اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | كَذَّبُوا | yalanlayan |
|
3 | شُعَيْبًا | Şu’ayb’i |
|
4 | كَأَنْ | sanki gibi oldular |
|
5 | لَمْ |
|
|
6 | يَغْنَوْا | hiç oturmamış |
|
7 | فِيهَا | orada |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler |
|
9 | كَذَّبُوا | yalanlayan |
|
10 | شُعَيْبًا | Şu’ayb’i |
|
11 | كَانُوا | oldular |
|
12 | هُمُ | onlar |
|
13 | الْخَاسِرِينَ | ziyana uğrayanlar |
|
Medyen’in inkârcı ve baskıcı eşraf takımı, halkı Şuayb’a inanmamaları hususunda uyarıp tehdit ederken, asıl kendileri hak ettikleri büyük felâkete uğramışlar; bu dünyada öyle bir topluluk yaşamamış gibi yok olup gitmişlerdir. Şuayb, daha önce onları dalâletten kurtarmak ve böyle bir âkıbete mâruz kalmalarını önlemek için elinden gelen her şeyi yaptığından, artık onlara acımanın da yersiz olduğunu düşünmüştür.
Buraya kadarki âyetlerde beş peygamberin kendi toplumlarıyla ilişkileri, davetlerinin mahiyeti, bu davet karşısında inanan ve inanmayanların tutumları, özellikle inkâr etmekle yetinmeyip inananlar üzerinde baskı kuran ve toplumda türlü kötülüklerin yayılmasına öncülük edenlerin bu yüzden uğradıkları büyük felâketler bir tarihî bilgi vermekten ziyade ders verme üslûbuyla veciz bir şekilde özetlenmiştir. Aşağıda ise bütün bu toplumların uğradığı felâketlerin, zorlukların insanları ıslah etmeye yönelik amaçlar taşıdığı bildirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 557
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
شُعَيْباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَا cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
كَاَنْ şeddeliden tahfif edilmiştir. İsmi mahzûftur. Takdiri; كأنهم şeklindedir. لَمْ يَغْنَوْا cümlesi كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَغْنَوْا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru يَغْنَوْا fiiline müteallıktır.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ‘dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
شُعَيْباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانَ isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
Zamir olan çoğul و ‘ı كَانُوا ’nun ismidir. هُمُ fasıl zamiridir.
الْخَاسِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْخَاسِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خسر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet isim cümlesiyle başlamıştır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda olan اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası كَذَّبُوا شُعَيْباً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muhaffeffe كانَّ ’nin dahil olduğu كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ cümlesi, haberidir.
انَّ ’nin kardeşlerinden olan كانَّ , aynı zamanda teşbih harfidir.
كانَّ , çoğunlukla müşâbehet için kullanılır. Bu da haberin camid olduğu durumlardır. Bu ayette olduğu gibi bu harfi müşebbeh ve müşebbehün bih takip eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ cümlesinde, كانَّ ‘nin isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin menfi muzari fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Zeccâc, bu ifadenin manasının, "onlar orada sanki zengin olarak hiç yaşamadılar" şeklinde olduğunu; Arapça'da, insan ihtiyaçsız ve zengin olduğu zaman "Adam, müstağni oldu" denildiğini söylemiştir. Bu kelime, fakirliğin zıddı olan "ğinâ" masdarından alınmıştır.
Cenâb-ı Hakk'ın, "Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki (yurtlarında) hiç oturmamış gibi oldular" beyanı, bu azabın sadece bu yalanlayıcı kavme has olduğuna delalet eder. Bu, Şuayb (as) hakkında, büyük bir mu'cizeye delalet eder. Çünkü gökten inen azab, aynı beldede olduktan halde, şu topluluğun başına değil de ötekinin başına gelirse, bu en büyük mucizelerden birisi olur. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ
Önceki cümleyi tekid mahiyetinde gelen bu istînâf cümlesinde fasıl sebebi kemâl-i ittsâldir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Mübteda olan اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası كَذَّبُوا شُعَيْباً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, haberidir.
Her iki cümlede de müsnedün ileyhin aynı kişileri işaret eden ism-i mevsûlle marife olması onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ cümlesinde, كَان ‘nin haberi, ism-i fail sıygasında gelerek bu durumun onlarda sürekli bir özellik olduğuna işaret etmiştir.
Ayet-i kerimede اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً tabirinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu ayet-i kerimede, hem medh hem de zem olduğu için idmâc vardır. Şuayb’ı (as) yalanlayanlarla ilgili haber zem üzere gelirken, Şuayb (as) methedilmiştir.
İdmâc, bir mana için gelen kelamın içine başka bir mana daha sokmaktır. Muhatabın dikkatini toplamasına yardımcı olur. İstitbâdan daha umumidir. Çünkü istitbâ sadece medh için olur. İdmâc ise hem medhi hem de başka amaçları kapsar. Böylece iki mesele birbiri içinde belîğ bir surette anlatılmış olur. Türkçe’de “bir taşla iki kuş vurmak” dediğimiz şeydir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi)
[Şuayb (as)’ı yalanlayanlar helâk edilmeye ve sanki memleketlerinde hiç yerleşmemiş, orada hiç yaşamamış gibi köklerinin kurutulmasına hususen müstehak olanlardır. Zira Şuayb (as)’a iman edenleri Allah kurtarmış, böylece onu inkâr edenler bu büyük hüsrana maruz kalmışlardır; Şuayb'ın takipçileri ise bu hüsrandan kurtulmuş ve kazananlar, kârlı çıkanlar onlar olmuştur.] Bu şekilde yeni bir cümle başlangıcı yapılmış, öncesinden ayrı bir cümle ile konunun anlatılmış ve tekrarların yapılmış olmasında, kavminin ileri gelenlerinin takipçilerine söyledikleri sözlerin en etkili bir şekilde cevaplandırılması, onların görüşlerinin akılsızca olduğunun gösterilmesi, toplumlarına tavsiyelerinin alaya alınması ve başlarına gelen azabın ne kadar büyük olduğunun bildirilmesi söz konusudur. (Keşşâf)
Cenâb-ı Hak, "Şuayb'ı yalanlayanlar, en büyük zarara uğrayanların ta kendileri oldular" buyurmuş ve onların uğradıkları zilletin büyüklüğü ile, cehaletleri sebebiyle müstehak oldukları cezanın korkunçluğunu belirtmek için, "Şuayb'ı yalanlayanlar..." ifadesini tekrarlamıştır. (Fahreddin er-Râzî)