بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي
Fiil cümlesidir. اُبَلِّغُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رِسَالَاتِ ikinci mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
رَبّ۪ي muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُبَلِّغُكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بلغ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ
وَ haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir olan اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ car mecruru نَاصِحٌ ‘e müteallıktır.
نَاصِحٌ haber olup lafzen merfûdur. اَم۪ينٌ kelimesi ikinci haber olup lafzen merfûdur.
نَاصِحٌ kelimesi sülâsî mücerred olan نصح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ
رَسُولٌ için ikinci sıfat konumundaki cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رِسَالَاتِ رَبّ۪ي izafetinde Rabb ismine muzâf olan رِسَالَاتِ ve yine Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamirinin işaret ettiği Hud (as), şan ve şeref kazanmıştır.
Risalet kelimesinin çoğul olarak zikredilmesi, ya vakitlerinin değişik ya manalarının çeşitli olması itibariyledir; ya da bundan maksat, kendisine ve kendisinden önceki peygamberlere gönderilen vahiylerdir. (Ebüssuûd)
Önceki ayette رَبِّ الْعَالَم۪ينَ buyurularak rububiyetin umumi olduğu belirtilmişken burada رَبّ۪ي şeklinde rububiyetin hususileştirilmesi, hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. Çünkü Allah Teâlâ’nın onun Rabbi olması, tebliğ emrini yerine getirmesini mûcibdir.(Ebüssuûd)
اُبَلِّغُكُمْ fiili, tefîl babından olduğu için bu tebliği çok yaptığını ifade eder.
وَ ’la gelen وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ cümlesi haldir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
(A’râf,62)’de Nuh (as), fiil sıygasını kullanarak, اَنْصَحُ لَكُمْ ”size nasihat ediyorum...” dediği halde, bu ayette Hud (as), ism-i fail sıygasını kullanarak, وَاَنَا لَكُمْ نَاصِحٌ اَمٖينٌ ”ben sizin güvenilir bir tavsiyecinizim” demiştir. Yine Hz. Nuh, وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ”Ben sizin bilemeyeceklerinizi de Allah’tan (gelen vahiy ile) biliyorum” (A’râf, 62) dediği halde, Hud (as) böyle dememiş, ancak ne var ki o, ifadesine, kendisinin “emin ve güvenilir” olduğunu ilave etmiştir. Bu iki ifade arasındaki fark da şudur: Şeyh Abdu’l-Kahir en-Nahvî: “Delâilu’l-İ’caz” adlı eserinde, fiil sıygasının an be an yenilenmeye, teceddüde delalet ettiğini; ism-i fail kalıbının ise sübûta ve o fiildeki devama, istimrara delalet ettiğini söylemiştir. Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki: “Hz. Nuh’un kavmi, Nuh (as)’ın sefih olduğunu iddia etmek konusunda çok aşırı davranıyorlardı. Buna rağmen Nuh (as), ikinci gün yine onların yanına gidiyor ve onları, Allah’a davet ediyordu. Cenab-ı Hak, bu hususu, onun namına şu şekilde belirtmiştir: “Dedi: “Ey Rabbim, ben kavmimi hakikaten gece gündüz davet ettim” (Nuh, 5). Binaenaleyh, Hz. Nuh’un âdeti, her gün ve her saat bu daveti yenilemeye başlamak şeklinde olunca, hiç şüphesiz bu hususu fiil sıyga ile ifade ederek, “size nasihat ediyorum., “demiştir. Hud (as)’ın “İyiliğinizi isteyen bir kişiyim” şeklindeki ifadesine gelince; bu, onun bu nasihat hususunda sebatkâr, kararlı ve azimli olduğuna delalet eder. Ama burada, onun bu nasihata zaman zaman ve gün be gün tekrar başladığına dair bir açıklama bulunmamaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
اَم۪ينٌ ikinci haberdir. اَمِنَ – يَاْمَنُ – اَمْنًا – آمِنًا - اَمِينٌ fiilinden, “fa’îl” vezninde bir isimdir. “Amin” ve “emîn” aynı manayadır. “Güvenilir kimse” demektir.
لَكُمْ takdim edilmiş, onların lehine olduğu vurgulanmıştır.
Hz. Hud (as)’ın kavmi ona, “Biz seni muhakkak bir beyinsizlik içinde görüyoruz” deyince, O onların “beyinsizlik” ithamına, yine “beyinsizlik” ithamı ile karşılık vermemiş, aksine onlara, sabır ve görüp duymamazlıktan gelerek karşılık vermiş ve sadece bende hiçbir beyinsizlik yoktur” demiştir. Bu da, intikam almamanın daha evla olduğuna delalet eder. Nitekim Hak Teâlâ da, “Onlar boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit, şerefli insanlar olarak (ondan yüz çevirip) geçerler” (Furkan, 72) buyurmuştur. Hud (as)’ın, “Fakat ben, âlemlerin Rabbinden bir peygamberim” şeklindeki sözü de, onun kendisini en büyük bir medih sıfatı ile övmesidir. Kavmine bu hususu bildirmesi gerekli olduğu için bunu söylemiştir ki bu da kişinin gerekli olduğu zaman kendisini medhetmesinin caiz olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَعَجِبْتُمْ | şaştınız mı? |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | جَاءَكُمْ | size gelmesine |
|
4 | ذِكْرٌ | bir Zikir |
|
5 | مِنْ | tarafından |
|
6 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz |
|
7 | عَلَىٰ | aracılığı ile |
|
8 | رَجُلٍ | bir adam |
|
9 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
10 | لِيُنْذِرَكُمْ | sizi uyarması için |
|
11 | وَاذْكُرُوا | düşünün ki |
|
12 | إِذْ | ne zaman ki |
|
13 | جَعَلَكُمْ | sizi yaptı |
|
14 | خُلَفَاءَ | hakimler |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | بَعْدِ | sonra |
|
17 | قَوْمِ | kavminden |
|
18 | نُوحٍ | Nuh |
|
19 | وَزَادَكُمْ | ve size verdi |
|
20 | فِي |
|
|
21 | الْخَلْقِ | yaratılışta |
|
22 | بَسْطَةً | üstünlük, güç |
|
23 | فَاذْكُرُوا | hatırlayın ki |
|
24 | الَاءَ | ni’metlerini |
|
25 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
26 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
27 | تُفْلِحُونَ | başarıya erersiniz |
|
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ
Hemze istifham, وَ atıf harfidir. عَجِبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf مِنْ harf-i ceri ile birlikte عَجِبْتُمْ fiiline müteallıktır.
جَٓاءَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ذِكْرٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru ذِكْرٌ ‘ un mahzuf sıfatına müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى رَجُلٍ car mecruru ذِكْرٌ ‘un mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır. مِنْكُمْ car mecruru رَجُلٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
لِ harfi, يُنْذِرَكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَٓاءَكُمْ fiiline müteallıktır. يُنْذِرَكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يُنْذِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile ta’diye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ
Mukadder müstenefe cümlesine matuftur. Takdiri; لا تعجبوا أو تدبروا أمركم واذكروا (Şaşırmayın veya bu durumu düşünmeyin, zikredin.) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اذْكُرُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذْ zaman zarfı اذْكُرُٓوا fiiline müteallıktır. جَعَلَكُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَعَلَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
خُلَـفَٓاءَ ikinci mef’ûlun bihtir. فعلاء vezninden olduğu için gayri munsariftir ve tenvin almamıştır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ بَعْدِ car mecruru خُلَـفَٓاءَ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. قَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. زَادَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فِي الْخَلْقِ car mecruru زَادَكُمْ fiiline müteallıktır. بَصْۣـطَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن عرفتم فضل الله عليكم فاذكروا آلاء الله (Allah’ın sizin üzerinizdeki fazlını anladıysanız Allah’ın nimetlerini düşünün.) şeklindedir.
اذْكُرُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اٰلَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُفْلِحُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ
Ayet, mahzuf istînâfa وَ ’la atfedilmiştir. İstifhami inkârî üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar tevilindeki cümle nasb mahallinde عَجِبْتُمْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
لِيُنْذِرَكُمْ cümlesine dahil olan لِ , cümleyi gizli bir أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde جَٓاءَكُمْ fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَجُلٍ ’deki tenvin cins ve tazim ifade eder.
رَبِّكُمْ izafetinde Rabb ismine muzâf olan كُمْ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
اَوَعَجِبْتُمْ [... mi şaşırıyorsunuz?] ifadesindeki hemze yadırgama anlamı taşır; وَ ise atıf harfidir. Kendisine atıf yapılmış olan kelime hazf edilmiştir; sanki, أكذبتم وعجبتم (…mi yalanlıyor ve şaşırıyorsunuz?) denilmektedir.
ْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ifadesi, مِنْ اَنْ جَٓاءَكُمْ (size gelmiş olmasına) anlamındadır. ذِكْرٌ öğüt demektir. (Rabbinizden, aranızdan bir adama) yani içinizden bir kişinin diliyle. (Keşşâf)
وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ
Cümle, takdiri لا تعجبوا أو تدبروا أمركم (Durumunuza şaşırmayın veya üzerinde düşünmeyin) olan istînâfa وَ ’la atfedilmiştir.
اذْكُرُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ cümlesi, zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Aynı üslupta gelen وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ cümlesi …جَعَلَكُمْ cümlesine matuftur. Vasıl sebebi tezâyüftür.
ذِكْرٌ - وَاذْكُرُٓوا - فَاذْكُرُٓوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
جَعَلَكُمْ - الْخَلْقِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
(Evet, Allah’ın) sizi halef/halife kılması, fiziğinizi daha üstün yapması ve bu ikisine benzer (nimetlerini minnetle yâd edin ki felâha eresiniz.) Şayet اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ ‘deki اِذْ ‘in mansup olmasının gerekçesi zarf değil mef‘ûlün bih olmasıdır. Anlam “sizleri halife kıldığı zamanı hatırlayın” şeklindedir. (Keşşâf)
Hak Teâlâ'nın Hud (as)'dan naklen, وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ ”Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra hükümdarlar yaptı” şeklindeki sözüdür. Hud (as)’ın bundan maksadı, rağbeti ve sevgiyi gerektiren, nefreti ve düşmanlığı kaldıran büyük nimetleri hatırlatmaktır. (Fahreddin er-Râzî)
فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ
فَ , takdiri إن عرفتم فضل الله عليكم (Allah’ın sizin üzerinizdeki fazlını anladıysanız) olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اذْكُرُٓوا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰلَٓاءَ اللّٰهِ izafeti, muzâfın şanı içindir.
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
‘’Umulur ki’’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724) ise; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّكُمْ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (M. Ebu Musa: bunlar sebep bildirir, lam-ı ta’lil manasındadır).
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | أَجِئْتَنَا | sen bize mi geldin? |
|
3 | لِنَعْبُدَ | kulluk etmemiz için |
|
4 | اللَّهَ | Allah’a |
|
5 | وَحْدَهُ | tek olan |
|
6 | وَنَذَرَ | ve bırakalım diye |
|
7 | مَا | şeyleri |
|
8 | كَانَ | oldukları |
|
9 | يَعْبُدُ | tapıyor |
|
10 | ابَاؤُنَا | atalarımızın |
|
11 | فَأْتِنَا | (haydi) bize getir |
|
12 | بِمَا | şeyi |
|
13 | تَعِدُنَا | bizi tehdidettiğin |
|
14 | إِنْ | eğer |
|
15 | كُنْتَ | isen |
|
16 | مِنَ | -dan |
|
17 | الصَّادِقِينَ | doğrular- |
|
Fakat onlar bu uyarıyı dikkate alarak Allah’a şükran borçlarını eda etmeleri gerekirken, aksine davranarak kendilerini yalnız Allah’a kulluk etmeye, atalarının taptığı uydurma tanrıları bırakmaya çağırdığı için Hûd’u eleştirip kınadılar; üstelik, nasıl olsa imkânsız olduğunu düşünerek ondan, doğruluğunu kanıtlaması için kendilerini tehdit ettiği azabı veya felâketi başlarına getirmesini isteyip akıllarınca kendisini güç durumda bırakmaya kalkıştılar.
Âd halkı bu tutumlarıyla inkârcılıktan asla dönmeyeceklerini ortaya koymuşlardı. Bu sebeple peygamber, onların içinde bulunduğu durumu “Üzerinize rabbiniz tarafından bir azap ve öfkenin gelmesi hak olmuştur” şeklinde özetlemiş; kendisi beklediği gibi onların da başlarına gelecek acı âkıbeti beklemelerini istemiştir. Sözlükte “kir, pislik” anlamına gelen rics kelimesine mecazi olarak “azap” mânası verilmiştir; gazab ise –Allah’a isnat edildiğinde– O’nun “inkârcı ve isyancıları rahmetinden uzaklaştırıp alçaltması ve cezalandırması” anlamına gelir. Ricsi Allah’ın inkârcılara öfkesi, gazabı ise onlara vereceği azap şeklinde yorumlayanlar da vardır (bk. İbn Âşûr, VIII/2, s. 210). Yüce Allah iyilere yani Hûd ve onunla birlikte inananlara rahmetiyle muamele edip onları kurtarırken, peygamberi yalancılıkla suçlayıp iman etmemekte direnenlere gazabıyla muamele edip büyük bir kasırga neticesinde toptan yok olmalarını sağladı.Hz. Hûd, muhtemelen kavminin kesinlikle iman etmeyeceğini anlayınca diğer müminlerle birlikte uzak bir yere hicret ederek bu kasırgadan kurtulmuştu. Kabrinin Hadramut’ta bulunduğunu bildiren rivayet de bunu desteklemektedir (İbn Âşûr, VIII/2, s. 214).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 546-547
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَجِئْتَنَا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اَجِئْتَنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لِ harfi, نَعْبُدَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَجِئْتَنَا fiiline müteallıktır.
نَعْبُدَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَحْدَهُ lafza-i celâlin hali olup fetha ile mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Hal olarak kullanılan kalıplaşmış bazı tabirler de vardır. Bunlar:
شَذَرَ مَذَرَ , وَجْهًا لِوَجْهٍ , بَابًا بَابًا , بَيْتَ بَيْتَ , يَدًا بِيَدٍ , جَهْدَكَ , رَاْسًا عَلَي رَاْسٍ , قَاطِبَةً , جَمِيعًا , عَامَّةً , وَحْدَ + zamir , كَافَّةً
Burada وَحْدَهُ müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَذَرَ fiili atıf harfi وَ ’la نَعْبُدَ fiiline matuf olup mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو dir. يَعْبُدُ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
يَعْبُدُ merfû muzari fiildir. اٰبَٓاؤُ۬نَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنت صادقا بما تقول فأتنا (Söylediğin sözde doğru isen …. getir.) şeklindedir.
أْتِنَا illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte أْتِنَا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعِدُنَٓا ‘ dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعِدُنَٓا merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الصَّادِق۪ينَ car mecruru كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri; إن كنت من الصادقين فأتنا بما تعدنا (Eğer sadıklardan iseniz vadettiğiniz şeyi getirin.) şeklindedir.قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tahkir ve inkâr (Âşûr) amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. لِنَعْبُدَ اللّٰهَ cümlesine dahil olan لِ , cümleyi gizli bir أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar-ı müevvel, cer mahallinde اَجِئْتَنَا fiiline müteallıktır.
وَحْدَهُ lafza-i celâlden haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Aynı üslupta gelen …نَذَرَ cümlesi masdar-ı müevvele matuftur. نَذَرَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede كانَ getirilmesi, ibadetlerinin asırlardan beri süregelen kadim bir mesele olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr)
Cümlede كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt (Âşûr) ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (M.Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, S. 103)
[Sen, bize yalnızca Allah’a kulluk edelim ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakalım diye mi geldin?!] Sadece Allah’a kulluk etmeyi ve atalarının putları Allah’a ortak koşmak şeklindeki dinlerini terk etmeyi yadırgamış, inkâr etmişlerdir. Bunun sebebi de içerisinde yetiştikleri geleneğe sevgi beslemeleri ve atalarının din olarak benimsediklerini gördükleri şeye alışmış olmalarıdır. (Keşşâf)
قَالُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا
فَ , takdiri اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ [Eğer doğru söyleyenlerden isen] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi …أْتِنَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl فَأْتِنَا , مَا ‘ya müteallıktır. Sılası تَعِدُنَٓا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
فَأْتِنَا sözlerindeki emir taciz (aciz bırakmak) içindir. (Âşûr)
(فَأْتِنا) Bir şeyi getirmenin gerçek manası onunla birlikte gelmesidir. Burada olduğu gibi getirmek ve doğrulamak için mecazî olarak kullanılır. Mana “Azaptan tehdit ettiğin şeyi bize acele getir” veya “İddia ettiğin tehdidi bizim için gerçekleştir” demektir. (Âşûr)
Hud (as)’ın kavmi, “Haydi öyleyse, bizi tehdit etmekte olduğun azabı bize getir!” demişlerdir. Onlar bu sözü, Hud (as)’ın yalancı olduğuna inandıkları için söylemişlerdi. Onların bu sözlerinden gayeleri, Hz. Hud onlara bu azabı getiremediği takdirde, onun yalancı olduğunu ortaya çıkarmaktır. Onlar bu sözü vaid-i ilahî’nin gecikmeyeceğini sanarak söylemişlerdir. İşte bundan dolayı onlar, azabın böyle acele gelmesini istemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Ayetin fasılası fasılla gelmiş tefsiriyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri; فأتنا بما تعدنا [Bize vadettiğini getir.] şeklindedir.
جِئْتَنَا - فَأْتِنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَعْبُدَ - يَعْبُدُ ve كَانَ - كُنْتَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنْ harfi, vuku bulma ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılır. Burada da peygamberin doğru söyleme ihtimali azmış gibi düşündüklerini ifade etmişlerdir.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | قَدْ | artık |
|
3 | وَقَعَ | inmiştir |
|
4 | عَلَيْكُمْ | size |
|
5 | مِنْ | -den |
|
6 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
7 | رِجْسٌ | bir pislik |
|
8 | وَغَضَبٌ | ve gazab |
|
9 | أَتُجَادِلُونَنِي | benimle mi tartışıyorsunuz? |
|
10 | فِي | hakkında |
|
11 | أَسْمَاءٍ | isimler |
|
12 | سَمَّيْتُمُوهَا | adlandırdığınız |
|
13 | أَنْتُمْ | sadece sizin |
|
14 | وَابَاؤُكُمْ | ve atalarınızın |
|
15 | مَا |
|
|
16 | نَزَّلَ | indirmediği |
|
17 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
18 | بِهَا | onlar için |
|
19 | مِنْ | hiçbir |
|
20 | سُلْطَانٍ | delil |
|
21 | فَانْتَظِرُوا | bekleyin öyle ise |
|
22 | إِنِّي | ben de |
|
23 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
24 | مِنَ |
|
|
25 | الْمُنْتَظِرِينَ | bekleyenlerdenim |
|
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
قَدْ tahkik harfidir. وَقَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
عَلَيْكُمْ car mecruru وَقَعَ fiiline müteallıktır. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru وَقَعَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رِجْسٌ fail olup lafzen merfûdur.
غَضَبٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la رِجْسٌ ‘e matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ
Hemze istifham harfidir. تُجَادِلُونَن۪ي muzari fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ car mecruru تُجَادِلُونَن۪ي fiiline müteallıktır. سَمَّيْتُمُوهَٓا fiili اَسْمَٓاءٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Burada سَمَّيْتُمُوهَٓا hakiki ve fiil cümlesi şeklinde gelen sıfattır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَمَّيْتُمُوهَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. سَمَّيْتُمُوهَٓا fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vav-ı - işbâ edatı denilir.
اَنْتُمْ munfasıl zamiri سَمَّيْتُمُوهَٓا ‘daki muttasıl zamiri tekid içindir.
Tekid; tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide, “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (ٌمُؤَكَّد)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
1. LAFZÎ TEKİD: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰبَٓاؤُ۬كُمْ kelimesi atıf harfi وَ ‘la سَمَّيْتُمُوهَٓا ‘ daki muttasıl zamire matuftur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَزَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
بِهَا car mecruru نَزَّلَ fiiline müteallıktır. مِنْ harf-i ceri zaiddir. سُلْطَانٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُجَادِلُونَن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (işteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَمَّيْتُمُوهَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi سمو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن لم تصدّقوا فانتظروا (İnanmıyorsanız bekleyin.) şeklindedir.
انْتَظِرُٓوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مَعَ mekân zarfı, الْمُنْتَظِر۪ينَ ‘ye müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْمُنْتَظِر۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
انْتَظِرُٓوا fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi نظر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُنْتَظِرُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ cümleyi tekid etmiştir.
Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Âşûr, Mümtehine/6)
Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)
Cümledeki iki car-mecrur önemine binaen faile takdim edilmiştir. (Âşûr)
رَبِّكُمْ izafeti, muzâfun ileyhi tahkir içindir.
رِجْسٌ ve temâsül nedeniyle ona atfedilen غَضَبٌۜ kelimelerindeki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Rics; habis şey demektir. Burada mecazî olarak batındaki kötülük yani nefsin fesadı kastedilmiştir. (Âşûr)
Ayetteki “rics” (pislik) kelimesinin, yanlış inançlar ve mezmum fiiller manasında olması gerekir. Bu sabit olunca, “Rabbinizden üzerinize bir rics (pislik) ve gazap hak oldu (vâkî oldu)” buyruğu, Allah Teâlâ’nın onlara kınanmış inaçları ve kötü özellikleri has kılmış olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ [Muhakkak Rabbinizden sizin üzerinize bela ve gadap, kızgınlık oldu] cümlesinde gelecek olan bela mazi fiille ifade edilerek gerçekleşeceğinin kesin olduğuna işaret edilmiştir.
رِجْسٌ - غَضَبٌۜ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
"Gerçekten Rabbinizden size bir azap ve gazap gelecektir" dedi. Burada "gelecektir" ifadesi ‘’gelmesi hak ve vâcip olmuştur’’ demektir. (Kurtubî)
Kötülüğü gazapla, öfkeyi de azapla tefsir eden kimseler vardır. Azap öfkenin neticesi olduğu için bu kullanım mecâz-ı mürseldir. (Âşûr)
Gadap kelimesi rics kelimesine tehir edilmiştir. Çünkü rics nefisteki kötülüktür. (Âşûr)
اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ
Hud (as)’ın sözlerinin devamı olan cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan سَمَّيْتُمُوهَٓا cümlesi, اَسْمَٓاءٍ için sıfattır. Bu cümlede اَنْتُمْ , fiildeki zamiri tekid için gelmiştir.
Yine اَسْمَٓاءٍ için sıfat olan menfi mazi fiil sıygasındaki مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.
سُلْطَانٍۜ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Çünkü, menfi siyakta nekre umum ifade eder.
تُجَادِلُونَن۪ي - سَمَّيْتُمُو kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
اَتُجَادِلُونَن۪ي [‘’benimle mücadele mi ediyorsunuz?”] Buradaki istifhamdan murad, inkâr dır. Çünkü onlar putlarına, onlarda bir ulûhiyet bulunmadığı halde, “ilâh” olarak isim veriyorlardı. Mesela bir putlarına ‘izzet’ masdarından müştak olan Uzza ismini vermişlerdir. Halbuki Allah Teâlâ o puta kesinlikle bir izzet (kudret ve yücelik) vermemişti. Yine onlar, bir putlarına da ‘ilah’ kelimesinden türetilmiş Lât ismini vermişlerdi, halbuki onda ilâh olma namına hiçbir özellik yoktu. Ayetteki, “Allah onlar için bir hüccet indirmediği halde...” buyruğu onların inançlarının, delil ve hüccetlerden uzak olduğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
فَانْتَظِرُٓوا
فَ mukadder şartın cevabına gelen rabıtadır. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, takdiri إن لم تصدّقوا (Eğer inanmıyorsanız) olan mahzuf şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu fiilde irsâd sanatı vardır.
Buradaki emir sıygası tehdit içindir. “Dilediğinizi yapın” manası gibi. (Âşûr)
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
فَانْتَظِرُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنّ۪ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَكُمْۜ ’un mütallakı olan اِنّ۪ ‘nin haberi mahzuftur.
فَانْتَظِرُٓوا - الْمُنْتَظِر۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَسْمَٓاءٍ - سَمَّيْتُمُوهَٓا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
الْمُنْتَظِر۪ينَ [bekleyenler] kelimesi; bakmak, düşünmek, ibret almak manaları ile de birlikte düşünülmelidir.
Putların bir vasfı bir değeri olmadığı halde, siz onları değerli yaptınız ve onlara isim verdiniz. ‘Onları isimlendirdiniz’ derken onların ilâhlık vasfı olmadığı daha beliğ bir şekilde anlatılmıştır.
[Tamamen sizin ve atalarınızın taktığı birtakım adlar] yani, tapındığınız putlar aslında herhangi bir müsemmaları olmayan birer isimden ibarettir. Çünkü onları siz ilâh olarak isimlendirmektesiniz. Ancak onlarda ilâhlık anlamının (özelliğinin) bulunması söz konusu değil; olması da mümkün değil! (Keşşâf)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَنْجَيْنَاهُ | O’nu kurtardık |
|
2 | وَالَّذِينَ | ve olanları |
|
3 | مَعَهُ | O’nunla beraber |
|
4 | بِرَحْمَةٍ | bir rahmetle |
|
5 | مِنَّا | bizden |
|
6 | وَقَطَعْنَا | ve kestik |
|
7 | دَابِرَ | kökünü |
|
8 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
9 | كَذَّبُوا | yalanlayan(ların) |
|
10 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
11 | وَمَا | ve |
|
12 | كَانُوا | olanların |
|
13 | مُؤْمِنِينَ | inanmayacak |
|
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا
Mukadder cümleye matuftur. Takdiri; أرسلت عليهم الريح ... فأنجيناه (Onlara rüzgâr gönderdin ve biz onu kurtardık.) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la اَنْجَيْنَاهُ ‘deki mef’ûle matuf olup mahallen mansubtur.
Mekân zarfı مَعَ , mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِرَحْمَةٍ car mecruru اَنْجَيْنَاهُ fiiline müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَّا car mecruru بِرَحْمَةٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyye manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَاهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi نجو ’dır.
İf’âl babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ۟
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَطَعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
دَابِرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ‘dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِن۪ينَ۟ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُؤْمِن۪ينَ۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ۟
فَ atıf harfidir. Ayet mukadder müstenefeye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada فَ harfi takip için gelmiştir. Yani Allah Teâlâ Âd kavminin helakını ve Hud as’ın ve onunla beraber olan müminlerin kurtuluşunu bildirmekte acele etmiş, muktezâ-i zâhir önce Âd kavminin helakını sonra da Hûd as ve müminlerin kurtuluşunu zikretmeyi gerektirirken ayet bunun hilafına gelmiş, önce Hûd as ve müminlerin kurtuluşunu zikretmiştir. Bunun sebebi Hûd (as) ve müminlerin kurtuluşuna verilen önemdir. Nitekim فَكَذَّبُوهُ فَأنْجَيْناهُ والَّذِينَ مَعَهُ في الفُلْكِ وأغْرَقْنا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآياتِنا şeklindeki A’râf/64 de böyledir. (Âşûr)
اَنْجَيْنَاهُ fiilinin mef’ûlüne matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مَعَهُ , mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
والَّذِينَ مَعَهُ şeklinde ifade edilenler kavminden iman edenlerdir. Çünkü bu grup dinde onun yanındadır ve bu yanında olmak mecazîdir. (Âşûr)
بِرَحْمَةٍ مِنّا sözündeki بِ sebep, رَحْمَةٍ kelimesinin sonundaki tenvin tazim içindir. Ayrıca onu, mükemmelliğini belirtmek için مِنَّا diyerek bu rahmetin Allah’tan gelen bir şey alarak nitelendirmiştir. مِن harf-i ceri de ibtidaiyye içindir. (Âşûr)
مِنّا car-mecruru çok yerinde gelerek rahmetin söyledikleri gibi onlardan kesilmediğini ifade eder. (Âşûr)
Yine mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ cümlesi, فَاَنْجَيْنَاهُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
قَطَعْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. . Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
الَّذ۪ينَ kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مُؤْمِن۪ينَ۟ - كَذَّبُوا ve اَنْجَيْنَاهُ - قَطَعْنَا kelime grupları arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَنْجَيْنَاهُ fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’ân Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)
قَطَعْنَا دَابِرَ ibaresi; hepsini helak ederek kökünü kesmekten güzel bir kinayedir. (Sâbûnî)
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِلَىٰ | ve |
|
2 | ثَمُودَ | Semud(kavmin)e de |
|
3 | أَخَاهُمْ | kardeşleri |
|
4 | صَالِحًا | Salih’i (gönderdik) |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
7 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | مَا | yoktur |
|
10 | لَكُمْ | sizin |
|
11 | مِنْ | hiçbir |
|
12 | إِلَٰهٍ | tanrınız |
|
13 | غَيْرُهُ | O’ndan başka |
|
14 | قَدْ | elbette |
|
15 | جَاءَتْكُمْ | size geldi |
|
16 | بَيِّنَةٌ | açık delil |
|
17 | مِنْ | tarafından |
|
18 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz |
|
19 | هَٰذِهِ | işte şu |
|
20 | نَاقَةُ | devesi |
|
21 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
22 | لَكُمْ | size |
|
23 | ايَةً | bir mu’cizedir |
|
24 | فَذَرُوهَا | bırakın onu |
|
25 | تَأْكُلْ | yesin (içsin) |
|
26 | فِي |
|
|
27 | أَرْضِ | arzından |
|
28 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
29 | وَلَا | sakın |
|
30 | تَمَسُّوهَا | ona dokundurmayın |
|
31 | بِسُوءٍ | bir kötülük |
|
32 | فَيَأْخُذَكُمْ | yoksa sizi yakalar |
|
33 | عَذَابٌ | bir azab |
|
34 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Semûd, Hz. Sâlih’in peygamber olarak gönderildiği eski bir Arap toplumunun adıdır. Nûh’un oğlu Sâm’ın soyundan gelmiştir. Dedeleri Semûd’un adıyla anılır. Suriye ile Hicaz arasında bulunan Hicr’de yaşamışlardır. Kur’an’da Ashâbü’l-Hicr diye de anılırlar (Hicr 15/80). Arap kaynaklı olmayan bazı vesikalarda da bu isimde bir kavmin varlığından ve yaşadıkları bölgeden söz edilmektedir (bk. H. H. Brau, “Semûd”, İA, X, 474-475). Bunlar, Vâdilkurâ’da kayaları oyarak evler (Fecr 89/9), düz arazide de saraylar yapan bir Arap toplumu idi. Sâlih peygamberin şeceresi İslâm kaynaklarında Nûh oğlu Sâm oğlu İrem oğlu Âmir (Âbir) oğlu Semûd oğlu Hâzir oğlu Ubeyd oğlu Mâşih (Mâsih) oğlu Esif (Âsif) oğlu Ubeyd oğlu Sâlih şeklinde Hz. Nûh’a bağlanır. Kavminin helâk edilmesi üzerine Sâlih ve ona inanan topluluğun Mekke’ye göç ettikleri rivayet edilir. Sâlih’in davetinin özünü de Allah’a kulluk edip O’ndan başkasını tanrı tanımama ilkesi oluşturuyordu. Zamanla tevhid inancından sapmış olan Semûd kavmi, kendilerini yeniden hidayete kavuşturması için gönderilen Sâlih’i yalancılıkla suçlayarak aksini kanıtlaması için mûcize göstermesini istediler (bk. Şuarâ 26/154). Sâlih de “Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da size bir mûcize olarak Allah’ın şu devesidir” dedi. Kur’ân-ı Kerîm’de fazla bilgi bulunmayan bu mûcize hakkında tefsirlerde ayrıntılı bilgi veren uzun rivayetler kaydedilirse de (Taberî, VIII, 224-225; Râzî, XIV, 162) Kur’ân-ı Kerîm’e, sahih hadislere ve güvenilir vesikalara dayanmayan bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir. Hz. Sâlih, çok özel bir yaratık olduğu anlaşılan bu deveye ilişmemeleri, kötülük etmemeleri hususunda kavmini uyarmış; ayrıca Allah’ın kendilerine lutfettiği bazı nimetleri sıralayarak bunları hatırda tutmalarını ve ülkede karışıklık çıkarmamalarını, zihinleri bulandırmamalarını istemiştir.
Kuran Yolu/Diyanet Tefsiri
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
وَ istînâfiyyedir. اِلٰى ثَمُودَ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; أرسلنا (Gönderdik) şeklindedir.
اَخَاهُمْ mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَـالِـحاً kelimesi اَخَاهُمْ ‘den bedel olup lafzen mansubtur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfi, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ ‘dır. اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile masubtur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zaid olan مِنْ harf-i ceri لَيْسَ ’ye benzeyen مَا ‘dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak manası) ifade eder. Buradaki zaid olan مِنْ harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına لَيْسَ ’ye benzeyen nefy مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَيْرُهُ kelimesi mübteda olan اِلٰهٍ kelimesinin sıfatıdır. اِلٰهٍ kelimesinin mahallen merfû oluşu dolayısıyla merfû olarak gelmiştir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ ) dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Burada sıfat müfred olan sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَٓاءَتْكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بَيِّنَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ
İşaret ismi هٰذِهِ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَاقَةُ haber olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَكُمْ car mecruru اٰيَةً ‘in mahzuf haline müteallıktır. اٰيَةً kelimesi نَاقَةُ اللّٰهِ ifadesinden hal olup fetha ile mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz , müstetir veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنتم أهلا للإيمان فذروها (Eğer iman ehli iseniz onları terk edin.) şeklindedir.
ذَرُوهَا fiili ن ‘un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَأْكُلْ talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
ف۪ٓي اَرْضِ car mecruru تَأْكُلْ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَمَسُّوهَا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِسُٓوءٍ car mecruru تَمَسُّوهَا fiiline müteallıktır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada sebep fe (فَ)’ sinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; لا يكن منكم مس بسوء فأخذكم بعذاب (Sizden hiçbirinize zarar gelmesin, çünkü O sizi azapla yakalayacaktır.) şeklindedir.
يَأْخُذَكُمْ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
عَذَابٌ fail olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatıdır.
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur اِلٰى عَادٍ , takdiri أرسلنا [gönderdik] olan fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَخَاهُمْ [içlerinden biri] demektir. Nitekim “Araplardan biri” anlamında yâ eha’l-’arab
يا اخَا العرب derler. Onlardan birinin peygamber olarak seçilmiş olmasının sebebi, kendi içlerinden olan ve doğruluğunu, güvenilirliğini ve her halini gayet iyi bildikleri bir kimsenin söylediklerini daha iyi anlayacak olmalarıdır. (Keşşâf)
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَالَ يَا قَوْمِ ifadesinde atıf harfi hazfedilmiş, Nûh kıssasında denildiği gibi فَقَالََ denilmemiştir. Bu, farazî olarak soru soran bir kimsenin “Peki, Hûd onlara ne dedi?” şeklinde sorduğu düşünülen bir soruya cevap şeklindedir. Bu yüzden cevap, bağlaçsız [dedi ki: ey kavmim! Sadece Allah’a kulluk edin] şeklinde verilmiştir. (Keşşâf)
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ , zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur. اِلٰهٍ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre umum ifade eder.
اِلٰهٍ , غَيْرُهُۜ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
غَيْرُهُۜ izafeti, غَيْرُ kelimesinin tahkiri içindir.
اِلٰهٍ - اللّٰهَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin ilk cümleleri, 65. ayetin üç cümlesinin tekrarıdır. Bu ayetler arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/29)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
ما لَكم مِن إلَهٍ غَيْرُهُ cümlesi Semud'un müşrik olduğuna işaret eder ki bu mana Hud Suresi ve diğer surelerde açıkça ifade edilmiştir. (Âşûr)
قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ
Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. قَدْ ile tekid edilen mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. بَيِّنَةٌ ’daki tenvin tazim ve nev ifade eder.
رَبِّكُمْۜ izafeti, emre itaati teşvik amacıyla gelmiştir.
جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ [size ayetler geldi] ifadesinde mecazî isnad ve tecessüm sanatı vardır.
قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ [Muhakkak size bir beyyine geldi] cümlesinde apaçık manasındaki sıfat olan [beyyine] kelimesi zikredilmiş, mevsuf olan ayetler hazfedilmiştir. Bu hazifler sebebiyle îcaz-ı hazif sanatı vardır.
البَيِّنَةُ davanın doğruluğuna delildir. Ayetle eş anlamlıdır. (Âşûr)
هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Bu izafette ayrıca, lafza-i celâle muzâf olan نَاقَةُ şan ve şeref kazanmıştır.
Hal olan اٰيَةً dolayısıyla cümlede ıtnâb’ın tetmim şekli vardır.
نَاقَةُ اللّٰهِ ifadesindeki deve Allah’ın devesi olduğu için, sıradan bir deve değildir. Aynı şekilde اَرْضِ اللّٰهِ izafetinde de arz şeref kazanmıştır. Deve de arz da bizim değildir.
هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ “O deveyi, “Allah’ın dişi devesi” diye, Allah’a izafe etmenin hikmeti nedir?” denilirse, deriz ki: “Bu hususta da şu izah yapılmıştır: Denilmiştir ki, Cenab-ı Allah bunu, tıpkı “Beytullah” (Allah’ın evi) ifadesinde olduğu gibi, onu, şerefini ve yüce özelliğini göstermek için, kendisine izafe etmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
اٰيَةً kelimesi هَذِهِ ناقَةُ اللَّهِ sözündeki işaret isminden hal olarak gelmiştir. Çünkü işaret isminde fiil manası vardır. Tenbih harfiyle birlikte gelişi fiili benzeyişini arttırır. (Âşûr)
فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ
فَذَرُوهَا cümlesine dahil olan فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen veya sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Takdiri; إن كنتم أهلا للإيمان فذروها (Eğer iman ehli iseniz … terk edin) olan şart cümlesi mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ cümlesi, talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasındadır.
اَرْضِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اَرْضِ , şan ve şeref kazanmıştır.
اَرْضِ kelimesinin ism-i celâle izafe edilmesine gelince, yeryüzünün Allah'a ait olduğu ve dişi devenin de O’nun yaratıklarından biri olarak yerin ve bitkilerinden yiyerek faydalanmaya hakkı olduğunu ifade etmektir. (Âşûr)
Burada “arz”dan murad edilen izafetin gerektirdiği gibi arazi cinsidir. (Âşûr)
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
فَذَرُوهَا cümlesine وَ ’la atfedilen cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesine dahil olan فَ sebep bildiren masdar harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan, takdiri … لا يكن منكم مس بسوء (Sizden hiçbirinize zarar gelmesin...) olan, masdara matuftur. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar cümlesinde müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.
اَل۪يمٌ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı vardır.
عَذَابٌ - اَل۪يمٌ - بِسُٓوءٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَذَابٌ اَل۪يمٌ ifadesindeki اَل۪يمٌ kelimesi ism-i fail kalıbındadır. İşârî olarak, verdiği azabın şiddetinden dolayı, azap verirken kendisi bile acımaktadır şeklinde düşünülebilir.
سُٓوءٍ (kötülük) kelimesinin nekre olması azlık ve küçüklük ifade eder. Ona en ufak bir kötülükte bulunmayın demektir. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, umuma işaret eder.
أخذَ fiilinin azaba isnadı aklî mecaz ve tecessüm sanatıdır.
İnsan büyük konuşmayı sever. Bu şekilde, duygu ve düşüncelerini daha net ifade ettiği ya da daha iyi anlaşıldığı kanısındadır. Kendisinden veya yaptıklarından ne kadar emin olduğunu göstermenin de bir yoludur. Bir şeyi kesinlikle kabul etmeyeceğini ya da yapmayacağını belli ederken de, bu yöntemi kullanır. Asıl amacı, kendisinin haksız olduğunu bilse bile karşı tarafı susturmak ve nefsini tatmin etmektir. Ancak, büyük lokmaların ağızda büyüdüğü gibi, büyük laflar da büyür ve sonucunda bazı kişiler altında ezilir. Çünkü, o kişilerin, büyük konuşmasının temelinde belki kibir, belki ukalalık yani ben-merkezcilik yatmaktadır. Misal; elçilerin karşısındaki inkarcıların hali. Yapılan uyarıların üzerinde düşünmektense, büyük laflarla elçileri susturma yoluna başvurmuşlar ve meydan okuyacak kadar hallerine güvendiklerini belirtmişlerdir.
Allahım! Büyük konuşanlara benzemekten Sana sığınırım. Ki Senin yardımınla ve izninle; Yanlışlarımı görüp düzeltebileyim, Susmam gerektiğinde dilimi tutabileyim, Hakkı hatırlatanların sesini duyabileyim, Hakikati öğrenip yaşayabileyim, Kendimi geliştirmeyi isteyebileyim ve Nefsimi terbiye etme mücadelesini verebileyim.
Allahım! Yolundan ayırma ve nefsimle başbaşa bırakma beni. Sevdiklerinden, Razı olduklarından, İşlerini kolaylaştırdıklarından, Gönüllerine huzur verdiklerinden, Maddi manevi şifalandırdıklarından, İki cihanda da nice nimetlerinle rızıklarını bereketlendirdiklerinden ve Kurtuluşa erdirdiklerinden eyle beni.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji