وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَبَيْنَهُمَا | iki taraf arasında |
|
2 | حِجَابٌ | bir perde (vardır) |
|
3 | وَعَلَى | ve üzerinde |
|
4 | الْأَعْرَافِ | A’raf |
|
5 | رِجَالٌ | erkekler (vardır) |
|
6 | يَعْرِفُونَ | tanıyan |
|
7 | كُلًّا | hepsini |
|
8 | بِسِيمَاهُمْ | yüzlerindeki işaretleriyle |
|
9 | وَنَادَوْا | ve seslendiler |
|
10 | أَصْحَابَ | halkına |
|
11 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
12 | أَنْ | diye |
|
13 | سَلَامٌ | selam olsun |
|
14 | عَلَيْكُمْ | size |
|
15 | لَمْ |
|
|
16 | يَدْخُلُوهَا | cennete girmemiş |
|
17 | وَهُمْ | fakat onlar |
|
18 | يَطْمَعُونَ | beklemektedirler |
|
Sözlükte hicab kelimesi “perde” demek olup burada cennetle cehennem veya cennet ehliyle cehennem ehli arasındaki bir engeli ifade eder. Fahreddin er-Râzî, hicabın “Ve hemen aralarına kapısı da olan bir duvar çekilir …” (Hadîd 57/13) meâlindeki âyette geçen “sur” anlamını ifade ettiğini belirtmiştir (XIV, 86). Sözlükte “Yüksek mekân, her şeyin en yüksek noktası” anlamındaki a‘râf ise cennetle cehennem arasındaki bir yerin adıdır. Tefsirlerde cennet ve cehennemin yerleri, birbirine uzaklıkları, cennettekilerle cehennemdekilerin birbirlerine seslerini nasıl duyurdukları, cennetle cehennem arasındaki “sur” ile “perde” ve “a‘râf”ın mahiyeti, a‘râftakilerin kimler olduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de âhiret meselelerini akıl ve tecrübeye dayanarak açıklayıp çözümlemek mümkün olmadığı için bu konularda sadece nassın verdiği bilgilerle yetinip bunların gerçek olduğuna iman etmek, hakikat ve mahiyetinin ne olduğunu ise Allah’ın ilmine havale etmek en uygun tutumdur. Mümin için önemli olan, âhiretin hak olduğu, orada mutlak, kesin ve en adaletli bir şekilde herkesin yargılanacağı, sonuçta iyilerin cennetle ödüllendirileceği, kötülerin cehennemle cezalandırılacağıdır.
Âyetteki bilgilere göre â‘râfta bulunacak olanların bir kısmı, iyileri de kötüleri de simalarından tanıyacak kadar yetkinlik sahibi kimselerdir. Bunlar, ya dereceleri nisbeten düşük olduğu veya üstün dereceli olmakla birlikte, herkesin gözetlenip teşhis edilebileceği a’râf denilen yüksek yerde bir süre bekleyerek iyileri ve kötüleri birbirinden ayırmakla görevlendirildikleri için orada bekleyecekler; cennet ehline esenlik dileyecek, başlarını cehennem ehline çevirince de kendilerini onlarla birlikte bulundurmaması için Allah’a niyaz edeceklerdir.
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 531
طَمَعٌ Nefsin, bir şeyi ona olan şiddetli arzusu sebebiyle şehvetle arzulamasıdır. Genellikle hevâdan kaynaklandığı için şöyle denmiştir: Tamah bir kirdir/kötü bir huydur ve rezillik sebebidir. Türkçede menfi anlamda kullanılmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli tamah etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
حَجْبٌ ve حِجابٌ herhangi bir şeye ulaşılmasına engel/mani olmaktır. Âraf/46 ayeti kerimesindeki حِجابٌ sözcüğünden maksat, birbirlerini görmelerini engelleyecek bir hicâb değildir. Bilakis burada Allah-u Teala yalnızca cennetliklerin tattıkları lezzetin cehennemliklere, cehennemliklerin çektiği eziyetin de cennetliklere ulaşmasını engelleyecek bir hicabı kasdetmektedir. Ayrıca Yüce Allah buyurur ki: Şura, 42/51 وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ yani ‘ konuştuğu ve ulaştırdığı kimsenin kendisini göremeyeceği bir yerden…’
Her iki kaşa da حاجِبانِ denmesinin nedeni gelebilecek zararlı şeyleri engellemede gözler için birer hâcib olmalarındandır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hicap ve mahcuptur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. بَيْنَـهُمَا mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حِجَابٌ muahhar mübtedadır.
وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ
وَ atıf harfidir. عَلَى الْاَعْرَافِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. رِجَالٌ muahhar mübtedadır.
يَعْرِفُونَ fiili رِجَالٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْرِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
كُلاًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
بِس۪يمٰيهُمْ car mecruru يَعْرِفُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نَادَوْا mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَصْحَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ tefsiriyye harfidir. سَلَامٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
لَمْ يَدْخُلُوهَا cümlesi نَادَوْا’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.
لَمْ muzari fiili cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَدْخُلُوهَا fiili نَ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَطْمَعُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَطْمَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
نَادَوْا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dır.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ
Mübtedanın haberi olan وَبَيْنَـهُمَا’nın mübtedaya takdim edilmesi, cennet ile cehennem arasındaki orta bir mekânın ihtimamı ve şanı hakkında zikredilen şeyler dolayısıyladır. Bu sebeple mübtedanın nekre olması da uygundur. Ayrıca mübteda olan حِجَابٌۚ kelimesinin tenkiri tazim içindir. (Âşûr)
بَيْنَـهُمَا’deki zamir ونادى أصْحابُ الجَنَّةِ أصْحابَ النّارِ (Araf Suresi, 44) sözündeki cehennem ve cennet lafızlarına aittir. (Âşûr)
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. بَيْنَـهُمَا mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan حِجَابٌۚ ’daki tenvin nev ve tazim ifade eder. Aynı üslupta gelen وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ cümlesi makabline matuftur. رِجَالٌ ’un nekre gelişi nev içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlesi رِجَالٌ için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Araftakiler cennet ve cehennem ashabını yüzlerinden tanırlar. Araftakiler; iyilikleri ve kötülükleri eşit olup nereye girecekleri henüz belli olmayanlar kişilerdir.
حِجَابٌۚ kelimesi nekre olarak gelerek bunun bizim bilmediğimiz bir örtü olduğuna ve tazimine işaret eder.
الْاَعْرَافِ’deki marifelik ahd içindir.(Âşûr)
الْاَعْرَافِ - يَعْرِفُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ yani cennet ve cehennem arasında ya da iki grup arasında bir “perde” vardır. Bu perde, [aralarında bir sur çekilir] (Hadid Suresi, 13) ayetinde ifade edilen surdur. وَعَلَى الْاَعْرَافِ [onun arafı üzerinde] yani -cennet ile cehennem arasına çekilen surdan ibaret olan- perdenin اَعْرَافِ yüksek kısmı [üzerinde de] ‘عرفِ ,اَعْرَافِ ’un çoğuludur […her birini simalarıyla tanıyan] yani mesut olanların ve bedbaht olanların hepsini alametlerinden tanıyan -ki Allah kendilerine bu alametleri bildirmiş, ilham etmiş ya da melekler onlara öğretmiştir- “adamlar vardır.” Bunlar Müslümanlardan olup, amellerindeki kusurlar sebebiyle cennete en son girenlerdir. Adeta Allah’ın emrini beklemekte ve Allah cennete girmelerine izin verinceye kadar cennet ile cehennem arasında tutulmaktadırlar. (Keşşâf)
وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا
يَعْرِفُونَ cümlesine matuf bu cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ tefsir harfidir. Mübteda ve haberden müteşekkil سَلَامٌ عَلَيْكُمْ, tefsiriyye cümlesidir. عَلَيْكُمْ ’un müteallakı olan haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَمْ يَدْخُلُوهَا cümlesi نَادَوْا fiilinin failinden haldir. Hal, ıtnâb sanatıdır.
وَهُمْ يَطْمَعُونَ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin fasılası sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)