وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنَّا | ve elbette biz |
|
2 | لَا |
|
|
3 | نَدْرِي | bilmiyoruz |
|
4 | أَشَرٌّ | kötülük mü |
|
5 | أُرِيدَ | istendi |
|
6 | بِمَنْ | olanlara |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
9 | أَمْ | yoksa |
|
10 | أَرَادَ | diledi |
|
11 | بِهِمْ | onları |
|
12 | رَبُّهُمْ | Rabbleri |
|
13 | رَشَدًا | doğruya iletmek (mi?) |
|
Tefsirlerde anlatıldığına göre cinler öteden beri göklerde dolaşır, oradaki melek vb. varlıkların konuşmalarını dinlerler, aldıkları bilgilere kendilerinden de yorumlar katarak onlarla irtibat kuran kâhinlere anlatırlardı (bk. Şevkânî, V, 352-353). 9. âyetin “Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk” meâlindeki kısmı da buna işaret eder. Ancak Hz. Peygamber gönderildikten ve Kur’an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin gökleri dinlemesine izin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 8. âyette verilen bilgiye göre cinler, gökleri araştırıp yokladıklarını, ancak göklerin güçlü bekçiler tarafından korunmuş ve alev toplarıyla donatılmış olduğunu gördüklerini ifade etmişlerdir. 9. âyetin son cümlesine göre de cinler, gök ehline kulak misafiri olup gizlice onlardan bilgi kapmaya çalışanlara gözetleme yerlerinden alev topları atılarak gökleri dinlemelerinin engellendiğini söylemişlerdir. Sûrenin nüzûl sebebini anlatan İbn Abbas da önceden cinlerin, Allah’ın meleklere evrenin yönetimiyle ilgili olarak gönderdiği vahyi dinlediklerini, ancak Hz. Peygamber’in gönderilmesiyle birlikte onların gökleri dinlemelerinin yasaklandığını, bunun sebebini araştırırlarken Nahle denilen yerde Hz. Peygamber’le karşılaştıklarını ve böylece göklerden haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anladıklarını söylemiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 72; ayrıca bk. Hicr 15/17-18; Sâffât 37/7-10; Mülk 67/5).
Elmalılı, Hz. Peygamber’i göklere, getirdiği âyet ve mûcizeleri de alev toplarına benzeterek bu âyetleri te’vil etmekte, Kur’an-ı Kerîm karşısında insan ve cin şeytanlarının ödlerinin koptuğunu, dillerinin tutulduğunu ve artık eskisi gibi gayptan dem vuramayacaklarını anladıklarını söylemektedir (VIII, 5404).
Bazı müfessirler 10. âyeti şöyle yorumlamışlardır: “Gönderilen peygambere itaat edecekler de Allah onları doğru yola mı iletecek, yoksa isyan edecekler de onları helâk mi edecek, bilmiyoruz” (Taberî, XIX, 70). Bu âyetten cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18. âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere burada vahyin korunduğuna, Allah’ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyî bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytanî güçlerin alev toplarıyla engellendiğine işaret edilmiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 475-476وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, نَا mütekellim zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا نَدْر۪ٓي cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَدْر۪ٓي fiili ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Faili müstetir olup takdiri نَحْنُ ‘dur. نَدْر۪ٓي bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler aynı. Anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ
Hemze istifham harfidir. شَرٌّ mahzuf fiilin naibi faili olup lafzen merfûdur. Takdiri, حصل أو تمّ (husule geldi veya tamamlandı) şeklindedir.
اُر۪يدَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i fail müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu بِ harf-i ceriyle birlikte اُر۪يدَ fiiline mütealliktir. فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
اُر۪يدَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِهِمْ car mecruru اَرَادَ fiiline mütealliktir. رَبُّهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَشَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ
وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ‘nin haberi olan لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ifade etmiştir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ cümlesi, لَا نَدْر۪ٓي fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. اَشَرٌّ mübteda, اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ cümlesi haberdir.
Her iki cümlede de müsnedin muzari sıygada fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Veya شَرٌّ , iştigal olmak üzere mahzuf fiilin naib-i faildir. Hemze istifham harfidir. Takdiri اَحصل شَرٌّ (Bir şer husule geldi mi) şeklindedir. Bu durumda … اُر۪يدَ cümlesi fasılla gelmiş tefsiriyye olur. Ve … اَمْ اَرَادَ بِهِمْ cümlesi de mahzuf fiile atfedilir.
شَرٌّ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , başındaki harf-i cerle birlikte اُر۪يدَ fiiline mütealliktir. Sıla cümlesi mahzuftur. فِي الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اُر۪يدَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ cümlesi tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir. اَرَادَ fiilinin mef'ûlü olan رَشَداًۙ ‘deki nekrelik, tazim ve nev ifade eder.
رَشَداًۙ , ‘hayır’ demektir. (Beyzâvî)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
رَبُّهُمْ izafeti, muzâf olan عَذَابِ ’ye ve muzâfun ileyh olan هُمْ zamirinin aid olduğu kişilere şeref ifade eder.
اُر۪يدَ - اَرَادَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu iki fiilin birincisi meçhul sıyga ile gelmişken, ikincisinde malum sıygaya iltifat vardır.
نَدْر۪ٓي - اُر۪يدَ fiilleri arasında cinas-ı kalb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَرٌّ - رَشَداًۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ cümlesiyle, اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Buradaki soru, hikmeti kavrayamamaktaki aczi ortaya koymak içindir. Şerrin değil de hayrın Allah'a nispet edilmesi Kur'an'a has çok değerli edeplerdendir. İşte cinler, yukarıdaki ifade tarzlarıyla hayrı Allah'a nispet edip, şerrin failini gizli tutarak edepli davrandılar. İnançla edebi birleştirdiler. (Rûhu’l Beyân)