وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ اِلَّا مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يُوَلِّهِمْ | döner(kaçar)sa |
|
3 | يَوْمَئِذٍ | o gün |
|
4 | دُبُرَهُ | arkasını |
|
5 | إِلَّا | dışında |
|
6 | مُتَحَرِّفًا | bir tarafa çekilmek |
|
7 | لِقِتَالٍ | savaşmak için |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | مُتَحَيِّزًا | katılmak |
|
10 | إِلَىٰ |
|
|
11 | فِئَةٍ | (başka) bir birliğe |
|
12 | فَقَدْ | muhakkak |
|
13 | بَاءَ | uğrar |
|
14 | بِغَضَبٍ | bir gazaba |
|
15 | مِنَ | -tan |
|
16 | اللَّهِ | Allah- |
|
17 | وَمَأْوَاهُ | ve onun yeri |
|
18 | جَهَنَّمُ | cehennemdir |
|
19 | وَبِئْسَ | ve o ne kötü |
|
20 | الْمَصِيرُ | varılacak bir yerdir |
|
Bedir Savaşı’ndan sonra ganimetlerin taksimi konusunda farklı beklenti ve görüşler ortaya çıkması üzerine gelen âyetler arasında bulunan ve savaştan kaçmanın sonuçlarını açıklayan bu âyetleri, savaştan önce inmiş kabul edenlerin tesbit ve yorumları vâkıaya uygun düşmemektedir. Bedir’den önce küçük akıncı hareketleriyle başlayan çatışmalar bu savaştan sonra büyüyerek devam etmiştir. Bunun böyle olacağını bilen Allah Teâlâ, hem müminleri gerektiğinde savaşmaya ve bunun getirdiği acılara, zorluklara katlanmaya teşvik etmek hem de savaştan kaçmayı engelleyici müeyyide oluşturmak üzere bu âyetleri indirmiştir.
Hz. Peygamber’in bizzat katıldığı savaşlarda kaçanların, savaş taktiği veya bir başka birliğe katılmak gibi seçeneklerinin olamayacağı, halbuki başka zaman ve durumlarda böyle meşrû gerekçelerin bulunabileceği düşüncesinden yola çıkan bazı müfessirler, âyetlerin şiddetli ifade ve hükümlerinin Hz. Peygamber zamanına ve onun bizzat katıldığı savaşlara mahsus olduğunu ileri sürmüşler, bu durumda düşmanın sayısı ne olursa olsun savaşı bırakıp çekilmenin câiz olmadığını söylemişlerdir. Bu yorumu destekleyen şöyle bir örnek de vardır: Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in bulunmadığı bir çatışmada sıkışınca bazı arkadaşlarıyla birlikte geri çekilmişti. Sonradan kendi aralarında düşününce yaptıklarının, Allah’ın öfkesine uğratan bir firar olduğu kanaatine vararak “Medine’ye gizlice girelim, Hz. Peygamber’i görelim. Eğer tövbemiz kabul edilirse orada kalalım, edilmezse başımızı alıp gidelim” dediler. Sabah namazından önce Peygamberimizi görerek durumu arzettiler. O şöyle buyurdu: “Siz savaştan kaçanlar değil, tekrar savaşmak üzere geri çekilenlersiniz.” Bunun üzerine İbn Ömer ve arkadaşları efendimizin elini öpmüşler, o da sözlerine şunu eklemiştir: “Müslümanlar geri çekildiklerinde takviye için geldikleri birlik benim” (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 106).
Savaştan kaçma fiilini kebâir (büyük günahlar) arasında sayan meşhur hadis (Buhârî, “Vesâyâ”, 23; Müslim, “Îmân”, 145) yanında iki âyet daha konumuzla doğrudan ilgilidir. Birincisi Uhud Savaşı ile ilgili olup orada savaş meydanını terkedenler kınanmış ve Allah’ın affından söz edilmiştir (Âl-i İmrân 3/155). İkinci âyet de Huneyn Savaşı’ndaki dağılma ve kaçma ile ilgilidir; orada da kaçanlar kınanmış, bir kısmının affedildiği bildirilmiştir (et-Tevbe 9/25-26). Bu naslardan çıkan hüküm, savaş taktiği veya bir başka birliğe katılma amacı dışında savaştan kaçmanın büyük bir suç ve günah olduğudur. İlgili âyet ve hadisleri yorumlarken özel durumlarla sınırlandırma (tahsîs) veya aralarında çelişki görüp bir kısmının hükmünü kalkmış gösterme (nesih) yerine işin gereğini, tarihî şartları ve genel hükümleri göz önüne alarak sonuçlar çıkarmayı tercih ediyoruz. Buna göre nasları şöyle yorumlamak mümkündür: Savaşılan düşman bire iki, bire on bile olsa gerektiğinde müslümanlar, Allah’ın yardımına güvenerek savaşa girmeye ve dayanmaya teşvik edilmiştir. Askerî birlikler fiilen çarpışırken bazı askerlerin tek başlarına veya grup halinde, savaş gereği olmaksızın kaçmaları hem diğerlerine zarar vereceği hem de harbi kazanma şansını azaltacağı için şiddetle yasaklanmıştır. Ancak teke tek çarpışmalarda canı kurtarmak için gerektiğinde kaçmak veya büyük bir düşman gücü karşısında zafer ihtimali bulunmadığı için savaşa girmemek, kezâ büyük zayiat verilmesi hali ve ihtimali karşısında kumanda ile ve düzenli bir şekilde çekilmek… savaştan kaçma veya bunun kınanan, yasaklanan çeşitlerinden birisi olarak değerlendirilemez. İbn Ömer’le ilgili olayda bir kaçma, arkasından pişmanlık, tövbe ve Hz. Peygamber’e gelip başvurma, teslim olma durumu vardır. Bu hadiseye dayanarak “başka bir birliği desteklemek için yer değiştirme” kavram ve kuralını, konunun tabiatına ters düşecek şekilde sürdürmek ve genişletmek doğru değildir. İbn Ömer ve arkadaşlarıyla ilgili olay bir kaçma, sonra pişmanlık duyup teslim olma fiillerinden ibarettir. Hz. Peygamber bunları affetmiş, gelip kendisine teslim olmalarını, onlara teselli olsun diye, bir cepheden bir başka cepheye intikal ve kendisinin bulunduğu birliğe iltihak olarak değerlendirmiştir. Şartlar uygun düştüğünde savaştan kaçan, sonra pişman olup yetkili makama teslim olan askerlerin affedilip tekrar cepheye sevkedilmeleri mümkündür.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 672-674
وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ اِلَّا مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُوَلِّهِمْ şart fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَوْمَ zaman zarfı, إذ için muzâftır. يُوَلِّهِمْ fiiline müteallıktır. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, يوم إذ لقيتموهم (Onlarla karşılaştığınız gün) şeklindedir.
دُبُرَهُٓ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. مُتَحَرِّفاً mukadder genel halin istisnası olarak mahallen mansubtur. Takdiri, من يولّهم ملتبسا بأية حال إلّا متحرّفا (... hali dışında kim onlara herhangi bir halde arkasını dönerse...) şeklindedir.
لِقِتَالٍ car mecruru ismi fail olan مُتَحَرِّفاً ‘e müteallıktır. مُتَحَيِّزاً kelimesi atıf harfi اَوْ ile مُتَحَرِّفاً ‘e matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى فِئَةٍ car mecruru مُتَحَيِّزاً ‘e müteallıktır.
يُوَلِّهِمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُتَحَرِّفاً - مُتَحَيِّزاً kelimeleri, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِغَضَبٍ car mecruru بَٓاءَ fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبّسا أو مصحوبا بغضب (Gadablı olarak) şeklindedir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru غَضَبٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَأْوٰيهُ mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haberdir.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ istînâfiyyedir. بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, جهنّم şeklindedir. Dönüş manasındaki الْمَص۪يرُ kelimesi mimli masdardır.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ اِلَّا مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Ayet, nidanın cevabına matuftur. Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ, şart cümlesidir. Şart cümlesi aynı zamanda haberdir.
مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ , müstesnadır. Genel halden istisna edilen haldir. مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ müstesnaya اَوْ harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ , tahkik harfiyle tekid edilmiş mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Bu terkibin مَنْ ’in haberi olması caizdir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
مُتَحَرِّفاً - مُتَحَيِّزاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِغَضَبٍ ’deki tenvin ancak Allah’ın bileceği bir nev olduğuna işaret eder.
يُوَلِّهِمْ ; arkasını dönüp gitmek, firar etmekten kinayedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Savaş meydanından kaçmak, büyük günahlardandır. İlim adamları, büyük günahların sayısını yetmişe kadar saymışlardır. Savaş halinde olan ordudan kaçmak da onlardan biridir. Bu durum, Müslümanlarla düşmanın sayısı eşit ya da düşmanının iki kat olduğu zamanlardadır. Bu ve buna benzer şeyler, Müslümanlar arasında kötü sayılan şeylerden olup Allah'a ve dine karşı işlenmiş bir cinayettir. Günahların büyüklerindendir ve bu kimsenin, şahitlik yapması kabul edilmemektedir.
(Rûhu’l Beyan)
و istînâfiyyedir. Cümle, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili بِئْسَ ’nin mahsusunun mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, عذاب النار ‘dır. Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.
Cehennemin sığınak olması çok ilginç bir tabirdir. İnsan cehenneme sığınır mı? Öyle bir gazap ki Allah’ın gazabı, insan o gazapdan cehenneme sığınıyor. Rabbim hepimizi muhafaza buyursun.