümlesi arasında gelmiş bir itiraz cümlesidir. (Âşûr)
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لِكُلِّ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
اَجَلٌۚ muahhar mübtedadır. Ayetin ilk cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُمَّةٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
Bu tehdit bütün ümmetler içindir. Kastedilen inanmayan arap müşrikler olmakla beraber başka milletlerin başına gelenler zikredilerek uyarıda ve yakınlaşan tehditte mübalağa yapılmıştır. (Âşûr)
“Her ümmet için bir ecel vardır.” cümlesinin manası “Her yalanlayan ümmet için” demektir. Ümmet kelimesinin sıfatı olan مُكَذِّبَةٍ (yalanlayan) mahzuftur. (Âşûr)
فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
فَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اِذَا zaman zarfı olup müteallakı يَسْتَأْخِرُونَ fiilidir.
Şart cümlesi جَٓاءَ اَجَلُهُمْ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi tezattır.
Talep ifade eden takdim ve tehir fiillerinde istifal babının kullanılması; onların bunu istedikleri halde gerçekleştirmekten aciz olduklarını ifade eder. (Ebüssuûd)
يَسْتَأْخِرُونَ ويَسْتَقْدِمُونَ kelimelerinin manası: ‘geri kalıyorlar ve öne geçiyorlar’ şeklindedir. Her iki fiilde de zikredilen س ve ت harfleri tekid içindir. (Âşûr)
Cenab-ı Hakk, لَا يَسْتَاْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ “Ne bir saat geri bırakabilirler ne öne alabilirler.” buyurmuştur. Bundan murad, “O kimse bu muayyen ve belirlenen zamandan ne bir saat ne de bir saatten daha az bir süre geri kalamaz...” manasıdır. Ancak ne var ki Cenab-ı Hakk, en kısa zamanı ifade eden bir kelime olduğu için bu “saat” lafzını zikretmiştir. Şayet Hak Teâlâ’nın لَا يَسْتَقْدِمُونَ “ne öne alabilirler...” şeklindeki sözünün manası nedir? Zira o zaman gelip çattığında, onun o belirlenen süreden daha önceye alınabilmesi zaten aklen imkânsızdır.” denilirse biz deriz ki: Hakk Teâlâ’nın, “o müddetleri gelince...” ifadesi, o zamanın gelip çatmasının yaklaştığı, yakın olduğu manasına hamledilir. Nitekim Araplar, kışın gelmesi yaklaştığında, جَاءَ الشِّتَاءُ “kış geldi” derler. O zamanın yaklaşmasıyla birlikte kışın bazen daha erken bazen de daha geç gelmesi söz konusu olabilir. (Fahreddin er-Râzî)
اَجَلٌۚ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يَسْتَقْدِمُونَ - يَسْتَأْخِرُونَ arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.
[Her toplumun bir eceli vardır] ifadesi, Mekke halkını tıpkı diğer toplumlara azap indiği gibi Allah katında malum bir süre içerisinde kendilerine indirilecek azaba karşı uyarmaktadır. سَاعَةً ifadesinin kullanılma sebebi, insanların kullanımında en az süreye tekabül etmesidir. Nitekim arkadaşına acele ettiren kimse, في ساعة (anında / hemen) der ve “en kısa, en yakın zamanda” anlamını kasteder. (Keşşâf)
يَسْتَأْخِرُونَ - يَسْتَقْدِمُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا بَنِي | oğulları |
|
2 | ادَمَ | Adem |
|
3 | إِمَّا | eğer |
|
4 | يَأْتِيَنَّكُمْ | size gelirse |
|
5 | رُسُلٌ | elçiler |
|
6 | مِنْكُمْ | kendi içinizden |
|
7 | يَقُصُّونَ | anlattıkarında |
|
8 | عَلَيْكُمْ | size |
|
9 | ايَاتِي | ayetlerimi |
|
10 | فَمَنِ | kimselere |
|
11 | اتَّقَىٰ | korunan |
|
12 | وَأَصْلَحَ | ve uslanan |
|
13 | فَلَا | yoktur |
|
14 | خَوْفٌ | korku |
|
15 | عَلَيْهِمْ | üzelerine |
|
16 | وَلَا | ve |
|
17 | هُمْ | onlar |
|
18 | يَحْزَنُونَ | üzülmeyeceklerdir |
|
Yukarıdaki âyette peygamberi ve hak dini yalanlayanların dünyadaki âkıbetleri bildirilmişti. Bu iki âyette de iyilerle kötülerin âhiretteki durumları karşılaştırılmaktadır. Buna göre peygamberleri gelip de insanlara Allah’ın âyetlerini yani kutsal kitabını, delillerini ve hükümlerini (Râzî, XIV, 69) açık açık ortaya koyduğunda onlar ya peygamberi ve onun bildirdiklerini saygıyla benimseyip durumlarını düzeltir veya Allah’ın âyetlerini yalan sayıp İblîs gibi kibre kapılarak isyanlarını sürdürürler. Yüce Allah, âhirette bu zümrelerden ilkinin, korku ve üzüntüden emin bir şekilde mutlu olacağını müjdelerken, ikinci zümreyi “ateş ehli” (cehennem ashabı) diye nitelemekte ve ebedî olarak ateşte kalacaklarını haber vermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 523
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ
يَا nida harfidir. بَن۪ٓي münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. اٰدَمَ muzâfun ileyhtir. A’cemî olduğu için cer alameti fethadır. Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰدَمَ gayri munsarif bir isimdir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. اٰدَمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha ile mecrur olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ’dur. اِمَّا lafzında, şart harfi olan إنْ harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا, zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
اِمَّا daki إنْ şartıyedir, مَّا ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden نَّ’u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)
اِمَّا; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
يَأْتِيَنَّ şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رُسُلٌ fail olup lafzen merfûdur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنْكُمْ car mecruru رُسُلٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَقُصُّونَ fiili رُسُلٌ kelimesinin ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:
Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibhi cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. يَقُصُّونَ fiili burada nekre isimden sonra geldiği için sıfattır. Sıfat fiil cümlesi şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُصُّونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru يَقُصُّونَ fiiline müteallıktır. اٰيَات۪ي mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَنِ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اتَّقٰى şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
اَصْلَحَ fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَوْفٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri mecazî istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir.
لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اتَّقٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اتَّقٰى fiili kökü وقي olup, iftial babından gelmiştir.
Not: a. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
b. İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
c. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
Burda çaba göstermek (gayret ve devamlılık) manası kazandırmıştır.
İlgili Tefsir Yorumu: Takva; günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Muttaki: Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.) yoluna girip dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bkz: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan …اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ cümlesindeki اِمَّا, şart harfi إنْ ve tekid ifade eden zaid ما ’dan oluşmuştur. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْكُمْ sözünden kastedilen Âdemoğullarından olmaktır. Âdemoğullarına, kendilerine gelen Allah’ın elçilerinin melek olmasını beklememeleri için bir uyarıdır. Çünkü gönderilen elçi, gönderildiği varlık cinsinden olur. Burada Nuh (a.s.) kavmi gibi kendilerine gönderilen elçiye kendi cinslerinden bir insan olması dolayısıyla inanmama cehaletinde olduklarına bir tariz vardır. (Âşûr)
يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتٖى ayetlerimizi size anlatacak...” buyurmuştur. Burada bahsedilen “ayetler” ile Kur’an’ın kastedildiği söylenmiştir. Yine bunların, deliller veya şer’i kanun ve hükümler olduğu da söylenmiştir. Evla olan hepsinin bu ifadenin içine dahil olmasıdır. Çünkü bütün bunlar, Allah’ın ayetleridir. Zira peygamberlerin hepsini anlatmaları gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
Cevap cümlesi فَ karinesiyle gelen …فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda, اتَّقٰى şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَاَصْلَحَ cümlesi tezâyüfle şart cümlesine atfedilmiştir.
Artık “Kim (o ayetlere karşı gelmekten) sakınır ve (nefsini) ıslah ederse...” buyurmuştur. Bu iki hale birlikte sahip olmak, sevabı gerektiren şeylerdendir. Çünkü muttaki, Allah’ın yasakladığı herşeyden korunup sakınan kimsedir. Ayetteki “ıslah ederse” ifadesine, o kimsenin kendisine emrolunan her şeyi yapıp yerine getirmesi dahildir. (Fahreddin er-Râzî)
فَ karinesiyle gelen ikinci cevap cümlesi فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan لَا خَوْفٌ ’un haberi mahzuftur. عَلَيْهِمْ bu mahzuf habere müteallıktır. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre umum ifade eder.
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ sözündeki عَلَيْ harf-i ceri mecazî istila içindir. (Âşûr)
وَ ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır ve mübteda olan مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ibaresinden korku ve hüznün devamlı olmayacağı değil, fakat hiçbir zaman olmayacağı anlamı çıkarılmıştır. Çünkü burada nefy harfi لَا her ne kadar geniş zaman fiiline dahil olmuşsa da makamın gereği olarak devamlılık ifade eder. (Ebüssuûd, Maide Suresi, 69)
يَحْزَنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” ve يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Burada ولاهم يحزنون cümlesinde, هم munfasıl zamirinin kullanılışında kasr vardır. “Sadece Allah’ın hidayetine tâbi olanların mahzun olmayacaklarını, başkalarının değil’ manasını vermektedir. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 489)
Burada isim cümlesi olarak gelmiş iki cümle; kendilerine müjde verilen muhsinlerin hallerini toplu olarak ifade eden bir kelamdır. Bu kelamda, hüsn-i intihâ olduğunu söyleyebiliriz. Son derece kısa ve kolay olarak tanımlayabiliriz. İbarenin başındaki فَ harfi, şart ifade eden ism-i mevsûlün haberinin başına gelmiştir. Bunun faydası da haberin mübtedaya isnadını tekid etmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/13, s. 142)
خوف ve حزن arasındaki fark; خوف, insanın gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlendirmesi, حزن ise geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir. Burada ayrıca خوف kelimesinin önce حزن kelimesinin sonra zikredilmesinde bir incelik vardır. Şöyle ki gelecekte meydana gelecek bir şeylerden korkmak, geçmişte olmuş olanlarınkinden daha şiddetlidir. Bu nedenle خوف, önce zikredilmiştir. Yine burada خوف ve حزن kelimelerinde kinaye vardır. خوف, günahlardan dolayı cezalandırılmayacaklar, حزن de sevaplarından da mahrum bırakılmayacaklar manasında kinaye yapılmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 490)
Allah, ayetin son cümlesinde iman ve amele sahip olan kimsenin kıyamete korkusuz ve kedersiz olarak varacağını beyan buyurmuştur. Bu iki ifadenin (yani korku ve hüzün kelimelerinin) peşpeşe getirilmesinin hikmeti şudur: Korku istikbali, keder ise geçmişi alakadar eden şeydir. Binaenaleyh Cenab-ı Allah, böyle kimselerin kıyametin dehşetini görmeleri sebebi ile üzerlerine hiçbir korkunun gelmeyeceğini; dünyanın lezzetlerini ve hoş şeylerini kaybetmiş olmaları sebebi ile de mahzun olmayacaklarını söylemiştir. Çünkü böylesi insanlar, kendileri için dünyada mevcut olan şeylerden daha büyük daha şerefli ve daha güzelini orada, ahirette bulacaklardır. Bu durumda olan kimse ise elinden çıkardığı dünyevî lezzetler ve hoş şeyler yüzünden mahzun olmaz. (Fahreddin er-Râzî)
Bu surede gelen dördüncü “Ey Âdemoğulları” nidasıdır. Hitabın bütün insanlara yapılması; anlatılanlara verilen önemi gösterir. (Ebüssuûd)
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ibaresinde kasr vardır. Sadece onlar üzülmeyeceklerdir. Yani onlar üzülmezler ama başka üzülecek kimseler vardır. Kasr manası kastedilmeseydi cümle وَهُمْ لَا يَحْزَنُونَ şeklinde gelirdi. O zaman başka kimselerin de üzülmeyeceği manası anlaşılırdı.
Üzülmek يَحْزَنُونَ şeklinde fiil olarak, korku ise خَوْفٌ şeklinde masdar yani isim olarak gelmiştir. Korku halinin devamlılık arz ettiğine, üzülmenin ile teceddüd arzettiğine işaret vardır.
لَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Burada müfred kelime kullanılarak ولا حُزْنٌ buyurulmamıştır. Aksine bir zamirden haber verilerek müsned fiil olarak gelmiştir. Böylece onlarda olmayan hüznün başkalarında olacağı ifade edilmiştir. Bu başkaları da kâfirlerdir. Çünkü müsnedün ileyh, fiil olarak gelen habere takdim edilmiştir. Bu üslup da müsnedün ileyhin bu habere tahsis edildiğini ifade eder. (Âşûr)
Rabbimizin bizleri bu sınıftan kılması için dua ediyoruz.
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | kimseler |
|
2 | كَذَّبُوا | yalanlayan |
|
3 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
4 | وَاسْتَكْبَرُوا | ve büyüklenenler |
|
5 | عَنْهَا | onlara karşı |
|
6 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
7 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
8 | النَّارِ | ateş |
|
9 | هُمْ | onlar |
|
10 | فِيهَا | orada |
|
11 | خَالِدُونَ | sürekli kalacaklardır |
|
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَكْبَرُوا cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. عَنْهَٓا car mecruru اسْتَكْبَرُوا fiiline müteallıktır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُو۬لٰٓئِكَ, ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ haberdir. النَّارِۚ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi اَصْحَابُ’nun hali olarak mahallen mansubtur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru خَالِدُونَ kelimesine müteallıktır.
خَالِدُونَ kelimesi haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ
Cümle, önceki ayetteki فَمَنِ اتَّقٰى cümlesine matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcîh sanatı vardır.
Mevsûlün sılası كَذَّبُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ cümlesi mevsûlün haberidir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifade eder. Müsnedin, izafetle marife olması az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir.
Müsned isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
كَذَّبُوا - اسْتَكْبَرُوا arasında mürâât-ı nazîr vardır.
اَصْحَابُ النَّارِۚ izafeti; muzâf ve muzâfun ileyh tahkir edilmiştir.
اَصْحَابُ kelimesinin kökü صحب’dir. Sahip; yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi ifadesinde de aynı kök kullanılır. Bir şeye sahip olmak şeklinde de kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir. Bu ayette اَصْحَابُ النَّارِۚ derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşunu vurgulanmaktadır. اَصْحَابُ النَّارِۚ ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları arkadaşlığa benzetilmiştir. Cami; devamlı beraberlik, arkadaşların birbirini etkilemesidir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır. Yani kâfirler de yakar, yıkar, yok ederler.
Nâr ashabı cümlesinin isim cümlesi oluşu sübut ve devam ifade eder. Yani ebedi kalacaklarını üslup açısından ifade eder. Ayrıca bu manayı tekid için arkadan هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi gelmiştir.
استكبر kelimesi kibirde mübalağa ifade eder ve س ve ت harfleri de mübalağa içindir. (Âşûr)
استكبر yüz çevirme manası taşır. Büyüklendiler ve bu yüzden ayetlerimizden yüz çevirdiler manasındadır. (Âşûr)
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Hal olan bu isim cümlesinde anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, ateşe has kılınmıştır.
Ayrıca bu harfte tecrîd vardır. Cehennemin derinliklerine, iç içe oluşuna delalet eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 501)
Âlimlerimiz, bu ayetle istidlâl ederek, ehl-i kıbleden olan günahkârların (fâsıkların), cehennemde ebedi kalmayacaklarını söylemişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ, ayetlerini tekzib edip kabule yanaşmayanların, cehennemde ebedi kalacak olanların ta kendileri olduğunu beyan buyurmuştur. Bu ayette geçen هم (onlar) zamiri hasr manası ifade eder. Bu da, ayetleri böyle yalanlayıp büyüklenmeyenlerin, cehennemde ebedi kalmayacaklarını gösterir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
أُولَئِكَ أصْحابُ النّارِ ifadesindeki kasr üslubu dolayısıyla onların nâr içinde devamlı kalacakları ifade edilmiştir. Çünkü أصْحابُ kelimesi mülâzeme (yakınlık, yapışma, ayrılmama) manalarını ifade eder. هم فيها خالدون ifadesinin isim cümlesi olması da devamlılık ve sübuta delalet eder. (Âşûr)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | kim olabilir? |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنِ | kimseden |
|
4 | افْتَرَىٰ | uyduran |
|
5 | عَلَى | karşı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’a |
|
7 | كَذِبًا | yalan |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | كَذَّبَ | yalanlayan |
|
10 | بِايَاتِهِ | O’nun ayetlerini |
|
11 | أُولَٰئِكَ | onlara |
|
12 | يَنَالُهُمْ | erişir |
|
13 | نَصِيبُهُمْ | nasipleri |
|
14 | مِنَ | -tan |
|
15 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
16 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
17 | إِذَا |
|
|
18 | جَاءَتْهُمْ | gelince |
|
19 | رُسُلُنَا | elçilerimiz |
|
20 | يَتَوَفَّوْنَهُمْ | canlarını alırken |
|
21 | قَالُوا | diyecekler |
|
22 | أَيْنَ | hani nerede? |
|
23 | مَا |
|
|
24 | كُنْتُمْ | olduklarınız |
|
25 | تَدْعُونَ | yalvarmış |
|
26 | مِنْ |
|
|
27 | دُونِ | başkasına |
|
28 | اللَّهِ | Alah’tan |
|
29 | قَالُوا | dediler |
|
30 | ضَلُّوا | sapıp kayboldular |
|
31 | عَنَّا | bizden |
|
32 | وَشَهِدُوا | ve şahidlik ettiler |
|
33 | عَلَىٰ | aleyhlerine |
|
34 | أَنْفُسِهِمْ | kendi |
|
35 | أَنَّهُمْ | kendilerinin |
|
36 | كَانُوا | olduklarına |
|
37 | كَافِرِينَ | kafirler |
|
Allah’a ortak koşmak ve “Şu helâldir, bu haramdır” gibi keyfî hükümler koymak suretiyle Allah hakkında yalan uyduranlar veya Allah’ın âyetlerini yalan sayanlar zalimlerin en zalimi, en haksızıdırlar. Onlar “kitap”ta (ilm-i ilâhîde) tayin edilmiş bulunan nasiplerini alır yani rızıklarını ve ömürlerini bitirirler; ardından Allah’ın “elçileri” (ölüm veya azap melekleri) gelince güvendikleri her varlığın, bilhassa Allah’tan başka tanrı diye inandıklarının kendilerini terkettiğini görür; o zaman, tam bir çaresizlik içinde, inkârcı olduklarına yine kendileri şahitlik ederler.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 523
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
Burada مِنْ harf-i ceri ile geldiğinden karşılaştırma manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
افْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتَرٰى fiiline müteallıktır. كَذِباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰيَاتِه۪ car mecruru كَذَّبَ fiiline müteallıktır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
افْتَرٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنَالُهُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَنَالُهُمْ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. نَص۪يبُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْكِتَابِ car mecruru نَص۪يبُهُمْ ‘ un mahzuf haline müteallıktır.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
جَٓاءَتْهُمْ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رُسُلُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fail müzekker ismin cemi mükesseri ise fiil umumiyetle müzekker gelir bazen müennes de gelebilir. Burada رُسُلُ cemi mükesser olduğundan dolayı fiili müennes olarak جَٓاءَتْ şeklinde gelebilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَفَّوْنَهُمْ fiili رُسُلُنَا’nın hali olarak mahallen mansubtur. يَتَوَفَّوْنَهُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَتَوَفَّوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
قَالُٓوا اَيْنَ مَا cümlesi şartın cevabıdır. Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَيْنَ مَا كُنْتُمْ’dur. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اَيْنَ mekân zarfı olarak mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَا müşterek ism-i mevsûl, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ‘un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَدْعُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.
تَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru تَدْعُونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mutat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, ضَلُّوا عَنَّا’dur. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنَّا car mecruru ضَلُّوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. شَهِدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru شَهِدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harfi cerini ve اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının (لَا) hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
Tekid (takip ve pekiştirme) harfidir. İsim cümlesine kattığı anlam bakımından اِنَّ ile aynıdır. Şunu söylemek mümkündür: Cümle başında daima اِنَّ kullanılırken cümle ortasında اَنَّ kullanılır. أَنَّ iki cümleyi birbirine bağlamada kullanıldığında “muhakkak, gerçekten, kuşkusuz…” gibi anlamlarla beraber “-ki, -eceği, -eceğini, …dığı, …dığında, … olduğu” gibi manalar verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ ’nin haberi ise كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi olup mahallen merfûdur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
كَافِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Mahzuf şartın cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ف harfi, bir önceki cümleyi dallandırmak için tefri' amacıyla gelmiştir. Bu; fezleke gibi şimdiye kadar anlatılan şeyleri açıklayarak sapkınlığın niteliklerini gösterir. (Âşûr)
İstifham ismi مَنْ mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
مَن harfi istifhâmı inkârîdir. Bu grubun zülmunu, adaletsizliğini abartmak için gelmiştir. İkinci gelen مَن harfi ism-i mevsûldur. Haberin sılada açıklanan özelliğini taşıyan herkesi ifade eder. (Âşûr)
Ayetin başındaki فَ ’nin istînâfiyye olduğu da söylenmiştir.
Müsnedi olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiş haberî isnaddır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ cümlesi de aynı üslupta gelerek اَوْ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir.
كَذِباً ‘deki tenvin taklîl ve tahkir ifade eder.
بِاٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.
افْتَرٰى - كَذِباً - اَظْلَمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَذَّبَ - كَذِباً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
أوْ (veya) harfi taksim içindir. En zalim olanlar yani müşrikler iki kısımdır: Birincisi Allah'a karşı yalan uyduranlardır ki bunlar şirk ehlinin efendileri ve büyükleridir. İkincisi de gerek Mekke ehli ve çevresinden Allah’a iftira etmeyen ama ayetleri inkâr edenlerdir ki bunlar da umumi olarak müşriklerdir. (Âşûr)
أوْ harfi و anlamında da değerlendirilebilir. Öyle ki, insanların en zalimi olarak nitelendirilen kişi iki şeyle vasıflandırılmıştır: yalan ve inkâr. (Âşûr)
اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ
Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin ism-i işaretle marife olması işaret edilenleri tahkir amacına matuftur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
اُو۬لٰٓئِك işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar.
فَمَنْ اَظْلَمُ yani Allah hakkında, O’nun söylemediği bir şeyi uyduran ya da O’nun söylediği bir şeyi yalanlayan kimseden daha çirkin bir zulmü kim işlemiş olabilir? [Kitaptaki payları] yani kendileri için yazılmış olan rızık ve ömür süresi “bunları” bulur. (Keşşâf)
نَص۪يبُهُمْ izafeti, hem muzâfı hem de muzâfun ileyhi tahkir içindir.
أُولَئِكَ يَنالُهم نَصِيبُهم مِنَ الكِتابِ ifadesindeki işaret ismi, فَ harfindeki tefri’ manasının delaletiyle işaret edilenlerin başlarına azap gelmesinin onların hür iradeleriyle alakalı olduğuna delalet içindir. (Âşûr)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
حَتّٰٓى ibtidaiyye, اِذَا şart harfidir. حَتّٰٓى’nın, gaye ve cer harfi olduğu da söylenmiştir.
Akabindeki اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا cümlesi, şart üslûbunda haberî isnaddır. Şart fiili olan جَٓاءَتْهُمْ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil sıygasında gelen يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ cümlesi, جَٓاءَتْهُمْ fiilinin failinden haldir. و olmadan gelen bu hal cümlesi onların bu durumunun, onların değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Ayrıca muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Şartın cevabı … قَالُٓوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkirini ifade eder.
حَتّٰٓى onların kitaptaki nasiplerine nail olduklarını, kendileri için belirlenmiş olan nihaî süreyi tamamladıklarını ifade eder. Bu, kendisinden sonra yeni bir ifadenin başladığı حَتّٰٓى olup bu söz de şart cümlesidir yani “görevli meleklerimiz canlarını almak üzere kendilerine geldiğinde… derler.” يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ ise “elçiler”den haldir; anlam متَوَفّيهُمْۙ (canlarını almak üzere) şeklindedir. Elçilerden maksat da ölüm meleği ve onun yardımcılarıdır. (Keşşâf)
Ayetteki, “Nihayet elçi (melek)lerimiz, canlarını almak üzere onlara geldikleri vakit...” ifadesi ile ilgili iki görüş (mana) vardır:
1. Bundan murad, canları (ruhları) almadır. Çünkü “vefat” kelimesi, bu manadadır. İbni Abbas, “Ölüm kâfirin kıyametidir. Binaenaleyh melekler, o kâfirleri ölüm esnasında bir zecr, bir tehdit ve bir azarla (canlarını alırlar.) Ayette bahsedilen ‘elçiler’, ölüm meleği Azrail ile onun yardımcısı olan meleklerdir.” demiştir.
2. Hasan el-Basrî’nin görüşü ile Zeccâc’ın iki görüşünden biri olup buna göre bu iş, ahirette olmaz. O halde ayet, “Elçilerimiz yani azap melekleri onlara geldiğinde onların canlarını alır, ‘Onlar müddetlerini tamamlayıp bitirirler ve onlardan hiçbiri o meleklerden kurtulamaz.’ manasında, ‘Onlar cehenneme doğru sevk olunup toplandıkları zaman onların müddetleri (ömürleri) sona erer.’ manasındadır.” (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Ayetin son cümlesi mukadder soruya cevap olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan …ضَلُّوا عَنَّا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضَلُّوا عَنَّا onlar bizi bırakıp kayboldular yani “yok olup gittiler” diyeceklerini bildirmiştir. Binaenaleyh onlar, ölümü apaçık gördüklerinde kendilerinin kâfirler olduklarına şahitlik ederler. Bil ki bu izahlara göre ayetin maksadı, kâfirleri, inkârlarından men etmektir. Çünkü bu durumlardan bahsederek yapılan korkutma, akıllı insanları iyiden iyiye düşünmeye, istidlâle ve taklitten sakınıp doğru olanı yapmaya sevk eder. (Fahreddin er-Râzî)
وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi, aynı üsluptaki قَالُوا cümlesine matuftur. Veya müstenefedir.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedi كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesidir.
اَنّ ve akabindeki cümle masdar tevilinde olup takdir edilen ب harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline müteallıktır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesi, ibhamdan sonra izah ıtnâbıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
قَالُوا kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
كَانُوا - كُنْتُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَظْلَمُ - كَذَّبَ - كَافِر۪ينَ - افْتَرٰى ve اٰيَاتِه۪ۜ - الْكِتَابِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr vardır.Bir an gelir. Bütün kelimeleri susar insanın. Aklının sokaklarını yoklar. Bazı kelimeleri çekiştirir zorla. Bulunduğu ana uymadığı için geri bırakır. Bekler kelimeye dönüşsün diye. Dönüşsün ki yaşadığı anın kapısını kapatıp, geçmişe gönderebilesin.
Kelime, mana demekti. Mana ise ifade edebilmekti. Yaşadığı anı ifade edememek ise belki o anla ilgili kafanın karışık olduğuna, belki o anın getirdiklerini ya da götürdüklerini hazmedemediğine, belki yoğun duygularının sebep olduğu sisten dolayı mantığına ulaşan elektriklerin kesilmesine işaretti. Zaman akar gider. Tecrübeler artar. Ve insan bir gün ifade edemediği her anın manasını barındıran kelimelere illa ki kavuşur.
Kısacası: Gelen Allah’tan, giden Allah’tan. İnsan -Allah’ın izniyle- her şeye alışır, her şeyle yaşamasını öğrenir. Yeter ki bulunduğu her anın geçici olduğunu hatırlasın ve zorluk içindeyken sahip olduğu kolaylıkları fark edebilsin. Her nimetin Allah’tan olduğunu idrak ederek: “Elhamdulillah”. Her musibetin Allah’tan geldiğini hatırlayarak: “inna lillahi ve inna ileyhi raciun”. Yaşadığı her şeyde bir hayır olduğuna inanarak ve her şerden Allah’a sığınarak: “Hasbiyallahu la ilahe illa huve aleyhi tevekkeltu ve huve Rabbul arşil azîm.”
Allahım! İki cihanda da nimetlerinden nasiplenenlerden,
İsraftan kaçınanlardan,
Dünya nimetleri karşısında, gözü ve gönlü tok olanlardan,
Namazın; Senin huzuruna çıkmak olduğunu bilme heyecanıyla giyimine ve haline özen gösterenlerden,
Müslümanım diyenler olarak İslam’ı temsil etme bilinciyle, her an haline ve tavrına dikkat edenlerden olmamızda yar ve yardımcımız ol.
Dünyada korkularından ve üzüntülerinden emin kılınanlardan, hayırla umduklarına ulaşanlardan. Ahirette ise korku ve üzüntü duygularından kurtulanlardan, gözü ve gönlü aydınlananlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Aşırıya kaçarak kişiye zarar vermediği ya da yanlış kodlama yapılmadığı ya da fiziksel-ruhsal herhangi bir hastalık yaşanmadığı sürece yemekten, uyumaktan, masajdan, müzik dinlemekten, oyun oynamaktan, ayakları uzatıp oturmaktan, arkadaşlarla sohbetten vb. birçok işten; insan keyif aldı.
Namaz kılmak, oruç tutmak, teheccüde kalkmak, tesbih çekmek, Kur’an-ı Kerim’i okumak ve hatta tesettüre girmek gibi Allah rızası için yapılan ibadetlerden; kalbi huzurla coşturacak şekilde keyif almak mümkün değil miydi? Belki de nefse hoş gelen işlerin reklamını yapmak ve dolayısı ile başına hevesle oturmak daha kolaydı.
Şeytanın uğraşmalarını ve nefsin vesveselerini suçlamanın yetersizliğini kabul ederek keyif aldığı dünyalık işler üzerine düşündü. Onları nasıl öğrendiğini hatırlamaya çalıştı. İnsanlardaki mutluluğun yüzlerine, seslerine ve sözlerine yansıyışını hesaba kattı. Anıları güzelleştiren duyguları hissetti.
Allah’ın rızasını hedef bellerken, O’nun rızasını kazanmanın getireceği müjdelere verdiği kıymeti az buldu. Aslında sevdiğine kavuşturacak amellerle meşgul olmak ne hoştu. Bu cümlelerin manasını zihnine kazıyarak; her ibadetin ardından, keyif aldığı dünyalık işlerdeki gibi davranma ya da asıl olması gerekeni yapma kararı aldı.
Sevdiğini veya minik evladını eleştirmekten kaçındığı gibi kolaylaştırıcı tavsiye aramanın veya detaya girmeden dua istemenin dışında şikayetlerinin hepsini yuttu. Zorlandığı günlerde, Allah’ın yardımını diledi ve oldukça basit bir örnek olsa da sanki bunu zor bir bölümünü geçeceğini bildiği bir oyuna devam etme çabalarına benzetti. Allah’a yaklaşma umudunun heyecanıyla doldu ve taştı.
Sahip olmayı beklediği dünyalık bir ünvanı dile getirmenin pırıltısından da öte ‘müslümanım’ demeyi öğrendi. Namaz vakti geldiğinde, sadaka verdiğinde veya başını örttüğünde bu işi yapabilmenin sevincini belli etti. Her ibadetten sonra gülümsedi ve yüksek sesle hamdetti. Rasulullah (sav)’le, sahabilerle ve sevilen diğer büyüklerle aynı ortamda bulunduğunu hayal etti.
Ey Allahım! Bizi Senin rızan için yaşayanlardan; rızanı kazanma ve Sana kavuşma ihtimalinin kıymetini idrak edenlerden eyle. Çabalarımızı kolaylaştır ve kabul buyur. Emirlerine itaati ve ibadet etmeyi nasip ettiğin için Sana sonsuz kere hamd olsun. Kusurlarımızı affet, eksikliklerimizi ört ve onları düzeltmemiz için yardımcımız ol. Bizi Sana yaklaştıracak amellerdeki lezzeti alanlardan, değerini bilerek yapanlardan ve başka yerde olmak ya da başka bir iş yapmak isteğinden çok uzaklarda sevdiğine koşanlar gibi ibadetle huzuruna varanlardan eyle.
Amin.