Cin Sûresi 9. Ayet

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداًۙ  ...

“Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا ve elbette biz
2 كُنَّا idik ك و ن
3 نَقْعُدُ oturur ق ع د
4 مِنْهَا onun
5 مَقَاعِدَ oturma yerlerinde ق ع د
6 لِلسَّمْعِ dinlemeğe mahsus س م ع
7 فَمَنْ artık kim
8 يَسْتَمِعِ dinlemek istese س م ع
9 الْانَ şimdi
10 يَجِدْ bulur و ج د
11 لَهُ kendisini
12 شِهَابًا bir ışın ش ه ب
13 رَصَدًا gözetleyen ر ص د
 

Tefsirlerde anlatıldığına göre cinler öteden beri göklerde dolaşır, oradaki melek vb. varlıkların konuşmalarını dinlerler, aldıkları bilgilere kendilerinden de yorumlar katarak onlarla irtibat kuran kâhinlere anlatırlardı (bk. Şevkânî, V, 352-353). 9. âyetin “Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk” meâlindeki kısmı da buna işaret eder. Ancak Hz. Peygamber gönderildikten ve Kur’an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin gökleri dinlemesine izin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 8. âyette verilen bilgiye göre cinler, gökleri araştırıp yokladıklarını, ancak göklerin güçlü bekçiler tarafından korunmuş ve alev toplarıyla donatılmış olduğunu gördüklerini ifade etmişlerdir. 9. âyetin son cümlesine göre de cinler, gök ehline kulak misafiri olup gizlice onlardan bilgi kapmaya çalışanlara gözetleme yerlerinden alev topları atılarak gökleri dinlemelerinin engellendiğini söylemişlerdir. Sûrenin nüzûl sebebini anlatan İbn Abbas da önceden cinlerin, Allah’ın meleklere evrenin yönetimiyle ilgili olarak gönderdiği vahyi dinlediklerini, ancak Hz. Peygamber’in gönderilmesiyle birlikte onların gökleri dinlemelerinin yasaklandığını, bunun sebebini araştırırlarken Nahle denilen yerde Hz. Peygamber’le karşılaştıklarını ve böylece göklerden haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anladıklarını söylemiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 72; ayrıca bk. Hicr 15/17-18; Sâffât 37/7-10; Mülk 67/5).

Elmalılı, Hz. Peygamber’i göklere, getirdiği âyet ve mûcizeleri de alev toplarına benzeterek bu âyetleri te’vil etmekte, Kur’an-ı Kerîm karşısında insan ve cin şeytanlarının ödlerinin koptuğunu, dillerinin tutulduğunu ve artık eskisi gibi gayptan dem vuramayacaklarını anladıklarını söylemektedir (VIII, 5404).

Bazı müfessirler 10. âyeti şöyle yorumlamışlardır: “Gönderilen peygambere itaat edecekler de Allah onları doğru yola mı iletecek, yoksa isyan edecekler de onları helâk mi edecek, bilmiyoruz” (Taberî, XIX, 70). Bu âyetten cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18. âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere burada vahyin korunduğuna, Allah’ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyî bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytanî güçlerin alev toplarıyla engellendiğine işaret edilmiştir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 475-476
 

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ 


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar,  نَا  mütekellim zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُنَّا 'nın   dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كُنَّا  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كُنَّا ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiri olup mahallen merfûdur.  نَقْعُدُ  fiili  كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

نَقْعُدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  مِنْهَا  car mecruru نَقْعُدُ  fiiline mütealliktir. مَقَاعِدَ  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.  لِلسَّمْعِ  car mecruru نَقْعُدُ  fiiline mütealliktir. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداًۙ


فَ , istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَسْتَمِعِ  fiili  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَسْتَمِعِ  sukün ile meczum merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  الْاٰنَ  zaman zarfı  يَسْتَمِعِ ’in fiiline mütealliktir. 

فَ  karinesi olmadan gelen  يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداً  cümlesi şartın cevabıdır.  يَجِدْ  sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  لَهُ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir.  شِهَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَصَداً  kelimesi  شِهَاباً ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَمِعِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ 


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَنَّ ‘ nin haberi olan  كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ  cümlesi, كَان ‘nin haberidir.

كَان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

مِنْهَا  car mecruru, نَقْعُدُ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir. Böylece  نَقْعُدُ  fiili tazmin olarak  نتّخذ  manasını kazanmıştır. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْهَا  car mecruru ihtimam için mef’ûlü mutlaka takdim edilmiştir.

لِلسَّمْعِ  car mecruru, mef’ûlu mutlak olan  مَقَاعِدَ ‘ye mütealliktir. 

مَقَاعِدَ - نَقْعُدُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداًۙ


فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen cümlede  مَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ , şart cümlesidir. Şart ismi  مَنْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَسْتَمِعِ الْاٰنَ  cümlesi haberdir.  

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Mef’ûl olan  شِهَاباً ‘deki nekrelik nev, tazim ve kesret ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan car mecrur  لَهُ , ihtimam için, ilk mef’ûle takdim edilmiştir.

رَصَداً  kelimesi  شِهَاباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

سَّمْعِۜ  -  يَسْتَمِعِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Şüphe yok ki, biz dinlemek için ondan oturacak yerlere oturur idik.] ifadesi bekçilerin ve alevlerin olmadığı yerlere ya da gözetlemek ve dinlemek için uygun yerlere demektir. لِلسَّمْعِۜ  car mecruru,  نَقْعُدُ 'ye mütealliktir ya da  مَقَاعِدَ 'nin sıfatıdır. [Artık şimdi kim dinlerse, kendisi için gözetleyen bir alev bulur.] Yani dinlemek isteyeni gözetleyen ya da onu taşlayarak dinlemekten men eden bir alev bulur. (Beyzâvî)

Deniliyor ki; cinlerin bu şekilde engellenmeleri, Peygamberimize peygamberlik geldiği sırada olmuştur. Ancak sahih olan görüşe göre, daha önce de bu vardı; fakat Peygamberimize peygamberlik geldikten, sonra o kadar çoğaldı ki, insanların da, cinlerin de dikkatini, çekti ve cinlerin, gökleri dinlemeleri tamamen engellendi. Bu durum karşısında cinler: "Bu durum, mutlaka Allah'ın yeryüzü sakinleri için irade buyurduğu büyük hadise sebebiyledir" dediler. (Ebüssuûd)