بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنَادَىٰ | ve seslendi |
|
2 | أَصْحَابُ | halkı |
|
3 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
4 | أَصْحَابَ | halkına |
|
5 | النَّارِ | ateş |
|
6 | أَنْ | ki |
|
7 | قَدْ | muhakkak |
|
8 | وَجَدْنَا | biz bulduk |
|
9 | مَا | şeyi |
|
10 | وَعَدَنَا | bize va’dettiğini |
|
11 | رَبُّنَا | Rabbimizin |
|
12 | حَقًّا | gerçek |
|
13 | فَهَلْ | mu? |
|
14 | وَجَدْتُمْ | siz buldunuz |
|
15 | مَا | şeyi |
|
16 | وَعَدَ | size va’dettiğini |
|
17 | رَبُّكُمْ | Rabbinizin |
|
18 | حَقًّا | gerçek |
|
19 | قَالُوا | dediler |
|
20 | نَعَمْ | evet |
|
21 | فَأَذَّنَ | ve seslendi |
|
22 | مُؤَذِّنٌ | bir ünleyici |
|
23 | بَيْنَهُمْ | aralarından |
|
24 | أَنْ | diye |
|
25 | لَعْنَةُ | la’neti |
|
26 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
27 | عَلَى | üzerine olsun |
|
28 | الظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
Yukarıdaki âyetlerde inkâr ve isyanda direnenlerin “cehennem ehli”, inananların da “cennet ehli” oldukları, her iki zümrenin yaptıklarının karşılığını âhirette bulacakları bildirildikten sonra 44 ve 50. âyetlerde iki zümre arasında, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir iletişimden bahsedilmekte, bu suretle âhiretle ilgili vaad ve tehditlerin gerçekliği, farklı bir anlatımla bir defa daha vurgulanmaktadır.
Her ne kadar bütün inkârcılar cehenneme atılacaksa da, burada insanları Allah yolundan alıkoyma ve bu dosdoğru yolu eğri büğrü göstermeye kalkışma suçunun özellikle zikredilmesi, ayrıca bunu yapanların “zalimler” diye nitelendirilmesi oldukça önemlidir. Bu bilgiler bize, ilâhî dine, onun öğretilerine, kutsal değerlerine, kurumlarına ve bağlılarına karşı kin ve düşmanlık besleyen; duruma göre yalan, iftira, hakaret, hile, tehdit, fiziksel şiddet ve baskı gibi haksız ve zalimce yöntemlere başvurarak insanların İslâm’ı ve onun ilkelerini benimsemelerine engel olan; bedenî, ilmî, malî, sosyal ve siyasî gücünü hak dine karşı kullanıp onunla ilgili şüpheler uyandırmaya, onu zaafa düşürmeye, zararlı göstermeye kalkışan “zalimler”in, lânete uğramayı yani Allah’ın rahmet ve inâyetinden büsbütün mahrum kalmayı gerektiren bir suç işlediklerini göstermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 530
Hz.Peygamber (s.a.s), Bedirden ayrılacağı gece, müşrik ölülerinin atıldığı kuyuya doğru yürüdü. Sahabiler de peşinden yürüdüler. Sonunda kuyunun kenarına gelerek durdu: “Ey kuyuya atılanlar!” diye seslendi. Sonra onların isimlerini babalarının isimleriyle birlikte birer birer saydıktan sonra:
“Sizler peygamberinize karşı ne kötü bir topluluktunuz! Sizler beni yalanladınız, başkaları ise beni tasdik edip doğruladılar. Siz beni yurdumdan çıkardınız, başkaları ise bana kucak açtılar. Siz benimle çarpıştınız, başkaları ise bana yardım ettiler. Şimdi Rabbinizin vaad etmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin bana vaad etmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş buldum” buyurdu.
Müslümanlar bu konuşmaya şaşırdılar. Hz.Ömer (r.a), “Ya Resulallah! Şu cansız cesetlere ne diye konuşursun?” deyince Hz. Peygamber, “Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Ama onlar bana cevap vermeye güç yetiremiyorlar!” buyurdu.
(Buhâri,Cenâiz 86,Megâzi 8).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَادٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَصْحَابُ fail olup lafzen merfûdur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَصْحَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ tefsiriyye harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası وَعَدَنَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
وَعَدَنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رَبُّنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَقاًّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
نَادٰٓى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dır.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ
فَ atıf harfidir. هَلْ istifham harfidir. وَجَدْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
وَعَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
رَبُّكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَقاًّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Birinci mef’ûlun bih hazfedilmiştir. Takdiri; وعدكم أو وعدنا (Size vadetti veya vadettik.) şeklindedir.
قَالُوا نَعَمْۚ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli cevap harfidir. نَعَمْ cevap harfidir. Cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri; نعم قد وجدنا ذلك (Evet, böyle bulduk.) şeklindedir.
فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اَذَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُؤَذِّنٌ fail olup lafzen merfûdur.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, اَذَّنَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ tefsiriyye harfidir. لَعْنَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَى الظَّالِم۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. الظَّالِم۪ينَ’nin cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
مُؤَذِّنٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْ, tefsiriyye veya muhaffefe أن ’dir. Akabindeki قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ şeklindeki fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ cümleyi tekid etmiştir.
وَجَدْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası وَعَدَنَا رَبُّنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
وَجَدْنَا fiilinin ikinci mef’ûlü olan حَقاًّ ’daki tenvin, tazim ve nev ifade eder.
اَنْ قَدْ وَجَدْنَا sözündeki اَنْ nida için tefsiriyyedir. (Âşûr)
Cennet ehli, kendi halleri ile ferahlanmak ve cehennem ehlini üzmek için bu sözleri söyleyecekler, yoksa sadece kendi hallerini haber vermek ve muhatapların halini öğrenmek için değil. Onlar şöyle diyecekler:
- Biz, Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk; bu büyük nimetlere eriştik; siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu?
Onlar da:
- Evet! Biz de bize vadedilen azabı gerçek bulduk diyecekler. (Ebüssuûd)
فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ
فَ atıf harfi ile gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fakat gerçek manada soru kastı taşımayan kelamda mütekellimin amacı, muhatabı kınamaktır. Bu nedenle cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca muhatabın cevabının belli olduğu soruda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّ cümlesindeki istifham, lüzum alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)
Bu cümlenin haber manalı olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ cümlesiyle وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَق cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Cennetliklerin cehennemliklere bu sözü söylemiş olmasının sebebi, onların kendi hallerinden memnuniyetlerini ifade etmek, cehennemliklerin kötü halleriyle dalga geçip onları daha fazla gam ve kedere gark etmek ve bu ifadeleri dinleyenler için bunun bir lütuf olmasıdır.
Şayet وَعَدَنَا رَبُّنَا [Rabbimizin bize vadettiği] ifadesinde olduğu gibi, مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ
yerine, مَا وَعَدَكُمْ رَبُّكُمْ (Rabbinizin size vadettiği) denilseydi olmaz mıydı?” dersen şöyle derim: “Rabbimizin bize vadettiği” ifadesinin delaleti sebebiyle ifadeyi hafifleştirmek için bu hazfedilmiştir. Birinin şöyle demesi de mümkündür: İfadenin mutlak kullanılmış olması, Allah’ın diriliş, hesap, sevap-ceza ve diğer kıyamet ahvalini kapsayan bütün vaatlerini içine alması içindir; çünkü bunların tamamını yalanlamaktaydılar. Ayrıca vadedilen şeylerin tamamı, hoşlarına gitmeyecek şeylerdir, cennet ehlinin nimetleri de cehennemlikler için tamamen azaptır. Bu sebeple ifade (“ كُمْ ,size” kaydı konulmadan) mutlak olarak kullanılmıştır. (Keşşâf)
قَالُوا نَعَمْۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. نَعَمْۚ, takdiri نعم قد وجدنا ذلك [Evet, böyle bulduk] olan cümlenin yerindedir.
نَعَمْ ile بَلٰى arasındaki fark: Sîbeveyhi, نَعَمْ (evet) kelimesi, bir vaat ve bir tasdiktir demiştir. Sîbeveyhi’nin bu sözünü açıklayanlar şöyle demişlerdir: Bunun manası şudur: Bu kelime, bazen bir şeyi vadetmek için bazen de tasdik etmek için kullanılır, Yoksa bunun manası: نَعَمْ aynı anda hem vaat hem de tasdik ifade eder, demek değildir. Bir kimse “Bana veriyor musun?” dediğinde, öteki, “evet (نَعَمْ )” derse bu bir vaat olup bunda bir tasdik manası bulunmaz. Yine bir kimse, “Şöyle şöyle oldu…” dediğinde, sen de “Evet (نَعَمْ ) doğru söylüyorsun…” dersen, bunda bir vaat manası bulunmaz. Zeyd, kalkıyor mu? ifadesinde olduğu gibi müspet bir ifade kullanıp birşeyi sorduğunda, karşısındaki “Evet (نَعَمْ)” der. Eğer menfi bir ifade ile “Zeyd, kalkmıyor mu?” şeklinde sorulursa, sen de: “نَعَمْ (evet), kalkmıyor” diye değil, “ بَلٰى (evet, kalkıyor)” diye cevap verirsin. O halde نَعَمْ kelimesi, müspet ifadelerin cevabında; بَلٰى kelimesi ise menfi ifadelerin cevabında kullanılır.
Nitekim Cenab-ı Hakk da: اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ [ (Allah), Ben sizin Rabbiniz değil miyim?] dedi,onlar da: قَالُوا بَلٰىۚۛ [Evet, (Rabbimizsin) dediler.] (Araf Suresi, 172) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Ayetin son cümlesindeki فَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْ tefsir harfidir. Tefsiriyye olan لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ cümlesinde müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ ‘nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَعْنَةُ اللّٰهِ izafeti muzâfun tazimi içindir.
Henüz gerçekleşmemiş olayların mazi fiil sıygasıyla ifade edilmesi, Kur’an’ın beyan üsluplarındandır.
Fiillerde gerçekleşen bir diğer istiare şekli de mazi ve muzari fiillerin birbiri yerine kullanılmasıdır.
النَّارِ - الْجَنَّةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَعَدَنَا - وَعَدَ ve اَذَّنَ - مُؤَذِّنٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَبُّ - حَقاًّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الظَّالِم۪ينَ ile kastedilen, Allah yolundan yüz çeviren müşriklerdir. (Âşûr)اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri; هم şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَبْغُونَهَا عِوَجاً cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur.
يَبْغُونَهَا fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
عِوَجاً hal olup fetha ile mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal, (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بِالْاٰخِرَةِ car mecruru كَافِرُونَ’ye müteallıktır. كَافِرُونَ haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ
İstinafiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَلَّذ۪ينَ, takdiri هُمْ olan mahzuf mübtedanın haberidir. İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
Aynı üslupta gelen وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ cümlesi sılaya وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَلَّذ۪ينَ; sonrasında gelen fiilin onlarda yerleştiğine delalet eder.
وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ sözünde sözünde istiare vardır. Çünkü Allah’ın yolu, onun dini demektir. Buna göre dinde sapma noktaları ararlar sözü “Açık ve boş noktalar bulmaya çalışırlar”, “O doğru değil eğri büğrü bir yoldur” diye şüpheler vehmettirirler demektir. (Şerîf er-Radî)
يَبْغُونَهَا sözündeki müennes zamir سَبِيلِ اللَّهِ’ye aittir. Çünkü السَّبِيلَ kelimesi müennes de müzekker de kullanılır. Allah Teâlâ; قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي (Yusuf Suresi, 108) ve وإنْ يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا (Araf Suresi, 146) buyurmuştur. (Âşûr)
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ
Ayetin son cümlesi istînâf cümlesine matuf veya haldir.
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِالْاٰخِرَةِ, amili olan كَافِرُونَۜ ’ye, önemine binaen takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَ sözünde, isim cümlesi yoluyla küfürlerinin sübut ve temekkün ettiği ifade edilmiştir. (Âşûr)وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَبَيْنَهُمَا | iki taraf arasında |
|
2 | حِجَابٌ | bir perde (vardır) |
|
3 | وَعَلَى | ve üzerinde |
|
4 | الْأَعْرَافِ | A’raf |
|
5 | رِجَالٌ | erkekler (vardır) |
|
6 | يَعْرِفُونَ | tanıyan |
|
7 | كُلًّا | hepsini |
|
8 | بِسِيمَاهُمْ | yüzlerindeki işaretleriyle |
|
9 | وَنَادَوْا | ve seslendiler |
|
10 | أَصْحَابَ | halkına |
|
11 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
12 | أَنْ | diye |
|
13 | سَلَامٌ | selam olsun |
|
14 | عَلَيْكُمْ | size |
|
15 | لَمْ |
|
|
16 | يَدْخُلُوهَا | cennete girmemiş |
|
17 | وَهُمْ | fakat onlar |
|
18 | يَطْمَعُونَ | beklemektedirler |
|
Sözlükte hicab kelimesi “perde” demek olup burada cennetle cehennem veya cennet ehliyle cehennem ehli arasındaki bir engeli ifade eder. Fahreddin er-Râzî, hicabın “Ve hemen aralarına kapısı da olan bir duvar çekilir …” (Hadîd 57/13) meâlindeki âyette geçen “sur” anlamını ifade ettiğini belirtmiştir (XIV, 86). Sözlükte “Yüksek mekân, her şeyin en yüksek noktası” anlamındaki a‘râf ise cennetle cehennem arasındaki bir yerin adıdır. Tefsirlerde cennet ve cehennemin yerleri, birbirine uzaklıkları, cennettekilerle cehennemdekilerin birbirlerine seslerini nasıl duyurdukları, cennetle cehennem arasındaki “sur” ile “perde” ve “a‘râf”ın mahiyeti, a‘râftakilerin kimler olduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de âhiret meselelerini akıl ve tecrübeye dayanarak açıklayıp çözümlemek mümkün olmadığı için bu konularda sadece nassın verdiği bilgilerle yetinip bunların gerçek olduğuna iman etmek, hakikat ve mahiyetinin ne olduğunu ise Allah’ın ilmine havale etmek en uygun tutumdur. Mümin için önemli olan, âhiretin hak olduğu, orada mutlak, kesin ve en adaletli bir şekilde herkesin yargılanacağı, sonuçta iyilerin cennetle ödüllendirileceği, kötülerin cehennemle cezalandırılacağıdır.
Âyetteki bilgilere göre â‘râfta bulunacak olanların bir kısmı, iyileri de kötüleri de simalarından tanıyacak kadar yetkinlik sahibi kimselerdir. Bunlar, ya dereceleri nisbeten düşük olduğu veya üstün dereceli olmakla birlikte, herkesin gözetlenip teşhis edilebileceği a’râf denilen yüksek yerde bir süre bekleyerek iyileri ve kötüleri birbirinden ayırmakla görevlendirildikleri için orada bekleyecekler; cennet ehline esenlik dileyecek, başlarını cehennem ehline çevirince de kendilerini onlarla birlikte bulundurmaması için Allah’a niyaz edeceklerdir.
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 531
طَمَعٌ Nefsin, bir şeyi ona olan şiddetli arzusu sebebiyle şehvetle arzulamasıdır. Genellikle hevâdan kaynaklandığı için şöyle denmiştir: Tamah bir kirdir/kötü bir huydur ve rezillik sebebidir. Türkçede menfi anlamda kullanılmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli tamah etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
حَجْبٌ ve حِجابٌ herhangi bir şeye ulaşılmasına engel/mani olmaktır. Âraf/46 ayeti kerimesindeki حِجابٌ sözcüğünden maksat, birbirlerini görmelerini engelleyecek bir hicâb değildir. Bilakis burada Allah-u Teala yalnızca cennetliklerin tattıkları lezzetin cehennemliklere, cehennemliklerin çektiği eziyetin de cennetliklere ulaşmasını engelleyecek bir hicabı kasdetmektedir. Ayrıca Yüce Allah buyurur ki: Şura, 42/51 وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ yani ‘ konuştuğu ve ulaştırdığı kimsenin kendisini göremeyeceği bir yerden…’
Her iki kaşa da حاجِبانِ denmesinin nedeni gelebilecek zararlı şeyleri engellemede gözler için birer hâcib olmalarındandır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hicap ve mahcuptur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. بَيْنَـهُمَا mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حِجَابٌ muahhar mübtedadır.
وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ
وَ atıf harfidir. عَلَى الْاَعْرَافِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. رِجَالٌ muahhar mübtedadır.
يَعْرِفُونَ fiili رِجَالٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْرِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
كُلاًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
بِس۪يمٰيهُمْ car mecruru يَعْرِفُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نَادَوْا mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَصْحَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ tefsiriyye harfidir. سَلَامٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
لَمْ يَدْخُلُوهَا cümlesi نَادَوْا’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.
لَمْ muzari fiili cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَدْخُلُوهَا fiili نَ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَطْمَعُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَطْمَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
نَادَوْا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dır.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ
Mübtedanın haberi olan وَبَيْنَـهُمَا’nın mübtedaya takdim edilmesi, cennet ile cehennem arasındaki orta bir mekânın ihtimamı ve şanı hakkında zikredilen şeyler dolayısıyladır. Bu sebeple mübtedanın nekre olması da uygundur. Ayrıca mübteda olan حِجَابٌۚ kelimesinin tenkiri tazim içindir. (Âşûr)
بَيْنَـهُمَا’deki zamir ونادى أصْحابُ الجَنَّةِ أصْحابَ النّارِ (Araf Suresi, 44) sözündeki cehennem ve cennet lafızlarına aittir. (Âşûr)
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. بَيْنَـهُمَا mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan حِجَابٌۚ ’daki tenvin nev ve tazim ifade eder. Aynı üslupta gelen وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ cümlesi makabline matuftur. رِجَالٌ ’un nekre gelişi nev içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlesi رِجَالٌ için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Araftakiler cennet ve cehennem ashabını yüzlerinden tanırlar. Araftakiler; iyilikleri ve kötülükleri eşit olup nereye girecekleri henüz belli olmayanlar kişilerdir.
حِجَابٌۚ kelimesi nekre olarak gelerek bunun bizim bilmediğimiz bir örtü olduğuna ve tazimine işaret eder.
الْاَعْرَافِ’deki marifelik ahd içindir.(Âşûr)
الْاَعْرَافِ - يَعْرِفُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ yani cennet ve cehennem arasında ya da iki grup arasında bir “perde” vardır. Bu perde, [aralarında bir sur çekilir] (Hadid Suresi, 13) ayetinde ifade edilen surdur. وَعَلَى الْاَعْرَافِ [onun arafı üzerinde] yani -cennet ile cehennem arasına çekilen surdan ibaret olan- perdenin اَعْرَافِ yüksek kısmı [üzerinde de] ‘عرفِ ,اَعْرَافِ ’un çoğuludur […her birini simalarıyla tanıyan] yani mesut olanların ve bedbaht olanların hepsini alametlerinden tanıyan -ki Allah kendilerine bu alametleri bildirmiş, ilham etmiş ya da melekler onlara öğretmiştir- “adamlar vardır.” Bunlar Müslümanlardan olup, amellerindeki kusurlar sebebiyle cennete en son girenlerdir. Adeta Allah’ın emrini beklemekte ve Allah cennete girmelerine izin verinceye kadar cennet ile cehennem arasında tutulmaktadırlar. (Keşşâf)
وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا
يَعْرِفُونَ cümlesine matuf bu cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ tefsir harfidir. Mübteda ve haberden müteşekkil سَلَامٌ عَلَيْكُمْ, tefsiriyye cümlesidir. عَلَيْكُمْ ’un müteallakı olan haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَمْ يَدْخُلُوهَا cümlesi نَادَوْا fiilinin failinden haldir. Hal, ıtnâb sanatıdır.
وَهُمْ يَطْمَعُونَ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin fasılası sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | صُرِفَتْ | çevrildiği |
|
3 | أَبْصَارُهُمْ | gözleri |
|
4 | تِلْقَاءَ | tarafına |
|
5 | أَصْحَابِ | halkı |
|
6 | النَّارِ | ateş |
|
7 | قَالُوا | dediler |
|
8 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
9 | لَا |
|
|
10 | تَجْعَلْنَا | bizi bulundurma |
|
11 | مَعَ | beraber |
|
12 | الْقَوْمِ | toplulukla |
|
13 | الظَّالِمِينَ | zalim |
|
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صُرِفَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صُرِفَتْ meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
اَبْصَارُهُمْ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تِلْقَٓاءَ mekân zarfı, صُرِفَتْ fiiline müteallıktır. اَصْحَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı لَا تَجْعَلْنَا’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَجْعَلْنَا fiili meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَعَ mekân zarfı, تَجْعَلْنَا fiiline müteallıktır. الْقَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ’nin sıfatı olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. Ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. Aynı zamanda muzâfun ileyh olan şart cümlesi صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi olan …قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَصْحَابِ kelimesinin kökü صحب’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi ifadesinde de aynı kök kullanılır. Bir şeye sahip olmak şeklinde de kullanılır. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir. Bu ayette اَصْحَابِ النَّارِۙ derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.
اَصْحَابِ النَّارِۙ ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır. Yani kâfirler de yakar, yıkar, yok ederler. Cehennemde kalışları arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir.
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ [Gözleri, bakışları nâr ashabının tarafına çevrildiği vakit] sözü cennet ehline isteyerek veya kendi arzularıyla baktıklarını bildirir. Cehennem ehline bakmaları ise kendi arzularıyla değildir.
Ayetin sonunda zulümle vasıflandırılmaları onlar için azabı gerektiren sebebin sadece kötü hal değil, aynı zamanda zulüm olduğunu gösterir. (Ebüssuûd)
الصَّرْفُ; bir mekândan ayrılık halidir. Burada mecaz veya istîare yoluyla yönelmek manasındadır. (Âşûr)وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنَادَىٰ | ve seslendiler |
|
2 | أَصْحَابُ | halkı |
|
3 | الْأَعْرَافِ | A’raf |
|
4 | رِجَالًا | birtakım adamlara |
|
5 | يَعْرِفُونَهُمْ | tanıdıkları |
|
6 | بِسِيمَاهُمْ | yüzlerinden |
|
7 | قَالُوا | dediler ki |
|
8 | مَا |
|
|
9 | أَغْنَىٰ | hiçbir yarar sağlamadı |
|
10 | عَنْكُمْ | size |
|
11 | جَمْعُكُمْ | topluluğunuzun |
|
12 | وَمَا | ne de |
|
13 | كُنْتُمْ | size |
|
14 | تَسْتَكْبِرُونَ | büyüklük taslamanız |
|
Dünyanın bütün azgın ve despotları, toplayıp biriktirdikleri servetlerinin ve emri altına aldıkları adamlarının çokluğundan cesaret alır; bu iki gücün verdiği cüretle hem gerçeği kabul etmeyi kendilerine yediremez hem de insanları küçük görür, kibir ve azamet duygusunun esiri olurlar; bu yüzden yoksul ve kimsesiz olan inançlı ve dürüst insanların, Allah’ın rahmet ve sevgisini kazanacak düzeyde değer taşıyacaklarına da inanmazlar. A‘râftaki o güzide topluluk, bu gafillerin ebedî hayatlarını mahveden büyük yanılgılarını kendilerine hatırlatırken, onların küçümsediği müminlere de cenneti ve oradaki mutlu hayatı müjdelerler.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 531
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَادٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَصْحَابُ fail olup lafzen merfûdur. الْاَعْرَافِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
رِجَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَعْرِفُونَهُمْ fiili رِجَالاً’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْرِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِس۪يمٰيهُمْ car mecruru يَعْرِفُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَادٰٓى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dır.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَغْنٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
عَنْكُمْ car mecruru اَغْنٰى fiiline müteallıktır. جَمْعُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte جَمْعُكُمْ ’deki sarih masdara müteallıktır.
كُنْتُمْ nakıs fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَسْتَكْبِرُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
تَسْتَكْبِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَسْتَكْبِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade eden يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ cümlesi, رِجَالاً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ sözündeki marifelik 46. ayette geçen وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ sözünün karinesiyle ahd içindir. (Âşûr)
رِجَالاً ’deki tenvin tazim ifade eder.
Fiillerde gerçekleşen bir diğer istiare şekli de mazi ve muzari fiillerin birbiri yerine kullanılmasıdır.
Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
الْاَعْرَافِ - يَعْرِفُونَهُمْ arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
مَٓا ‘lar arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Biri olumsuzluk, biri ism-i mevsûl olarak gelmiştir.
Cenab-ı Hakk, “Gözleri, ehl-i cehennem tarafına çevrildiği zaman, Rabbimiz .... dediler.” (Araf Suresi, 47) şeklinde beyan buyurmasını müteakip yine bunun peşinden, Araftakilerin, cehennemliklerden bazı adamlara sesleneceklerini bildirmiş, ama cehennemlikleri zikretmemiştir. Çünkü zikredilen söz ancak onlara uygun düşmektedir. Bu da onların, “Ne çokluğunuz ne de devam etmekte olduğunuz büyüklenmeniz, size hiçbir fayda vermedi.” sözleridir. Bu söz ise ancak tevbih eden (ayıplayan) ve azarlayan kimseye uygundur ve yine ancak onların ekâbirlerine (büyüklerine, ileri gelenlerine) yakışır. Ayetteki “çokluk”tan murad ya mal bakımından çokluktur veya sayıca ve toplulukça olan çokluktur. Ayetteki “büyüklenme”den maksat, onların hakkı (hak dini) kabul etmekten büyüklenip geri durmaları ve hak ehli olan insanlara karşı büyüklük taslamalarıdır. Bu kelime, كَثْرَة (çokluk) masdarından olarak, تَسْتَكْثِرون (çokluk taslamak) şeklinde de okunmuştur. Bu adeta, bu muhatapların ikâba düşmelerine Araf ehlinin sevineceğine ve bu söz sebebi ile o muhataplar için ne büyük bir azarlamanın hasıl olacağına delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
Fasılla gelen cümle, beyanî istînâf veya nida cümlesinin tefsiridir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car mecrurun önemine binaen takdimi söz konusudur.
Masdariye olan مَا ve akabindeki كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ cümlesi, masdar teviliyle, sarih masdar kalıbındaki جَمْعُكُمْ ’a matuftur.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Mal, cemaat, akraba ve kavmin çokluğu gibi bu dünyada kibirlenmeye vesile olan şeylerin o gün hiç bir faydası yoktur. O halde o gün fayda verecek olan amellere yönelelim.
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَهَٰؤُلَاءِ | bunlar mıydı? |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | أَقْسَمْتُمْ | yemin ettiğiniz |
|
4 | لَا |
|
|
5 | يَنَالُهُمُ | onları erdirmeyecek diye |
|
6 | اللَّهُ | Allah |
|
7 | بِرَحْمَةٍ | hiçbir rahmete |
|
8 | ادْخُلُوا | girin |
|
9 | الْجَنَّةَ | cennete |
|
10 | لَا | yoktur |
|
11 | خَوْفٌ | korku |
|
12 | عَلَيْكُمْ | artık size |
|
13 | وَلَا | ve değilsiniz |
|
14 | أَنْتُمْ | siz |
|
15 | تَحْزَنُونَ | üzülecek de |
|
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ
Hemze istifham harfidir. İsm-i işaret olan هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَقْسَمْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَقْسَمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Kasemin cevabı لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ’dur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنَالُهُمُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. بِرَحْمَةٍ car mecruru يَنَالُهُمُ fiiline müteallıktır.
بِ harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr)
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَقْسَمْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi قسم ’dır.
İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ
Mukadder fiilin mekulü’l-kavlidir. Takdiri; قال الله لهم : ادخلوا الجنّة (Allah onlara cennete girin dedi.) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. اُدْخُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْجَنَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ cümlesi اُدْخُلُوا’daki failin hali olarak mahallen mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَوْفٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
لَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir.
لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
تَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. تَحْزَنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle fasılla gelmiştir. Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim ifade eder. Müsned, ism-i mevsûlle gelerek bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasını belirtmesi yanında, sonradan gelen habere dikkat çekmiştir.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası اَقْسَمْتُمْ, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍ şeklindeki cevap cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Burada işaret edilenler, kâfirlerin dünyada hakir gördükleri ve cennete girmeyeceklerine açıkça yemin ettikleri zayıf müminlerdir. (Ebüssuûd, Âşûr )
اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ
Fasılla gelen cümle, takdiri, قال الله لهم [Allah onlara dedi ki] olan mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hal olarak fasılla gelen, sübut ifade eden لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre, umum ifade eder.
وَ ’la hal cümlesine atfedilen وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.
Burada ayrıca وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ cümlesinde, اَنْتُمْ munfasıl zamirinin kullanılışında da kasr oluşmuştur. ‘’Sadece Allah’ın hidayetine tâbi olanlar mahzun olmayacaklar, başkaları değil’ manası vermiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَحْمَةٍ ve خَوْفٌ (korku) kelimelerinin nekreliği azlık ifade eder.
Burada hitap değiştirilmiş, müminlere tevcih edilmiştir. Yani:
- Ey müminler! Siz onlara rağmen girin cennete; bundan sonra artık sizin için bir korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz.
Yahut araf tarafı, her iki tarafın hallerini de müşahede ettikten ve onlara söyleyeceklerini söyledikten sonra kendilerine:
- Allah Teâlâ’nın lütfuyla girin cennete! denilecektir.
En zahir olan görüşe göre burada araf tarafından maksat, iyi amellerde kusur etmiş olan müminler değildir. Çünkü bu sözler ve ilâhî marifet, henüz durumu (cennetlik mi cehennemlik mi olduğu) belli olmayan kimselere yaraşmaz.
Diğer bir görüşe göre ise araf tarafı cehennem ehlini ayıplarken onların cennete giremeyeceklerine yemin ettiler. Çünkü cehennem ehli, araf ehlinin cennete giremeyeceklerine yemin etmişlerdi. İşte o zaman Allah Teâlâ ya da melekler, bu sözlerini reddetmek üzere onlara:
- Allah’ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bu cennet ehli mi? diyecektir. (Ebüssuûd)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنَادَىٰ | ve seslendiler |
|
2 | أَصْحَابُ | halkı |
|
3 | النَّارِ | ateş |
|
4 | أَصْحَابَ | halkına |
|
5 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
6 | أَنْ | diye |
|
7 | أَفِيضُوا | biraz da akıtın |
|
8 | عَلَيْنَا | bizim üzerimize |
|
9 | مِنَ | -dan |
|
10 | الْمَاءِ | su(yunuz)- |
|
11 | أَوْ | veya |
|
12 | مِمَّا |
|
|
13 | رَزَقَكُمُ | size verdiği rızıktan |
|
14 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
15 | قَالُوا | dediler ki |
|
16 | إِنَّ | şüphesiz |
|
17 | اللَّهَ | Allah |
|
18 | حَرَّمَهُمَا | bu ikisini haram etmiştir |
|
19 | عَلَى | üzerine |
|
20 | الْكَافِرِينَ | kafirler |
|
Cehennem ehli, belki bir ümitsizlik içinde, belki de A‘râf ehlinin cennete girdiğini görünce ümide kapılarak, yaşadıkları açlık ve susuzluğu yatıştırmak için cennet ehlinden su ve rızık (yiyecek) isterler; fakat Allah’ın, kâfirleri bu isteklerden mahrum kıldığı cevabını alırlar. Fahreddin er-Râzî’nin ifade ettiği gibi (XIV, 93), bu cevap, inkârcılar için tam bir yıkım olacaktır. Çünkü onlar dinlerini oyun ve alay konusu yapmışlar; dünyanın geçici zevklerine aldanarak âhirette bütün bunların başlarına geleceğini unutmuşlar; kendilerini uyaran âyetleri de inkâr etmişlerdir. Fakat Allah da onları unutmuş, yani cehenneme terkedip bütün isteklerini, feryatlarını cevapsız bırakmıştır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 532
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَادٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَصْحَابُ fail olup lafzen merfûdur. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَصْحَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ tefsiriyye harfidir. اَف۪يضُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْنَا car mecruru اَف۪يضُوا fiiline müteallıktır. مِنَ الْمَٓاءِ car mecruru aynı şekilde اَف۪يضُوا fiiline müteallıktır.
اَوْ atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَف۪يضُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقَكُمُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
رَزَقَكُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. حَرَّمَهُمَا fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
حَرَّمَهُمَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamiri هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru حَرَّمَهُمَا fiiline müteallıktır. الْكَافِر۪ينَ cemi müzekker salim olduğu için ي ile nasb olur.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْ , tefsiriye veya muhaffefe أن ’dir. Akabindeki اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مِن harfiyle birlikte اَف۪يضُوا fiiline müteallık olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası olan رَزَقَكُمُ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Bu ayet-i kerime, bu sayfada ve نَادٰٓى اَصْحَابُ şeklinde başlayan 3. ayettir. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu ayetlerdeki mazi fiiller muzari manasında müsteardır. Çünkü kıyamet günündeki hadiselerdir. Karine manevidir. Yani olayın kıyamet gününde geçiyor olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
اَصْحَاب النَّارِۙ ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır. Yani kâfirler de yakar, yıkar, yok ederler.
الْجَنَّةِ - النَّارِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَصْحَابَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَف۪يضُوا عَلَيْنَا [Bize akıtın] ifadesinde cennetin cehennemden yüksekte olduğuna dair bir delil bulunmaktadır. [Veya Allah’ın sizi nasiplendirdiği şeylerden] yani su dışında Allah’ın lütfettiği içeceklerden verin. Çünkü diğer içecekler de akıtılacak şeyler kapsamına girerler. Burada “Allah’ın size lütfetmiş olduğu yiyeceklerden ve meyvelerden bize de verin.” anlamının kastedilmiş olması da mümkündür. Cehennemlikler aslında kendilerine olumlu cevap verileceğinden yana ümitli olmamalarına rağmen tıpkı zorda kalmış, çetin şartlardaki birinin yaptığı gibi şaşkınlıktan böyle bir talepte bulunmuşlardır. (Keşşâf, Ebüssuûd)
الفَيْضِ fiilinin hakiki manası, suyun akışı ve kuvvetle dökülüşüdür ve mecazi anlamda çokça kullanılır. (Âşûr)
قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Beyanî istînaf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mazi fiil sıygasındaki faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur.
Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye ve hudûs ifade eder.
Allah isminin kalplerde haşyet duygularını artırmak ve tazim için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
2 | اتَّخَذُوا | yerine koydular |
|
3 | دِينَهُمْ | dinlerini |
|
4 | لَهْوًا | bir eğlence |
|
5 | وَلَعِبًا | ve oyun |
|
6 | وَغَرَّتْهُمُ | ve kendilerini aldattı |
|
7 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
8 | الدُّنْيَا | dünya |
|
9 | فَالْيَوْمَ | bugün |
|
10 | نَنْسَاهُمْ | biz de onları unuturuz |
|
11 | كَمَا | gibi |
|
12 | نَسُوا | unuttukları |
|
13 | لِقَاءَ | karşılaşacaklarını |
|
14 | يَوْمِهِمْ | günleriyle |
|
15 | هَٰذَا | bu |
|
16 | وَمَا | ve |
|
17 | كَانُوا | ettikleri |
|
18 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
19 | يَجْحَدُونَ | bile bile inkar |
|
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ
اَلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ayetteki الْكَافِر۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
د۪ينَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَهْواً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. لَعِباً kelimesi atıf harfi وَ ’la لَهْواً’e matuftur.
غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. غَرَّتْهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْحَيٰوةُ fail olup lafzen merfûdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ’nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.
اتَّخَذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial bâbındadır. Sülâsîsi أخذ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ
فَ istînâfiyyedir. الْيَوْمَ zaman zarfı, نَنْسٰيهُمْ fiiline müteallıktır. نَنْسٰيهُمْ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
كَ harf-i cerdir. مَا ve masdar-ı müevvel, كَ harf-i ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatına müteallıktır. Takdiri; ننساهم نسيانًا مثلَ نسيانهم (Onların unutması gibi Biz de onları nuttuk.) şeklindedir.
نَسُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِقَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. يَوْمِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا işaret ismi, يَوْمِهِمْ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
وَ atıf harfidir. مَا masdar harfi olup önceki masdara matuftur.
كَانُوا ; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. Damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَجْحَدُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru يَجْحَدُونَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَجْحَدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ
Önceki ayetteki الْكَافِر۪ينَۙ için sıfat konumundaki اَلَّذ۪ينَ, bahsi geçenleri tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek için gelmiştir. Sılası mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir.
لَهْواً ve لَعِباً’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Aynı üsluptaki وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ [Dünya hayatı onları aldatmıştır.] ibaresinde istiare vardır. Dünya hayatına aldandıkları için dünya hayatı onları aldattı denilmesi güzel olmuştur. Onların bayağı arzularının meylettiği şeyler dünya hayatında bulunduğu için bu ifade caiz olmuştur. (Şerîf er-Radî)
Cenab-ı Hakk, غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا [Onları dünya hayatı aldattı.] buyurmuştur. Bu mecazî bir ifadedir. Çünkü gerçekte dünya hayatı aldatmaz. Aksine bu ifadeden murad, dünya hayatı sırasında kişide aldanmaların meydana gelmesidir. Çünkü insan, ömrünün uzun, yaşantısının güzel, malının çok, makamının kuvvetli olmasını arzular durur. Onun bu tür şeyler hakkındaki aşırı arzusundan dolayı dini talep edemez hale gelir, sırf dünyayı elde etme arzusu ve çabasına batar gider. (Fahreddin er-Râzî)
فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ
فَ istînâfiyyedir. Beyanî istînâf cümlesidir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Zaman zarfı الْيَوْمَ ’nin müteallakı نَنْسٰيهُمْ fiilidir.
كَ teşbih harfi, مَا masdariyedir. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ cümlesi, mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatına müteallıktır.
Ayetteki teşbihte benzetme yönü mahzuftur. Teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmel teşbihtir.
لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ [karşılaşma günü] ifadesi hesap gününden kinayedir.
يَوْمِهِمْ ,هٰذَاۙ için sıfattır. Aklî bir duruma işaret ettiği için هٰذَاۙ ’da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Bu ayette Allah’ın unutmasından bahsedilmektedir. Fakat Allah’a unutma izafe edilemez. Mükemmel bir üslup kullanılarak müşâkele sanatı için en güzel örneklerden birini oluşturan bu ayet, kâfirlerin, Allah’ın ayetlerini, kavuşacakları bugünü ve peygamberin tebliğini unutmalarına, görmezden gelmelerine ve sırt çevirmelerine bir ceza olsun diye ahirette umursanmayacaklarını açıkça ortaya koymaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
الْيَوْمَ - مَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
نَنْسٰيهُمْ - نَسُوا arasında iştikak cinası, reddü'l-acüz ale's-sadr ve müşâkele vardır. Bu müşâkelede müşâkal lafız öne geçmiştir.
فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ, onların bu günü (bu günle buluşmayı, karşılaşmayı) unutmaları sebebiyle şiddetli bir tehdittir. Çünkü bir insana yokmuş gibi davranmak en büyük cezadır.
لَعِباً - غَرَّتْهُمُ - لَهْواً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Dinlerini oyun ve eğlence edindiler.” ifadesinde taksim sanatı vardır.
وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
وَ atıf, مَا masdariyedir. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
Car mecrur بِاٰيَاتِنَا , amili olan يَجْحَدُونَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olması, ayetlere şan ve şeref kazandırmıştır.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)Cennetteki nimet çeşitlerinden birisi de cennetliklerin dünya hayatında kendilerine karşı büyüklük taslayan, kendileri ile alay edenleri cehennem ateşinde azap görmekte iken görecek olmalarıdır. Böylelikle içleri bir hoş olacak ve kalpleri buna memnun kalacaktır. Ceset için söz konusu olan azap olacağı gibi nefis ve ruh için de azap söz konusu olacaktır. Azarlama, sitem, hasret ve pişmanlık azabı buna örnektir.
Dünyada kimseyi fakirliği ve zayıflığı nedeniyle hor görmeyelim.
İnsan! Dünyanın ağırlığı altında, hakkı seçmekte zorlandığı her an, kararlarının sonunu iyi değerlendirmeli. Yanlışını görenler düzeltmeye çalıştığında; ‘senin için konuşması kolay’ gibi cümleler kurmaya hazırlanan nefsini, ‘ah be cahil nefsim, karşı çıktığın kimdir?’ diyerek susturmalı. Düşünmeli. Kendisine hep hatırlatmalı. Ve hangisi olmak istiyorum diye sormalı:
‘Rabbimizin vaad ettiklerinin gerçek olduğunu gördük.’ diyen mutlu cennet ehlinden mi, mutsuz cehennem ehlinden mi? ‘Selam’ seslerini duyanlardan mı, ‘Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.’ denilenlerden mi? Dünyada sahip olduklarıyla Allah’ın rızasını kazananlardan mı, dünyadan geriye zerre fayda elde edemeyenlerden mi? ‘Girin cennete, korku da, üzüntü de yok size.’ diye müjdelenenlerden mi, korkuları ve acıları beslendikçe beslenenlerden mi? Cennet nimetlerinden nasiplenenlerden mi, onların kendisine haram kılındığını öğrenenlerden mi? Hatırlananlardan mı, unutulanlardan mı?
Allahım! İçimi ve dışımı nurunla arındır ve aydınlat. Halimi güzelleştir. İmanımı kuvvetlendir. Öyle ki; Senin yardımınla: nefsani isteklere ve şeytanın ektiği vesvese tohumlarına sırtımı döneyim ve illa da hakkı, billa da hakkı seçenlerden olayım.
Dünyalıkların gözümüzü kararttığı, kulaklarımızı tıkadığı, bedenimizi ağırlaştırdığı, zihnimizi bulanıklaştırdığı ve kalbimizi karıştırdığı her anımızda; asıl hedefimizin Rabbimizin rızasını kazanıp cennet ehlinden olmak olduğunu hatırlayan ve son nefesine kadar da bu yolda çabalayan ve kurtuluşa erenlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
İsteklerdeki detaylar farklılık gösterse de, herkesin sahip olmayı umdukları vardır.
Bir kısmı, hayallerini dua ederek ve harekete geçerek besler. Günün birinde elde edeceğine inandıklarına mümkün olduğunca çabuk kavuşmak için yapması gerekenleri öğrenir. Konuyla ilgili doğru bilgiye ve tecrübeye sahiplere danışır. Çeşitli sıkıntılardan ve hatalardan dolayı tökezlese de daima önüne bakar. Adımlarını ve kararlarını, maddi ve manevi desteklerle sağlamlaştırmaya çalışır.
Dünyalık ufak hedefler için bile belli sınırlar içinde dolaşır. Zihnini, o amaç doğrultusunda, doğru şekillendirir. Duygu ve düşüncelerini, nerede ve nasıl harcadığına dikkat eder. Hevesini kıranlara ve moral bozanlara kulaklarını tıkar. Kısacası istediği dünyalığa göre sosyalleşir, arkadaş edinir, çalışır ve dertlenir. Asıl dünyevi hedeflerden çok uhrevi hedeflerin çabaya ve doğru niyetlere ihtiyacı vardır. Dünya için çalışırken, ahiretteki huzurundan uzaklaşanlar ne çoktur.
Dünyalık sevdasına ulaşıp ulaşmayacağını emin olamadığı yolun son anlarında iyice yalnızlaşır. Kaybedenleri görünce hüzünlenir, başaranların sevincine ortak olmak umuduyla moralini düzeltmeye çalışır. Fakat yeryüzündeki kayıpların hepsi geçiciyken, mahşer gününde açıklanan sonu ise kalıcıdır. Bu gerçeği idrak ettiği zaman aklına, cehennemlikleri görünce Allah’a sığınan ve cennetliklere selam veren A’raf ehli gelir. Tek başına dünyayı istemekten kaçınır ve Allah’tan korkar.
Ey Allahım! Dünyada ve ahirette, bizi zalimler topluluğuyla beraber bulundurma. Dünyası için çalışırken, ahiretini hafife alanlara benzemekten ve ahiret günü unutulanlardan olmaktan muhafaza buyur. Bize iki cihanda da -dünyada ve ahirette- iyilik ver. Senin yolunda, doğru niyetlerle ilerleyenlerden ve doğru işlerle meşgul olanlardan eyle. Rızana, affına, dostlarına ve kulların için yarattığın cennet nimetlerine kavuşanlardan eyle.
Amin.