وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَـكَانَتْ سَرَاباًۜ
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَـكَانَتْ سَرَاباًۜ
وَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. سُيِّرَتِ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْجِبَالُ naib-i faili olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. كَانَتْ nakıs mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. سَرَاباً kelimesi كَانَتْ ’in haberi olup lafzen mansubdur.
سُيِّرَتِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سير ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَـكَانَتْ سَرَاباًۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
سُيِّرَتِ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerîm’de tehdit ifade eden fiiller genellikle meçhul sıygada gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَ , atıf harfidir. Cümle hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayete atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
الْجِبَالُ kelimesi سُيِّرَتِ fiilinin naib-i fail, سَرَاباً ise كَانَتْ ‘ in haberidir.
Cümlede teşbih-i beliğ sanatı vardır. Dağlar, çöldeki seraba benzetilmiştir. Vech-i şebeh ve benzetme edatının hazf edildiği teşbihte الْجِبَالُ müşebbeh, سَرَاباًۜ müşebbehün bihtir.
[Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.] Şu halde bu gök, yarılıp çatlayacak olan dünya göğü değil, ahiret göğü demektir. Şu ayetler de bunu gösterir gibidir.
Ve dağlar yürütülmüş de bir serap olmuştur. Bir şey kalmamış, daha önce ilk üfürmede bütün parçaları yok olup savrulmuş,
["Yer ve dağlar kaldırıldı ve arkasından da bir defa bir çarpılış çarpıldılar."](Hâkka, 69/14) ayetinde anlatılanlar gerçekleşip yeryüzü veya daha önce onun bulunmuş olduğu yer dümdüz olarak ["O gün yeryüzü başka yeryüzüne çevrilir. Gökler de başkalaşırlar."] (İbrahim, 14/48) sırrı ortaya çıkmış bulunacağından dünyada yeryüzü döşeğinin direkleri olan o dağlar o gün serap gibi hayale dönmüş, artık yeryüzünün sallanmasına engel olacak hiçbir halleri kalmamıştır. (Elmalılı, Âşûr)