26 Eylül 2024
A'râf Sûresi 38-43 (154. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 38. Ayet

قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ  ...


Allah, şöyle der: “Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin.” Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, “Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver” derler. Allah, der ki: “Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Allah) dedi ق و ل
2 ادْخُلُوا girin د خ ل
3 فِي arasında
4 أُمَمٍ toplulukları ا م م
5 قَدْ
6 خَلَتْ geçen خ ل و
7 مِنْ
8 قَبْلِكُمْ sizden önce ق ب ل
9 مِنَ
10 الْجِنِّ cin ج ن ن
11 وَالْإِنْسِ ve insan ا ن س
12 فِي içine
13 النَّارِ ateşin ن و ر
14 كُلَّمَا her ك ل ل
15 دَخَلَتْ girdiğinde د خ ل
16 أُمَّةٌ ümmet ا م م
17 لَعَنَتْ la’net eder ل ع ن
18 أُخْتَهَا yoldaşına ا خ و
19 حَتَّىٰ nihayet
20 إِذَا zaman
21 ادَّارَكُوا birbiri ardından د ر ك
22 فِيهَا orada
23 جَمِيعًا hepsi toplandığı ج م ع
24 قَالَتْ dediler ki ق و ل
25 أُخْرَاهُمْ sonrakiler ا خ ر
26 لِأُولَاهُمْ öncekiler için ا و ل
27 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
28 هَٰؤُلَاءِ bunlar
29 أَضَلُّونَا bizi saptırdılar ض ل ل
30 فَاتِهِمْ bunlara ver ا ت ي
31 عَذَابًا azab ع ذ ب
32 ضِعْفًا bir kat daha ض ع ف
33 مِنَ -ten
34 النَّارِ ateş- ن و ر
35 قَالَ (Allah) dedi ق و ل
36 لِكُلٍّ hepsi için vardır ك ل ل
37 ضِعْفٌ bir kat fazla ض ع ف
38 وَلَٰكِنْ ancak
39 لَا
40 تَعْلَمُونَ siz bilmezsiniz ع ل م

İnsanlar ve cinler (yükümlülük altındaki gözle görülmeyen varlıklar; bk. En‘âm 6/100) âhiret hayatına adım attıklarında, ilâhî ferman uyarınca, her “ümmet”, benzer inanç ve değerleri paylaşmış; benzer hayat felsefesini benimseyip yaşamış ve yaşatmış olan eski topluluklara katılır. Böylece, insanlık tarihi boyunca Allah’ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayıp sapık inançlar ve ideolojiler türetenlerle bunları benimseyip yaşatanlar âhirette bir araya gelince, artık inkârcıların kendi kendilerinin aleyhlerinde şahitlik edecekleri ölçüde hak ve bâtıl, iyi ve kötü apaçık ortaya çıktığı için sonrakiler öncekilere veya inkârları ve kötülükleri yaşatanlar bunları türetenlere, kendilerini ayartıp saptırdıkları gerekçesiyle lânet okuyup suçlarının iki katıyla cezalandırılmalarını isterler; diğerleri de onların kendilerinden farklı yanlarının bulunmadığını yani onların da kendileri kadar suçlu olduklarını belirtirler. Mutlak hâkim olan Allah da buyurur ki: “Zaten hepiniz için bir kat daha azap vardır.” Çünkü iki kat suç işlemişlerdir; yani öncekiler ve önderler hem kötü oldukları hem de kötülük yollarını açtıkları için, diğerleri ise onlara uymaları yanında, fikirleri, malları, güçleri, mevkileri, tutum ve davranışlarıyla onları destekleyip yüreklendirdikleri, güçlerine güç kattıkları, bâtıl ideolojilerini yaşatıp yaydıkları ve sonrakilere kötü örnek oldukları için iki kat suçludurlar ve iki kat ceza göreceklerdir.

 

 Bu âyetler, aldatıcı dünya zevk ve menfaatleri akıl ve basîretlerini bağladığı için nefislerinin isteklerini akıllarının hükmü zannedenler, bu suretle ilâhî ve fıtrî gerçeklerle bağdaşmayan inanç ve fikirleri hakikat diye kabul edip savunanlarla aynı sebepler yüzünden onların bâtıl fikirlerini yaşatıp yaygınlaştırma yönündeki emellerine alet olan kitleleri uyarma amacı taşıması bakımından önemlidir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 523-524

قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

ادْخُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ٓي اُمَمٍ  car mecruru  ادْخُلُوا  fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  في بعض أمم (Bazı milletler içinde) şeklindedir.

قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ  cümlesi,  اُمَمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  خَلَتْ   fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir. تۡ  te’nis alametidir.

مِنْ قَبْلِكُمْ  car mecruru  خَلَتْ   fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الْجِنِّ  car mecruru  اُمَمٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.  الْاِنْسِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْجِنِّ’ye matuftur.

فِي النَّار  car mecruru  ادْخُلُوا  fiiline müteallıktır.

 

كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ 

 

كُلَّمَا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır.  دَخَلَتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. 

كُلَّمَا  kelimesindeki  ما  masdariyyedir. Bir toplumun oraya girdiği her vakitte diğerlerine lanet ettiği ifade edilmiştir. (Âşûr)

اُمَّةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  لَعَنَتْ اُخْتَهَا  cümlesidir.  لَعَنَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

اُخْتَهَا  mef ‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

  • Harf-i cer olarak,  
  • Başlangıç edatı olarak,
  • Atıf edatı olarak.

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku  bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  

ادَّارَكُوا  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ادَّارَكُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪يهَا  car mecruru  ادَّارَكُوا  fiiline müteallıktır.  جَم۪يعاً  kelimesi  ادَّارَكُوا ‘deki failin hali olup fetha ile mansubtur.

ادَّارَكُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  درك ’dir. Bu fiilin aslı  تَدارَكُوا  şeklindedir.  تَ  harfi hafiflik sağlamak için  د harfine dönüşmüş, iki harekenin verdiği ağırlık dolayısıyla sukun olmuş bu nedenle de başına bir vasıl hemzesi gelmiştir. (Âşûr)

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.  

 

 قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ

 

قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ  cümlesi şartın cevabıdır. Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir.  اُخْرٰيهُمْ  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اُو۫لٰيهُمْ  car mecruru  قَالَتْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا’dır.

İşaret ismi  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَضَلُّونَا  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اَضَلُّونَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  اٰتِهِمْ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir.

Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

عَذَاباً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  ضِعْفاً  kelimesi  عَذَاباً’in sıfatıdır.  مِنَ النَّارِ car mecruru  عَذَاباً ‘in mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır.


 قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  لِكُلٍّ ضِعْفٌ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لِكُلٍّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ضِعْفٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.

لٰكِنْ  istidrak harfidir, لكنّ ’den muhaffefedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
fiili mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. 

قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ

 

Müstenefe olan ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l kavli  ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فِي النَّارِ  ve  ف۪ٓي اُمَمٍ  ifadelerindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ateş ve milletler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir.  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş ve milletler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. 

Tahkik harfiyle tekid edilen, faide-i haber talebî kelam olan mazi fiil sıygasındaki… قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ  cümlesi,  اُمَمٍ  için sıfattır. Sıfat cümleleri ıtnâb sanatıdır.

اُمَمٍ’daki tenvin tahkir ifade eder.

الْجِنِّ  ve  الْاِنْسِ  görünmeyen ve görünen diye de çevrilebilir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab vardır.

قَالَ ادْخُلُوا  [Girin! buyurur] yani kıyamet günü Allah Teâlâ haklarında “uydurduğu yalanı Allah’a isnat eden veya O’nun ayetlerini yalanlayan birinden daha zalimi olabilir mi?” [Araf Suresi, 37] dediği kimselere böyle buyurur. Bunlar kâfir Araplardır.  قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ [Sizden önce gelip geçmiş] yani zamanları sizin zamanınızdan önce olan “topluluklar” içerisinde… ف۪ٓي اُمَمٍ  ifadesi hal konumundadır, yani topluluklar içinde yer alarak, onlarla “birlikte” onlara eşlik ederek birlikte ateşe girin. (Keşşâf)

قَالَ ادْخُلُوا  ifadesi ile ilgili iki görüş vardır:

a. Bu söz Allah’a aittir. 

b. Mukâtil, bunun cehennemin bekçisi olan meleklere (zebanilere) ait olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

اُدْخُلُوا فٖى اُمَمٍ  kelamın takdiri;  ادْخُلُوا فٖى النَّارِ مَعَ اُمَمٍ “Ümmetlerle birlikte cehenneme giriniz.” şeklindedir. Buna göre ayette hem bir takdir hem de mecazî bir mana vardır. Takdire gelince biz burada فٖى النَّارِ  sözünü takdir ediyoruz. Mecaz da, ayetteki فٖى النَّارِ  cerrini,  مَعَ (beraber) manasına hamletmemizdir. Çünkü  فٖى اُمَمٍ “Ümmetler arasına” ifadesinin,  مَعَ اُمَمٍ  “ümmetlerle beraber” manasında olduğunu söylüyoruz. (Fahreddin er-Râzî)

قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِ  ifadesi, Hakk Teâlâ’nın kâfirlerin hepsini bir defada toptan cehenneme sokmadığını, aksine kısım kısım soktuğunu göstermektedir. (Fahreddin er-Râzî)


 كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi  دَخَلَتْ اُمَّةٌ  de cevap cümlesi  لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ  gibi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi, aynı zamanda  كُلَّمَا  ’nın müteallakıdır.

أُمَّةٌ  kelimesi nekre bütün zamanalrı ifade eden umumi bir siyakta nekre gelerek umum ifade etmiştir.  ‘Giren her ümmet’ demektir.  أُخْتَها  kelimesi de böyle nekredir. Çünkü nekre zamire muzâf olmuştur. Bu yüzden tam olarak marife değildir, umum ifade eder. (Âşûr)

حَتّٰٓى  ibtidaiyye,  اِذَا  şart harfidir.  حَتّٰٓى’nın, gaye ve cer harfi olduğu da söylenmiştir.

Akabindeki… اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ  cümlesi, şart üslûbunda haberî isnaddır. Şart fiili olan  ادَّارَكُوا, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı قَالَتْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِ, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Nidanın cevabı mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümle lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Cümle haberî isnad formunda geldiği halde dua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına kelam olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Müsnedin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir içindir.

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

Nidanın cevabına matuf olan فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda olmasına rağmen dua anlamına geldiği için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Bu iki cümlenin manen inşâî olmaları, birbirlerine atfını mümkün kılmıştır.

اُخْرٰيهُمْ - اُو۫لٰيهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

عَذَاباً  kelimesi nekre gelerek, teksire ve tanımlanamayacak kadar korkunç olduğuna delalet etmiştir.

Ayetteki,  اُخْتَهَا  tabiri, “din kardeşine, dindaşına” manasındadır. Buna göre ayetin manası şöyle olur: Müşrikler müşriklere lanet eder. Yahudiler de böyledir. Yani Yahudi Yahudiye, Hristiyan Hristiyana lanet eder. Mecusî, Sabiî, (yıldızperest) ve diğer sapık dinler hakkındaki durum da böyledir. (Fahreddin er-Râzî) 

قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُولٰيهُمْ  şeklinde bahsedilen, “sonrakiler ve evvelkiler”in ne demek olduğu hususunda iki görüş vardır:

1.Mukâtil, “sonrakiler”, cehenneme o ümmetten son olarak girenleri, “evvelkiler” de onlardan cehenneme ilk girenlerdir” der.

2. “Sonrakiler” derece bakımından, onların sonrakileridir. Bunlar da bir ümmetin içindeki halk yani idare edilenlerdir. Bunlar evvelkilere yani derece bakımından önce olanlara, ki bunlar da o ümmetin komutanları ve önderleri (yani idare edenleredir, 

Diğer görüşe göre ise ayetteki  لِاُولٰيهُمْ  ifadesinin başındaki lâm, lâm-ı ecl (sebep bildiren lâm)dır. Buna göre mana, “Onlar için ve onların kendilerini saptırmış olmalarından ötürü, ‘Ey Rabbimiz bizi bunlar saptırdılar.’ diyecekler.” şeklinde olur. Yoksa bundan “Onlar bu sözü evvelkilere söylediler.” manası murad edilmemektedir. (Fahreddin er-Râzî) 

ضِعْفًا  kelimesinin manası hakkında Ezherî şöyle demiştir: Arapçada  ضِعْفً, birden fazla olan katlardır. Bu sadece, “bir şeyin iki katı” manasına hasredilemez. Çünkü bu kelime aslında bir miktara münhasır olmayan bir fazlalıktır. (Fahreddin er-Râzî) 


 قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ

 

Beyanî istînâf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Komutanlarının niçin iki kat azap göreceği sorusuna Allah’ın verdiği cevaptır. Bunun için fasılla gelmiş, Diyalogdaki sözlere atfedilmemiştir. (Âşûr) 

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  لِكُلٍّ ضِعْفٌ cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لِكُلٍّ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ضِعْفٌ  , muahhar mübtedadır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِكُلٍّ  kelimesindeki tenvin, mahzuf olan muzâfun ileyhten ivazdır. 

وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ  cümlesine dahil olan لٰكِنْ , istidrak harfidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle makabline matuftur. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)  

اُمَمٍ - اُمَّةٌ ve  قَالَ - قَالَتْ  ve ادْخُلُوا - دَخَلَتْ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ضِعْفٌ  ve  النَّارِۜ  kelimelerinin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

النَّارِۜ - عَذَاباً - لَعَنَتْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
A'râf Sûresi 39. Ayet

وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟  ...


Öncekiler sonrakilere, “Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın” derler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَتْ dediler ki ق و ل
2 أُولَاهُمْ öncekiler ا و ل
3 لِأُخْرَاهُمْ sonrakilere ا خ ر
4 فَمَا yoktur
5 كَانَ ك و ن
6 لَكُمْ sizin
7 عَلَيْنَا bize
8 مِنْ hiç
9 فَضْلٍ üstünlüğünüz ف ض ل
10 فَذُوقُوا o halde siz de tadın ذ و ق
11 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
12 بِمَا karşılık
13 كُنْتُمْ olduklarınıza ك و ن
14 تَكْسِبُونَ kazanıyor ك س ب

وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟

 

Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اُو۫لٰيهُمْ  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِاُخْرٰيهُمْ  car mecruru  قَالَتْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli, mukadder şart cümlesi ve cevabıdır. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن كنتم ضالين بسببنا فما كان (Bizim yüzümüzden dalalete düştüyseniz …yoktur.)  şeklindedir.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.

لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  عَلَيْنَا  car mecruru  فَضْلٍ ‘e müteallıktır.

مِنْ  zaiddir.  فَضْلٍ  lafzen mecrur,  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  ذُوقُوا  fiili  ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذُوقُوا  fiiline müteallıktır.  كُنْتُمْ  nakıs fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْسِبُونَ۟  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

تَكْسِبُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟

 

Cümle önceki ayetteki  قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette henüz gerçekleşmemiş olaylar mazi fiille gelmiştir. 

Bu ayetin benzeri Kur’an’da çoktur. Muzari yerine mazi fiil gelmesi; mazi menzilesine konması (yani, kesinlik ifadesi) içindir. Zîra Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz.  قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ , takdiri  إن كنتم ضالين بسببنا [Bizim yüzümüzden dalalete düştüyseniz….] olan mukadder şartın cevap cümlesidir. 

Menfi  كَانَ  ’nin dahil olduğu cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  كَانَ ’nin muahhar ismi olan  مِنْ فَضْلٍ  ‘e dahil olan  مِنْ  harfi, cümleyi tekid etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Mahzufla birlikte mekulü’l-kavl, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَا كَانُ ‘li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟  cümlesi,  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. 

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu ayet önceki ayetteki  قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ  cümlesinin mukabilidir. Aralarında mukabele sanatı vardır.

فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Azabı tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili kişinin azabı ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’ hissetmektir.

كُنْتُمْ - مَا كَانَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İki farklı anlamdaki مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اُخْرٰيهُمْ - اُو۫لٰيهُمْ  arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Burada  الْعَذَابَ  kelimesi marife olarak gelmiştir. Ahd-i sarihidir.

فَذُوقُوا الْعَذَابَ  [Azabı tatmak] ifadesinde istiare vardır. Tatmak dil ile olur. Burada, insanın başına gelen acı manasında kullanılmıştır.

فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ  [Sizin bize karşı hiçbir üstünlüğünüz yok.] Öncüleri bu sözlerini Yüce Allah’ın takipçilere hitaben söylediği söze, yani   لِكُلٍّ ضِعْفٌ  [Azap hepiniz için katmerlidir.] sözüne atfen söylemişlerdir. Yani artık sizin bize bir üstünlüğünüzün bulunmadığı ve hepimizin katmerli azaba müstehak olma konusunda eşit olduğumuz kesinleşmiştir.  فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟  [Öyleyse, kendi kazandıklarınızın karşılığı olan azabı tadın.] ifadesi, öncülerin sözünün devamı olabileceği gibi Yüce Allah’ın hepsine hitaben söylediği söz de olabilir. (Keşşâf)
A'râf Sûresi 40. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ  ...


Âyetlerimizi yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete de giremezler! Biz suçluları işte böyle cezalandırırız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
4 بِايَاتِنَا bizim ayetlerimizi ا ي ي
5 وَاسْتَكْبَرُوا ve kibirlenenler ك ب ر
6 عَنْهَا onlara
7 لَا
8 تُفَتَّحُ açılmayacak ف ت ح
9 لَهُمْ onlara
10 أَبْوَابُ kapıları ب و ب
11 السَّمَاءِ gök س م و
12 وَلَا ve
13 يَدْخُلُونَ onlar giremeyeceklerdir د خ ل
14 الْجَنَّةَ cennete ج ن ن
15 حَتَّىٰ kadar
16 يَلِجَ geçinceye و ل ج
17 الْجَمَلُ deve ج م ل
18 فِي içinden
19 سَمِّ deliği س م م
20 الْخِيَاطِ iğne خ ي ط
21 وَكَذَٰلِكَ ve işte böyle
22 نَجْزِي cezalandırırız ج ز ي
23 الْمُجْرِمِينَ suçluları ج ر م

Allah’ın âyetlerini yalan ve asılsız saymak suretiyle ulûhiyyet, tevhid, nübüvvet, âhiret gibi temel dinî öğretileri inkâr edenler için “göğün kapıları açılmayacak”tır. Fahreddin er-Râzî âyetin bu ifadesiyle ilgili muhtemel anlamları şu şekilde sıralamaktadır: 1. Onların amelleri, duaları ve itaat cinsinden diğer faaliyetleri kabul edilmez. 2. Gökler, müminlerin ruhlarına açılırken onların ruhlarına açılmaz. 3. Onların göğe yükselmelerine ve cennete girmelerine izin verilmez. 4. Onlara bereket ve hayır inmez. 

 Râzî’nin düşüncesine göre âyet şuna delâlet ediyor: Ruhlar, ya gökten üzerlerine türlü hayırlar indirilmek ya da amelleri göklere yükseltilmek suretiyle mutlu olurlar. Bu da göklerin, ruhlar için sevinç ve mutluluk yeri olduğunu, hayır ve bereketlerin göklerden indiğini, ruhların da göklere yükselerek mutlulukların en mükemmeline ulaşıp kurtuluşa ereceklerini gösterir. Şu halde “Onlara göğün kapıları açılmayacak” ifadesi, uyarı ve tehditlerin en önemlisini oluşturmaktadır. Devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl imkânsız ise inkârcılara göğün kapılarının açılması ve cennete ulaşmaları da öylece imkânsızdır. Farklı bir okunuşa göre meâlinde “deve” anlamı verilen kelime “urgan” mânasına geldiğinden bu mânayı esas alan müfessirlere göre meâli, “urgan iğne deliğinden geçinceye kadar…” şeklindedir.

 

 Yine Râzî’nin açıklamalarına göre tenâsüh (reenkarnasyon) inancını savunanlar bu âyeti görüşlerine delil göstermişlerdir (bk. Bakara 2/28). Onlara göre âsi ruhlar, vücudun ölümünden sonra bedenden bedene geçerek azap görmeye devam ederler; nihayet deve gibi iri bir bedende hayat sürdükten sonra iğne deliğinden geçebilecek küçüklükteki bir canlınınbedenine girerler ve o zaman bütün günahlarından arınmış olarak cennete kavuşur, mutluluğa ulaşırlar. Ancak, tenâsüh bâtıl bir inanç olduğu gibi bu görüş de temelsizdir (XIV, 76-77). 

 Kur’an dilinde semâ kelimesi bilinen anlamı yanında, yüksek âlemlerin tamamını kapsayacak bir genişlikte de kullanılır. Bu âlemlerin türlü mertebeleri olup melekler, sâlih (iyi ve faydalı) ruhlar orada bulunur; vahiy semadan gelir. Arz âlemine fışkıran cismanî ve ruhanî hayır ve bereketlerin, musibet ve şerlerin kaynağı o âlemlerdedir (krş. Bakara 2/59; A‘râf7/96; İsrâ 17/95; Zâriyât 51/23; ayrıca bk. Bakara 2/29). “Onlara göğün kapıları açılmayacak” cümlesi, bütün ilâhî ve saf hayırlardan mahrumiyeti dile getiren kapsamlı bir ifadedir (İbn Âşûr, VIII/2, s. 126).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 525-526

بابٌ bir şeyin girişine denir. Farklı mahallerin medhallerini/ girişlerini ifade eder. Şehrin , sarayın ya da evin kapısı gibi. Çoğulu أبْوَابٌ şeklinde gelir. Cennet veya cehenneme vasıl olmada/erişmede vasıta edilen sebeplere de أبْوابُ الجَنَّةِ veya أبْوابُ الجَهَنَّمِ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli babdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَّبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَكْبَرُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  عَنْهَٓا  car mecruru  اسْتَكْبَرُوا  fiiline müteallıktır.

لَا تُفَتَّحُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تُفَتَّحُ  meçhul merfû muzari fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  تُفَتَّحُ  fiiline müteallıktır.  اَبْوَابُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

السَّمَٓاءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  كذب ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

اسْتَكْبَرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر  ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


 وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَدْخُلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

الْجَنَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَلِجَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يَدْخُلُونَ  fiiline müteallıktır.  يَلِجَ  mansub muzari fiildir.  الْجَمَلُ  fail olup lafzen merfûdur.

ف۪ي سَمِّ  car mecruru  يَلِجَ  fiiline müteallıktır.  الْخِيَاطِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


  وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ

 

وَ  itiraziyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الْمُجْرِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُجْرِم۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ

 

Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu, bahsi geçen kişileri tahkir amacına matuftur. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَاسْتَكْبَرُوا  cümlesi sılaya, tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

اِنَّ ’nin haberi olan  لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki …وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى  cümlesi de haber olan cümleye atfedilmiştir.

بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette zımnî teşbih vardır. Devenin iğne deliğinden geçmesinin mümkün olmadığı gibi onların da cennete girmeleri mümkün değildir.

يَلِجَ - يَدْخُلُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اسْتَكْبَرُوا; büyük olmadığı halde büyükmüş gibi görünmek, öyle davranmaktır. Olumsuz bir davranıştır. Ayetleri değersiz görmüşlerdir.

“Onlar için göğün kapıları açılmaz.” ifadesi amelin kabul olmayışından kinayedir. Yani onların ne duaları, ne de amelleri kabul olunur demektir. (Sâbûnî)

Şerîf er-Radî, bu ibarede istiare olduğunu söylemiştir. Kastedilen onlar cennete giremeyecekler, ona giden yol onlar için kolaylaşmış olacak ama orayı amelleriyle de kazanamayacaklar manasıdır.

”Ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler.” cümlesinde zımnî teşbih vardır yani onlar hiçbir halde cennete giremezler demektir. Bu, onların cennete girmelerinin imkânsızlığını ifade eden bir temsildir. (Sâbûnî)

الْجَمَلُ  kelimesinin deve ve halat şeklinde iki manası vardır. Tevriye sanatı düşünülebilir. Tevriyede bir kelimenin biri uzak mana biri yakın mana olmak üzere iki manası olur. Yakın mana “deve”dir, çünkü ilk anda akla o gelir. Ama gemi halatı iğne deliğinden geçene kadar manasını düşünmek de mümkündür. Böyle anlaşılırsa tevriye var demektir.

Bu ifadede bedî’ sanatlarından mübalağa (iğrâk) vardır.

Burada  الْجَمَلُ  kelimesinin iki manası olduğu göz önünde tutulmalıdır. Erkek deve ve kalın ip/urgan manaları vardır. Mana şöyledir: Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve onlardan yüz çevirenlere semanın kapıları açılmaz yani duaları ve amelleri kabul edilmez ve her iki manasıyla “cemel” iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Her iki manasıyla da cemelin küçücük iğne deliğinden girmesi âdeten mümkün olmadığı için bu kişiler cennete giremezler. Cemelin iğne deliğinden geçmesi aklen mümkün, âdeten muhaldir. Allah Teâlâ isterse kudretiyle iğnenin deliğini yeterince büyütür veya cemeli yeterince küçültür ve cemel içinden geçebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri, Bedî’ İlmi)

Mantıksal bir akıl yürütme metoduyla kâfirlerin cennete giremeyecekleri vurgulanmıştır. Ayetten yapılabilecek çıkarım ise şöyledir: 

Öncül: Deve, iğne deliğinden geçmedikçe kâfirler cennete giremez. 

Öncül: Deve, iğne deliğinden asla geçemez. 

Sonuç: O halde kâfirler asla cennete giremez. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

[Göğün kapıları asla açılmayacak] onlar adına hiçbir salih amel göğe yükselmeyecektir. Cennetin gökte olduğu söylenmektedir ki buna göre mana, “Onlara göğe yükselme izni verilmez; cennete girmek için onlara yol verilmez.” şeklindedir. Bir başka görüşe göre ise bunlar öldüğünde ruhları, müminlerin ruhunun yükseldiği yere yükselmez. Bir diğer görüşe göre onlara bereket inmez, yağmur dualarına icabet edilmez. Bu manada Allah Teâlâ, “Bunun üzerine, bardaktan boşanırcasına yağan bir suyla gök kapılarını açtık.” (Kamer Suresi, 11) buyurmuştur. (Keşşâf)

”Büyüklenmek” ifadesinin manası, batıl olan şeyler ile yükselmeyi istemektir. Bu kelime, beşer hakkında zemm ve kınanmaya delalet eder. Nitekim Cenab-ı Hakk, firavun ile ilgili olarak [Kendisi de askerleri de o yerde haksız olarak büyüklük tasladılar. (Kasas Suresi, 39)] buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 

Bu ayet delalet eder ki ruhlar ancak ya kendilerine gökten birtakım hayırların inmesiyle veyahut da amellerinin göklere yükselmesiyle mutlu olabilirler. Bu da göklerin, ruhların neşelenme yerleri ve mutlu olacakları mekânlar olduğuna delalet eder ki buradan her türlü hayır ve bereket iner. Ve yine ruhlar, en mükemmel mutluluğu elde etmeleri halinde buraya yükselebilirler. Durum böyle olunca Cenab-ı Hakk’ın “Onlar için, gök kapıları açılmayacak!” buyruğu, en büyük vaîd ve tehditlerden olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

Örf bakımından “iğne deliği” küçüklükte, “deve” büyüklükte meseldir. Bir şeyin ufaklığında, inceliğinde mübalağa edileceği zaman “iğne deliği gibi” denilir. İrilikte mübalağa için de “deve gibi” denir. Özellikle arap dilinde bu çok bilinir. “Halat” da misal olabilirse de deve kadar mesel değildir. Bu yönden olmayacak bir şeyi anlatmak için irilikte mesel olan devenin, incelikte mesel olan iğne deliğine girmesiyle darb-ı mesel şüphesiz ki daha belağatlıdır. Bir de deve, girebileceği yere kendi girer. Halat ise sokmaya dayanmaktadır. Şimdi devenin iriliğinden başka bizzat hareketli bir hayat sahibi olması, sonra boynu, hörgücü, ayaklarıyla, özel şekliyle de bütün eğri büğrülüğü ve acayipliği ile göz önüne getirildiği zaman iğne deliğine girmesinde uzaklık fikri ve mümkün olmayanı hayal etme öyle bir kuvvetle ortaya çıkar ki bu kuvvet halatta yoktur. Hasılı her iki takdirde mana, o kâfirlerin cennete girememelerini bir müddet gayesi ile sınırlamak değil, onun mümkün olmadığını açık bir temsil ile anlatmaktadır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)


وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Amili  نَجْزِي’dir. Takdiri,  جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette cem’ ma’at-taksim sanatı vardır.

Son cümlede zamir makamında zahir isme iltifat edilerek onların mücrim olduğu vurgulanmıştır.

كَذَّبُوا - اسْتَكْبَرُوا - الْمُجْرِم۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[İşte böyle] feci bir şekilde [cezalandırırız mücrimleri!] Bu ifadeyle suç işlemenin cezaya sebebiyet vereceği ve suç işleyen herkesin cezalandırılacağı bildirilmektedir. Bunu tekrarlayarak, “İşte böyle cezalandırırız Biz zalimleri!” demiştir; zira bütün suçlular aynı zamanda kendilerine zulmetmektedir. (Keşşâf)

40 ve 41. ayetlerden maksat, kâfirlerle ilgili ilahi tehdit hakkındaki hükmü tamamlamaktır. (Fahreddin er-Râzî)


A'râf Sûresi 41. Ayet

لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ  ...


Onlar için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُمْ onlar için vardır
2 مِنْ -den
3 جَهَنَّمَ cehennem-
4 مِهَادٌ bir döşek م ه د
5 وَمِنْ ve
6 فَوْقِهِمْ üstlerinde de ف و ق
7 غَوَاشٍ (ateşten) örtüler غ ش و
8 وَكَذَٰلِكَ işte böyle
9 نَجْزِي cezalandırırız ج ز ي
10 الظَّالِمِينَ zalimleri ظ ل م

Allah’ın âyetlerini yalanlayan, kibirlilik taslayıp bu âyetleri kabul etmemekte direnen, ilâhî rahmet ve inâyetten mahrum kalacak ve asla cennete giremeyecek olan o mücrim ve zalimlerin varıp kalacakları yerin cehennem olduğu ifade buyurulduktan sonra 42. âyette de iman edip hayırlı işler yapanların “cennet ehli” olduğu ve orada ebedî kalacakları belirtilmektedir. Bu arada, herkesin ancak gücünün yettiği kadarıyla mükellef tutulduğu belirtilerek bir bakıma, müminlerin, istemelerine rağmen yapamadıkları hayırlı faaliyetler sebebiyle ümitsizliğe düşmelerine gerek olmadığına, insanın cennet ehlinden olabilmesi için yapabileceği kadarını yapmasının yeterli olduğuna işaret edilmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 527

مَهَدَ Mehede : مَهْدٌ Sabî (küçük çocuk ) için hazırlanan beşik demektir. مَهْدٌ ve ِمهادٌ düzlenmiş ve üzerinde yolculuk edilmesi, yürünmesi veya üzerine binilmesi ya da yatılması kolay hale getirilmiş yere verilen isimlerdir. مَهَّدْتُ لَكَ كَذا sözü senin için şöyle bir şey hazırladım, ayarladım ya da düzenledim manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ

 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مِنْ جَهَنَّمَ  car mecruru  مِهَادٌ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.

جَهَنَّمَ  kelimesi  gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِهَادٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  مِنْ فَوْقِهِمْ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

غَوَاشٍ  muahhar mübteda olup  mahzuf  ی  üzere mukadder damme ile merfûdur. غَوَاشٍ  kelimesi ism-i mankustur. 

غَوَاشٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan غشو fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ

 

وَ  itiraziyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الظَّالِم۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مِهَادٌ, muahhar mübtedadır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Aralarında  مُتَوَسِّطَةً بَيْنَ كَمالِ الِاتِّصالِ وكَمالِ الِانْقِطاعِ  vardır. (Âşûr)

غَوَاشٍۜ - مِهَادٌ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Onlar için cehennemden bir yatak vardır ve onların üstünden de bir örtü vardır. Ebu Hayyan bunun onları her taraftan kuşatan ateşten istiare olduğunu söylemiştir. (Sâbûnî)

Şerîf er-Radî de tehekküm istiaresi olduğunu söylemiştir. Buradaki belaği amaç yol yakınken fırsat elden kaçmadan bu yol yol değil şeklinde caydırma ve vazgeçirme mesajı içermesidir. Ayrıca bunlarla konforlu cennet yorgan ve döşeklerin mukayeseye davet etmek suretiyle vazgeçirme hedeflenmiştir. Bu tür ibarelerin parantez arası ünlem ile çevrilmesi önemlidir.

Cehennem zaten bir ceza ama içinde bir de yatak ve üstlerinde de bir örtü olduğu haber verilince iki çeşit ceza zikredilmiştir. Cehennemin altı üstü ateştir. Burada tecrîd vardır. Yukarıda kat kat azap var demişti, burada da altta üstte ateş var buyurulmuştur.

Tecrîd; mütekellimin duygularını, psikolojisini en güzel şekilde aksettirir. Cemâdâta, konuşmayan canlılara hitap edildiğinde teşhis olur. Bu sebeple teşbih ve istiareye benzer. Ancak bu sanatta benzetme kastı yoktur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi)

لَهُمْ  bunun, onlar için hazırlanmış olduğunu gösterir.

Ayetleri yalanlayanlar zalim olarak tanımlanmıştır. Bu kişiler en büyük zulmü kendilerine yaparlar.

مِهَادٌ  kelimesi, مهد  kelimesinin çoğuludur. مهدٌ de “yatak” manasındadır. Ezherî şöyle demiştir: Arapçada,  مهدٌ  kelimesinin asıl manası, sermektir (فَرْش);  sergiye (فِرَاش) yere yayıldığı için mihad denir.  غَوَاشٍ  de  غَاشِيَة  kelimesinin cem’idir. Seni bürüyüp kaplayan her şeye  غَاشِيَة (saran-bürüyen) denir. Cehennem kelimesinin, “asık surat” manasına gelen  جَهْم  lafzından türediği söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Kur’an’ın üslubu inkârcıların tehdidi ve uyarılmalarının ardından, müminlerin ve gerçeği kabul edenlerin müjdelenmesinin takip etmesidir. 


 وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Amili  نَجْزِي’dir. Takdiri; جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.

Tezyîl cümlesidir. Yaptıkları şeylerin onları bu cezaya muhatap kıldığını ifade eder. (Âşûr)

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette cem’ ma’at-taksim sanatı vardır.

Son cümlede zamir makamında zahir isme iltifat edilerek onların zalim olduğu vurgulanmıştır.

Müşriklerin önceki ayette mücrim, burada zalim olarak vasıflandırılmaları Allah’ın ayetlerini yalanlamalarındandır.

Onların işledikleri cürüm hem cennete girmekten mahrumiyet hem de ateşle azaba uğramaya mûcib oluyor. Bu da onların yaptıklarının, cürümlerin ve zulümlerin en büyüğü olduğunu gösterir. (Ebüssuûd)


A'râf Sûresi 42. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


İman edip salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 امَنُوا inanan ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
5 لَا
6 نُكَلِّفُ yüklemeyiz ك ل ف
7 نَفْسًا hiç kimseye ن ف س
8 إِلَّا başkasını
9 وُسْعَهَا gücünün yettiğinden و س ع
10 أُولَٰئِكَ işte onlar
11 أَصْحَابُ halkıdır ص ح ب
12 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
13 هُمْ onlar
14 فِيهَا orada
15 خَالِدُونَ ebedi kalacaklardır خ ل د

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.  اٰمَنُوا  damme üzere  mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمِلُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la  اٰمَنُوا ’ye matuftur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ulun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُكَلِّفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

نَفْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  وُسْعَهَا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Cümle  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.  اُو۬لٰٓئِكَ, ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَصْحَابُ  haberdir.  الْجَنَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi  اَصْحَابُ’nun hali olarak mahallen mansubtur.

İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدُونَ  kelimesine müteallıktır.

خَالِدُونَ  kelimesi haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Bu cümle, aralarında kemali ittisal ve kemali inkita’ arasında olmak (mutavassıt) olması sebebiyle 40. ayetteki  اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا  cümlesine matuftur. Yani وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  demektir. İki cümlenin müsnedün ileyleri arasında tezad vardır. Biri ayetleri yalanlarken diğeri ayetlere iman etmiştir. Hükümler arasında da tezad vardır: Biri aab diğeri nimettir. Böylece zikredilenler arasında vehmi bir birlik vardır. Meani ilminde zikredilen fasıl ve vasıl hükümleri arasındadır. (Âşûr)

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

İsm-i mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Burada  عملو الصالحات  ibaresinin aslı  عملو الاعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazfedilmiş sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif vardır.

Salih amelin, imanın üzerine atfedilmesi onların birbirinden ayrı olduklarını gösterir.  (Beyzâvî)

نَفْساً  ’deki tenvin, kesret ve cins içindir.

لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ  cümlesi, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

İtiraz, konu ile direkt olarak alakası olmayan bir cümlenin araya girmesi sanatıdır. Itnâb babındandır.

Nefy  harfi  لَا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasrla cümle tekid edilmiştir. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat veya kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Yani “Biz sadece gücünün yettiğini yükleriz, başka bir şeyi değil.” demektir.

Kasr, fiil ile mef’ûl arasında olursa kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

“Kapasitesi dışında kimseyi sorumlu tutmayız.” cümlesi itiraz cümlesidir. Ebedi ahiret nimetlerine kavuşmanın kolaylığını beyan ve o nimetleri kazanmayı mûcib işleri yapmaya teşvik içindir. (Ebüssuûd)

Bu ayette  َالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  ifadesinin müteallakı yoktur. Adeta iman müminlerin lakabı olmuştur.  اُو۬لٰٓئِكَ  ikinci mübtedadır. Mu‘teriza olan  َ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ  cümlesi ise َالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  ile ikinci mübteda ile haber olan اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  ifadesinin arasına girmiştir. Bu da müminlere cennete girecekleri amellerin güçlerinin üzerinde olmayacağı ve bu amaçla işleyecekleri ameller konusunda kalplerinin mutmain olması gerektiği tesellisini vermektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifade eder.

Müsnedin, izafetle marife olması az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tazim içindir.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  [Cennet ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cennette kalışları arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  (cennet ashabı) ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kelimedir. Yine bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.

Bil ki Allah Teâlâ, vaîdini tamamlayınca onun peşisıra bu ayette vaadini getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette geçen  وُسْعَ  kelimesi, “insanın darlık ve sıkıntı halinde değil, genişlik ve rahatlık halinde yapabildiği şey” manasındadır. Bunun delili şudur: Muaz b. Cebel (r.a.), bu ayet hakkında, “(Bu, herkesi ancak) zoruna giden ile değil, kolayına gelen ile mükellef tutarız.” manasındadır. Takatin son noktası,  وُسْعَ  değil جهد diye adlandırılır.  وُسْعَ’ün, bütün gücü sarf etme manasında olduğunu zanneden, yanlışlık yapmıştır” demiştir.(Fahreddin er-Râzî)

اٰمَنُوا  fiilinin müteallikı zikredilmemiştir. Çünkü bu fiil hususi bir iman için lakab olmuştur. Allaha tevhid üzere inanmayı ifade eder. (Âşûr) 


هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Bu cümle, cennet ashabının hali olarak nasb mahallindedir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Faide-i haber inkârî kelam olan hal cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cennete has kılınmıştır.

Ayrıca  ف۪ي  harfinde tecrîd vardır. Cennetin derinliklerine, iç içe oluşuna delalet eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. 

خَالِدُونَ lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok, çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. Hal cümlesinin و’sız gelmesi, onların cennette kalışlarının, hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği, mesela: هذا اخوك عطوف “Bu, çok şefkatli kardeşindir.” cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman “و”sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu ayet ile önceki ayet arasında mukabele vardır.

اٰمَنُوا - عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Kâfirlerin kötü hallerinin beyanından hemen sonra müminlerin güzel hallerinin anlatılması ya da bunun tersi, Kur’an’ın bedî’ üsluplarındandır.

Onların, cennet halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

A'râf Sûresi 43. Ayet

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar akar. “Hamd, bizi buna eriştiren Allah’a mahsustur. Eğer Allah’ın bizi eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun, Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirmişler” derler. Onlara, “İşte yaptığınız (iyi işler) sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!” diye seslenilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَزَعْنَا ve çıkarıp atmışızdır ن ز ع
2 مَا ne varsa
3 فِي içinde
4 صُدُورِهِمْ göğüsleri ص د ر
5 مِنْ -den
6 غِلٍّ kin- غ ل ل
7 تَجْرِي akmaktadır ج ر ي
8 مِنْ
9 تَحْتِهِمُ altlarından ت ح ت
10 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
11 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
12 الْحَمْدُ hamdolsun ح م د
13 لِلَّهِ Allah’a
14 الَّذِي o ki
15 هَدَانَا lutfedip bizi getirdi ه د ي
16 لِهَٰذَا buraya
17 وَمَا
18 كُنَّا biz ك و ن
19 لِنَهْتَدِيَ (doğruyu) bulamazdık ه د ي
20 لَوْلَا eğer
21 أَنْ
22 هَدَانَا bizi getirmeseydi ه د ي
23 اللَّهُ Allah
24 لَقَدْ muhakkak
25 جَاءَتْ getirmişler ج ي ا
26 رُسُلُ elçileri ر س ل
27 رَبِّنَا Rabbimizin ر ب ب
28 بِالْحَقِّ gerçeği ح ق ق
29 وَنُودُوا onlara seslenildi ن د و
30 أَنْ
31 تِلْكُمُ işte size
32 الْجَنَّةُ cennet ج ن ن
33 أُورِثْتُمُوهَا o size miras verildi و ر ث
34 بِمَا karşılık
35 كُنْتُمْ ك و ن
36 تَعْمَلُونَ yaptıklarınıza ع م ل

Allah cennet ehlinin ruhlarını her türlü kötü duygulardan, bilhassa toplumsal sevgi ve kardeşliğin en büyük engellerinden olan kin ve öfkeden arındıracaktır. Bu sebeple cennet bir “barış ve esenlik yurdu” (bk. En‘âm 6/127; Yûnus 10/25) olacak; orada bulunanların ayaklarının altından cennet ırmakları akacak; onlar, ruhlarını arındıran, kendilerini cennetin güzelliklerine kabul buyuran Allah’a şükürlerini “Bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bize bahşetmeseydi biz kendiliğimizden elde edemezdik” diyerek dile getireceklerdir. Bu ruhanî arınmışlık ve cennet nimetleri kuşkusuz Allah’ın lutfudur. Fakat o lutfa ancak iman ve hayırlı işlerle liyakat kazanıldığı için Allah’a hamdeden cennet ehline “İşte size cennet. Yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık o size verildi” diye seslenilecektir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 527

 

Resûl-i Ekrem’in buyurduğuna göre, Cennet’e giren herkese ,daha cok sevinip şükretmesi için Cehennem’deki yeri gösterilecek ve kötü işler yapsaydi oraya gireceği kendisine hatırlatılacaktır. Cehennem’e giren herkese de , daha cok üzülüp pişman olamasi için Cennet’teki yeri gösterilecek ve iyi işler yapsaydı oraya gireceği söylenecektir. (Buhâri,Rikak 51).
Resûl-i ekrem başka bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

Riyazus Salihin, 1896 Nolu Hadis
Ebû Saîd ve Ebû Hureyre radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler cennete girince bir kimse şöyle seslenir: Siz cennette ebediyyen yaşayacak, hiç ölmeyeceksiniz; hep sağlıklı olacak, hiç hastalanmayacaksınız; hep genç kalacak, hiç yaşlanmayacaksınız; hep nimet ve mutluluk içinde yaşayacak, hiç keder ve sıkıntı çekmeyeceksiniz.”
(Müslim, Cennet 22. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 41) 

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  نَزَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ف۪ي صُدُورِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ غِلٍّ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ  cümlesi  صُدُورِهِمْ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهِمُ  car mecruru, تَجْرِي  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  هِمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْاَنْهَارُ  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin failidir.  

 

 وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا ‘dur.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

الْحَمْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır. Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  هَدٰينَا لِهٰذَا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

هَدٰينَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

لِهٰذَا  car mecruru  هَدٰينَا  fiiline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.

لِنَهْتَدِيَ  fiiline dahil olan  لِ, lâm-ı cuhûddur. Muzariyi gizli bir  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

أن  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  كُنَّا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

نَهْتَدِيَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُ  cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için gelmiştir,  هلا  yani “değil mi” manasındadır.

اَنْ  ve  masdar-ı müevvel, mahzuf haberin mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  لولا هداية الله لنا موجودة (Keşke bizde Allah’ın hidayeti olsaydı.) şeklindedir.

هَدٰينَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. 

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, لولا أن هدانا الله ما كنّا لنهتدي (Allah bize hidayet etmeseydi biz hidayete ermezdik.) şeklindedir.

نَهْتَدِيَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  هدي’dir.

İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 


لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ

 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  رُسُلٌ  fail olup lafzen merfûdur.

رَبِّنَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْحَقّ  car  mecruru  رُسُلُ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, جاؤوا متلبسين بالحق (Hak ile geldiler.) şeklindedir.


وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  نُودُٓوا  damme üzere meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  tefsir harfidir. İşaret ismi  تِلْكُمُ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  كُمُ  ise muhatap zamiridir.

الْجَنَّةُ  işaret isminden bedel veya sıfattır.

اُو۫رِثْتُمُوهَا  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere, mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اُو۫رِثْتُمُوهَا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

اُو۫رِثْتُمُوهَا  meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اُو۫رِثْتُمُوهَا  fiiline müteallıktır.

كُنْتُمْ  nakıs fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

نُودُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dur.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ

 

Ayetin ilk cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  cümlesine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَزَعْنَا  (çıkarıp attık) fiilinin mazi oluşu kesinlik ifadesi içindir. Henüz gerçekleşmemiş olayların mazi fiille ifade edilmesi, Kur’an’ın beyan özelliklerindendir.

نَزَعْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlün sılasının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ cümlesi, cennet ashabının hali olarak nasb mahallindedir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Hal cümlesinin  و ’sız gelmesi, altlarından ırmaklar akmasının, hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır.

Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği, mesela: هذا اخوك عطوف “Bu, çok şefkatli kardeşindir.” cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman “و”sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Kin manasındaki  غِلٍّ  kelimesi Kur’an’da üç yerde geçmiştir. İkisi aynı şekilde gelmiş, biri de dua olarak gelmiştir:  

رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذٖينَ سَبَقُونَا بِالْاٖيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فٖي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ 

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” (Haşr/10) 

Dünyada da kin ve nefret duygularından kurtulabilmek için bol bol istiğfar çekip bu duayı vird edinebiliriz.

Kin ne kadar insanı rahatsız eden bir şey ki cennetliklere verilecek şeylerin en başında göğüslerden kinin çıkarılması zikredilmiştir.

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ  [Kalplerindeki hasedi ve gizli kini çekip çıkardık] sözünde istiare vardır. Çünkü burada gerçek manada çekip çıkarılması mümkün olan bir şey bulunmamaktadır. O yüzden anlam gönüllerinde yer etmiş kini onlara unutturarak ve bu duyguların yerine güzel duygular var etmek suretiyle onların gönlündekini ortadan kaldırdık şeklindedir. Bazı müfessirler bunun anlamı konusunda şöyle demiştir: Cennet ehli derece yüksekliği ve üstün mertebelere ulaşma hususunda birbirine haset etmezler, buradaki  غِلٍّ  haset demektir. (Şerîf er-Radî) 

Burada nehirlerin inananların altından aktığı söylenmiştir. Halbuki başka pek çok yerde nehirlerin cennetin altından aktığı ifade edilmiştir. Burada değişik bir kullanım sözkonusudur. Altından nehir akması, otorite sahibi olmayı ifade eder. Yönetim ondadır. İstediğini elde eder. Firavun da kavmine şöyle diyordu: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Altımdan nehirler akmıyor mu?

Bu ayetten murad şudur: “Cennetliklerin dereceleri, kemâl ve noksanlıklarına göre farklı farklıdır, işte bundan dolayı Hakk Teâlâ onların kalplerinden hasedi silmiş atmıştır. Öyle ki daha düşük derecede olanlar, ileri derecede olanlara haset etmezler.” (Fahreddin er-Râzî) 

الغِلُّ  kelimesi; kin, nefret ve öfke demektir. Başkalarının yaptığı ameller dolayısıyla idrak ettiği ve hoşlanmadığı şeyler dolayısıyla hissettiği duygulardır. Haset;  غِلٍّ cinsinden değil, daha farklı bir hissiyattır. (Âşûr)


  وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ 

 

وَ ’la gelen cümle …تَجْر۪ي مِنْ  cümlesine matuftur.  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan …الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا  cümlesi  sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  الْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere müteallıktır.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي, lafza-i celâl için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Mevsûlün sılası  هَدٰينَا لِهٰذَا,  mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  هٰذَا  ile hidayete işaret edilmesi tazim ifade etmiştir. Mahsus şeyleri işaret etmekte kullanılan işaret isimleriyle burada olduğu gibi, akli şeylere işaret edilirse istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki mutlak tahakkuktur.

وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ  cümlesi mekulü’l-kavle matuf veya haldir.  وَ ’ın istînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Menfi  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Lâm-ı cuhûd sebebiyle masdar tevilindeki  لِنَهْتَدِيَ  cümlesi, كان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Onların yeminle teyit ettikleri sözleri de Peygamberlerin getirdiklerine iman etmiş olmalarından dolayı duydukları iftihar ve sevinci ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

Bu cümle Cennetteki hallerini açıklayan bir itiraz cümlesidir. Nâr ehlinin azabını açıklayan itiraz cümlesinin mukabilidir. (Âşûr)


لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ


Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  لَوْلَٓا ’nın, takdiri  ما كنّا لنهتدي [biz hidayete ermezdik] olan cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَنْ  ve akabindeki  هَدٰينَا اللّٰهُۚ cümlesi masdar teviliyle,  mahzuf haber için mübteda konumundadır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Cümlede müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz ve teberrük içindir.


 لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ

 

وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  

قَدْ  ve  لَ  ile tekid ifade edilen cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

رُسُلُ رَبِّنَا  izafetinde, Rabb isminin muzâfun ileyhi olan  نَا  zamiri ve Rabb ismine muzâf olan  رُسُلُ, şan ve şeref kazanmıştır.

رَبِّنَا  izafeti, mütekellimin Allah Teâlâ’ya yakın olma ve rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret eder.

Muhatabın Resulü inkâr etmemesine rağmen bu fiilin kasem lâm’ı ve  قَدْ  ile tekid edilmesi, ya nimete kavuştukları zaman resulun kendilerine vadettiği nimetin aynısı olduğu için yaşadıkları hayret ve mutluluk içindir ya da Allah ve Resulüne sena içindir. (Âşûr)

 

 وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

وَ  ’la gelen cümle istînâfa veya …قَالُوا ’ya matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede fiilin meçhul binası, mef’ûle dikkat çekme amacına matuftur.

اَنْ, nida ile ilgili tefsiriye veya muhaffefe  أن ’dir. Akabindeki …تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا  şeklindeki isim cümlesinde, müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifade eder. Haberin mazi fiille gelmesi ise hudûs ve hükmü takviye ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve sılası olan isim cümlesi  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ, başındaki harf-i cerle birlikte, masdar teviliyle  اُو۫رِثْتُمُوهَا  fiiline müteallıktır.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

هَدٰينَا - لِنَهْتَدِيَ  ve  كُنْتُمْ - كُنَّا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كُنْتُمْ - مَا كُنَّا  kelimeleri arasında tıbak-ı selb sanatı vardır.

Farklı manalardaki  اَنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Varis kılınmak; hiç emek çekmeden kavuşmayı ifade eder. Demek ki cenneti aslında biz çalıştıklarımızla kazanmıyoruz. Din de bize mirastır.

[İşte yaptığınız şeyler sebebiyle sizin varis olduğunuz cennet budur] sözü de bir bakıma açık istiaredir. Çünkü miras bir kimsenin ölümünden sonra onun mülkünden hak edinme yoluyla diğer bir insana intikal eden maldır. Kasas Suresi, 58; Âl-i İmran Suresi, 180 gibi ayetlerde Allah’ın yarattıklarına varis olarak nitelenmesi ise mecazdır. Bu mecaz ile anlatılmak istenen şudur: Allah yarattıklarının fani olmalarından göğünün ve yerinin yıkılmasından sonra bakī kalacak olandır. Bu istiarede şöyle düşünülür: Bu müminler dünya yurdunda mükafat ve sevabı hak etmelerini sağlayan ameller yapınca, bu da onlara sadece ahiret yolundaki cennette sağlanabileceği için sanki cennete girmeyi hak etmiş olurlar. Bu sebeple cennet başka bir kavmin ikamet edip göçmesinden sonra müminlerin ikametgahı olmasa bile “müminlere miras kılınma” ile nitelenmesi güzel olmuştur.

Allah isminin telezzüz ve tazim için yapılan tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu hitap ya Allah ya da meleklerdendir. Uygun olan, nida edenin Allah Teâlâ olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî) 

Bu,  أنَّ  edatından hafifletilerek yapılan  أنْ  olup  أنَّهُ  takdirindedir ve bu zamir, “şan” içindir. Buna göre kelamın takdiri şöyledir:  نُودُوا بِاَنَّهُ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ

Bana göre en doğrusu, bu  أنْ  edatının, nidanın “tefsiriyye”si olmasıdır. Buna göre ifadenin takdiri,  وَنُودُوا اَىْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ  şeklindedir. Bu meânî alimlerinin görüşü olup buna göre mana, “Tıpkı miras malının mirasçılara geçişi gibi cennet de sizin elinize geçti.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

بِما كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ifadesindeki  بِ  harfi, sebebiyyedir. Yani amelleri sebebiyle demektir. Bu ameller de iman ve salih ameldir. Bu kelam Allah Teâlâ'nın amelleri sebebiyle onları methetmesi ve teşekkür etmesidir. (Âşûr)

 
Günün Mesajı

Kin manasındaki gıll kelimesi Kur’ân’da üç yerde geçmiştir. İkisi aynı şekilde gelmiş, biri de dua olarak gelmiştir.

Rabbimiz inananlara karşı göğsümüzde kin bırakma! (Haşr/10)

Dünyada da kin ve nefret duygularından kurtulabilmek için bol bol istiğfar çekip bu duayı vird edinebiliriz. Kin ne kadar insanı rahatsız eden bir şey ki, cennetliklere verilecek şeylerin en başında göğüslerden kinin çıkarılması zikredilmiştir. O halde bu duygudan kurtulmaya çalışalım. Herkesi affetmeyi alışkanlık haline getirelim. Bunun için Haşr/10 ayetini bol bol okuyalım. رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟

Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin. (Haşr/10)


Sayfadan Gönüle Düşenler

Hayal dünyanın kapılarını aç. Nihai hedefe ulaşacağın günü düşün.

Şeytanın ve dostlarının çağırdığı batıl yoldakine bak. ‘Ateşe girin.’ emrine dahil olduğunu öğrenenin dehşetini düşün. Şefkat arasa yok, merhamet dilense yok. Suçunun ağırlığını hafifletmek için gözleri suç atacak birini arıyor. Kulakları, meleklerin ve insanların lanetlemeleriyle tıkanıyor. Ağırlaşmış ruhuyla, sol elindeki kitabıyla ve kararmış yüzüyle, Cehennem kapılarından geçmek istemeyene bak. Bir umut ışığı ararken devenin iğne deliğinden geçmesi misalini hatırlayarak çaresizliğe hapsolanın ağlama sesini duy. Boşa yaşanmış hayatın pişmanlığı altında ezilenin halinden ve o hale sebeplerden uzaklaş, uzaklaşabildiğin kadar.

Rabbinin ve elçilerinin çağırdığı doğru yoldakine bak. ‘İşte Cennet!’ müjdesinin sevinciyle dolan gönlü düşün. Meleklerin ve insanların selamıyla dolan kulaklarını dinle. Gözünü nereye çevirirse çevirsin, nurla karşılaşmasını gör. Hafiflemiş ruhuyla, sağ elindeki kitabıyla ve tebessümle aydınlanmış yüzüyle, Cennet kapılarından geçerken ki mutluluğunu hisset. Ne dünyanın, ne de dünyada yaşadıklarının yükü beraberinde değil artık. Yaşadığı hiçbir şeyin boşa gitmediğini gerçek manada idrak ettiği ana şahit ol. Ne tasa, ne üzüntü, ne de pişmanlık kırıntısı arasan yok. Huzuru, her zerresini doldururcasına soluyanın haline ve o hale sebep olanlara yaklaş, yaklaşabildiğin kadar.

Yüzü aydınlananlardan,
Meleklerin ve insanların selamını işitenlerden,
Hafifleyenlerden,
‘İşte Cennet!’ diye müjdelenenlerden,
Cennet nimetlerinden nasiplenenlerden ve ‘Bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamd olsun’ diyenlerden olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji