Meâric Sûresi 2. Ayet

لِلْـكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ  ...

Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.  (1 - 3. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلْكَافِرِينَ kafirler için ك ف ر
2 لَيْسَ yoktur ل ي س
3 لَهُ onu
4 دَافِعٌ def edecek د ف ع
 

Huzuruna yükselmenin birçok yolu” diye çevirdiğimiz meâric (tekili: mi‘rec, mi‘râc) “yükselme vasıtaları” demektir. Bazı müfessirler bu kelimeye, “meleklerin yükseldiği gökler, Allah’ın mahlûkata lutfettiği nimetlerin mertebeleri, cennetteki dereceler, mânevî ve ruhanî mertebeler” gibi açıklamalar getirmişlerdir (Elmalılı, XIII, 5352). Bir kısım müfessirler ise meârici mecaz olarak insanı Allah’ın varlığını kavramaya ve O’nunla mânevî yakınlık kurmaya götüren yollar olarak yorumlamışlardır (bk. Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXIX, 56; Esed, III, 1186). Bizim “istedi” diye çevirdiğimiz sûrenin ilk kelimesi “sormak” mânasına da geldiği için bunu “Birisi ... sordu”şeklinde çeviren ve anlayanlar da olmuştur. Rivayete göre müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber’e, alaylı bir üslûpla, haber verdiği azabın gelip gelmeyeceğini, gelecekse bunun ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlardı. Bir rivayete göre bu soruları soran Nadr b. Hâris idi (bk. İbn Âşûr, XXIX, 153). 2. âyet bizim tercih ettiğimiz mânayı desteklemektedir. Buna göre inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği kitap doğru ise Allah tarafından başlarına taş yağdırılmasını veya büyük bir ceza ile cezalandırılmalarını istemişlerdi. Müşriklerin, aslında alay ve inkâr yollu ortaya koydukları bu tür sorularına ve isteklerine cevap olmak üzere 2. âyette, onlar ihtimal vermese de, vakti geldiğinde Hz. Peygamber’in haber verdiği azabın mutlaka gerçekleşeceği, bunu hiç kimsenin önleyemeyeceği bildirilmiştir. 

Müfessirlere göre 4. âyette geçen “ruh”tan maksat Cebrâil’dir. “Miktarı elli bin yıl olan gün”den ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı müfessirler buradaki elli bin yılı dünyanın ömrü, bazıları kıyametin oluş süresi, kimileri de âhirette kulların hesap vereceği süre olarak açıklamışlardır. Bir görüşe göre kıyametin müddeti inkârcılar için elli bin sene, müminler için sadece bir günün muayyen bölümü kadar sürecektir. Elli bin senenin, âhiret hayatının toplam süresi olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak bize göre bu yorumların hiçbirinin kabul edilebilir bir mesnedi ve gerçekliği yoktur. Bir önceki âyette geçen “huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan” şeklindeki ifadenin ardından burada da “Melekler, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde O’na yükselmektedirler” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi bu ifadenin kıyamet ve uhrevî hesapla, dünya veya âhiretin süresiyle bir ilgisi yoktur; sadece meleklerin Allah’a yükselmesinden söz edilmektedir. Şevkânî’nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu âyetteki elli bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır (V, 332; krş. Hac 22/47). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 453-454
 

لِلْـكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ


لِلْـكَافِر۪ينَ  car mecruru  وَاقِعٍ ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir.  لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ  cümlesi önceki ayetteki  عَذَابٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye ‘değildir, yoktur, hayır’ vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَهُ  car mecruru  لَيْس ‘nin mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  دَافِعٌ  kelimesi  لَيْس ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. 

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir. 

دَافِعٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  دفع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لِلْـكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ


Önceki ayetle bağlantılı olan bu ayet fasılla gelmiştir.  لِلْـكَافِر۪ينَ  car mecruru, önceki ayetteki  وَاقِعٍ ’e mütealliktir.

لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ  cümlesi önceki ayetteki  عَذَابٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَيْسَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. İsm-i fail vezninde gelerek istimrar ve istikrar ifade eden  دَافِعٌ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.

Mübtedanın nekre gelmesi, nev ve umum ifade eder. Olumsuz cümlede nekre, umum ve şumûle işarettir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

[Kâfirler için onu önleyici yoktur.] Bu da  عَذَابٍ ‘nın başka bir sıfatıdır, ya da  وَاقِعٍۙ 'in sılasıdır (ona mütealliktir). Eğer soru, azap kimin başına gelecek şeklinde olursa, لِلْـكَافِر۪ينَ  cevap olur,  بِ  de buna göre  سَاَلَ 'nin,  إحتمٌَ (ilgilendi) manasını içermesinden dolayıdır. Onu önleyici yoktur, reddedecek yoktur. (Rûhu-l Beyân)