قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | قَدْ | artık |
|
3 | وَقَعَ | inmiştir |
|
4 | عَلَيْكُمْ | size |
|
5 | مِنْ | -den |
|
6 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
7 | رِجْسٌ | bir pislik |
|
8 | وَغَضَبٌ | ve gazab |
|
9 | أَتُجَادِلُونَنِي | benimle mi tartışıyorsunuz? |
|
10 | فِي | hakkında |
|
11 | أَسْمَاءٍ | isimler |
|
12 | سَمَّيْتُمُوهَا | adlandırdığınız |
|
13 | أَنْتُمْ | sadece sizin |
|
14 | وَابَاؤُكُمْ | ve atalarınızın |
|
15 | مَا |
|
|
16 | نَزَّلَ | indirmediği |
|
17 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
18 | بِهَا | onlar için |
|
19 | مِنْ | hiçbir |
|
20 | سُلْطَانٍ | delil |
|
21 | فَانْتَظِرُوا | bekleyin öyle ise |
|
22 | إِنِّي | ben de |
|
23 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
24 | مِنَ |
|
|
25 | الْمُنْتَظِرِينَ | bekleyenlerdenim |
|
Fakat onlar bu uyarıyı dikkate alarak Allah’a şükran borçlarını eda etmeleri gerekirken, aksine davranarak kendilerini yalnız Allah’a kulluk etmeye, atalarının taptığı uydurma tanrıları bırakmaya çağırdığı için Hûd’u eleştirip kınadılar; üstelik, nasıl olsa imkânsız olduğunu düşünerek ondan, doğruluğunu kanıtlaması için kendilerini tehdit ettiği azabı veya felâketi başlarına getirmesini isteyip akıllarınca kendisini güç durumda bırakmaya kalkıştılar.
Âd halkı bu tutumlarıyla inkârcılıktan asla dönmeyeceklerini ortaya koymuşlardı. Bu sebeple peygamber, onların içinde bulunduğu durumu “Üzerinize rabbiniz tarafından bir azap ve öfkenin gelmesi hak olmuştur” şeklinde özetlemiş; kendisi beklediği gibi onların da başlarına gelecek acı âkıbeti beklemelerini istemiştir. Sözlükte “kir, pislik” anlamına gelen rics kelimesine mecazi olarak “azap” mânası verilmiştir; gazab ise –Allah’a isnat edildiğinde– O’nun “inkârcı ve isyancıları rahmetinden uzaklaştırıp alçaltması ve cezalandırması” anlamına gelir. Ricsi Allah’ın inkârcılara öfkesi, gazabı ise onlara vereceği azap şeklinde yorumlayanlar da vardır (bk. İbn Âşûr, VIII/2, s. 210). Yüce Allah iyilere yani Hûd ve onunla birlikte inananlara rahmetiyle muamele edip onları kurtarırken, peygamberi yalancılıkla suçlayıp iman etmemekte direnenlere gazabıyla muamele edip büyük bir kasırga neticesinde toptan yok olmalarını sağladı.Hz. Hûd, muhtemelen kavminin kesinlikle iman etmeyeceğini anlayınca diğer müminlerle birlikte uzak bir yere hicret ederek bu kasırgadan kurtulmuştu. Kabrinin Hadramut’ta bulunduğunu bildiren rivayet de bunu desteklemektedir (İbn Âşûr, VIII/2, s. 214).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 546-547
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
قَدْ tahkik harfidir. وَقَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
عَلَيْكُمْ car mecruru وَقَعَ fiiline müteallıktır. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru وَقَعَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رِجْسٌ fail olup lafzen merfûdur.
غَضَبٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la رِجْسٌ ‘e matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ
Hemze istifham harfidir. تُجَادِلُونَن۪ي muzari fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ car mecruru تُجَادِلُونَن۪ي fiiline müteallıktır. سَمَّيْتُمُوهَٓا fiili اَسْمَٓاءٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Burada سَمَّيْتُمُوهَٓا hakiki ve fiil cümlesi şeklinde gelen sıfattır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَمَّيْتُمُوهَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. سَمَّيْتُمُوهَٓا fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vav-ı - işbâ edatı denilir.
اَنْتُمْ munfasıl zamiri سَمَّيْتُمُوهَٓا ‘daki muttasıl zamiri tekid içindir.
Tekid; tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide, “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (ٌمُؤَكَّد)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
1. LAFZÎ TEKİD: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰبَٓاؤُ۬كُمْ kelimesi atıf harfi وَ ‘la سَمَّيْتُمُوهَٓا ‘ daki muttasıl zamire matuftur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَزَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
بِهَا car mecruru نَزَّلَ fiiline müteallıktır. مِنْ harf-i ceri zaiddir. سُلْطَانٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُجَادِلُونَن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (işteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَمَّيْتُمُوهَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi سمو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن لم تصدّقوا فانتظروا (İnanmıyorsanız bekleyin.) şeklindedir.
انْتَظِرُٓوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مَعَ mekân zarfı, الْمُنْتَظِر۪ينَ ‘ye müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْمُنْتَظِر۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
انْتَظِرُٓوا fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi نظر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُنْتَظِرُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ cümleyi tekid etmiştir.
Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Âşûr, Mümtehine/6)
Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)
Cümledeki iki car-mecrur önemine binaen faile takdim edilmiştir. (Âşûr)
رَبِّكُمْ izafeti, muzâfun ileyhi tahkir içindir.
رِجْسٌ ve temâsül nedeniyle ona atfedilen غَضَبٌۜ kelimelerindeki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Rics; habis şey demektir. Burada mecazî olarak batındaki kötülük yani nefsin fesadı kastedilmiştir. (Âşûr)
Ayetteki “rics” (pislik) kelimesinin, yanlış inançlar ve mezmum fiiller manasında olması gerekir. Bu sabit olunca, “Rabbinizden üzerinize bir rics (pislik) ve gazap hak oldu (vâkî oldu)” buyruğu, Allah Teâlâ’nın onlara kınanmış inaçları ve kötü özellikleri has kılmış olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ [Muhakkak Rabbinizden sizin üzerinize bela ve gadap, kızgınlık oldu] cümlesinde gelecek olan bela mazi fiille ifade edilerek gerçekleşeceğinin kesin olduğuna işaret edilmiştir.
رِجْسٌ - غَضَبٌۜ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
"Gerçekten Rabbinizden size bir azap ve gazap gelecektir" dedi. Burada "gelecektir" ifadesi ‘’gelmesi hak ve vâcip olmuştur’’ demektir. (Kurtubî)
Kötülüğü gazapla, öfkeyi de azapla tefsir eden kimseler vardır. Azap öfkenin neticesi olduğu için bu kullanım mecâz-ı mürseldir. (Âşûr)
Gadap kelimesi rics kelimesine tehir edilmiştir. Çünkü rics nefisteki kötülüktür. (Âşûr)
اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ
Hud (as)’ın sözlerinin devamı olan cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan سَمَّيْتُمُوهَٓا cümlesi, اَسْمَٓاءٍ için sıfattır. Bu cümlede اَنْتُمْ , fiildeki zamiri tekid için gelmiştir.
Yine اَسْمَٓاءٍ için sıfat olan menfi mazi fiil sıygasındaki مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.
سُلْطَانٍۜ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Çünkü, menfi siyakta nekre umum ifade eder.
تُجَادِلُونَن۪ي - سَمَّيْتُمُو kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
اَتُجَادِلُونَن۪ي [‘’benimle mücadele mi ediyorsunuz?”] Buradaki istifhamdan murad, inkâr dır. Çünkü onlar putlarına, onlarda bir ulûhiyet bulunmadığı halde, “ilâh” olarak isim veriyorlardı. Mesela bir putlarına ‘izzet’ masdarından müştak olan Uzza ismini vermişlerdir. Halbuki Allah Teâlâ o puta kesinlikle bir izzet (kudret ve yücelik) vermemişti. Yine onlar, bir putlarına da ‘ilah’ kelimesinden türetilmiş Lât ismini vermişlerdi, halbuki onda ilâh olma namına hiçbir özellik yoktu. Ayetteki, “Allah onlar için bir hüccet indirmediği halde...” buyruğu onların inançlarının, delil ve hüccetlerden uzak olduğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
فَانْتَظِرُٓوا
فَ mukadder şartın cevabına gelen rabıtadır. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, takdiri إن لم تصدّقوا (Eğer inanmıyorsanız) olan mahzuf şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu fiilde irsâd sanatı vardır.
Buradaki emir sıygası tehdit içindir. “Dilediğinizi yapın” manası gibi. (Âşûr)
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
فَانْتَظِرُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنّ۪ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَكُمْۜ ’un mütallakı olan اِنّ۪ ‘nin haberi mahzuftur.
فَانْتَظِرُٓوا - الْمُنْتَظِر۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَسْمَٓاءٍ - سَمَّيْتُمُوهَٓا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
الْمُنْتَظِر۪ينَ [bekleyenler] kelimesi; bakmak, düşünmek, ibret almak manaları ile de birlikte düşünülmelidir.
Putların bir vasfı bir değeri olmadığı halde, siz onları değerli yaptınız ve onlara isim verdiniz. ‘Onları isimlendirdiniz’ derken onların ilâhlık vasfı olmadığı daha beliğ bir şekilde anlatılmıştır.
[Tamamen sizin ve atalarınızın taktığı birtakım adlar] yani, tapındığınız putlar aslında herhangi bir müsemmaları olmayan birer isimden ibarettir. Çünkü onları siz ilâh olarak isimlendirmektesiniz. Ancak onlarda ilâhlık anlamının (özelliğinin) bulunması söz konusu değil; olması da mümkün değil! (Keşşâf)