Enfâl Sûresi 10. Ayet

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟  ...

Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 جَعَلَهُ bunu yapmadı ج ع ل
3 اللَّهُ Allah
4 إِلَّا ancak (yaptı)
5 بُشْرَىٰ müjde olsun diye ب ش ر
6 وَلِتَطْمَئِنَّ ve yatışsın diye ط م ن
7 بِهِ bununla
8 قُلُوبُكُمْ kalbiniz ق ل ب
9 وَمَا ve yoktur
10 النَّصْرُ yardım ن ص ر
11 إِلَّا başkaca
12 مِنْ
13 عِنْدِ katından ع ن د
14 اللَّهِ Allah
15 إِنَّ şüphesiz
16 اللَّهَ Allah
17 عَزِيزٌ daima üstün ع ز ز
18 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
 

Bedir Savaşı’nda müslümanların hazırlık ve güçleri yetersizdi. Onlara nisbetle nicelik yönünden güçlü olan ve daha Mekke’den çıkarken savaşı göze almış bulunan müşrikler karşısında galip gelebilmek için ilâhî yardıma ve moral güce ihtiyaç vardı. Savaş kaçınılmaz hale gelince müminler iman ve tevekküllerinin gereği olarak Allah’a sığındılar, O’ndan yardım dilediler. O gün Hz. Peygamber’in rabbine nasıl yakardığını Hz. Ömer şöyle anlatıyor: “Bedir günü gelince Resûlullah, kendi arkadaşlarının 305, müşriklerin ise 1000 kişi kadar olduğunu görerek hemen kıbleye döndü, ellerini kaldırdı ve rabbine yalvarmaya başladı: ‘Allahım, bana olan sözünü yerine getir, vaad ettiğini ver! Allahım eğer şu bir avuç müslümanı helâk edersen yeryüzünde şirk koşmadan sana ibadet eden kimse kalmayacak!’ O, kıbleye dönük vaziyette ellerini her an biraz daha semaya doğru uzatarak durmadan rabbine yalvarıyordu; öyle ki sonunda abası omzundan sıyrılıp yere düştü, Ebû Bekir gelip abasını yerden alarak omzuna örttü, sonra onu kucakladı ve şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın elçisi! Artık yeter, O sana vaad ettiğini kesin olarak verecektir!’ Bu hadise üzerine 9. âyet nâzil oldu” (Müslim, “Cihâd”, 58). Bu savaşta Allah’ın vaadinin ve Hz. Peygamber’in duasının neticesi hâsıl olmuş, yardıma gönderilen meleklerin bizzat savaşa katılarak düşmana karşı neler yaptıkları bazı sahâbîler tarafından görülerek nakledilmiştir (Müslim, “Cihâd”, 58).

 Bedir Savaşı’nda meleklerin müslümanlara yardımı Âl-i İmrân sûresinin 124-125. âyetlerinde de zikredilmiştir. Orada önce 3000 melekle yardım edileceği, bu yetmezse 2000 melek daha gönderileceği, yardımcı melek sayısının 5000’e çıkarılacağı müjdelenmiştir. Açıklamakta olduğumuz 9. âyette ise yardıma gönderilen melek sayısı “peşi peşine gelen binlik kuvvetle” şeklinde ifade edilmiştir. Bu rakamlar arasında ilk bakışta bir uyumsuzluk var gibidir. Ancak Arapça’daki ifade özelliği veya olayın tarihî bağlamı ve konusu göz önüne alındığında bir uyumsuzluk bulunmadığı görülecektir. Araplar “birçok” yerine “bin, binlerce” kelimelerini de kullanmaktadırlar. Buna göre mâna “birçok melek ile…” demektir. Olaya tarihî tecrübe açısından bakıldığında görülecektir ki savaşlarda takviye güçleri toptan değil, ihtiyaca göre arka arkaya gönderilmekte, bu taktiğin düşman üzerindeki etkisi daha fazla olmaktadır.

 

 Allah bir şeyin olmasını murat edince onun maddî plandaki sebebini de yaratır. Her şey O’nun iradesi ve kudreti ile hâsıl olur. Sünnetullah diye de ifade edilen ilâhî âdete, kural ve kanunlara göre sonuç, kulun irade ve fiiline de bağlanmışsa bu takdirde insan üzerine düşeni yapacaktır. Bedir Savaşı’nda müslümanlar kendilerine düşeni yapmışlardır, Allah vaad ve murat ettiği için zafer kazanılacaktır. Bazılarınca bunun hem kendileri hem de yardım konusunda etkileri görülen melekler gönderilerek yapılmasının hikmeti, “zaferin müjdesi olsun ve bu sayede kalpler yatışsın, sonuç hakkında güven oluşsun” diyedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 669-670

 

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  جَعَلَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  بُشْرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.  بُشْرٰى  kelimesindeki  ى  harfi kelimenin aslından olmadığı için gayri munsarif olup tenvin almaz.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 لِ  harfi,  تَطْمَئِنَّ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte zikredilen  جَعَلَ  fiilinin delaletiyle mahzuf fiile müteallıktır. 

قُلُوبُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِه۪  car mecruru  قُلُوبُكُمْ ’un mahzuf haline veya  تَطْمَئِنَّ  fiiline müteallıktır.

تَطْمَئِنَّ  fiili rubâî mücerrede iki harf eklenmesiyle; fiilin başına bir hemze  ا  sonuna da lâme’l-fiili cinsinden bir harf ilavesiyle yapılan  افْعَلَلَّ  fiillerindendir.

  

وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  النَّصْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  مِنْ عِنْدِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  عَزِیزٌ  lafzı  اِنَّ ‘nin haberidir.  حَكِیمࣱ  ise ikinci haberdir.

عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına; sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  مَا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasrla cümle tekid edilmiştir. Cümle inkârî kelamdır. Çünkü kasr iki tekid yerindedir. Tekid üzerine tekid demektir. (Âşûr, Enam Suresi, 71)

Cümledeki kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani “Allah onu sadece müjde için yapmıştır, başka birşey için değil.” demektir.

Kasr, fiil ile mef’ûl arasında olursa kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ  cümlesine dahil olan sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı cümle, mecrur mahalde  takdiri  هيّأ  olan mahzuf fiile müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette ilâhî yardımın bu iki gayeye hasredilmesi, meleklerin, bilfiil savaşmadıklarını zımnen ifade eder. Meleklerin yardımı, savaşan müminlerin kalplerini takviye etmek, onları daha kalabalık göstermek suretiyle olmuştur. (Ebüssuûd)


 وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  mahzuf habere müteallıktır.

مَا  ve  إِلَّا  ile kasr meydana gelmiştir. Mübteda olan  النَّصْرُ  maksûr/mevsûf,  mahzuf haber maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

[Yardım sadece Allah katındadır.] cümlesi kasr üslubuyla gelerek başkasının yardım yani zafer vermesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ [Yardım ancak Allah'ın katındandır] ifadesinin maksadı, her ne kadar melekler müminlere destek olmak için indirilmiş ise de mümine gerekenin, işini sadece buna bağlamayıp Allah'ın mağlup olmayacak bir galip ve Azîz, yine yenilmeyen, ezilmeyen bir Kahir olmasından ötürü, Allah'ın yardımına, desteğine, muzafferiyetine, hidayetine ve kifayetine güvenip dayanması olduğuna dikkat çekmektir. Allah yardım indirme hususunda da Hakîmdir, (hikmet sahibidir), onu yerli yerince indirir. (Fahreddin er-Râzî, Elmalılı)

عِنْدِ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.


 اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Âşûr ise farklı görüştedir: 

 اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ [Allah Azîz, Hakîmdir] cümlesi, ibtidâî istînâftır. Bilmedikleri bir şey haber veriliyor gibidir. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

(Allah, gerçekten) kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup (mutlak izzet sahibidir ve) fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de (hikmet sahibidir.) (Keşşâf)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.