A'râf Sûresi 70. Ayet

قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ  ...

Onlar, “Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 أَجِئْتَنَا sen bize mi geldin? ج ي ا
3 لِنَعْبُدَ kulluk etmemiz için ع ب د
4 اللَّهَ Allah’a
5 وَحْدَهُ tek olan و ح د
6 وَنَذَرَ ve bırakalım diye و ذ ر
7 مَا şeyleri
8 كَانَ oldukları ك و ن
9 يَعْبُدُ tapıyor ع ب د
10 ابَاؤُنَا atalarımızın ا ب و
11 فَأْتِنَا (haydi) bize getir ا ت ي
12 بِمَا şeyi
13 تَعِدُنَا bizi tehdidettiğin و ع د
14 إِنْ eğer
15 كُنْتَ isen ك و ن
16 مِنَ -dan
17 الصَّادِقِينَ doğrular- ص د ق
 

Fakat onlar bu uyarıyı dikkate alarak Allah’a şükran borçlarını eda etmeleri gerekirken, aksine davranarak kendilerini yalnız Allah’a kulluk etmeye, atalarının taptığı uydurma tanrıları bırakmaya çağırdığı için Hûd’u eleştirip kınadılar; üstelik, nasıl olsa imkânsız olduğunu düşünerek ondan, doğruluğunu kanıtlaması için kendilerini tehdit ettiği azabı veya felâketi başlarına getirmesini isteyip akıllarınca kendisini güç durumda bırakmaya kalkıştılar.

 Âd halkı bu tutumlarıyla inkârcılıktan asla dönmeyeceklerini ortaya koymuşlardı. Bu sebeple peygamber, onların içinde bulunduğu durumu “Üzerinize rabbiniz tarafından bir azap ve öfkenin gelmesi hak olmuştur” şeklinde özetlemiş; kendisi beklediği gibi onların da başlarına gelecek acı âkıbeti beklemelerini istemiştir. Sözlükte “kir, pislik” anlamına gelen rics kelimesine mecazi olarak “azap” mânası verilmiştir; gazab ise –Allah’a isnat edildiğinde– O’nun “inkârcı ve isyancıları rahmetinden uzaklaştırıp alçaltması ve cezalandırması” anlamına gelir. Ricsi Allah’ın inkârcılara öfkesi, gazabı ise onlara vereceği azap şeklinde yorumlayanlar da vardır (bk. İbn Âşûr, VIII/2, s. 210). Yüce Allah iyilere yani Hûd ve onunla birlikte inananlara rahmetiyle muamele edip onları kurtarırken, peygamberi yalancılıkla suçlayıp iman etmemekte direnenlere gazabıyla muamele edip büyük bir kasırga neticesinde toptan yok olmalarını sağladı.Hz. Hûd, muhtemelen kavminin kesinlikle iman etmeyeceğini anlayınca diğer müminlerle birlikte uzak bir yere hicret ederek bu kasırgadan kurtulmuştu. Kabrinin Hadramut’ta bulunduğunu bildiren rivayet de bunu desteklemektedir (İbn Âşûr, VIII/2, s. 214).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 546-547

 

قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اَجِئْتَنَا ’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اَجِئْتَنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

لِ  harfi,  نَعْبُدَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَجِئْتَنَا  fiiline müteallıktır.

نَعْبُدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  وَحْدَهُ  lafza-i celâlin hali olup fetha ile mansubtur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Hal olarak kullanılan kalıplaşmış bazı tabirler de vardır. Bunlar:

شَذَرَ مَذَرَ , وَجْهًا لِوَجْهٍ , بَابًا بَابًا , بَيْتَ بَيْتَ , يَدًا بِيَدٍ , جَهْدَكَ , رَاْسًا عَلَي رَاْسٍ , قَاطِبَةً , جَمِيعًا , عَامَّةً , وَحْدَ + zamir , كَافَّةً

Burada  وَحْدَهُ  müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَذَرَ  fiili atıf harfi  وَ ’la  نَعْبُدَ  fiiline matuf olup mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası   كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو dir.  يَعْبُدُ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

يَعْبُدُ  merfû muzari fiildir.  اٰبَٓاؤُ۬نَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

 


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن كنت صادقا بما تقول فأتنا (Söylediğin sözde doğru isen …. getir.) şeklindedir.

أْتِنَا  illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  أْتِنَا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَعِدُنَٓا  ‘ dır. Îrabtan mahalli yoktur.

تَعِدُنَٓا  merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تَ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الصَّادِق۪ينَ  car mecruru  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti  ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الصَّادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri;  إن كنت من الصادقين فأتنا بما تعدنا (Eğer sadıklardan iseniz vadettiğiniz şeyi getirin.) şeklindedir.
 

قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ

 

Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tahkir ve inkâr (Âşûr) amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. لِنَعْبُدَ اللّٰهَ  cümlesine dahil olan  لِ , cümleyi gizli bir  أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Faide-i  haber ibtidaî kelam olan masdar-ı müevvel, cer mahallinde  اَجِئْتَنَا  fiiline müteallıktır. 

وَحْدَهُ  lafza-i celâlden haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Aynı üslupta gelen …نَذَرَ  cümlesi masdar-ı müevvele matuftur.  نَذَرَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede  كانَ  getirilmesi, ibadetlerinin asırlardan beri süregelen kadim bir mesele olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr)

Cümlede  كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt (Âşûr) ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (M.Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, S. 103)

[Sen, bize yalnızca Allah’a kulluk edelim ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakalım diye mi geldin?!] Sadece Allah’a kulluk etmeyi ve atalarının putları Allah’a ortak koşmak şeklindeki dinlerini terk etmeyi yadırgamış, inkâr etmişlerdir. Bunun sebebi de içerisinde yetiştikleri geleneğe sevgi beslemeleri ve atalarının din olarak benimsediklerini gördükleri şeye alışmış olmalarıdır. (Keşşâf)

قَالُٓوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا

 

فَ , takdiri  اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ  [Eğer doğru söyleyenlerden isen] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi …أْتِنَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  فَأْتِنَا , مَا ‘ya müteallıktır. Sılası  تَعِدُنَٓا  , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

فَأْتِنَا  sözlerindeki emir taciz (aciz bırakmak) içindir. (Âşûr)

(فَأْتِنا) Bir şeyi getirmenin gerçek manası onunla birlikte gelmesidir. Burada olduğu gibi getirmek ve doğrulamak için mecazî olarak kullanılır. Mana “Azaptan tehdit ettiğin şeyi bize acele getir” veya “İddia ettiğin tehdidi bizim için gerçekleştir” demektir. (Âşûr)

Hud (as)’ın kavmi, “Haydi öyleyse, bizi tehdit etmekte olduğun azabı bize getir!” demişlerdir. Onlar bu sözü, Hud (as)’ın yalancı olduğuna inandıkları için söylemişlerdi. Onların bu sözlerinden gayeleri, Hz. Hud onlara bu azabı getiremediği takdirde, onun yalancı olduğunu ortaya çıkarmaktır. Onlar bu sözü vaid-i ilahî’nin gecikmeyeceğini sanarak söylemişlerdir. İşte bundan dolayı onlar, azabın böyle acele gelmesini istemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)


اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

Ayetin fasılası fasılla gelmiş tefsiriyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri;  فأتنا بما تعدنا  [Bize vadettiğini getir.] şeklindedir.

جِئْتَنَا - فَأْتِنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نَعْبُدَ - يَعْبُدُ  ve  كَانَ - كُنْتَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنْ  harfi, vuku bulma ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılır. Burada da peygamberin doğru söyleme ihtimali azmış gibi düşündüklerini ifade etmişlerdir.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)