A'râf Sûresi 56. Ayet

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  ...

Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تُفْسِدُوا bozgunculuk yapmayın ف س د
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 بَعْدَ sonra ب ع د
6 إِصْلَاحِهَا düzeltildikten ص ل ح
7 وَادْعُوهُ O’na du’a edin د ع و
8 خَوْفًا korkarak خ و ف
9 وَطَمَعًا ve umarak ط م ع
10 إِنَّ muhakkak ki
11 رَحْمَتَ rahmeti ر ح م
12 اللَّهِ Allah’ın
13 قَرِيبٌ yakındır ق ر ب
14 مِنَ
15 الْمُحْسِنِينَ iyilik edenlere ح س ن
 

Yukarıda bir tek âyette Kur’an’ın ulûhiyyet öğretisi veciz bir şekilde verildikten sonra bu iki âyette, tam yeri gelmişken, insanlara çok önemli iki hatırlatma yapılıyor: a) 55. âyette insanlardan, rablerine yakarır bir tarzda, gizli gizli veya alçak sesle dua etmeleri istenmekte; Allah’ın, aşırı gidip buyruğundan çıkanları, bu cümleden olmak üzere duada yakarış ve gizlilik sınırını aşanları sevmediği bildirilmekte; bu suretle, hadiste “ibadetin özü” diye nitelenen (Tirmizî, “Du‘â”, 1) dua münasebetiyle insanın rabbi ile ilişkisine bir disiplin getirilmektedir. Nitekim bazı müfessirler buradaki “Dua ediniz” buyruğunu “İbadet ediniz” şeklinde açıklamışlardır (Râzî, XIV, 128; dua hakkında bilgi için bk. Bakara 2/186). b) 56. âyette ise, Allah arzı yani dünyayı veya ülkeyi ıslah etmiş, düzene koymuşken, insanların orada fesat çıkarıp düzeni bozmaları yasaklanmakta; böylece insanın tabii ve beşerî çevresiyle ilişkisi düzenlenmektedir. Râzî âyetin bu bölümünü özetle şöyle açıklar: Dünyadaki hiçbir düzenli şeyi bozmayın. Öldürme, yaralama, gasp ve hırsızlık gibi insana verilen zararlar; inkâr ve bid‘atlarla dine verilen zararlar; zina, livata, zina iftirası gibi insan onuruna, namusuna ve aileye verilen zararlar; sarhoş edici şeylerle akla verilen zararlar bu yasağın kapsamına girer. Çünkü dünya hayatında insanlara ait beş temel hak ve menfaat konusu vardır: Can, mal, nesep, din ve akıl. “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” buyruğu bütün bu hak ve menfaatlerle bunların kapsamına giren diğer şeylerin korunmasını öngörür. Zira Allah’ın yeryüzünü ıslah ettiğini, düzene soktuğunu belirten ifade, Allah tarafından dünyaya bütün yaratılmışların menfaatlerini en uygun biçimde karşılayacak düzenlerin verildiğini bildirir. Öte yandan yüce Allah, peygamberler göndermek, kitaplar indirmek ve hüküm ve yasalar koymak suretiyle de dünyayı ıslah etmiş olup bu âyette, bir bakıma, insanlara “Peygamberleri yalanlamaya, kitapları inkâr etmeye, yasalara karşı gelmeye kalkışmayın!” denilmiştir. Zira bu isyanlar dünyada karışıklıklar çıkmasına, düzenin bozulmasına yol açar 

 

(XIV, 133).

 İnsanın çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurup fesattan korunması iyi bir kullukla mümkün olacağı için âyetin sonunda tekrar dua konusuna dönülerek hem korku hem de ümit duygularıyla dua edilmesi istenmiş; nihayet “Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır” buyurulmuştur. Buradaki “iyilik edenler” (muhsinîn) kelimesi hem Allah’a kulluk ve dua ödevini hem de her türlü bozgunculuktan uzak durma, dünyanın düzenini yaşatma, kısaca iyi kul ve iyi insan, iyi komşu, iyi ana-baba, iyi vatandaş… olma yükümlülüklerini yerine getirenleri kapsar.

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 538-539

 

Resul-i Ekrem “ Hiçbiriniz Allah’ın kendisine iyi davranacağını ummadan ölmesin” diye tembih etmistir.  (Müslim, Cennet 82,83). 

Allah Teâlâ bir kudsî hadiste “Ben , kulumun Beni düşündüğü ( zannettigi) gibiyim” ( Buhâri , Tevhid 15; Müslim, Tevbe 1). 

 

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

 

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُفْسِدُوا fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تُفْسِدُوا  fiiline müteallıktır.

بَعْدَ  zaman zarfı,  تُفْسِدُوا  fiiline müteallıktır. اِصْلَاحِهَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ادْعُوهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  ادْعُوهُ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

خَوْفاً  kelimesi  اُدْعُوا’deki failin hali olup fetha ile mansubtur.  طَمَعاً  kelimesi atıf harfi  وَ’la  خَوْفاً  ‘e matuftur.

تُفْسِدُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’âl babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

  اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

رَحْمَتَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh  olup kesra ile mecrurdur.

قَر۪يبٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  car mecruru  قَر۪يبٌ ‘e müteallıktır.

الْمُحْسِن۪ينَ ‘nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ

 

Ayet, önceki ayetteki  اُدْعُوا  cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Önceki ayetteki cümlenin manen tekrarı olan  وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاً  cümlesi makabline matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf Suresi 29)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

طَمَعاً  tabirini  طمح  ile karıştırmayalım. İkisi de anlam bakımından yakındır. طَمَعاً kelimesinde arzuya ilave olarak hırs, tutku, açgözlülük manaları vardır.

تُفْسِدُوا -  اِصْلَاحِهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

خَوْفاً - طَمَعاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Müstenefe cümlesidir. Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  

إِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesinde fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. Bu cümlede istimrar da ifade etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır. Zamir makamında zahir isim gelerek mana zihne yerleştirilmek istenmiştir. Bu ıtnâb sanatıdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri önceki cümleyi tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır. 

[Allah’ın rahmeti elbette ihsan üzere hareket edenlere yakındır.] Bu, tıpkı [Şüphesiz ‘bağışladıkça bağışlayıcıyımdır Ben; dönüş yapan, iman edip salih amel işleyen, sonra da doğru yolda giden kimseler için] (Ta-Ha Suresi, 82) ayeti gibidir.  رَحْمَة  müennes olduğu halde  قَر۪يبٌ  [yakın] ifadesinin müzekker kullanılması, ya rahmetin müzekker kelimeler olan  رُحم  ve ترحّم  [şefkat göstermek] manalarında kullanılmasından kaynaklanmaktadır ya da hazfedilmiş bir başka kelimenin sıfatı olarak kullanılmasından -yani  شيء قريب  (yakın bir şeydir) anlamının kastedilmesinden - veya mef‘ûl anlamındaki fail formuna benzetilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. (Keşşâf)

الْمُحْسِن۪ينَ , kendisinden "ihsan" kelimesinin delâlet ettiği şey sâdır olmuş olan kimsedir. Nasıl kendisinde ilim olan kimseye "âlim" deniliyor ise ve onun âlim olmasının şartı da bütün ilimlerin (o kimsede) bulunması değil ise, aynı şekilde o insanın muhsin olmasının şartı da, onun bütün "ihsan" çeşitlerini yapması değildir. (Fahreddin er-Râzî)
Dünyanın her an bizden uzaklaştığı, ahiretin de her an bize daha çok yakınlaştığı; Allah'ın rahmetinin de ölümden sonra meydana gelip gerçekleşeceği sabit olunca Allah, pek yerinde olarak, bu anlamda "Şüphesiz iyi hareket edenlere (muhsinlere) Allah'ın rahmeti çok yakındır" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)