30 Eylül 2024
A'râf Sûresi 52-57 (156. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 52. Ayet

وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...


Andolsun biz onlara, bilerek açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol gösterici ve rahmet olarak getirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ gerçekten
2 جِئْنَاهُمْ onlara getirdik ج ي ا
3 بِكِتَابٍ bir Kitap ك ت ب
4 فَصَّلْنَاهُ açıkladığımız ف ص ل
5 عَلَىٰ göre
6 عِلْمٍ bilgiye ع ل م
7 هُدًى yol gösterici ه د ي
8 وَرَحْمَةً ve rahmet olan ر ح م
9 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
10 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن

Allah inkârcıları habersiz cezalandıracak değildir; aksine insanları dünya hayatında bilgilendiren, başlarına gelecekleri ayrıntılarıyla bildirmek suretiyle onları aydınlatan, bu özellikleriyle inananlar zümresi için bir kurtuluş ve rahmet vesilesi olan bir kitap indirmiştir. Âyetteki “alâ ilmin” kaydı bu kitabın ilâhî ilme dayandığını, bu sebeple onda yer alan ayrıntılı bilgilerin, haberlerin yanlışlık ihtimali taşımaktan uzak olduğunu vurgular. Âyette Allah’ın inkârcıları cezalandırmadan önce, gönderdiği bir kitapla onları başlarına gelecekler hususunda ayrıntılı bir şekilde bilgilendirmesi, bilginin bir yükümlülük ve sorumluluk şartı olduğunu gösterir. Nitekim bu husustaki bilgisizliğin geçerli bir delil ve dolayısıyla mazeret olduğuna başka bir yerde işaret edilmiştir (Nisâ 4/165).
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 532

وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جِئْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ   mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِكِتَابٍ  car mecruru  جِئْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.

فَصَّلْنَاهُ  cümlesi  كِتَابٍ ‘ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

فَصَّلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَلٰى عِلْمٍ  car mecruru  فَصَّلْنَاهُ ‘deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; مشتملا على علم (İlmi kapsayarak) şeklindedir.

Veya  فَصَّلْنَاهُ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  ونحن عالمون (Biz biliriz.) şeklindedir.

هُدًى  hal olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; ذا هدى (Hidayet sahibi) şeklindedir.

رَحْمَةً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la هُدًى ‘e matuftur.

لِقَوْمٍ  car mecruru  هُدًى وَرَحْمَةً ‘e  müteallıktır.

يُؤْمِنُونَ  fiili  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat,

2. Sebebi sıfat.

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar,

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır.

1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3. Şibhi cümle olan sıfatlar:

Burada sıfat, fiil cümlesi olan sıfat şeklinde gelmiştir.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi  أمن’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

فَصَّلْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

وَ  istînafiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

فَصَّلْنَاهُ  cümlesi  بِكِتَابٍ  için sıfattır.  هُدًى وَرَحْمَةً  kelimeleri  فَصَّلْنَاهُ’nun mef’ûlünden haldir. Muzari fiil sıygasındaki  يُؤْمِنُونَ  cümlesi de  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Cümlede sıfat ve hal dolayısıyla ıtnâb sanatı vardır.

بِكِتَابٍ  ve  عِلْمٍ  kelimelerindeki tenvin, kesret ve tazim ifade eder.  Âşûr, buradaki kitabın nekreliğinin tazim ve nev için olduğunu belirtir.


عَلٰى عِلْمٍ  tabirinde istiare vardır. 

هُدًى  -  رَحْمَةً - يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Teslim olmak yani müslüman olmak, iman etmeden önce olur. Önce İslam nedir, neler yapılmasını gerektirir öğrenilir, bunlar aklen kabul edilir, sonra iman kalbe yerleşir. 

Allahü teâlâ, cennetliklerin, cehennemliklerin ve A'râf'takilerin durumlarını izah edip, sonra da, bu münazaraları işitmek, mükellefi sakınmaya ve tedbirli olmaya sevkedip, onu tefekkür ve istidlalde bulunmaya davet edecek bir üslûb ile bu üç grup arasında cereyan eden sözleri açıklamış, bu kerim kitabın şerefini ve taşıdığı faydaların sınırını beyan etmiş ve "Gerçekten, biz onlara öyle bir kitap getirmişizdir ki..." buyurmuştur. Bu, Kur'ân-ı Kerim'dir.  فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ  tabirinin manası, "doğruya ulaştırıp, hata ve yanılmalardan emin kılacak bir şekilde, onu birbirinden temyiz ettik, iyiden iyiye faslettik açıkladık..." demektir. (Fahreddin er-Râzî)




A'râf Sûresi 53. Ayet

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟  ...


Onlar ise ancak, (“Görelim bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini) bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: “Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?” Gerçekten onlar kendilerine yazık etmişlerdir. (İlâh diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَلْ mı?
2 يَنْظُرُونَ gözetiyorlar ن ظ ر
3 إِلَّا ille
4 تَأْوِيلَهُ onun te’vilini ا و ل
5 يَوْمَ gün ي و م
6 يَأْتِي geldiği ا ت ي
7 تَأْوِيلُهُ onun te’vili ا و ل
8 يَقُولُ derler ki ق و ل
9 الَّذِينَ olanlar
10 نَسُوهُ onu unutmuş ن س ي
11 مِنْ
12 قَبْلُ önceden ق ب ل
13 قَدْ doğrusu
14 جَاءَتْ getirmiş ج ي ا
15 رُسُلُ elçileri ر س ل
16 رَبِّنَا Rabbimizin ر ب ب
17 بِالْحَقِّ gerçeği ح ق ق
18 فَهَلْ var mı ki?
19 لَنَا bizim
20 مِنْ
21 شُفَعَاءَ şefa’atçilerimiz ش ف ع
22 فَيَشْفَعُوا şefa’at etsinler ش ف ع
23 لَنَا bize
24 أَوْ yahut
25 نُرَدُّ tekrar geri döndürülür müyüz ki ر د د
26 فَنَعْمَلَ yapalım ع م ل
27 غَيْرَ başkasını غ ي ر
28 الَّذِي şeylerden
29 كُنَّا ك و ن
30 نَعْمَلُ yaptıklarımızdan ع م ل
31 قَدْ muhakkak
32 خَسِرُوا onlar ziyana soktular خ س ر
33 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
34 وَضَلَّ ve saptı ض ل ل
35 عَنْهُمْ kendilerinden
36 مَا şeyler
37 كَانُوا oldukları ك و ن
38 يَفْتَرُونَ uyduruyor ف ر ي

(Fakat) onlar, hesap gününün gerçekleşmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Gerçekleştiği gün, önceden onu yok sayanlar derler ki: “Doğrusu rabbimizin elçileri gerçeği getirmiştir. Keşke bizim şefaatçilerimiz olsa da bize şefaat etseler veya (dünyaya) geri döndürülsek de yapmış olduğumuz amelleri başka türlü yapsak!” Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de (putlar) kendilerinden uzaklaşıp kayboldu.

شَفَعَ Şefe’a: شَفْعٌ bir nesneyi kendi benzerine eklemek veya katmaktır. Bu manaya binaen وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ Fecr, 89/3 ayetinde çift ya da benzer anlamında kullanılmıştır. شَفاعَةٌ Şefaat, yardım etmek ve onun yerine ricacı ve talepte bulunan biri olmak suretiyle bir başkasına katılma ve bir araya gelmektir. Genellikle daha üst mertebedeki birinin daha alt mertebedeki birine katılmasıyla ilgili kullanılır. Şefaat kelimesi hem müsbet hem de menfi manada kullanılır. مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ Nisa, 4/85 ayeti kerimesi buna bir örnek teşkil etmektedir: Ayet hakkında şöyle denmiştir: Buradaki şefaat sözcüğü insanın bir başkası için onun uyacağı, örnek alacağı bir hayır yolu ya da bir şer yolu açıp böylece sanki onun ‘شَفْعٌ ‘i imiş gibi bir hale gelmesi anlamındadır. Böylece o kimsenin çifti/benzeri gibi olmuş olur. Şufa (شُفْعَةٌ) , Türkçede de kullanıldığı gibi bir kimsenin ortaklığı bulunan satılık bir mülkü, satıldığı değer üzerinden kendi mülküne katmak için hak talep edip istemesidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şefaat ve şufâ (hakkı)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ 

 

هَلْ  istifham harfidir.  يَنْظُرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır. 

تَأْو۪يلَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.  


 يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ 

 

يَوْمَ  zaman zarfı  يقول fiiline müteallıktır.  يَأْت۪ي  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَأْت۪ي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  تَأْو۪يلُهُ  fail olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.   

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. Burada cümleye muzâf olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

نَسُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  نَسُوهُ  fiiline mütellıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri muzâfun ileyhleri hazfedilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli,  قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ’dır.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  رُسُلٌ  fail olup lafzen merfûdur.

رَبِّنَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْحَقّ  car mecruru  رُسُلُ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; مؤيّدين بالحقّ (Hak ile destekleyerek) şeklindedir.

 

 فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ

 

 

ف  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri; إن كنّا قد ضللنا فهل لنا من (Eğer dalalete düşmüşsek bizim için … var mıdır?) şeklindedir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi, başına hiçbir edat gelmeden olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَلْ  istifham harfidir.  لَنَا  car mecruru mukaddem mahzuf habere müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شُفَعَٓاءَ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

فَ ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, önceki kelam  شُفَعَٓاءَ’ye matuftur. Takdiri;  هل لنا شفعاء فشفاعة لنا (Bizim için şefaat edecek şefaatçiler var mıdır?) şeklindedir.

يَشْفَعُوا  fiili,  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَـنَٓا  car mecruru  يَشْفَعُوا  fiiline müteallıktır. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder. 

اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُرَدُّ  meçhul merfû muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Mukadder istifham cümlesidir. Takdiri;  هل نردّ (Geri döndürülür müyüz?) şeklindedir.

فَ ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuftur. Takdiri;  هل ثمّة ردّ لنا فعمل أخر (Orada bizim için geri dönüş var mıdır ki başka şeyler yapalım?) şeklindedir.

نَعْمَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

غَيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنَّا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنَّا ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.

نَعْمَلُ  fiili  كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen merfûdur.  نَعْمَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.


 قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟

 

قَدْ   tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَسِرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَنْهُمْ  car mecruru  ضَلَّ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا ; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

يَفْتَرُونَ۟  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur. 

يَفْتَرُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَفْتَرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  فري ’dir.

İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette  هَلۡ, istifham harfidir. Nefy manasında olup inkârî manadadır.

Cümle, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Vaz edildiği istifham anlamından çıkarak inkârî mana kazanan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

هَلۡ  istisna edatı  إِلَّاۤ  ile kasr oluşturmuştur. Kasr,  یَنظُرُونَ  fiiliyle mef’ûlü arasındadır. 

Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Yani fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

تَأْو۪يلَ, akıbetin ortaya çıkması manasındadır.  تَأْو۪يلَ  kelimesi “yorum” demektir ama Kur’an’da kullanıldığı bütün yerlerde “bu işin sonucu” manasında kullanılmıştır. Bunu hatırlamak lazım. “Kitabın sonunu mu bekliyorlar?” Yani onlar iman etmiyorlar, Kitabın dediklerini yapmıyorlar, Kitapta olan şeylerin ortaya çıkmasını bekliyorlar, demektir.


 يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ 

 

Beyanî istînaf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Yine muzari fiil sıygasında gelmiş  يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ  cümlesi, zaman zarfı  يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhidir. 

يَوْمَ ’nin müteallakı olan  يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

يَقُولُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

رُسُلُ رَبِّنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  نَا  zamirine, yine Rabb ismine muzâf olması  رُسُلُ ’ye şan  ve şeref kazandırmıştır.

 

فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ

 

Rabıta harfi  فَ  ile gelen bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri;  إن كنّا قد ضللنا  [eğer dalalete düşmüşsek…] olan mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَنَا  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  مِنْ شُفَعَٓاءَ, muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer  مِنْ  cümleyi tekid etmiştir.

فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا  cümlesine dahil olan  فَ , sebebiyyedir.  فَ  ve masdar-ı müevvel, önceki sarih masdar  شُفَعَٓاءَ’ye matuftur. Cümlenin takdiri;  هل لنا شفعاء فشفاعة لنا [Bizim için şefaat edecek şefaatçiler var mıdır?] şeklindedir.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نُرَدُّ  cümlesi  اَوْ  atıf harfiyle istifham cümlesine atfedilmiştir. İstifham anlamına dahildir.

فَنَعْمَلَ  cümlesi fa-i sebebiye nedeniyle masdar tevilinde olup önceki masdar-ı müevvele matuftur. 

نَعْمَلَ  fiilinde irsâd sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasındaki cümlede has ism-i mevsul  غَيْرَ ,الَّذ۪ي’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Sılası كُنَّا نَعْمَلُ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.


قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟

 

Fasılla gelen cümle müstenefedir. Tahkik harfiyle tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen … وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا  cümlesi makabline وَ ’la atfedilmiştir. 

ضَلَّ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  كَانُوا يَفْتَرُونَ۟, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesinde  كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

شُفَعَٓاءَ - يَشْفَعُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هَلْ - قَدْ - تَأْو۪يلَهُۜ - نَعْمَلُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

جَٓاءَتْ - يَأْت۪ي  ve  الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي -  مَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
A'râf Sûresi 54. Ayet

اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ  ...


Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş’a kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah’tır. Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 رَبَّكُمُ Rabbiniz ر ب ب
3 اللَّهُ o Allah’tır
4 الَّذِي ki
5 خَلَقَ yarattı خ ل ق
6 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
7 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
8 فِي içinde
9 سِتَّةِ altı س ت ت
10 أَيَّامٍ gün ي و م
11 ثُمَّ sonra
12 اسْتَوَىٰ istiva etti س و ي
13 عَلَى üzerine
14 الْعَرْشِ Arş ع ر ش
15 يُغْشِي bürüyüp örter غ ش و
16 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
17 النَّهَارَ gündüz(ün üzerin)e ن ه ر
18 يَطْلُبُهُ onu kovalayan ط ل ب
19 حَثِيثًا durmadan ح ث ث
20 وَالشَّمْسَ ve güneşi ش م س
21 وَالْقَمَرَ ve ayı ق م ر
22 وَالنُّجُومَ ve yıldızları ن ج م
23 مُسَخَّرَاتٍ boyun eğmiş vaziyette س خ ر
24 بِأَمْرِهِ buyruğuna ا م ر
25 أَلَا İyi bilin ki
26 لَهُ O’nundur
27 الْخَلْقُ yaratma خ ل ق
28 وَالْأَمْرُ ve emir ا م ر
29 تَبَارَكَ ne uludur ب ر ك
30 اللَّهُ Allah
31 رَبُّ Rabbi ر ب ب
32 الْعَالَمِينَ Âlemlerin ع ل م

سِتَّ Sitte : سِتُّونَ Altı rakamı için kullanılmaktadır. Aslı سِدْسٌ sözcüğüdür. سُدُسٌ altının bir cüzü, altıda bir demektir. سُنْدُسٌ ise ince diba (altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş) manasına gelir. Sündüsle aynı ayette geçen إسْتَبْرَقٌ ise kalın olan diba demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sittîn ve müseddestir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  رَبَّكُمُ  lafzı  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اللّٰهُ  lafza- i celâli,  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي, lafza-i celalin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   خَلَقَ السَّمٰوَاتِ’dir.

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

الْاَرْضَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

ف۪ي سِتَّةِ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline müteallıktır.  اَيَّامٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

 

 ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ 

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  اسْتَوٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَلَى الْعَرْشِ  car mecruru  اسْتَوٰى  fiiline müteallıktır.

يُغْشِي  fiili  خَلَقَ’daki failin hali olarak mahallen mansubtur.

يُغْشِي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

الَّيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  النَّهَارَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

يَطْلُبُهُ حَث۪يثاً  cümlesi  الَّيْلَ  veya  النَّهَارَ’nın hali olarak mahallen mansubtur. 

يَطْلُبُهُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  حَث۪يثاً  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri;  طلبا حثيثا (Takip etmek isteyerek) şeklindedir.

اسْتَوٰى  fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ 

 

 

الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ’ye matuftur.

مُسَخَّرَاتٍ  kelimesi üç lafzın halidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

بِاَمْرِه۪  car mecruru  مُسَخَّرَاتٍ’e müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَلَا  istiftah harfidir. Haberin önemi için tenbih ifade eder.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

الْخَلْقُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْاَمْرُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْخَلْقُ’ya matuftur.

مُسَخَّرَاتٍ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.


 تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

 

تَبَارَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur.

رَبُّ  lafzı  اللّٰهُ  lafza-i celâlinin sıfatıdır.  الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

تَبَارَكَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  برك ’dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar. 

اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Her bir yıldıza belli bir renk verilmiştir. Mesela; Zühal soluk; Müşteri bembeyaz, merin kırmızı, Güneş ziyalı, Zühre parlak, Utarid sarı ve Ay, aydınlık renktedir. Halbuki cisimler, bütün mahiyetleri bakımından birbirinin aynıdırlar. Öyleyse bunlardan herbirine, değişik belli bir rengin verilmesi, bir takdir, bir yaratmadır ve bunların bir fail-i muhtara muhtaç olduklarına bir delildir. (Fahreddin er-Râzî)

Müsnedin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. 

اِنَّ ’nin haberi  رَبُّكُمْ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu  كُمْۚ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır.

Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı bulunan  رَبُّ  ve  اللّٰهُ  isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.

Allah lafzı ile birlikte Rabb isminin de geçmesi; Rabbin sadece Allah olduğunu ifade eder. Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur.

Lafza-i celâl için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile sıla cümlesine atfedilen  ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ  cümlesi  خَلَقَ  fiilinin failinden,  يَطْلُبُهُ  cümlesi, النَّهَارَ  veya الَّيْلَ ’den haldir. حَث۪يثاًۙ  kelimesi amili  يَطْلُبُهُ  fiili olan mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri,  طلبا حثيثا (Hevesle isteyen) şeklindedir.

الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ  temasül sebebiyle  السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir

مُسَخَّرَاتٍ, cümledeki üçüncü haldir.

Hal, anlama açıklık getiren ıtnâb sanatıdır.

Bazı Hanefî ulemasına göre, Arş üzerine istiva, Allahü teâlâ'nın keyfiyeti bilinmeyen bir sıfatıdır. Allahü teâlâ, bir yerde durmak (istikrar) veya bir mekân edinmekten münezzeh olarak, kasdettiği veçhile Arş üzerine istiva etmiştir.
Arş, bütün her şeyi kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden veya hükümdar tahtına benzetildiğinden dolayı bu ismi almıştır. Bütün işler ve tedbirler oradan nazil olur.
Diğer bir görüşe göre ise, Arş üzerine istiva, bütün kâinat üzerinde hâkimiyet tesis etmek anlamındadır. (Ebüssuûd)

اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  [Arşa kurulmuştur] ibaresinde tevriye sanatı vardır.  اسْتَوٰى  fiilinin kökü; aynı seviyede olmayı ifade eden  سَوٰى  fiilidir. Yerle bir hizaya gelmek olduğu için oturmak anlamında kullanılır. Ama esas mana; yönetmek, hükmetmektir. Seviye; aynı seviyede olmak, oturmak demek, bir manası da yönetmektir. Burada uzak mana kullanılmıştır.

Allah’ın arşa istiva etmesi istiaredir. Hakiki manada istiva ile sadece yükselen alçalan doğrudan eğrilen cisimler nitelenir. Burada istiva ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de kudret ve saltanat bakımından hakim olmak anlamı kastedilmiştir. (Şerîf er-Radî) 

Demek ki bu ibarede iki farklı sanat düşünülebilir.

يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ [Geceyi gündüze örter] ifadesinde gece ve gündüzün birbirini kovaladığı, ilmî bir üslup ile anlatılmıştır. Bu istiaredir. Allah Teâlâ; geceyi gündüzün ışığı üzerine çekilmiş uzun bir örtü kılmıştır. Bu mana fiilin şeddeli olarak يُغَشِّي  şeklindeki şeklindeki kıraate göredir.  يَغْشِي  şeklindeki kıraate göre kastedilen mana şöyle olur:  Allah Teâlâ geceyi gündüzün üzerine sarması, geceyi gündüze saldırtıp üzerine abanmasına imkân vermesidir. Bu ifade, atlıyı takip eden birinin ona yetiştiğinde, ‘’atlıya çullandım’’ demesi gibidir. (Şerîf er-Radî)

يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ  ibaresinde de istiare vardır. Sanki gece gündüzün peşine takılmış yani ondan gelen bir istek ve ve emre uyarak kendisine yetişmiştir.

الَّيْلَ  ve  النَّهَارَ (gece-gündüz) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Semavat ve arzın altı günde yaratıldığı zikredilmiştir. Bu ifade 6 vakit veya 6 güne eşit bir zaman dilimini ifade eder. Çünkü yaratılış esnasında gün yoktu.

الشَّمْسَ - الْقَمَرَ- النُّجُومَ - السَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

بِاَمْرِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, اَمْرِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

Her bir yıldıza belli bir renk verilmiştir. Mesela; Zühal soluk; Müşteri bembeyaz, merin kırmızı, Güneş ziyalı, Zühre parlak, Utarid sarı ve Ay, aydınlık renktedir. Halbuki cisimler, bütün mahiyetleri bakımından birbirinin aynıdırlar. Öyleyse bunlardan herbirine, değişik belli bir rengin verilmesi, bir takdir, bir yaratmadır ve bunların bir fail-i muhtara muhtaç olduklarına bir delildir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ 

 

İstinafiyye olarak fasılla gelen isim cümlesinde  اَلَا  tahdîd (teşvik) ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılmasının istenmesidir. Diğer tahdîd edatlarındaki özelliğe sahip olup tevbih ve tendim ifade etmez.  (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْخَلْقُ  muahhar mübtedadır.  وَالْاَمْرُ  ikinci mübtedadır.

Bu takdim isnadın Allah Tealâ’ya olması karinesiyle kasr ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Îcâz-ı kasr sanatı ihtiva eden bu cümle; her şeyi ve her meseleyi soruşturmayı ifade eder. Bunun için İbni Ömer bu ayeti okumuş ve “Bunlardan başka birşey bilen varsa bana söylesin.” demiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ  ibaresi son derece veciz bir ifadedir. Lafızları az olmasına rağmen pek çok mana ifade eder. Her tür işi, her durumu son noktasına kadar kapsar, buna îcaz-ı kasr denir. (Sâbûnî) 

الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ  lafızlarındaki marifelik cins içindir. (Âşûr)

Allah Teâlâ bütün bunları kendi buyruğuyla yarattığını ifade edince “Bakınız, yaratmak da O’na mahsustur buyurmak da.” buyurmuştur. Yani bütün varlıkları yaratan da O’dur, onları arzu ettiği şekilde çekip çeviren de O’dur. (Keşşâf)

 

تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede  تَبَارَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Lafza-i celâlin sıfatı olarak gelen  رَبَّ الْعَالَم۪ينَ  izafeti, veciz ifade içindir. Rabb ismine muzâfun ileyh olan  الْعَالَم۪ينَ  için şan ve şeref ifade eder.

اَمْرُ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

تَبَارَكَ اللّٰهُ  [Allah zengin ve cömerttir.] Hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan. (Keşşâf)

تَبَارَكَ  kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir.  تفاعلة  babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa, takdis, tenzih ve ta’zim ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Zuhruf Suresi Belaği Tefsiri, c. 4, s. 367.)

Bereket;  تَبَارَكَ الله  (Allah zengin ve cömerttir.) [A‘râf 7/54]) ayetinde olduğu gibi hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan demektir. (Keşşâf)

تَبَارَكَ اللّٰهُ  ibaresinde iktibas vardır. Mülk Suresi, 1 ayetini hatırlatır.

Demek oluyor ki Allahü teâlâ, aşağı âlemdeki varlıkları iki günde yaratmış, sonra üç unsurun türlerini meydana getirmiştir:
Önce maddelerini terkib etmiş, sonra da onlara suret vermiştir. Nitekim,
"Yeri iki günde yarattı" cümlesinden sonra da şöyle buyurmuştur:
"O, yer üzerinde sabit dağlar yerleştirdi, orada bereketler yarattı ve orada bulunanların rızıklarını dört günde takdir etti."
Yani Allah bunları ilk iki günde yaratmıştır. Çünkü Secde suresindeki tafsilattan böyle anlaşılmaktadır. Sonra mülk âlemi tamamlanınca, Allahü teâlâ onun tedbirine yöneldi. Nitekim tahtına oturan hükümdar da böyle yapar. İşte bundan sonra Allahü teâlâ, gezegenleri hareket ettirmek, yıldızları yürütmek, gece ile gündüzleri dürüp katlamak suretiyle göklerden yere kadar kâinatı yönetmeye başladı.
Bundan sonra Allahü teâlâ, mezkûr izahın fezlekesi ve neticesi olmak üzere:
"Dikkat edin, halk da emir de O'nundur.  lemlerin Rabbi Allah ne mübarek (yüce) dir." buyurdu. Bundan sonra da kullarına, hâlisane Kendisine yakarmalarını emretti. (Ebüssuûd)
 
A'râf Sûresi 55. Ayet

اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ  ...


Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ادْعُوا du’a edin د ع و
2 رَبَّكُمْ Rabbinize ر ب ب
3 تَضَرُّعًا yalvararak ض ر ع
4 وَخُفْيَةً ve gizlice خ ف ي
5 إِنَّهُ çünkü O
6 لَا
7 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
8 الْمُعْتَدِينَ haddi aşanları ع د و

Yukarıda bir tek âyette Kur’an’ın ulûhiyyet öğretisi veciz bir şekilde verildikten sonra bu iki âyette, tam yeri gelmişken, insanlara çok önemli iki hatırlatma yapılıyor: a) 55. âyette insanlardan, rablerine yakarır bir tarzda, gizli gizli veya alçak sesle dua etmeleri istenmekte; Allah’ın, aşırı gidip buyruğundan çıkanları, bu cümleden olmak üzere duada yakarış ve gizlilik sınırını aşanları sevmediği bildirilmekte; bu suretle, hadiste “ibadetin özü” diye nitelenen (Tirmizî, “Du‘â”, 1) dua münasebetiyle insanın rabbi ile ilişkisine bir disiplin getirilmektedir. Nitekim bazı müfessirler buradaki “Dua ediniz” buyruğunu “İbadet ediniz” şeklinde açıklamışlardır (Râzî, XIV, 128; dua hakkında bilgi için bk. Bakara 2/186). b) 56. âyette ise, Allah arzı yani dünyayı veya ülkeyi ıslah etmiş, düzene koymuşken, insanların orada fesat çıkarıp düzeni bozmaları yasaklanmakta; böylece insanın tabii ve beşerî çevresiyle ilişkisi düzenlenmektedir. Râzî âyetin bu bölümünü özetle şöyle açıklar: Dünyadaki hiçbir düzenli şeyi bozmayın. Öldürme, yaralama, gasp ve hırsızlık gibi insana verilen zararlar; inkâr ve bid‘atlarla dine verilen zararlar; zina, livata, zina iftirası gibi insan onuruna, namusuna ve aileye verilen zararlar; sarhoş edici şeylerle akla verilen zararlar bu yasağın kapsamına girer. Çünkü dünya hayatında insanlara ait beş temel hak ve menfaat konusu vardır: Can, mal, nesep, din ve akıl. “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” buyruğu bütün bu hak ve menfaatlerle bunların kapsamına giren diğer şeylerin korunmasını öngörür. Zira Allah’ın yeryüzünü ıslah ettiğini, düzene soktuğunu belirten ifade, Allah tarafından dünyaya bütün yaratılmışların menfaatlerini en uygun biçimde karşılayacak düzenlerin verildiğini bildirir. Öte yandan yüce Allah, peygamberler göndermek, kitaplar indirmek ve hüküm ve yasalar koymak suretiyle de dünyayı ıslah etmiş olup bu âyette, bir bakıma, insanlara “Peygamberleri yalanlamaya, kitapları inkâr etmeye, yasalara karşı gelmeye kalkışmayın!” denilmiştir. Zira bu isyanlar dünyada karışıklıklar çıkmasına, düzenin bozulmasına yol açar 

 

(XIV, 133).

 İnsanın çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurup fesattan korunması iyi bir kullukla mümkün olacağı için âyetin sonunda tekrar dua konusuna dönülerek hem korku hem de ümit duygularıyla dua edilmesi istenmiş; nihayet “Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır” buyurulmuştur. Buradaki “iyilik edenler” (muhsinîn) kelimesi hem Allah’a kulluk ve dua ödevini hem de her türlü bozgunculuktan uzak durma, dünyanın düzenini yaşatma, kısaca iyi kul ve iyi insan, iyi komşu, iyi ana-baba, iyi vatandaş… olma yükümlülüklerini yerine getirenleri kapsar.

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 538-539

Riyazus Salihin, 981 Nolu Hadis

Ebû Musâ el-Eş’arî  radıyallahu anh şöyle dedi:

Biz bir yolculukta Hz. Peygamber ile birlikte idik.  Tepelere çıktıkça Allahuekber, lâ ilâhe illallah diye yüksek sesle  tekbir ve tehlil getirdik. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Ey Müslümanlar! Kendinizi zorlamayınız. Zira siz sağıra veya burada olmayan birine seslenmiyorsunuz. Allah daima sizinle beraberdir, işitir ve size sizden daha yakındır” buyurdu.

Buhârî, Cihâd 131, Meğazî 38, Daavât 51, Tevhîd 9; Müslim, Zikr 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 26.

Peygamber Efendimiz “ Duada aşırı giden topluluklar gelecektir” buyurmak suretiyle dua ederken gereksiz ifadelere yer vermemeyi tavsiye etmiştir. Bazi sahâbiler , Allah’tan Cennet’i istemekle yetinmeyip Cennet’in nimetlerini, Cehennem’in azap şekillerini bir bir saymaya kalkan yakınlarını , bu hadisi ve bu âyeti okuyarak uyarmislardir. 

(Ebu Dâvud , Vitir 23; İbni Mâce , Duâ 12; Ahmed b. Hanbel , Müsned ,I,172,183).

اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ

 

Fiil cümlesidir.  اُدْعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

رَبَّكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَضَرُّعاً  kelimesi,  اُدْعُوا’deki failin hali olup fetha ile mansubtur.  خُفْيَةً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  تَضَرُّعاً’e matuftur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal  (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


  اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

لَا يُحِبُّ  cümlesi  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُحِبُّ  merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

الْمُعْتَد۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُعْتَد۪ينَۚ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ

 

Ayet istînâfiyyedir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Allahü teâlâ, kudret, hikmet ve rahmetinin mükemmelliğinin delillerini zikredince (ki işte bu esnada, nefsanî bilgileri ve hakiki ilimleri elde etmeye yönelik teklif tamamlanmış olur), bunun peşinden, bu bilgilere uygun düşen amellerden bahsetmiştir. Bu da, dua ve niyazla meşgul olmaktır. Zira dua, ibadetlerin özü ve iliğidir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Rabbinize, yalvararak gizlice dua edin" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Dua eden, duasına, ancak kendisinin o istediği şeye muhtaç ve onu elde etmekten aciz olduğunu; Rabbinin ve ilâhînin onun duasını işittiğini; ihtiyacından haberdar olduğunu; o ihtiyacı gidermeye kadir bulunduğunu ve O'nun rahîm olup, rahmet-i ilahiyesinin o ihtiyacı gidermeyi gerektirdiğini bildiği zaman yönelir. Durum böyle olunca kul duaya, ancak kendisinin ihtiyaç ve acizlik sıfatları ile mevsuf; Hak teâlâ'nın da ilim, kudret ve rahmet sıfatları ile mevsuf olduğunu bildiği zaman yönelir. Zaten bütün (şer'î) mükellefiyetlerin maksadı da, ancak kulluk mertebesinin zelilliğini, rububiyyet mertebesinin ise izzet ve yüceliğini bilmektir. İşte dua bu iki makamı da kendisinde bulundurunca o, en büyük ibadet çeşidi olmuş olur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbinize yalvararak gizlice dua edin" emri, bizim bahsettiğimiz bu manaya işaret etmektedir. Çünkü yalvarıp yakarmak, ancak kâmil bir zatın huzurunda bulunan, eksik ve nakıs bir kimse için söz konusudur. Bu sebeple kul, kendisinin noksanlığına ve acizliğine, mevlâsının ilim, kudret ve rahmet cihetinden mükemmel olduğuna inanmadığı sürece, yalvarıp yakarmaya yönelmez. Böylece, dua etmenin maksadının, bizim bahsetmiş olduğumuz şey olduğu sabit olmuş olur. Yine, Kur'ân'ın (bu âyetin) lafzının buna delâlet ettiği de sabittir. Hz Peygamber'den rivayet edilen şu hadis de, bizim söylediğimizi te'kid eder: Allah nezdinde, duadan daha kıymetli hiçbir şey yoktur. (Fahreddin er-Râzî)


رَبَّكُمْ  izafeti, Rabb ismine muzâfun ileyh olan كُمْ  zamiri için şan ve şeref ifade eder.

 Hal konumundaki تَضَرُّعاً ,خُفْيَةً  kelimeleri dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Dua etme şekillerinin yalvarıp yakararak ve gizlice olmak üzere belirtilmesi, taksim sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

تَضَرُّعاً; alçak gönüllü olmak, demektir. Devenin yediği dikenli bir bitkinin kurumuş olanına  ضَارِع  denir. Deve bunu yemek için başını iyice aşağı doğru eğerek yermiş.

تَضَرُّعاً - خُفْيَةً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

تَضَرُّعاً وَخُفْيَةً  ifadesi hal olarak mansup olup, anlamı; “yakarış ve gizlilik sahipleri olarak” [yakararak ve gizlice…] şeklindedir. ًخوفا وطمعا  (hem endişe ile hem de ümitle) ifadesi de böyledir. تَضَرُّع ; zillet anlamındaki ضَرع  kelimesinin tefeul formudur; zilletini arz etmek anlamındadır. “o mutlak güç ve zenginlik (Allah) karşısında hiçliğini ve muhtaçlığını bilerek” demektir. (Keşşâf)

Ayette,  تَضَرُّعاً  (yalvararak) ifadesinin yer almasının maksadı, duadan elde edilmek istenen bu aslî halin gerçekleştirilmesi;  خُفْيَةً  kelimesinin bulunmasının maksadı ise, o ihlası riya şaibelerinden koruyup muhafaza etmektir. Bu manayı iyice kavradığında, Hak teâlâ'nın, "yalvararak, gizlice" beyanının, duanın şartlarını gerçekleştirme ve meydana getirme hususunda, murad edilen her şeyi içine aldığını ve kesinlikle hiçbir şekilde buna ilave edilecek bir şeyin bulunmadığını görürsün. (Fahreddin er-Râzî)

 


  اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ

 

Müstenefe cümlesidir. Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  

إِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesinde fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle tahsis de ifade etmiştir.

اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ  cümlesinde lâzım söylenmiş melzûmu olan “haddi aşanları cezalandırır” manası kastedilmiştir. Bunun için mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Ayrıca bu üslupta idmâc sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri  önceki cümleyi tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır. 

Burada  اِنَّ’den sonra gelen  هُ ; şan zamiridir.

اُدْعُوا - الْمُعْتَد۪ينَۚ  kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

Ayetteki  الْمُعْتَد۪ينَۚ  (haddi aşanlar) kelimesi, başına elif-lâm gelmiş olan, umum ifade eden bir lafızdır. Binaenaleyh bu kelime "istiğrak" manası ifade eder. Velhasıl bu ifade her ne kadar dua ile ilgili bir âyetin sonunda getirilmiş ise de. nazar-ı itibara alınan şeyin, sebebin hususiliği değil, lafzın umumiliği olduğu sabittir. (Fahreddin er-Râzî)
Hak teâlâ'nın, "Allah haddi aşanları sevmez" beyanı "Allah, kullarının kendilerine verilen emirleri aşıp geçmelerini sevmez" demektir. Kelbî ve İbn Cüreyc, dua esnasında sesi yükseltmenin de, haddi aşmanın bir çeşidi olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 

A'râf Sûresi 56. Ayet

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  ...


Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تُفْسِدُوا bozgunculuk yapmayın ف س د
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 بَعْدَ sonra ب ع د
6 إِصْلَاحِهَا düzeltildikten ص ل ح
7 وَادْعُوهُ O’na du’a edin د ع و
8 خَوْفًا korkarak خ و ف
9 وَطَمَعًا ve umarak ط م ع
10 إِنَّ muhakkak ki
11 رَحْمَتَ rahmeti ر ح م
12 اللَّهِ Allah’ın
13 قَرِيبٌ yakındır ق ر ب
14 مِنَ
15 الْمُحْسِنِينَ iyilik edenlere ح س ن

Resul-i Ekrem “ Hiçbiriniz Allah’ın kendisine iyi davranacağını ummadan ölmesin” diye tembih etmistir.  (Müslim, Cennet 82,83). 

Allah Teâlâ bir kudsî hadiste “Ben , kulumun Beni düşündüğü ( zannettigi) gibiyim” ( Buhâri , Tevhid 15; Müslim, Tevbe 1). 

 

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُفْسِدُوا fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تُفْسِدُوا  fiiline müteallıktır.

بَعْدَ  zaman zarfı,  تُفْسِدُوا  fiiline müteallıktır. اِصْلَاحِهَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ادْعُوهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  ادْعُوهُ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

خَوْفاً  kelimesi  اُدْعُوا’deki failin hali olup fetha ile mansubtur.  طَمَعاً  kelimesi atıf harfi  وَ’la  خَوْفاً  ‘e matuftur.

تُفْسِدُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’âl babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

  اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

رَحْمَتَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh  olup kesra ile mecrurdur.

قَر۪يبٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  car mecruru  قَر۪يبٌ ‘e müteallıktır.

الْمُحْسِن۪ينَ ‘nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ

 

Ayet, önceki ayetteki  اُدْعُوا  cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Önceki ayetteki cümlenin manen tekrarı olan  وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاً  cümlesi makabline matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf Suresi 29)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

طَمَعاً  tabirini  طمح  ile karıştırmayalım. İkisi de anlam bakımından yakındır. طَمَعاً kelimesinde arzuya ilave olarak hırs, tutku, açgözlülük manaları vardır.

تُفْسِدُوا -  اِصْلَاحِهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

خَوْفاً - طَمَعاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Müstenefe cümlesidir. Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  

إِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesinde fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. Bu cümlede istimrar da ifade etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır. Zamir makamında zahir isim gelerek mana zihne yerleştirilmek istenmiştir. Bu ıtnâb sanatıdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri önceki cümleyi tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır. 

[Allah’ın rahmeti elbette ihsan üzere hareket edenlere yakındır.] Bu, tıpkı [Şüphesiz ‘bağışladıkça bağışlayıcıyımdır Ben; dönüş yapan, iman edip salih amel işleyen, sonra da doğru yolda giden kimseler için] (Ta-Ha Suresi, 82) ayeti gibidir.  رَحْمَة  müennes olduğu halde  قَر۪يبٌ  [yakın] ifadesinin müzekker kullanılması, ya rahmetin müzekker kelimeler olan  رُحم  ve ترحّم  [şefkat göstermek] manalarında kullanılmasından kaynaklanmaktadır ya da hazfedilmiş bir başka kelimenin sıfatı olarak kullanılmasından -yani  شيء قريب  (yakın bir şeydir) anlamının kastedilmesinden - veya mef‘ûl anlamındaki fail formuna benzetilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. (Keşşâf)

الْمُحْسِن۪ينَ , kendisinden "ihsan" kelimesinin delâlet ettiği şey sâdır olmuş olan kimsedir. Nasıl kendisinde ilim olan kimseye "âlim" deniliyor ise ve onun âlim olmasının şartı da bütün ilimlerin (o kimsede) bulunması değil ise, aynı şekilde o insanın muhsin olmasının şartı da, onun bütün "ihsan" çeşitlerini yapması değildir. (Fahreddin er-Râzî)
Dünyanın her an bizden uzaklaştığı, ahiretin de her an bize daha çok yakınlaştığı; Allah'ın rahmetinin de ölümden sonra meydana gelip gerçekleşeceği sabit olunca Allah, pek yerinde olarak, bu anlamda "Şüphesiz iyi hareket edenlere (muhsinlere) Allah'ın rahmeti çok yakındır" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
 
A'râf Sûresi 57. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ  ...


O, rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgârlar ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ O ki
2 الَّذِي
3 يُرْسِلُ gönderir ر س ل
4 الرِّيَاحَ rüzgarları ر و ح
5 بُشْرًا müjdeci ب ش ر
6 بَيْنَ ب ي ن
7 يَدَيْ önünde ي د ي
8 رَحْمَتِهِ rahmetinin ر ح م
9 حَتَّىٰ nihayet
10 إِذَا zaman
11 أَقَلَّتْ onlar yüklenince ق ل ل
12 سَحَابًا bulutları س ح ب
13 ثِقَالًا ağır ağır ث ق ل
14 سُقْنَاهُ onu yollarız س و ق
15 لِبَلَدٍ bir ülkeye ب ل د
16 مَيِّتٍ ölü م و ت
17 فَأَنْزَلْنَا indiririz ن ز ل
18 بِهِ onunla
19 الْمَاءَ su م و ه
20 فَأَخْرَجْنَا ve çıkarırız خ ر ج
21 بِهِ onunla
22 مِنْ
23 كُلِّ türlü türlü ك ل ل
24 الثَّمَرَاتِ meyvalar ث م ر
25 كَذَٰلِكَ işte böyle
26 نُخْرِجُ çıkaracağız خ ر ج
27 الْمَوْتَىٰ ölüleri de م و ت
28 لَعَلَّكُمْ herhalde
29 تَذَكَّرُونَ ibret alırsınız ذ ك ر

Her biri bir hârika olan, fakat devamlı tekerrür etmesi sebebiyle alıştığımız ve bu yüzden dikkatten kaçırdığımız tabiat olaylarının arkasındaki yüce kudretin tanıtılmasına devam edilmektedir. Bu arada âyetin sonuna, Allah’ın ölü topraktan türlü türlü canlı bitkiler çıkarması gibi kıyamet gününde ölüleri de kabirlerden diriltip çıkaracağı şeklinde bir bilginin eklenmesi özellikle ilgi çekicidir. Buna göre tabiattaki sürekli canlanma ve yenilenme bir yandan onu canlandıran Allah’ın varlığına ve hükümranlığına, bir yandan da öldükten sonra yeniden dirilmenin mümkün olduğuna delâlet etmektedir. 

 

 Âyetin sonunda bütün bu bilgilerin, insanlar ibret alsınlar, düşünüp kendilerine gelsinler diye verildiğine işaret buyurulmuştur. Çünkü Kur’an bir tabiat bilgisi veya astronomi kitabı değildir; onun temel gayesi insana rehber olmak; onu, akıl ve bilgi dünyasını sağlıklı temeller üzerine kurmaya, böylece itikadî ve amelî hayatını her türlü sapmalardan korumaya yönlendirmektir. Bu bakımdan Kur’an’da verilen çeşitli konulara dair bilgilerin, düzenlemelerin, uyarıların asıl hedefi, insanlığın, Allah tarafından kendisine lâyık görülen seçkin konumuna ulaşacağı biçimde eğitilmesi ve geliştirilmesidir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 539

وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُرْسِلُ الرِّيَاحَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُرْسِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

الرِّيَاحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بُشْراً  kelimesi  الرِّيَاحَ’nın hali olup fetha ile mansubtur.

بَيْنَ  mekân zarfı,  بُشْراً’e müteallıktır.  يَدَيْ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ى  ile mecrurdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir.

رَحْمَتِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُرْسِلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ

 

 حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

  • Harf-i cer olarak, 
  • Başlangıç edatı olarak,
  • Atıf edatı olarak.Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku  bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  

اَقَلَّتْ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَقَلَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

سَحَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ثِقَالاً  kelimesi  سَحَاباً’in sıfatıdır.

Şartın cevabı  سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ’dir. سُقْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

لِبَلَدٍ  car mecruru  سُقْنَاهُ  fiiline müteallıktır.  مَيِّتٍ  kelimesi  لِبَلَدٍ’in sıfatıdır.

فَ  atıf harfidir.  اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِهِ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline müteallıktır. الْمَٓاءَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 


فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ

 

فَ  atıf harfidir.  اَخْرَجْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِهِ  car mecruru  اَخْرَجْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  اَخْرَجْنَا  fiiline müteallıktır.  الثَّمَرَاتِ  muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

اَخْرَجْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi  خرج’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  kelimesi “gibi’’ demektir. Bu ibare, amili  نُخْرِجُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; إخراجا مثل إخراج الثمر من الشجر الميت (Ölü ağaçtan meyvayı çıkardığımız gibi bir çıkarmak.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نُخْرِجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الْمَوْتٰى  kelimesi elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تَذَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ

 

Ayet وَ ’la 54. ayetteki …اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ  cümlesine atfedilmiştir. Aradaki ayetlerin itiraziyye olduğu söylenmiştir. وَ ’ın istînâfiyye olması da caizdir. 

Ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olmasının yanında sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca müsnedin tarifi kasr ifade etmiştir.

Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani   rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen Allah Teâlâ’dan başkası değildir.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Müsned konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي’nin sılası  يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Nasıl ki rüzgâr  yağmur yağmadan önce  müjdeleyici olarak geliyorsa Kur’an da ahiretten önce müjdeleyici olarak indirilmiştir. Ondan öğrenerek davranışlarımıza şekil veriyoruz.

Ayetteki, "Rahmetinin önünden" ifadesi "O'nun rahmeti demek olan yağmurdan önce..." demektir. Bu mecazın güzel ve yerinde olmasının sebebi şudur:
Araplar, yedeyn (iki el) kelimesini, "önünde, önde bulunma" manalarında kullanırlar. Mesela Arapça'da "Fitneler (Kıyamet alâmetleri), Kıyamet'ten az önce meydana gelir" denir ve buradaki (elleri önünde) ifadesi ile, az önce manası kastedilir. Bu mecazın güzel ve yerinde oluşunun bir başka sebebi de şudur: İnsanın iki eli, insan bedeninin en ileri tarafını teşkil eder. İşte bu benzerlikten ötürü, mecazî olarak, bir şeyin önünde bulunan şey için "(O) onun elleri arasındadir) tabiri kullanılır. Rüzgârlar da yağmurlardan önce bulununca, bunların önce oluşu da bu lafız ile ifade edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 


حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ

 

Gaye ve cer harfi olan  حَتّٰٓى, burada ibtidaiyye olarak gelmiştir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Mazi fiil sıygasındaki  اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً, şart cümlesidir. Şart manalı zaman zarfı  اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olarak mecrur mahaldedir.

اِذَٓا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi  سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَحَاباً’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. 

Aynı üsluptaki  فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ  ve فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ  cümleleri şartın cevabına tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir

سَحَاباً - الْمَٓاءَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kıyamet günündeki ba’s, çıplak-ölü arzın canlandırılmasına benzetilmiştir. Bu; manevi ve hissî şeyler arasında yapılmış mürekkeb bir teşbihtir. Böylece bu manevi şeylerin vukuunun mümkün olduğu ifade edilmiş olur. Allah Teâlâ kudretiyle yağmurun müjdeleyicisi olarak rüzgârı gönderir. Bunu da rahmet (müsebbep alâkasıyla mecaz-ı mürsel üslubuyla) olarak isimlendirir. Suyla yüklü olduğu için ağırlaşmış bulutları, yağmur yağdırmak için ölü arz üzerine sevk eder. Böylece kuraklıktan sonra arzı canlandırır. İşte Allah’ın insanları öldükten ve toprağa gömüldükten sonra diriltmesi de aynı bunun gibidir. Allah ilk defa yaratmaya kadir olduğu gibi ikinci kez de yaratmaya kādirdir. Buradaki teşbih, mantıkî bir kıyas şeklinde gelmiştir. Müşebbehin tahakkuk imkânını aklî bir burhanla arz etmiştir. Ba’s’i inkâr edenlere bir delil getirmiştir. Allah Teâlâ’nın kudreti ve bunun ne kadar kolay olduğu açıklanmıştır. Ölü arz için hayat demek olan yağmuru göndermek ve onu yeniden canlandırmak nasıl Allah Teâlâ’nın fazîletine ve kudretine delalet ediyorsa aynı şekilde bu fazilet ve kudretiyle ölü insan bedenine de ruhu gönderir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Gaib sıygadan mütekellim sıygaya iltifat edilmiştir. Ayette yeniden dirilişi inkâr eden kâfirlere bir durumdan diğer bir duruma geçişin örneklerini sunan Allah bu dönüşümü sıygalar üzerinde de göstermektedir. Ayrıca göndermek ve taşımak fiillerinin anlamına uygun bir dönüşümde gözden kaçmamaktadır. Önceki ayette olduğu gibi burada da insanın varlığına şahit olup, hissedebileceği şeylerde Allah’ın mütekellim zamirine geçmiş olması şeklinde bir iltifatla yorumlamak da mümkündür. İnsanın algılayabileceği konularla ilgili bazı ayetlerde mütekellim zamirine geçiş olmuyor şeklindeki bir itirazı ise o noktada da dikkatin başka bir konuda olması gerektiği şeklinde yorumlamak î‘câzu’l Kur’an’a daha uygun bir yaklaşım olacaktır. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bu ve sonraki ayette vahyin indiği gönüllerin sulak arazilere benzetilerek her türlü meyve ile münbit bir toprak gibi, vahyin inmediği gönüllerin ise çorak araziler gibi olduğu temsil yoluyla anlatılırken ve asıl konu da bu iken bir nimet olarak yağmura ve onun faydalarına da vurgu yapılması istiṭrat yoluyla anlatılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اَقَلَّتْ - ثِقَالاً  arasında iyhamı tezad vardır.

بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪  sözünde  istiare vardır. Sanki Allah Teâlâ izin verip yağmurların

gelişini müjdelesinler diye rüzgârları yağmurlara bir öncü kılmıştır. Aynı zamanda bölük pörçük ve dağınık durumdaki yağmurları bir araya getirip birleştiren sebeplerden birini teşkil eder. (Şerîf er-Radî)

لِبَلَدٍ مَيِّتٍ  sözünde istiare vardır. Bu istiare iki şekilde düşünülebilir.


- Böyle bir yer uzun zaman su ve nemden mahrum kalarak rutubeti kalmaz, kurur ve ölü durumunda bulunur.
- Öyle bir yerdeki ağaç ve bitkileri yağmursuzluk öldürdüğünden üzerindeki bitkilerin ölmesi sebebiyle o yer ölü olarak nitelenir. Bu ifade; uyuyan gece, oruçlu gündüz ifadeleri gibidir. Gerçekte kastedilen gecede uyuyan ve gündüz oruç tutan insanlardır. (Şerîf er-Radî)
Kudrete bakınız ki nihayet o rüzgarlar (havadan) ağır ağır bulutları az ve hafif bir şey gibi kaldırıp yüklendiği zaman, yani rüzgarların fâidelerinden birisi de bulutları derleyip toplamak, yaymak ve yağmura muhtaç olan yerlere götürmek için tepelerinde taşımaktır. Fakat bu taşıyışta gayet dikkate değer bir husus vardır. Çünkü hava hafif, bulutlar ise ağırdır. Hafifin ağırı kaldırması ise tabiatın tersidir. Gerçekte burada bu ağırlık ve ıklâl (yüklenme, kaldırma) ihtarının tabiat ilimleri bakımından pek büyük önemi vardır. Zannedilirdi ki, bulutlar havadan hafif su buharından ibarettir. Halbuki asıl bulut su buharı hali değil, bizzat su taneciklerinin toplu hali olduğu sonradan farkedilmiş ve suyun ise havadan ağır olduğu bilinmekte olduğundan, bulutların hava boşluğunda muallâkta durması Fizik ilminde bir mesele teşkil etmiştir. Ve izahında iki görüş hasıl olmuştur: Başlangıçta, "O su tanecikleri sabun köpüğü gibi boş ve içlerinde hava hapsedilmiş olup, bu hava dışardaki havadan fazla bir ısı derecesinde bulunduğundan hafif olarak üzerinde yüzüyor." denilmiş. Sonra bu görüş çürütülerek bulutları birleştiren su taneciklerinin içi boş değil, dolgun bulunduğu ve bundan dolayı her biri kendi hacmindeki havadan ağır olduğu halde aşağıdan rüzgarın tahrikiyle kum tanelerinin yukarı çıkması gibi hava boşluğunda muallâk kalarak sağa sola hareket ettiği kabul edilmiştir. Öncekine göre balon ve gemi gibi hafifin ağır üzerinde duruşu, ikinciye göre de kuş ve uçak gibi ağırın hafif üzerinde duruşudur ki "ağır bulutları kaldırıp yüklendiği zaman" ayetinin hatırlatması da bunda açıktır. Evet havadan ağır olan su taneciklerini daha sıcak hava ile doldurmakla köpük haline koyarak hafiflendirip küçücük baloncuklardan oluşan bulut donanmalarını hava üzerinde tutmakta da büyük bir sanat olduğu şüphesiz ise de su taneciklerinin ağırlıklarını olduğu gibi muhafaza etmekle beraber, onlardan daha hafif olan havanın sırf hareketten aldığı kuvvetle o ağır bulut kütlelerini kaldırıp yüklenmesi daha çok dikkat çeken bir hadisedir ki, bunda hareketin önemi ve hareket emrini veren muharrik (hareket ettirici)in, yalnız hareketle, hafiflik ve ağırlık hükümlerini değiştiren ve tabiatlerin hükmünü tersine çeviren ve değiştiren mutlak bir kudrete sahip olduğu doğrudan doğruya ortaya çıkar. İşte bu manayı öğrenme sayesindedir ki, hareket ettirici kuvvet elde edilmesiyle uçaklar yapılmış ve kuş gibi hava üzerinde uçma başarısı elde edilmiştir. Bu açıklamadan anlaşılır ki rüzgarları hareket ettirmekteki bu yüksek kudreti özellikle hatırlatan bu "ağır bulutları kaldırıp, yüklendiği zaman" kavramında Muhammed aleyhisselâm'ın peygamberliğinin kesin delillerinden birisi olan ilmî bir mucize var demektir. Bir mucize ki, beşer ilmi bunun doğruluğuna bin seneden sonra vakıf olabilmiştir. Bununla beraber iş bununla kalmıyor, Allah rüzgara o kuvveti vermekle beraber onu onda atalet (cisimlerin bir hareket ettirici olmadan hareket edemiyecekleri) kuralı üzere bir tabiat istivâsiyle bırakmıyor. Bu noktada irade tecellisini anlatıyor ve kendi istivâ hakimiyetini gösteriyor. Onun için gıyab (üçüncü şahıs)tan tekellüm (birinci şahıs)e dönerek buyuruyor ki:
Tam rüzgarlar, ağır bulutu kaldırıp yüklendikleri zaman biz o bulutu ölü bir belde için sevk ederiz de, o suyu o beldeye indiririz, ve o su ile her türlü meyveleri çıkarırız ve çıkaragelmişizdir. İşte ölüleri, kabirlerinden, böyle çıkaracağız, şimdi siz düşünebilirsiniz. Bunları düşünür anlayabilirsiniz ki, yaratmak da emir de kendisinin olan ve tahrik ve irade ile bunları yapmaya ve ölmüş bir beldeyi yeniden diriltmeye kâdir olan Rabb'ınızın ölüleri diriltebileceğinde şüphe yoktur. Fakat şunu da unutmamak lazım gelir ki, yağmur yağmakla her yer eşit olarak meyve vermez, her toprağın başlangıçta kuvveti bir olmaz. (Elmalılı)
 

 كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen müspet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. âşûr'a göre bu cümle itiraziyyedir.

كذالك  kelimesi mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. “İşte  böyle” anlamındadır. 

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, s. 101)

اَخْرَجْنَا - نُخْرِجُ  ve  مَيِّتٍ - الْمَوْتٰى  ve  يُرْسِلُ - اَنْزَلْنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى  mürsel ve mücmel teşbihtir. Teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh zikredilmemiştir. Bitkinin olmaması ölüme benzetilmiştir.


 لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل ,تَفَكُّر ,تَدَبُّر ,تَذَكُّر  ve تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları ( تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Cenâb-ı Hak, "Umulur ki (bunları) İyi düşünüp ibret alırsınız" buyurmuştur. Bu, "Bu yerin, bahar ve yazın, çiçekler ve meyvelerle tezyin edildiğini, sonra da kışın, o zinetlerden soyulmuş bir ölü haline geldiğini, daha sonra da Allahü teâlâ'nın, o yeri yeniden ihya edip dirilttiğini görüp müşahede ediyorsunuz. O halde, o yerin, ölümünden sonra onu tekrar diriltmeye muktedir olanın, bedenlerin ölümünden sonra onları da diriltmeye muktedir olması gerekir.." demektir. Şu halde, "Umulur ki (bunları) iyi düşünüp ibret alırsınız" buyruğundan maksad, benzer iki durumdan birisinde bu imkânsız olmadığına göre, bu diğer durumda da imkânsız olmadığı dersini vermektir. (Fahreddin er-Râzî)

 

Günün Mesajı
54. ayette göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı sonra da Allah Teala'nın arşı istiva buyurduğu ifade edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de gün kavramı bildiğimiz anlamda gün için kullanıldığı gibi daha çok bir zaman birimi olarak, dönem, hususi bir zaman veya devir manalarında kullanılır. Secde suresinde bizim günümüzle 1000 yıl, Meâric suresinde 50 000 yıl süren günden bahsedilir. O halde gün; süre açısından izafidir. Ayrıca kainat içinde bulunduğumuz dünyadan ibaret değildir. Dünyanın günü, güneşin günü, her bir gezegenin günü birbirinden farklıdır. Rüya aleminin, ruh ve hayal alemlerinin günleri de birbirinden farklıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Küçük bir köyde, sesi hoş bir kız varmış. Kimse, tam olarak nerede yaşadığını bilmezmiş. Sanki ihtiyacı olanlara, şarkısıyla destek olmak için gelir, sonra çekip gidermiş. Gönlü daralana umudu, mutlu olana da şükrü hatırlatırmış. Duanın, kula verilen en güzel nimetlerden olduğunu söyler ve herkesi duaya çağırırmış:

Dünyalıkların, nefsine saldırması karşısında. Kendini savunmasız mı sandın? Dua denilen silahı vermiş, Rahman sana. Kullanmayana sorulmaz mı, bunun hesabı sonra. 

Bırak kalbini, gitsin Rabbine. Duygularınla düşüncelerini arzetsin En Güzel’e. Mutlulukların için şükür etsin, üzüntülerine ise çare istesin. Hataların için af dilesin, yaptıklarının ise kabulunu umsun.

Aç ellerini, akıt gönlündekileri. Bildiğin en güzel iltifatlarla. Bildiği en gizli itiraflarınla. Var En Merhametlinin huzuruna. İhtiyacın ne ise, iste. İste ki; korkularından emin kılınasın, umduklarına ise hayırla kavuşasın.

Ey Alemlerin ve içindekilerin Rabbi! Ey göklerin ve yerin Rabbi! Ey rüzgarların ve bulutların Rabbi! Ey güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğdiren! Ey benim de Rabbim olan Allahım!

Gönüllerdeki umut da, gözlerdeki pırıltı da Senden. Kalplerdeki huzur da, zihinlerdeki sükunet de Senden. Yükümüzü hafifleten de, gereken şifayı nasip eden de Sensin. İhtiyacımız olanı bilen de, her çabamızın karşılığını veren de Sensin. 

Yolumuzu kolaylaştır. Ömrümüzü bereketlendir. Gönlümüzü ferahlandır. Şükrümüzü, tövbemizi ve ibadetimizi kabul buyur. Bizi affet. Bizden razı ol ve bizi dünyanda da, ahiretinde de salih kullarınla beraber kıl.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji