رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ
Burada Allah Teâlâ’nın, müminlerin de müşriklerin de rabbi olduğuna bir ima vardır. Çünkü yüce Allah yerlerin, göklerin ve evrendeki her şeyin rabbidir. O, rahmân isminin bir tecellisi olarak bütün insanlara rahmetiyle muamele edip her türlü nimeti lutfettiği halde, müşrikler cehâlet ve nankörlüklerinin sonucu olarak Allah’ı bırakıp başka varlıklara tapıyor, onların kendilerini Allah’a yaklaştıracağını (bk. Zümer 39/3) ve O’nun huzurunda kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia ediyorlardı (Yûnus 10/18). Böylece Allah’ın rahmân isminin gereği olan rahmetten de kendi iradeleriyle kendilerini mahrum bırakmışlardır. Hesap gününde bu yaptıklarının yanlış olduğunu anlayınca özür dilemeye kalkışsalar dahi kendilerine ne konuşma izni verilecek ne de özür dileme izni (krş. Mürselât 77/36). Çünkü o gün, kulların kendilerine düşeni yapma günü değil, dünyada yaptıklarının karşılığını görme günüdür, hüküm ve hesap günüdür. Bu sebeple o gün sadece Allah’ın hoşnut olduğu ve konuşmasına izin verdiği kimseler konuşacaklar ve bunlar da ancak gerçeği söyleyeceklerdir. Bütün bu açıklamaların asıl maksadı ise insanların fırsat eldeyken akıllı hareket ederek Allah’ın iradesine uygun bir hayat çizgisi benimseyip o çizgide sapmadan ilerlemeleridir.
Müfessirler 38. âyette zikredilen ruh hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır. “Büyük meleklerden biri, Cebrâil, meleklerin ileri gelenleri” diyenler bulunduğu gibi, Allah’ın melek olmayan ordularından bir ordu, Âdemoğulları, Âdemoğulları’nın ruhları veya Kur’an olduğunu söyleyenler de vardır (bk. Râzî, XXXI, 24; Şevkânî, V, 428). Ruh ve melekler, Allah’a yakın olmalarına rağmen O izin vermedikçe hiç kimse hakkında şefaat edemeyeceklerdir (krş. Yûnus 10/3). Ayrıca, konuşmalarına izin verilenler ancak doğruyu söyleyeceklerdir; çünkü orada hakikatin dışına çıkmak veya herhangi bir şeyi gizlemek mümkün olmayacaktır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 540-541رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ
رَبِّ kelimesi önceki ayetteki رَبِّكَ ‘den bedel olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مَا müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ‘la السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur. بَيْنَ mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هُمَاۙ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الرَّحْمٰنِ kelimesi رَبِّ ‘den bedel olup kesra ile mecrurdur. لَا يَمْلِكُونَ cümlesi الرَّحْمٰنِ ‘nın hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefi-y harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru يَمْلِكُونَ fiiline mütealliktir. خِطَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ
Fasılla gelen ayette رَبِّ , önceki ayetteki رَبِّكَ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّ السَّمٰوَاتِ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması السَّمٰوَاتِ ’ye tazim kazandırmıştır.
وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.
Ayette Allah’ın, rabbi olduğu şeylerin yeryüzü, gökyüzü ve arasındakiler olarak sayılması taksim sanatıdır.
Burada, Allah'ın hepsinin Rabbi olduğunun ve geniş rahmetinin zikredilmesi, anılan mükâfatin asıl kaynağını zımnen bildirmektedir. (Ebüssuûd)
الرَّحْمٰنِ kelimesi, رَبِّ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ cümlesi الرَّحْمٰنِ için haldir. Mahallen mansubdur. مِنْهُ car mecrur, يَمْلِكُونَ ’ye mütealliktir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَمْلِكُونَ ’ye müteallik car mecrur مِنْهُ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan خِطَاباًۙ ‘e takdim edilmiştir.
Sıfat ve hal dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
الرَّحْمٰنِ ve رَبِّ isimlerinde mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle tecrîd sanatı vardır.
الرَّحْمٰنِ - رَبِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَبِّ السَّمٰوَاتِ ifadesi önceki رَبِّكَ 'den bedeldir. Hicaz'lı iki kurra ile Ebû Amr mübteda olarak merfû okumuştur. الرَّحْمٰنِ cer ile رَبِّ sıfatıdır, İbn Âmir, Âsım ve Ya'kûb kıraatında cer iledir, Ebû Amr kıraatında da ref iledir, Hamze ile Kisâî'nin kıraatında birincisi cer, ikincisi de ref iledir, o zaman mahzuf mübtedanın haberi olur ya da mübtedadır, haberi de لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ ‘’O’na bir hitaba sahip olamazlar’’ kavlidir. لَا يَمْلِكُونَ 'deki cemi وَ 'ı göklerdeki ve yerdekilere râcidir yani ona hitap edemezler, verdiği sevaba ve mükafata itiraz edemezler, demektir. Çünkü onun kayıtsız şartsız mülküdürler, ona itiraz hakları yoktur. Bu ise izin verdiği takdirde şefaate aykırı değildir. (Beyzâvî - Rûhu’l Beyân)