وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ
Allah Teâlâ, müşriklerin yalanlama, karalama, alay etme gibi tepkilerine rağmen, kararlılıkla kitabı tebliğ etmesi gerektiğini peygamberine bildirdikten ve insanlara da bu kitaba uymalarını emrettikten sonra bu buyruğa aykırı davranmaya kalkışanları uyarma ve tehdit mahiyetinde olmak üzere, nice eski kavimlerin isyankârlıkları yüzünden hiç ummadıkları ve beklemedikleri anlarda Allah’ın ansızın ortaya çıkardığı bir felâketle helâk olduklarını haber vermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 501
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ
وَ istînâfiyyedir. كَمْ’i haberiye mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَرْيَةٍ zaiddir. قَرْيَةٍ kelimesi lafzen mecrur, mahallen temyiz olarak mansubtur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye, “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلَكْنَاهَا fiili كَمْ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
اَهْلَكْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ atıf harfidir. جَٓاءَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بَأْسُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيَاتاً hal olup lafzen mansubtur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُمْ قَٓائِلُونَ cümlesi atıf harfi اَوْ ile بَيَاتاً şeklindeki hale matuftur. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
قَٓائِلُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
قَٓائِلُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan قيل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
كَمْ teksir ifade eden haberiyyedir. Mukaddem mefûl olarak mahallen mansubtur.
مِنْ قَرْيَةٍ, amili olan اَهْلَكْنَاهَا fiiline önemine binaen takdim edilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَرْيَةٍ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
اَهْلَكْنَاهَا cümlesine فَ ile atfedilen فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً cümlesi aynı üsluptadır.
بَأْسُنَا izafeti muzâfın şanı içindir.
İsim cümlesi formunda gelen هُمْ قَٓائِلُونَ cümlesi hal olan بَيَاتاً ’e matuftur. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا ifadesinde istiare vardır. Azap kendi başına hareket edebilen bir şeye benzetilmiştir.
Burada helak fiili zikredilmiş ama istemek, azmetmek manası kastedilmiştir. Karînesi ayetin devamının فَ harfi ile atfedilmesidir. Yani helakın meydana gelmesi için azabın gelmesi gerekir. Önce azap gelir sonra kavim helak olur. Dolayısıyla bu helak etme fiilinin istemek manasında yani helakın sebebi olan fiil manasında kullanıldığı açıktır. Bu da müsebbebin zikredilip sebebin kastedildiği mecaz-ı mürsel örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Bu iki uyku hali azaba tahsis edilmiştir. Çünkü kötü bir şeyin gaflet anında inivermesi daha fecidir ve bunun anlatılması muhatabın güven ve rahat durumlarına aldanmamaları için daha caydırıcıdır. (Ebüssuûd)
Bu ayet-i kerimede lafzî kalb vardır. Ayetin aslı جَٓاءَهَا بَأْسُنَا فَاَهْلَكْنَا şeklindedir.
Kem-i haberiye, inşânın (istifhamın) dışında, haber cümlelerinde kullanılır. Bu kullanım da nicelik ve çokluk manası verir ve ona haberiyye adı verilir. Kur’an’da bu manayla kullanıldığı yerler genellikle iftihar makamlarıdır. Kem-i haberiyye ile muhataptan cevap talep edilmez. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu Yük. Lis. Tezi)