24 Eylül 2024
A'râf Sûresi 23-30 (152. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 23. Ayet

قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  ...


Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَا dediler ق و ل
2 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
3 ظَلَمْنَا biz zulmettik ظ ل م
4 أَنْفُسَنَا kendimize ن ف س
5 وَإِنْ ve eğer
6 لَمْ
7 تَغْفِرْ bağışlamazsan غ ف ر
8 لَنَا bizi
9 وَتَرْحَمْنَا ve bize acımazsan ر ح م
10 لَنَكُونَنَّ muhakkak oluruz ك و ن
11 مِنَ -dan
12 الْخَاسِرِينَ ziyana uğrayanlar- خ س ر
Tefsiri 22.ayette verilmişti.

قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli, رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا’dır.  قَالَا  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا’dır. 

ظَلَمْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْفُسَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la nidanın cevabına matuftur.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَغْفِرْ  meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

لَنَا  car mecruru  تَغْفِرْ  fiiline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir.  تَرْحَمْنَا  meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

Mütekellim zamiri  نَٓا  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  نَكُونَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  كان ’nin ismi müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

نَكُونَنَّ  fetha üzere mebni nakıs muzari fiildir. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  car mecruru  تَكُونَنَّ  fiilinin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

الْخَاسِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا

 

Fasılla gelen ayette fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَا  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nidanın cevabı, haber cümlesi formunda gelmiş olmasına rağmen anlam itibariyle dua manasındadır. Vaz edildiği anlamın dışında anlam ifade ettiği için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Bu haber cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

اَنْفُسَنَا  ibaresinde tecrîd sanatı vardır.

Bu ayet, küçük günahların da bağışlanmadığı takdirde azap sebebi olacağına delâlet eder. (Ebüssuûd)

Nidanın cevabına matuf olan bu cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

لَمْ تَغْفِرْ  şart fiili, menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Aynı üsluptaki  تَرْحَمْنَا  cümlesi, bu cümleye tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

تَرْحَمْنَا - ظَلَمْنَٓا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

 

لَنَكُونَنَّ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır.  كانَ ’nin dahil olduğu cümle  لَ  ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Mahzufla birlikte kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasemin cevabının delaletiyle, şart cümlesinin cevabı hazfedilmiştir.

Şartın cevabı olan cümlenin kasem lamı ve tekid nunuyla tekid edilmesi, Allah’ın rahmet etmemesi ve günahları affetmemesi durumunda hüsranın kesinlikle gerçekleşeceğini ifade eder. (Âşûr)

Kasem fiilinin, şartın cevabının ve  كانَ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

تَغْفِرْ لَنَا - تَرْحَمْنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
A'râf Sûresi 24. Ayet

قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ  ...


Allah, dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ buyurdu ق و ل
2 اهْبِطُوا inin ه ب ط
3 بَعْضُكُمْ bır kısmınız ب ع ض
4 لِبَعْضٍ diğerinize ب ع ض
5 عَدُوٌّ düşman olarak ع د و
6 وَلَكُمْ sizin içindir
7 فِي
8 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
9 مُسْتَقَرٌّ yerleşme ق ر ر
10 وَمَتَاعٌ ve geçinme م ت ع
11 إِلَىٰ kadar
12 حِينٍ bir süreye ح ي ن

Âdem ve Havvâ şeytana uymakta ısrar etmeyip günahlarının farkına vararak pişmanlıklarını Allah’a arzetmişler ve Bakara sûresinde (2/37) belirtildiği üzere Allah da onların tövbelerini kabul etmiş ve onları imtihan yurdu olan dünyaya göndermiş; insan soyunun yeryüzüne dağılıp orada karar kılmaları ve barınmaları, orada yaşayıp orada ölmeleri, yeniden orada dirilmeleri takdir edilmiştir. Böylece, gerek bu âyetten gerekse ilgili diğer âyetlerden (bk. Bakara 2/36, 38; Tâhâ 20/123), Âdem ile eşinin, işledikleri günahın bir sonucu olmak üzere cennetten çıkarıldıkları ve bu olayın insanlığın kaderini etkilediği anlaşılmaktadır. Fakat Âdem ile Havvâ’nın bu yüzden daha başka zahmetlere de mâruz kalacaklarının bildirildiği yolunda Tevrat’ta verilen bilgiler (Tekvîn, 3/16-19) Kur’an’da geçmemektedir. Bu arada, kardeşlik ve dostluklar gibi sürtüşme ve düşmanlıklar da dünya hayatının bir parçası olarak takdir edilmiştir. Burada anılan düşmanlığın, hem insanoğlu ile şeytan arasındaki ebedî düşmanlığı hem karı-koca arasındaki çekişmeleri hem de Âdem ve Havvâ’nın soyu arasındaki çatışmaları ifade ettiği düşünülebilir. Bu sebeple onlara –bir yoruma göre İblîs de kastedilerek– “İnin oradan!..” buyurulmuştur. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in “dârüsselâm” (barış yurdu) diye tanımladığı cennette düşmanlık olamazdı.

 

 Kuşkusuz Âdem ve Havvâ’nın cennette saf ve günahsız olmaları iradeye dayanmadığı için –kötü bir durum sayılmasa bile– ahlâkî bir değer de ifade etmiyor, sadece içgüdüsel bir karakter taşıyordu. Ancak öyle anlaşılıyor ki, “…şu ağaca yaklaşmayın …” şeklindeki yasaklamayla birlikte yasağa uyup uymama hususunda kendilerine irade ve tercih yeteneği de verilmiş; böylece insanlığın atası ve annesi, yasaklanmış ağaçtan yeme olayında içgüdüsel davranmaktan bilinçli ve iradeli davranma aşamasına geçmişler; kötülüklerinin farkına vararak af dilemişler ve bağışlanmışlardır. Bu durumda ilk günahla başlayan ve cennetten çıkarılma ile devam eden süreç, insanlık için ahlâkî bakımdan bir düşüşü değil, bir yükselişi, öteki canlılardan farklı olup adına “insan” denen ve özgür davranabilen, yanlışlık yapabilen, fakat yanlışlarının farkına vararak özür dileyip tövbe eden, iyiliğe yönelme bilinç ve iradesini gösterebilen bir varlık kategorisinin başlayışını da ifade etmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 511-512

قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  اهْبِطُوا’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اهْبِطُوا  fiili  ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi  اهْبِطُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  بَعْضُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِبَعْضٍ  car mecruru  عَدُوٌّ ‘e müteallıktır. عَدُوٌّ  haber olup lafzen merfûdur. 


وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُسْتَقَرٌّ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.  مُسْتَقَرٌّ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

مَتَاعٌ  kelimesi  وَ ile  مُسْتَقَرٌّ  kelimesine atfedilmiştir.  اِلٰى ح۪ينٍ  car mecruru  مَتَاعٌ ’un  mahzuf sıfatına müteallıktır.

مُسْتَقَرٌّ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.

قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ

 

Müstenefe cümlesidir.  Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu hitap, Âdem ile Havva ve zürriyetleri içindir. Yahut hem ikisi hem de İblis içindir. Bu görüşe göre daha önce İblis’e bu emir verilmiş iken burada Âdem ve Havva ile beraber olduğu halde tekrar edilmesi, onların birlikteliklerinin ebedi olduğunun bilinmesi içindir. Yahut Allah Teâlâ’nın onlara ayrı ayrı söyledikleri burada haber verilmektedir.Başka ayetlerdeki zikri ile yetinilerek burada Âdem ile Havva’nın tövbelerinin kabul edildiği belirtilmemiştir. (Ebüssuûd, Âşûr)

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi  وَ  olmadan gelen müekked hal cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Hal manayı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Hal-i müekkide: Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kasdedildiği zamandır. Mesela: هذا اخوك عطوف “Bu, çok şefkatli kardeşindir.” cümlesinde olduğu gibi. Bunun gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و’sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

لِبَعْضٍ  haber olan عَدُوٌّ’a önemine binaen takdim edilmiştir.

Önceki ayetteki tesniye zamirinden  اهْبِطُوا’da cemi zamire iltifat edilmiştir.

بَعْضُ - لِبَعْضٍ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

 

 وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

 

 وَ  atıf veya istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.

لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مُسْتَقَرٌّ muahhar mübtedadır.  مَتَاعٌ, temâsül nedeniyle mübtedaya atfedilmiştir.

اهْبِطُوا [İnin] emri Âdem, Havva ve İblis’e yöneliktir. بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ ifadesi hal konumundadır yani [düşman olarak inin] demektir ki İblis ikisine düşmanlık etmiş, ikisi de İblis’in düşmanı olmuştur. ٌّمُسْتَقَرٌّ istikrar ve istikrar yeri demektir. ٌمَتَاعٌ  yaşamdan faydalanma anlamındadır. [Bir zamana kadar yaşama] yani ecellerinizin sona ermesine kadar. (Keşşâf)

وَلَكُمْ  şeklindeki müsnedin takdimi sıfat değil, haber olduğuna tenbih içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

مُسْتَقَرٌّ  ve  مَتَاعٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ح۪ينٍ, kısa veya uzun, zamandan bir müddeti ifade eder. Bu ayette nekre gelmiştir. Miktarın, cinsin ve fertlerin farklılığı ile sınırlanmamıştır. Bu kelimeyle kastedilen,

sahibine lezzetleri idrak ettiren hayat süresidir. (Âşûr)


A'râf Sûresi 25. Ayet

قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟  ...


Allah, dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 فِيهَا orada
3 تَحْيَوْنَ yaşayacaksınız ح ي ي
4 وَفِيهَا ve orada
5 تَمُوتُونَ öleceksiniz م و ت
6 وَمِنْهَا ve yine oradan
7 تُخْرَجُونَ çıkarılacaksınız خ ر ج

قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  ف۪يهَا تَحْيَوْنَ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

ف۪يهَا  car mecruru  تَحْيَوْنَ  fiiline müteallıktır.  تَحْيَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  ف۪يهَا  car mecruru  تَمُوتُونَ  fiiline müteallıktır.  تَمُوتُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  مِنْهَا  car mecruru  تُخْرَجُونَ۟  fiiline müteallıktır.  تُخْرَجُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

تُخْرَجُونَ۟  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dır.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli muzari fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  ف۪يهَا, amili olan  تَحْيَوْنَ  fiiline önemine binaen takdim edilmiştir. 

Üç mecrurun da müteallıklarına takdimi, onların  yerleşmesi ve metalanması için yaratılan yeryüzünün önemi dolayısıyladır. Zira yeryüzü tüm işlerin merkezidir. Bu takdim dikkate almaya yönelik bir vesiledir. Yeryüzü bütün bu haller için bir mekândır. Yeryüzü tek bir yerdir. Ancak sakinlerin işleri ve halleri çok farklı olabilir. (Âşûr)

Aynı üsluptaki müteakip  وَف۪يهَا تَمُوتُونَ  ve  وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟  cümleleri mekulü’l-kavle matuftur. 

ف۪يهَا تَحْيَوْنَ  cümlesiyle  ف۪يهَا تَمُوتُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ayetin başında  قَالَ  cümlesinin tekrar edilmesi; sonraki kelamın öncesi ile birlikte olmadığını bildirmek ya da daha fazla önem verildiğini göstermek içindir.Yani “İndiğiniz dünyada yaşayıp öleceksiniz; kıyamet günü mükâfat ve ceza görmek üzere yine oradan çıkarılacaksınız.” demektir. (Ebüssuûd)

تَحْيَوْنَ  ve  تَمُوتُونَ   kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
A'râf Sûresi 26. Ayet

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ  ...


Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا بَنِي oğulları ب ن ي
2 ادَمَ Adem
3 قَدْ muhakkak
4 أَنْزَلْنَا indirdik ن ز ل
5 عَلَيْكُمْ size
6 لِبَاسًا giysi ل ب س
7 يُوَارِي örtecek
8 سَوْاتِكُمْ çirkin yerlerinizi س و ا
9 وَرِيشًا ve süslenecek elbise ر ي ش
10 وَلِبَاسُ ve giysisi ل ب س
11 التَّقْوَىٰ takva و ق ي
12 ذَٰلِكَ bu
13 خَيْرٌ en iyisidir خ ي ر
14 ذَٰلِكَ işte bu(nlar)
15 مِنْ -ndendir
16 ايَاتِ ayetleri- ا ي ي
17 اللَّهِ Allah’ın
18 لَعَلَّهُمْ belki
19 يَذَّكَّرُونَ düşünüp öğüt alırlar ذ ك ر

Önceki âyetlerde Hz. Âdem hakkında kısa fakat son derece ibretli bilgiler verildikten sonra burada da “Âdem’in çocukları”na yani genel olarak insanlığa hitap edilerek, Allah’ın yarattığı nimetlerin en önemlilerinden olmak üzere, bütün tarih boyunca ve bütün insanlarca hem bedenin korunması hem ahlâkın korunması hem de bir ziynet ve prestij aracı olarak kullanılan elbisenin önemine dikkat çekilmiştir. Burada, böylesine önemli olan bu nimetin sahibine teşekkür edilmesi gerektiğine bir işaret vardır. Çünkü giyinme ve örtünme sadece insana özgü bir davranış ve insan olmanın bir alâmetidir; medeniyetin de en eski tezahürlerindendir. Bu sebeple Kur’an’da “Biz elbise indirdik”; “Demiri indirdik” (Hadîd 57/25); “Allah hayvanlardan size sekiz çift indirdi” (Zümer 39/6) gibi ifadelerdeki “indirme” (inzâl) kelimesi, belirtilen nimetlerin birer ilâhî lutuf olduğuna, insanların bu nimetlerin değerini ve kullanma zaruretini fıtrî olarak kavradığına işaret eder. Âyette elbisenin ve örtünmenin önemine dikkat çekilmekle, dolaylı olarak Kâbe’yi çıplak vaziyette tavaf eden müşrikler de eleştirilmiştir. 

 Sözlükte “kuş tüyü” mânasına gelen âyet metnindeki rîş kelimesi burada mecazi olarak “ziynet elbisesi” anlamında kullanılmıştır. Âyette üç türlü elbiseden söz edilmiştir: 1. Sadece örtünme ihtiyacını karşılayacak olan basit ve sade elbise. 2. Örtünmenin yanında ziynet maksadı da taşıyan kaliteli, temiz ve düzgün elbise. 3. “Takvâ elbisesi.” Burada, sırf örtünme amaçlı elbise yanında ziynet amacı ve değeri taşıyan elbisenin de Allah’ın lutfu ve nimeti olarak anılması, pejmürde kılık kıyafeti zühd ve takvâ gereği sayan anlayışın isabetsizliğinin kanıtıdır. Takvâ elbisesi tefsirlerde “vücudu koruyan elbise; zırh, miğfer vb. savaş giysileri, mecazi olarak sâlih amel; iffet; iyi huy; tevhid” gibi değişik şekillerde açıklanmıştır (Râzî, XIV, 52). Âyette takvânın “hayâ” ile ilişkisine işaret edilmekte; ayrıca dolaylı bir üslûpla takvâ, günah duygularını örtüp kapatan, dizginleyen ve böylece günah işlemeyi önleyen bir koruyucu, ruhu bezeyen bir erdem şeklinde takdim edilmektedir. Yani elbise bedeni kapattığı, koruduğu ve süslediği gibi takvâ da hem ruhumuzun kötü duygularını örter hem de ruhumuzu süsler. Böyle olunca takvâ sahibi kişinin kaba, haşin, haksız, isyankâr, şehvet düşkünü, aç gözlü, edepsiz, hayasız … olması düşünülemez.

 

 Takvâ hakkındaki âyetlerin bir bütünlük içerisinde incelenmesi halinde açıkça görüleceği üzere (geniş bilgi için bk. Bakara 2/197), Kur’ân-ı Kerîm’in büyük önem verdiği bu kavram, başlıca şu iki temel anlamı içermektedir: a) Takvâ, itikadî konularda yanlış ve bâtıl inançlara kapılmaktan, ahlâkî ve amelî konularda ruhu kirleten kötü duygulardan, fena huylardan; eksik, kusurlu, zararlı ve haksız davranışlardan, İslâm dininde esasları belirlenmiş olan hayat tarzına uymayan bir yaşayıştan sakınmak, uzak durmaktır. b) Takvâ, bütün faaliyetlerde, ödevlerin yerine getirilmesinde, her türlü kötülüklerin terkedilmesinde öncelikle Allah’tan ittika etmektir; yani Allah korkusunu, O’na karşı saygılı olmayı ön plana çıkararak bu saygıyı, davranışların ve hayatın temeli yapmaktır. Takvâ bütün bu erdemleri kapsayan en geniş kapsamlı fazilettir. Bu sebeple maddî elbisenin vücudu koruması ve ziynetlendirmesi gibi âyetteki deyimiyle takvâ elbisesi de ruhumuzu fenâlıkların bütün çeşitlerinden koruyup örten ve faziletlerin bütün çeşitleriyle bezeyip süsleyen bir elbisedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 513-514

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ 

 

يَا  nida harfidir.  بَن۪ٓي  münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.  اٰدَمَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Gayri munsarif olduğu için cer alameti nasbtır. Münadadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Nidanın cevabı  قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ’dur.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline müteallıktır.  لِبَاساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يُوَار۪ي  fiili  لِبَاساً’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  يُوَار۪ي  fiili,  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

سَوْاٰتِكُمْ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ر۪يشاً۠  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  لِبَاساً’e matuftur.

وَ  istînâfiyyedir.  لِبَاسُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  التَّقْوٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder  kesra ile mecrurdur.

İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. Veya bedeldir. (Mahmut Safi)

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsmi tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوَار۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  وري ’dur.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مِنْ اٰيَاتِ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَذَّكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر’dir.

Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan ….قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً  cümlesi ise, tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Bu hitap, bütün insanlar içindir. (Ebüssuûd)

Burada  اَنْزَلْنَا  [indirmek], yaratmak anlamındadır. Nitekim, “...Sizin için enamdan sekiz eş indirdi.”, “...Biz demiri de indirdik.” ayetlerinde de indirmek fiili, yaratmak anlamında kullanılmıştır.(Ebüssuûd)

27. ayetteki يا بَنِي آدَمَ قَدْ أنْزَلْنا عَلَيْكم لِباسًا ve يا بَنِي آدَمَ لا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطانُ  cümlesi ile 31. ayetteki  يا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكم عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ  cümlesi, şeytanın Âdem (a.s.) ve karısını ayartmasını anlatan kıssayla yakından ilişkilidir. Ya da söylenen sözlerin sayılması üslubuyla 25. ayetteki  قالَ فِيها تَحْيَوْنَ  sözüyle ilişkilidir. (Âşûr)

Müspet muzari fiil cümlesi  لِبَاساً ,يُوَار۪ي  için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Rivayete göre cahiliye Arapları, Beytullah’ı çırılçıplak tavaf ediyor ve: “Biz, Kâbe’yi, içinde Allah’a isyan ettiğimiz elbiselerle tavaf etmeyiz!” diyorlardı. İşte bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Bu rivayete göre bu kıssanın zikredilmesi veya insanın avret yerlerinin açılması, şeytanın insana yaptığı ilk kötülük olduğunu ve şeytanın, onların ebeveynini azdırdığı gibi kendilerini de azdırabileceğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.

لِبَاساً  ve  وَر۪يشاً۠ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ر۪يشاً۠, avret mahallini örten fazladan bir ziynet elbisesidir. Kuşun ziyneti olan tüyden istiare edilmiştir. Süs elbisesi için  ر۪يشاً۠  de denilmiştir. (Âşûr)

“Rîşsüs elbisesidir. Bu, kuşun tüyü manasına gelen kelimesin­den mecazî olarak kullanılmıştır. Çünkü tüy, kuşun elbisesi ve süsüdür. Yani “Biz si­ze iki elbise indirdik, birisi edep yerlerinizi örter diğeri de size süs olur.” demektir. Çünkü ziynet (süslenme), meşru bir maksattır. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)


وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ

 

وَ, istînâfiyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade yollarından olan izafetle gelmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil  ذٰلِكَ خَيْرٌ  cümlesi,  لِبَاسُ  için haberdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَلِبَاسُ التَّقْوٰى [takva elbisesi] ifadesinde istiare vardır. İnsanın Allah’tan sakınması, O’nun emirlerine uymakta titizlik göstermesi şeklindeki hayat tarzı elbiseye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisinin de insanı zararlardan koruması ve güzelleştirmesidir. (Âşûr)

Bu ayetlerin öncesinde Âdem’e (a.s.) verilen nimetler, şeytanın onu ve zevcesini bir ağaçla kandırması, o ağaçtan yiyen Âdem (a.s.) ve zevcesinin vücutlarının çıplaklığını fark etmeleri ve yapraklarla örtmeye başlamaları anlatılmaktadır. Sonra yeryüzüne inmeleri... Bunlardan sonra bu ayet-i kerimede takva libasından bahsedilerek Allah Teâlâ’nın üzerlerindeki nimeti hatırlatılmıştır. Çıplaklıklarını fark edince örtünmenin takva babından ne kadar önemli bir şey olduğu ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki ayette ise tekrar Âdem (a.s.) ve şeytan kıssasına dönülmüştür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Bu yüce mana O’na layıktır. Allah’a karşı takvalı olmaya teşvik için istitrâddır. Çünkü bu; insanlar için ziynetin faydasından daha hayırlıdır. Buradaki ism-i işaret, muşârun ileyhi tazim içindir. (Âşûr)

لِبَاسُ التَّقْوٰى  ve ر۪يشاً۠  tabirlerinde istiare vardır. Her iki kelimeyle elbise manası kastedilmiştir. Kuşun tamamını örten kanadına benzetilerek elbiseye  ر۪يشاً۠  denilmiştir. Burada takva ile giyinmekten bahsedilmiş, önceki ayette de şeytana uyup soyunmaktan bahsedilmiştir.

 

 ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.

Ayetin başındaki azamet zamirinden, bu cümlede gaib zamire iltifat edilmiştir.

لِبَاسُ - ذٰلِكَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümlede teracci harfi  لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ, ümit harfidir.  ادرس لعلك تنجح “Çalış, umulur ki başarırsın.” deriz. Onun başarılı olmasını ümit ederiz, ancak bu konu kesin değildir, çünkü geleceği bilemeyiz.

Bu harf Allah’ın verdiği bir haberde yer aldığında ümide değil, kesinliğe delalet eder. Çünkü Allah bir şeyin olmasını ümit etmez. O sadece kesin olarak sonuçlandırır. Zira O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği bilir. (Halidi, Vakafat, Maide/100)

İnsanların edep yerlerini örtmeleri için elbiselerin yaratılması; Allah Teâlâ’nın lütfunun büyüklüğünü ve rahmetinin genişliğini gösteren ayetlerindendir. Umulur ki insanlar bu büyük nimeti takdir eder veya öğüt alır da çirkinliklerden sakınırlar.

يَذَّكَّرُونَ  fiilinin aslı  يَتَذَكَّرُونَ  şeklindedir.  تَ  harfi  ذَّ  harfine idgam olmuştur.

Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (M. Ebu

Musa, bunlar sebep bildirir, lam-ı ta’lil manasındadır).

لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ  ifadesinde gayb zamirine iltifat vardır. Yani Allah bu ayeti umulur ki Allah’ın kudretinin büyüklüğünü ve yaratma, kudret ve lütufta bulunma fiillerinde tek olduğu konusunda düşünürseniz diye yaratmıştır. Bu iltifat, Âdemoğullarından düşünmeyenlere tarizdir. Kur’an’da bu makamda gayb zamiriyle çoğunlukla Arap müşrikleri kastedilir ve sanki konuşma anında onlar orada yoktur. (Âşûr)

 
A'râf Sûresi 27. Ayet

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا بَنِي oğulları ب ن ي
2 ادَمَ Adem
3 لَا
4 يَفْتِنَنَّكُمُ sizi bir belaya düşürmesin ف ت ن
5 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
6 كَمَا gibi
7 أَخْرَجَ çıkardığı خ ر ج
8 أَبَوَيْكُمْ ana babanızı ا ب و
9 مِنَ -ten
10 الْجَنَّةِ cennet- ج ن ن
11 يَنْزِعُ soyarak ن ز ع
12 عَنْهُمَا onların
13 لِبَاسَهُمَا elbiselerini ل ب س
14 لِيُرِيَهُمَا onlara göstermek için ر ا ي
15 سَوْاتِهِمَا çirkin yerlerini س و ا
16 إِنَّهُ muhakkak
17 يَرَاكُمْ sizi görürler ر ا ي
18 هُوَ o
19 وَقَبِيلُهُ ve kabilesi ق ب ل
20 مِنْ
21 حَيْثُ yerden ح ي ث
22 لَا
23 تَرَوْنَهُمْ sizin onları göremeyeceğiniz ر ا ي
24 إِنَّا muhakkak
25 جَعَلْنَا biz yaptık ج ع ل
26 الشَّيَاطِينَ şeytanları ش ط ن
27 أَوْلِيَاءَ dostları و ل ي
28 لِلَّذِينَ kimselerin
29 لَا inanmayan(ların)
30 يُؤْمِنُونَ zaman ا م ن

Peygamberler tarihinin ibretli yanlarını insanlara anlatarak muhtaç oldukları noktalarda onları aydınlatmak ve uyarmak Kur’ân-ı Kerîm’in başlıca eğitim metotlarındandır. Hz. Âdem hakkında yukarıda verilen bilgilerle şeytanın Âdem ve soyuna beslediği kin ve düşmanlığı yansıtan ifadeler de Kur’an mesajının ulaştığı bütün insanları yanılgılardan koruma, şeytanın vesveselerine karşı onları uyarma maksadını taşır. Bu maksat 27. âyette sarih olarak ifade edilmiştir. Tefsirlerde âyetteki libâs’ın nurdan bir elbise, takvâ elbisesi veya cennet elbisesi olduğu şeklinde farklı görüşler yer alır. Ancak onun, Âdem ile Havvâ’nın, birbirlerinin edep yerlerini görmelerine engel olan, gerçek mahiyetini ancak Allah’ın bildiği nezih bir durum olduğunda kuşku yoktur. Şeytanın vesvesesi, kısa bir süreyle de olsa, onları bu nezih durumdan uzaklaştırdığı gibi diğer insanları da yoldan çıkarabilir. Çünkü şeytan onları görmekte, fakat kendisi görünmemektedir. Bu da onun tehlikesini arttırmaktadır. Özellikle iman yoksunu insanlar takvâ elbisesinden mahrum bulundukları için, şeytanlar tarafından ayartılmaya daha elverişli hale gelirler ve sonuçta onlarla aralarında bir dostluk gerçekleşir. Müşriklerin inkâr ve isyanları böyle bir dostluktan kaynaklanıyordu.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 514-515

فَتَنَ Fetene : فَتْنٌ kelimesinin asıl anlamı sağlam olanının çürüğünden ayrılması için altının ateşe sokulmasıdır. Bu sözcük insanın ateşe sokulması anlamında da kullanılmıştır. Araplar bu kelimeyi kimi zaman azabın kaynaklandığı şey olarak kimi zaman da deneme/sınama manasında kullanır. فِتْنَة sözcüğü belâ sözcüğü gibi kabul edilmiştir. Çünkü her ikisi de insana erişen sıkıntı/darlık anlamında kullanılırlar. Fakat nadiren dirlik genişliği/bolluk manasını da ifade eder. Fitne hem Allah’dan hem de kullardan sâdır olan fiillerdendir. Bela, musibet, öldürme, azap etme ve benzeri hoşa gitmeyen fiiller gibi.. Bu tür fiiller Allah’dan sâdır olduklarında bir hikmete dayanırlar. İnsandan kaynaklandıklarında ise bunun zıddı olur. Bu sebeple Yüce Allah insanı her yere fitne düşürmekle yermiştir. Ahfeş’e göre Kalem suresi 6. ayette geçen مَفْتُون kelimesi fitne manasındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 60 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fitne, fettan ve meftundur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ

 

يَا  nida harfidir.  بَن۪ٓي  münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.  اٰدَمَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Gayri munsarif olduğu için cer alameti nasbtır. Münadadır. Nidanın cevabı  لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ’dur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يَفْتِنَنَّكُمُ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nunu sakiledir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef'ûlu mutlaka mütallıktır. Takdiri,  فتنة كفتنة إخراج أبويكم (Babalarınızı çıkarmak fitnesi gibi bir fitne) şeklindedir.

اَخْرَجَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

اَبَوَيْكُمْ  mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için  ى  ile mansubtur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الْجَنَّةِ  car mecruru  اَخْرَجَ  fiiline müteallıktır.

يَنْزِعُ  fiili  اَبَوَيْكُمْ  ‘un hali olarak mahallen mansubtur.  يَنْزِعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

عَنْهُمَا  car mecruru  يَنْزِعُ  fiiline müteallıktır.  لِبَاسَهُمَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يُرِيَهُمَا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَنْزِعُ  fiiline müteallıktır.

يُرِيَهُمَا  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  سَوْاٰتِهِمَا  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

يَرٰيكُمْ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَرٰيكُمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

هُوَ  munfasıl zamiri gizli zamiri tekid içindir.  قَب۪يلُهُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  يَرٰيكُمْ’deki gizli zamire matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ حَيْثُ  car mecruru  يَرٰيكُمْ  fiiline müteallıktır.

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

لَا تَرَوْنَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَرَوْنَهُمْ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.


اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  جَعَلْنَا  fiili اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

الشَّيَاط۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle  اَوْلِيَٓاءَ  kelimesine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi  أمن’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan ….لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ  cümlesi ise nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَٓا  ve akabindeki …اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ  cümlesi masdar taviliyle, teşbih harfi  كَ  ile birlikte mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Cümlenin takdiri şöyledir:  فتنة كفتنة إخراج أبويكم  (Babalarınızın çıkarılma fitnesi gibi bir fitne)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  …يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا cümlesi  اَبَوَيْكُمْ’den veya  اَخْرَجَ  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Burada da Âdemoğullarına seslenişin tekrar edilmesi, bu seslenişle söylenen kelamın anlamına büyük bir önem verildiğini zımnen bildirmek içindir. Yani şeytan, ebeveyniniz Âdem ile Havva’yı cennetten çıkardığı gibi sizin de cennete girmenizi engellemesin. Yahut ebeveyninizi fitneye düşürdüğü gibi sizi de bir belaya sürüklemesin. (Ebüssuûd)

لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَا  cümlesine dahil olan  لِ, cümleyi gizli bir  أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  يَنْزِعُ  fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Çıkarmak, soymak ve göstermek fiillerinin şeytana isnadı mecaz-ı aklîdir. Sebep olmak, fail menzilesine konulmuştur. نْزِعُ  fiilinin temsili ya da hakiki manada olması mümkündür. (Âşûr)

Ayetteki teşbih, teşbih edatının zikri dolayısıyla mürsel, benzetme yönü zikredilmediği için de mücmeldir.

Şeytandan insanlara  sadır olan fitneler, Hz. Âdem ve zevcesine yasak olan ağaçtan yedirmek ve onları cennetten çıkarmak şeklindeki fitneye benzetilmiştir. Böylece bütün çeşitleriyle insana en büyük fitneyi verenin şeytan olduğu hatırlatılmış oldu. (Âşûr)

اَبَوَيْكُمْ  Hz. Âdem ve Havva’dan kinayedir.

Burada “çıkarmak” kelimesinde mecâz vardır. Siyaka göre burada “fitneye düşürdü” fiilinin gelmesi gerekirdi. Cennetten çıkarmak sonuçtur. Fitneye düşürmek de bunun sebebidir. Dolayısıyla müsebbep zikredildiği için müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Bu konuya ilk temas eden müfessirlerden olan Zemaḫşerî, insanlara avret yerlerini örtecek elbiselerin verildiği söylendikten sonra örtünmenin takvadaki yeri ve önemine dikkat çekmek üzere takva elbisesinin ve asıl öğüt alınması gereken Allah’ın fıtrat olarak verdiği bu nimetin vurgulandığı kısmın istiṭrat üslubu üzere geldiğini ve bundan sonra da asıl konuya dönülerek Âdemoğullarına hitaba devam edildiğini belirtmiştir. Bu ayet aynı zamanda Şerefuddîn eṭ-Ṭîbî’nin tanımındaki “anlatılar arasında uzak tealluk bulunan istitrat” türüne de uygun düşmektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-I Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Önceki ayetle aynı başlamıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu tekrarın sebebi söylenen kelamın önemine dikkat çekmektir.

Tekrarlanan kelimeler ya da sıygalar, okuyucuyu kelimenin ilk geçtiği yere gönderir ki bu beyan renklerinden biridir. Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir.


اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ 

 

لَا يَفْتِنَنَّكُمُ  ifadesindeki nehiy için ta’liliyye olarak gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اَخْرَجَ - يَنْزِعُ  fiilleri arasında mürâat-ı nazîr sanatı vardır.

لِيُرِيَهُمَا - تَرَوْنَهُمْ - تَرَوْنَهُمْ  arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr  vardır.

تَرَوْنَهُمْ - لَا تَرَوْنَهُمْ  arasında tıbâk-ı selb vardır.


اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Nehiy için ta’lil cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Son cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  جَعَلْنَا  ,لِلَّذ۪ينَ’a müteallıktır. Sılası  لَا يُؤْمِنُونَ, menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüme işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

الشَّيَاط۪ينَ  kelimesi iki kere geçtiği için reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.


A'râf Sûresi 28. Ayet

وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  ...


Çirkin bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 فَعَلُوا onlar yaptıkları ف ع ل
3 فَاحِشَةً bir kötülük ف ح ش
4 قَالُوا dediler ق و ل
5 وَجَدْنَا bulduk و ج د
6 عَلَيْهَا bu (yolda)
7 ابَاءَنَا babalarımızı ا ب و
8 وَاللَّهُ Allah
9 أَمَرَنَا bize emretti ا م ر
10 بِهَا bunu
11 قُلْ de ق و ل
12 إِنَّ muhakkak
13 اللَّهَ Allah
14 لَا
15 يَأْمُرُ emretmez ا م ر
16 بِالْفَحْشَاءِ kötülüğü ف ح ش
17 أَتَقُولُونَ mi söylüyorsunuz? ق و ل
18 عَلَى karşı
19 اللَّهِ Allah’a
20 مَا şeyleri
21 لَا
22 تَعْلَمُونَ bilmediğiniz ع ل م

“Kötülük” diye çevirdiğimiz fâhişe “çok kötü ve iğrenç fiil” anlamına gelir. Müfessirlerin çoğu bunu putperestlerin “Beytülharâm’ı kadınlı erkekli çıplak vaziyette tavaf etmeleri” şeklinde yorumlamışlardır (bk. Râzî, XIV, 55; Şevkânî, II, 228). Ancak bunun her türlü büyük günahı ve çirkin davranışı kapsadığında kuşku yoktur. Putperestler, kendilerine atalarından kaldığı, kendi gelenekleri olduğu gerekçesine dayanarak işlediklerinin kötülük olduğunu kabul etmiyor; daha da ileri giderek “Allah da bize bunu emretti” diyorlardı. Aslında bu apaçık bir yalandı. Çünkü “Allah kötülüğü emretmez.” Şu halde gelenekleri körü körüne devam ettirmek yerine iyilerini kötülerinden ayırmak gerekir. Bunun ölçüsü de Allah’ın emrine yani O’nun kitabına, peygamberinin uygulamalarına ve Allah’ın insan varlığına doğuştan bahşettiği aklıselime uyup uymadığıdır. Âyet şöyle bir hakikate de ışık tutmaktadır: Geçmişte ve günümüzde nice insanların, İslâm’ın gerçekleri kendilerine ulaştığı halde, eski geleneksel inanç ve yaşayışlarında ısrar etmelerinin temel sebebi kör taklitçiliktir. Onlar, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi, aslı gerçek olsa da, zamanla bozularak gerçeklik ve geçerlilik değerini büyük ölçüde kaybetmiş ve hakiki bir din olmaktan ziyade gelenekler manzumesinden ibaret kalmış telakkilere dayanan inanç ve hayat tarzlarını, Allah’ın uygulanmasını emrettiği din zanneder, bunu savunurlar. Bu büyük yanılgının asıl sebebi ise, bilinçli ve objektif düşünmek yerine gelenek taassubuna saplanmaktır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 516

وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

فَعَلُوا  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَعَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فَاحِشَة  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Şartın cevabı  قَالُوا  ‘dur.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

وَجَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهَٓا  car mecruru  اٰبَٓاءَنَا ’nın mahzuf haline müteallıktır. Takdiri,  عاكفين عليها (Orada kendilerini ibadete adamış bir halde) şeklindedir.

اٰبَٓاءَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  اَمَرَنَا  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَمَرَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِهَا  car mecruru  اَمَرَ  fiiline müteallıktır.


قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri 

أنت’dir.

Mekulü’l-kavli  اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  لَا يَأْمُرُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَأْمُرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

بِالْفَحْشَٓاءِ  car mecruru  يَأْمُرُ  fiiline müteallıktır. 


 اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Hemze istifham harfidir.  تَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَقُولُونَ  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا تَعْلَمُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعۡلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  فَعَلُوا فَاحِشَةً  şart cümlesi,  قَالُوا وَجَدْنَا,  cevap cümlesidir. 

قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan  وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاحِشَةً ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Mekulü’l-kavle matuf, faide-i haber ibtidaî kelam olan وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ  cümlesi kizbî haberdir. Sübut ifade eden isim cümlesinin müsnedi mazi fiil sıygasında gelerek temekküne işaret etmiştir.

Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)

Ayette bozuk mazeretlerini ve mazeretlerinin sebebi olan batıl düşüncelerini ortaya çıkartan bir idmâc vardır. Yani bu iman etmeyi kabul etmeyenler, kötülük yapanlar, buna mazeret olarak babalarına tâbi olduklarını söyleyenler ve bunu Allah emretti diyenler hakkındadır. Bu, Allah Teâlâ’nın  قُلْ إنَّ اللَّهَ لا يَأْمُرُ بِالفَحْشاءِ  sözünün karinesiyle yalancı müşriklerin hallerine mahsustur. (Âşûr)

                                                                       

قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ

 

İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, tazim ve kalplere korku salmak içindir.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Ayette isnadın Allah Teâlâ’ya olması  tahsis ifade etmiştir.

فَاحِشَةً  (yüz kızartıcı şey), son derece çirkin günah demektir. Yani bu tip herhangi bir davranış sergilediklerinde, atalarının da böyle yaptığını ve kendilerinin de onların izinden gittiklerini, Allah Teâlâ’nın onlara bunu yapmalarını emrettiğini söyleyerek mazeret beyan ederler ki bunların ikisi de geçersizdir; çünkü biri taklittir, taklit ise bilgi yolu değildir. İkincisi ise Allah’a atılmış bir iftira ve O’nun sıfatlarını saptırmaktır (ilhâd). Nitekim “Allah bizim bu yaptıklarımızı hoş karşılamasaydı, bizi bu fiillerden uzaklaştırırdı!” demekteydiler. “Bunlar yüz kızartıcı bir şey yaptıklarında: ‘Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, bize bunu Allah emretti.’ dediler. De ki: Yüz kızartıcı bir şeyi Allah emretmez.” ayeti de bunu doğrular. Çünkü çirkin fiil işlemek Allah için imkânsızdır; zira Allah’a çirkin fiili işletecek herhangi bir etken (dâ‘î) yoktur ama O’nu çirkin fiil işlemekten alıkoyacak şeyler vardır. Bu durumda O’nun çirkin fiil işlemeyi emretmesi nasıl düşünülebilir?!

“Bilginize konu olmayan (asılsız) şeyler mi uyduruyorsunuz Allah adına?!” Bu ifade onların çirkin fiilleri Allah’a izafe etmelerini yadırgamakta ve bu sözlerinin temelinde aşırı bir cehaletin yer aldığına dair tanıklık etmektedir.  الْفَحْشَٓاءِ’den muradın, Kâbe’yi çıplak tavaf etmeleri olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf, Ebüssuûd)


 اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

تَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  لَا تَعْلَمُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

قُلْ - اَتَقُولُونَ  ve اَمَرَنَا - يَأْمُرُ  ve  فَاحِشَةً - الْفَحْشَٓاءِۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Lafza-i celâlin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Allah isminin geçişi tazim içindir.

لَا يَأْمُرُ - اَمَرَنَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

اَتَقُولُونَ  sorusundaki hemze tasdik içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
A'râf Sûresi 29. Ayet

قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ  ...


De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun. Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَمَرَ emretti ا م ر
3 رَبِّي Rabbim ر ب ب
4 بِالْقِسْطِ adaleti ق س ط
5 وَأَقِيمُوا ve O’na doğrultun ق و م
6 وُجُوهَكُمْ yüzlerinizi و ج ه
7 عِنْدَ ع ن د
8 كُلِّ her ك ل ل
9 مَسْجِدٍ mescidde س ج د
10 وَادْعُوهُ ve O’na yalvarın د ع و
11 مُخْلِصِينَ has kılarak خ ل ص
12 لَهُ yalnız O’na
13 الدِّينَ dini د ي ن
14 كَمَا gibi
15 بَدَأَكُمْ ilkin sizi yarattığı ب د ا
16 تَعُودُونَ O’na döneceksiniz ع و د

Bir önceki âyette kendi yanlış inanç ve uygulamaları, bâtıl gelenekleri hakkında “Allah bize bunu emretti” diyenler ve böylece “Allah hakkında bilgisizce konuşanlar” kınanmıştı. Çünkü o türlü geleneklere uymak gibi onları Allah’ın emri saymak da yanlış ve haksız bir tutumdur. Oysa Allah peygamberine ve onun şahsında bütün insanlığa “adaleti emretmiştir.” Adalet, inançta ve yaşayışta doğruluğu, dengeli ve ölçülü olmayı gerektirir. Bunun için İbn Abbas bu âyetteki kıst (adalet) kelimesini “lâ ilâhe illallah”, yani “Allah’tan başka tanrı bulunmadığını kabul ve ikrar etmek” şeklinde yorumlamıştır (Râzî, XIV, 57; Şevkânî, II, 228). Bir âyette de (Lokmân 31/13) “O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuştur. Şu halde Allah adaleti yani doğruluk ve dürüstlüğü, gerçek ne ise ona inanıp onu söylemeyi ve onu uygulamayı emretmiştir. Yine buyurmuştur ki, insanlar atalarını putlaştırmasın; onlardan kalma çirkinlikleri, yanlış fikirleri, bozuk gelenekleri din gibi kutsallaştırmasın; görünüşteki değerleri, varlık ve mevkileri ne olursa olsun, yoldan sapmışlara kul olmasın; günah ve isyan yuvalarının müdavimleri olmasın. Aksine, şöyle hitap etmiştir: “(Ey insanlar!) Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin, kendisine içten bir inanç ve bağlılıkla O’na yalvarın! Başlangıçta sizi O yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” Âyetin bu son kısmı, insanların tuttuğu yolun, Mekkeli putperestlerinki gibi “fahişe” mi, yoksa “adalet” yolu mu olduğu hususunun sonunda mutlaka ortaya çıkacağı ve herkesin hesabının da ona göre yapılacağı uyarısını da içermektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 516-517

بَدَأَ Bedee: Bir şeyi öne almak, öncelik vermek, önceliğe sahip olmasını ya da ilk olmasını sağlamak anlamında بَدَأ , أبْدَأ ve إبْتَدَأ fiilleri kullanılır. بَدْءٌ ve إبْتِداءٌ ise bir şeyi herhangi bir şekilde başkasının önüne geçirmek demektir. Bir şeyin mebde’i, onun kendisinden oluştuğu ya da kendisinden meydana geldiği şeydir. Bu açıdan harfler sözün mebde’i, ahşap kapının, hurma çekirdeği de hurma ağacının mebde’idir. Yüce Allah’ın Hud suresi 27. ayette zikrettiği بادِئَ الرَّأْيِ ifadesine gelince burada kastedilen, görüşün başlangıcını oluşturan ilk düşüncedir ki esasında aceleyle oluşturulmuş ham, olgunlaşmamış bir düşüncedir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 15 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ibdâ, mebde, bidayet ve iptidaidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri 

أنت’dir.

Mekulü’l-kavli  اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ی  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْقِسْطِ  car mecruru  اَمَرَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. اَق۪يمُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وُجُوهَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عِنْدَ  mekân zarfı, اَق۪يمُوا  fiiline müteallıktır.  كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  مَسْجِدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  ادْعُوهُ  fiili,  نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مُخْلِص۪ينَ  kelimesi  ادْعُوهُ’deki falin halidir.  Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.

لَهُ  car mecruru  مُخْلِص۪ينَ’ye müteallıktır.

الدّ۪ينَ  kelimesi ism-i fail olan  مُخْلِص۪ينَ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. 

مُخْلِص۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ

 

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef'ûlu mutlaka mütallıktır. Takdiri,  تعودون عودا كبدء خلقكم (Sizi ilk defa yarattığı gibi yeniden yaratacaktır.) şeklindedir.

بَدَاَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

تَعُودُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ

 

İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَبّ۪ي  izafetinde mütekellim zamirinin Rabb ismine muzâf olması Hz. Peygambere şan, şeref, teşvik ve destek ifade eder.

Adalet, ifrat ve tefritten uzaklıktır, her şeyin orta halidir. (Ebüssuûd)

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ  cümlesi, mazmununda emir manası bulunan mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Mekulü’l-kavl lafzen haber, mana itibariyle inşâ cümlesidir.

مَسْجِدٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

Aynı üslupta gelen  وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ  cümlesi, makabline tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

Bu ayet-i kerimede  باقامة وجوهكم  ifadesi yerine inşâ şeklinde  اَق۪يمُوا  emri gelmiştir. Bu; emredilen şeyin önemine ve gerçekleşmesi için olan hırsa tenbih içindir. 

Emir fiil ile mazi veya muzari kastedilebilir. Muktezâ-i zâhir ayet-i kerimenin  باقامة وجوهكم  şeklinde gelmesini gerektirirdi. Emredilen şeyin önemine delalet etmek üzere mazi yerine emir fiil gelmiştir. Böylece muhatap, emrin azametine ve ehemmiyetine yönelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ  emrinde, istiare vardır. Çünkü doğrultmak ifadesi yüz için sahih bir kullanım olmaz. Onun için bu ifade “Her mescitte [namaz için ] yüzlerinizi çevirin.” şeklindedir.

Ayrıca bir şeyin yüzü o şeyin bütününü temsil eder. Burada da cüz söylenmiş kül murad edilmiş bir mecaz-ı mürsel vardır. (Şerîf er-Radî) 


 كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ

 

اَق۪يمُوا  emri için ta’lil mesabesindeki cümle müstenefedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümle fasılla gelmiştir. 

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi ve sılası  بَدَاَكُمْ  cümlesi, masdar tevilinde, teşbih harfiyle birlikte,  تَعُودُونَۜ  fiilinin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Takdiri, تَعُودُونَ عودا كبدء خلقكم  [Sizi ilk yaratması gibi bir dönüşle geri dönersiniz.] şeklindedir.

Allah Teâlâ’nın dengi olmayan ilmini ve kudretini, şanının kadrini bildirmek üzere cümlede müşebbehün bih, müşebbehe takdim edilmiştir. (Mahmud Safi)

Ayette anlatım, namaz ve ibadetin önemine dikkat çekmek üzere maziden emre dönüştürülmüştür. Fakat bu görüşe katılmayarak ikisinin farklı cümle olduğunu ifade edenler de olmuştur. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

وَادْعُو - تَعُودُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِالْقِسْطِ۠ [eşitliği] yani adaletli ve dosdoğru olduğu gönülde sabit, temyiz sahiplerinin güzel kabul ettiği şeyi; -bir görüşe göre ise- tevhidi emreder. Yüzlerinizi O’na doğru yöneltin yani sadece O’na kulluk etmeyi amaçlayın, başkasına bakmadan dosdoğru O’na yönelin. Secde ettiğiniz her yerde yani bütün secde zamanlarında ya da her secde mekânında ki bu da namaz demektir. Ve dini yani itaati tamamen kendisine has kılarak sadece O’nun rızasını isteyerek [O’na dua edin. İlkin sizi nasıl O yarattıysa yine O’na döndürüleceksiniz.] Sizi başta nasıl yarattı ise yine diriltecek. Dirilişi inkâr etmelerine karşı Allah, ilk yaratışla delil getirmiştir. Anlam, “O sizi diriltecek ve amellerinize karşılık verecektir; bu yüzden kulluğu sadece O’na edin” şeklindedir. (Keşşâf)

Lâzım olan “Sizi yarattığı gibi O’na geri döneceksiniz.” buyurulmuş, melzûm olan “Mükâfatınızı veya cezanızı göreceksiniz.” manası kastolunmuştur.

Burada iadenin yaratmaya benzetilmesi, onun da mümkün olduğunu ve ilâhî kudret dahilinde bulunduğunu açıklamak içindir. Diğer bir tefsir görüşüne göre ise yani Allah Teâlâ, başlangıçta sizi topraktan yarattığı gibi yine toprağa döneceksiniz. Bir diğer görüşe göre sonunda yine yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak O’na döneceksiniz. Başka bir tefsir görüşüne göre ilkin sizi mümin ve kâfir olarak iki grup kıldığı gibi yine öyle iade edecektir. (Ebüssuûd)

A'râf Sûresi 30. Ayet

فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ  ...


Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَرِيقًا bir topluluğu ف ر ق
2 هَدَىٰ doğru yola iletti ه د ي
3 وَفَرِيقًا ve bir topluluğa da ف ر ق
4 حَقَّ hak oldu ح ق ق
5 عَلَيْهِمُ üzerlerine
6 الضَّلَالَةُ sapıklık ض ل ل
7 إِنَّهُمُ çünkü onlar
8 اتَّخَذُوا tuttular ا خ ذ
9 الشَّيَاطِينَ şeytanları ش ط ن
10 أَوْلِيَاءَ dostlar و ل ي
11 مِنْ
12 دُونِ başka د و ن
13 اللَّهِ Allah’tan
14 وَيَحْسَبُونَ ve sanıyorlar ح س ب
15 أَنَّهُمْ kendilerinin de
16 مُهْتَدُونَ doğru yolda olduklarını ه د ي

Bu âyet sûrenin buraya kadarki kısmının bir sonucu mahiyetindedir. Buna göre Allah’ın indirdiği gerçeklere uyan, nimetine şükreden, İblîs gibi isyana kalkışmadan O’nun buyruklarını yerine getiren, Âdem gibi hata işlediğinde tövbe eden, af ve mağfiret dileyen, şeytanın vesvesesine kapılarak açıklık ve hayâsızlığa sapmayan, adaletli ve dürüst olan, Allah’ın birliğini tanıyıp ihlâsla O’na kul olan, O’nun için namaz kılan ve dua eden zümreyi Allah hidayete kavuşturmuştur. Buna mukabil Allah’ın gönderdiği vahye uymayan, nimetlerine şükretmeyen, İblîs gibi kibre kapılıp emre âsi olan, insanlara kin tutup onları kıskanan ve kötülüğe kışkırtan, açıklık ve hayâsızlığa teşvik eden, şeytanın fitne tuzağına düşüp ona dost olan; her türlü kötülük, inkâr, isyan ve edepsizliği işleyip üstelik bunların atalarından kalma gelenekler olduğunu, Allah’ın da böyle şeyler buyurduğunu, yani bunların doğru ve iyi olduğunu savunan zümre için de dalâlet hak olmuş; yani bunlar kaçınılmaz olarak sapkınlığa düşmüşlerdir. Çünkü Allah’ı ve müminleri bırakıp şeytanların dostluğunu seçmişler; buna rağmen asıl doğru yoldan gidenlerin de kendileri olduğu vehmine kapılmışlardır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 517

فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ

 

فَر۪يقاً  kelimesi  هَدٰى  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

هَدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

وَ  atıf harfidir.  فَر۪يقاً  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Takdiri,  أضلّ  şeklindedir.

حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ  cümlesi  هَدٰى  cümlesine matuftur.

حَقَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِمُ  car mecruru  حَقَّ  fiiline müteallıktır.  الضَّلَالَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

  

اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir  هُمْ  [onlar]  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اتَّخَذُوا  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اتَّخَذُوا  fiili,  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الشَّيَاط۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ دُونِ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ’ye müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَحْسَبُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  اتَّخَذُوا  fiiline matuftur.  يَحْسَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir  هُمْ  [onlar]  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

مُهْتَدُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُهْتَدُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّخَذُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial bâbındadır. Sülâsîsi  أخذ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ

 

Fasılla gelen cümle müstenefedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. 

فَر۪يقاً, amili olan  هَدٰى ’ya ihtimam ve tafsil için takdim edilmiştir. (Âşûr)

تَعُودُونَ  fiilinin failinden hal olmasına da cevaz vardır. Cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَ ’la makabline tezat sebebiyle atfedilen وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَر۪يقاً, takdiri  أضلّ  olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. 

فَر۪يقاً هَدٰى -  حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ  cümleleri arasında mukabele vardır.

الضَّلَالَةُ - هَدٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَر۪يقاً  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


 اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ’nin haberi olan  اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs ve sübut ifade eder.

الضَّلَالَةُ - الشَّيَاط۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ  cümlesi اتَّخَذُوا cümlesine matuftur. İkinci haber konumunda olan bu cümlenin müsnedinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu ayet-i kerime, hata eden veya yanılan ile, bilerek küfürde ısrar eden ve inatla kâfir kalanların zemme istihkak noktasında eşit olduklarına delalet eder. İkisi arasında fark gözetenler, yanılan kâfiri tefekkürde kusur etmiş sayarlar. (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

هَدٰى - مُهْتَدُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[O, bir fırkayı] ki Müslüman olanlardır [doğru yola getirdi] yani Allah onları imana muvaffak etmiştir. [Bir fırka için de dalalet] yani sapkınlık hükmü [tahakkuk etti.] Allah bunların dalalete düşeceklerini, hidayet bulamayacaklarını bilmektedir. فَر۪يقاً  kelimesi, devamındaki ifadelerin izah ettiği gizli bir fiil ile mansubtur. Adeta “Haklarında dalaletin tahakkuk ettiği bir fırkayı da perişan etti.” denilmiştir. “Çünkü onlar” yani haklarında dalaletin tahakkuk etmiş olduğu fırka, [şeytanları veli edinmişlerdi]; onların emirlerine itaat ediyorlardı. Bu ifade, Allah’ın ilminin onların dalalete düşmelerinde herhangi bir tesiri olmadığının ve onların tamamen kendi seçimleriyle, Allah’ı bırakıp şeytanları veli edinmeleriyle dalalete düşmüş olduklarının delilidir. (Keşşâf)

 
Günün Mesajı
Diğer elbiselerle edep yerlerinizi ve vücudunuzu kat kat örterken, takva elbisesiyle ise, fıtratınızdaki sizi hayadan mahrum bırakan ve edep yerlerinizi açığa çıkaran hususiyetlerin üstünü örter ve ayrıca kat kat faziletlerle donanırsınız.)” Bütün bunlar, Allah'ın (gerçeği gösteren) delilleri ve vahyettiği âyetlerindendir. Olur ki insanlar, üzerlerinde düşünüp ders alırlar. Takva ile giyinik olma, şeytana uyma ile çıplaklık arasında çok büyük münasebet vardır. Allah, hem takva elbisesini giymeyi, hem de tesettürü emretmekte ve takva elbiseninin tesettürü gerektirdiğini beyan buyurmaktadır. Şeytan ise insanı, takva elbisesinden de, tesettürden de soyunmaya çağırır. Konu, Hz. Âdem'in eşiyle birlikte cennetten çıkarılması ile takva elbisesinden ve tesettürden soyunmanın bundaki rolü çerçevesinde düşünüldüğünde tesettürün ne kadar önemli ve insan için ne derece hayati olduğu anlaşılır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünya nimetleri ellerimizin altında,
Dünyalık için çalışınca, umduğumuza hemen kavuşuruz çünkü hakkımız,
Dünyayı top yapmışız, istediğimiz kadar oynarız,
Elimizi kolumuzu sallayarak keyfimizce dolaşırız,
Söylenen nefsani laflara kanarak, kontrol bizde SANDIK.
Her musibetle beraber öyle olmadığını anladık. Uykusu yarıda kesilmiş bir çocuk gibi dünyadan uyanan halimize ağladık.

Ey Ademoğullarının Rabbi olan ve anne babamızı yaratan Allahım! Ey rahmetine ve affına muhtaç olduğumuz Rabbimiz!

Halimizi, kalbimizi, zihnimizi, ruhumuzu ve yürüdüğümüz yolu nurunla aydınlat. Ki Senin yardımın ve izninle;

Şeytanın ve dostlarının aldatmalarından, Sana kaçanlardan,
Hataya düştüğümüzde farkına varıp, derhal tövbe edenlerden,
Hangi halin içinde olursak olalım, takva elbisesiyle süslenenlerden,
Her türlü kötülükten ve kötülük sebeplerinden uzak durup, Senin korumana sığınanlardan,
Dünya hayatının ahirete giden bir köprü olduğunu idrak edip, kalbi ve gözü uyanıklardan,
Yalnız Sana secde edip, yüzlerimizi ve kalplerimizi yalnız Sana çevirenlerden,
Sana inananlardan ve itaat edenlerden,
Sana bağlananlardan ve şükredenlerden,
Ve Sana yalvaranlardan olalım.

Bize anne babamızın duasını öğretene hamd olsun:

“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.”

İki cihanda da kurtuluşa erenlerden olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji