لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَاباًۚ
لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَاباًۚ
لَابِث۪ينَ kelimesi لِلطَّاغ۪ينَ ‘den hal olup nasb alameti ى ‘dir. ف۪يهَٓا car mecruru لَابِث۪ينَ ‘ye mütealliktir. اَحْقَاباً zaman zarfı لَابِث۪ينَ ‘ye mütealliktir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَابِث۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi لبث olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَاباًۚ
Önceki ayetin devamı olan ayette لَابِث۪ينَ kelimesi لِلطَّاغ۪ينَ ’den haldir. Hal, cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Zaman zarfı اَحْقَاباًۚ ve car mecrur ف۪يهَٓا ‘nın müteallakı olan لَابِث۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اَحْقَاباًۚ kelimesi حقَب ’un cemisidir. Uzun zaman ve dehr demektir. Kayıtsız ve nekre gelerek ebedilik ifade etmiştir. (Sâbûni)
Kelime; لَابِث۪ينَ ve لَبِث۪ينَ okunmuş olup لَبِث۪ kelimesi لَابِث۪ ‘den daha sağlamdır; çünkü لَابِث۪ beklediği öngörülen kimsedir; لَبِث۪ ise bir yere neredeyse oradan hiç ayrılmayacak şekilde çöküp kalan kimse gibi, ancak “şanı beklemek olan kimse” için kullanılır. (Keşşâf, )
Ayetteki اَحْقَاباًۚ ’in anlamı şöyledir: Onlar orada sonu gelmeyen ahiret ahkabı (sonsuz devirleri) boyunca kalacaklardır. İfadenin delaleti dolayısıyla ayette "ahiret" lafzı hazf edilmiştir. Çünkü zaten anlatım ahiret ile ilgilidir. Sonsuza kadar, ardı ardınca günler gelecek, demektir. Eğer beş ya da on ahkab denilseydi, ya da buna benzer bir ifade kullanılmış olsaydı, o vakit belirli bir zamana delalet ederdi. اَحْقَاب ’ın söz konusu ediliş sebebi, (tekili olan) حقَوب ‘un onlar nazarında en uzun süreyi kapsamasıdır. Böylelikle onların anlayışlarının benimsediği ve bildikleri şekilde onlara hitap edilmiş olmaktadır. Burada bu ifade ebedilikten kinayedir. Yani onlar orada ebediyyen kalacaklardır. (Kurtubî)
اَحْقَاباًۚ kelimesi حقب 'un çoğuludur, o da Kamusta olduğu gibi seksen veya daha fazla yıl, dehr ve senedir. حقب 'un aslı, peşpeşe gelmek, birbirini takip etmektir. اَحْقَاباًۚ 'ın manası, peşpeşe gelen zamanlar demektir. Bir zaman geçti mi, onu başka bir zaman takip eder ve bu sonsuza kadar gider. Çünkü حقب , neredeyse sadece zamanların peşpeşe gelmesinin ifadesi için kullanılır. O, ebediyetten kinayedir. Yani, orada ebedî olarak kalırlar.
Râğıb der ki: ”Doğru olan, hıkbe'nin zamandan belirsiz bir süre oluşudur, seksen sene değildir."
Kamusta da şöyledir: ” حقبة dehr'dendir ki, vakti olmayan bir süredir."
Kısacası اَحْقَاباًۚ , sonluluğa delalet eder. Her ne kadar o, cemi kıllet (azlık çoğulu) ise de, cemi kesret (çokluk çoğulu) yerindedir ki o da, حقب ‘dur. Veya İstiğrak (tüm fertlere şamil olan) lamıyla belirli kılınmış اَحْقَاباًۚ yerindedir. Her ne kadar onda, cehennemden çıkacaklarına işaret varsa da, onun o işareti mefhum kabilindendir ki, kâfirlerin ebedi kalacaklarına delalet eden açık ifade ile çelişmez. Allah Teâlâ'nın: [”Cehennem ateşinden çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır."] (Maide: 37) sözünde olduğu gibi. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)