يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا زَحْفاً فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | ne zaman ki |
|
5 | لَقِيتُمُ | karşılaşırsanız |
|
6 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
7 | كَفَرُوا | inkar edenlerle |
|
8 | زَحْفًا | toplu halde |
|
9 | فَلَا | asla |
|
10 | تُوَلُّوهُمُ | onlara döndürmeyin |
|
11 | الْأَدْبَارَ | arkalar(ınız)ı |
|
Bedir Savaşı’ndan sonra ganimetlerin taksimi konusunda farklı beklenti ve görüşler ortaya çıkması üzerine gelen âyetler arasında bulunan ve savaştan kaçmanın sonuçlarını açıklayan bu âyetleri, savaştan önce inmiş kabul edenlerin tesbit ve yorumları vâkıaya uygun düşmemektedir. Bedir’den önce küçük akıncı hareketleriyle başlayan çatışmalar bu savaştan sonra büyüyerek devam etmiştir. Bunun böyle olacağını bilen Allah Teâlâ, hem müminleri gerektiğinde savaşmaya ve bunun getirdiği acılara, zorluklara katlanmaya teşvik etmek hem de savaştan kaçmayı engelleyici müeyyide oluşturmak üzere bu âyetleri indirmiştir.
Hz. Peygamber’in bizzat katıldığı savaşlarda kaçanların, savaş taktiği veya bir başka birliğe katılmak gibi seçeneklerinin olamayacağı, halbuki başka zaman ve durumlarda böyle meşrû gerekçelerin bulunabileceği düşüncesinden yola çıkan bazı müfessirler, âyetlerin şiddetli ifade ve hükümlerinin Hz. Peygamber zamanına ve onun bizzat katıldığı savaşlara mahsus olduğunu ileri sürmüşler, bu durumda düşmanın sayısı ne olursa olsun savaşı bırakıp çekilmenin câiz olmadığını söylemişlerdir. Bu yorumu destekleyen şöyle bir örnek de vardır: Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in bulunmadığı bir çatışmada sıkışınca bazı arkadaşlarıyla birlikte geri çekilmişti. Sonradan kendi aralarında düşününce yaptıklarının, Allah’ın öfkesine uğratan bir firar olduğu kanaatine vararak “Medine’ye gizlice girelim, Hz. Peygamber’i görelim. Eğer tövbemiz kabul edilirse orada kalalım, edilmezse başımızı alıp gidelim” dediler. Sabah namazından önce Peygamberimizi görerek durumu arzettiler. O şöyle buyurdu: “Siz savaştan kaçanlar değil, tekrar savaşmak üzere geri çekilenlersiniz.” Bunun üzerine İbn Ömer ve arkadaşları efendimizin elini öpmüşler, o da sözlerine şunu eklemiştir: “Müslümanlar geri çekildiklerinde takviye için geldikleri birlik benim” (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 106).
Savaştan kaçma fiilini kebâir (büyük günahlar) arasında sayan meşhur hadis (Buhârî, “Vesâyâ”, 23; Müslim, “Îmân”, 145) yanında iki âyet daha konumuzla doğrudan ilgilidir. Birincisi Uhud Savaşı ile ilgili olup orada savaş meydanını terkedenler kınanmış ve Allah’ın affından söz edilmiştir (Âl-i İmrân 3/155). İkinci âyet de Huneyn Savaşı’ndaki dağılma ve kaçma ile ilgilidir; orada da kaçanlar kınanmış, bir kısmının affedildiği bildirilmiştir (et-Tevbe 9/25-26). Bu naslardan çıkan hüküm, savaş taktiği veya bir başka birliğe katılma amacı dışında savaştan kaçmanın büyük bir suç ve günah olduğudur. İlgili âyet ve hadisleri yorumlarken özel durumlarla sınırlandırma (tahsîs) veya aralarında çelişki görüp bir kısmının hükmünü kalkmış gösterme (nesih) yerine işin gereğini, tarihî şartları ve genel hükümleri göz önüne alarak sonuçlar çıkarmayı tercih ediyoruz. Buna göre nasları şöyle yorumlamak mümkündür: Savaşılan düşman bire iki, bire on bile olsa gerektiğinde müslümanlar, Allah’ın yardımına güvenerek savaşa girmeye ve dayanmaya teşvik edilmiştir. Askerî birlikler fiilen çarpışırken bazı askerlerin tek başlarına veya grup halinde, savaş gereği olmaksızın kaçmaları hem diğerlerine zarar vereceği hem de harbi kazanma şansını azaltacağı için şiddetle yasaklanmıştır. Ancak teke tek çarpışmalarda canı kurtarmak için gerektiğinde kaçmak veya büyük bir düşman gücü karşısında zafer ihtimali bulunmadığı için savaşa girmemek, kezâ büyük zayiat verilmesi hali ve ihtimali karşısında kumanda ile ve düzenli bir şekilde çekilmek… savaştan kaçma veya bunun kınanan, yasaklanan çeşitlerinden birisi olarak değerlendirilemez. İbn Ömer’le ilgili olayda bir kaçma, arkasından pişmanlık, tövbe ve Hz. Peygamber’e gelip başvurma, teslim olma durumu vardır. Bu hadiseye dayanarak “başka bir birliği desteklemek için yer değiştirme” kavram ve kuralını, konunun tabiatına ters düşecek şekilde sürdürmek ve genişletmek doğru değildir. İbn Ömer ve arkadaşlarıyla ilgili olay bir kaçma, sonra pişmanlık duyup teslim olma fiillerinden ibarettir. Hz. Peygamber bunları affetmiş, gelip kendisine teslim olmalarını, onlara teselli olsun diye, bir cepheden bir başka cepheye intikal ve kendisinin bulunduğu birliğe iltihak olarak değerlendirmiştir. Şartlar uygun düştüğünde savaştan kaçan, sonra pişman olup yetkili makama teslim olan askerlerin affedilip tekrar cepheye sevkedilmeleri mümkündür.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 672-674
Riyazus Salihin, 1618 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:”Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler:
Ey Allahın Resûlü! Bunlar nelerdir? diye sordular. Hz. Peygamber:
“Allah’a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir,” buyurdu.
(Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ 12)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا زَحْفاً فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart ismi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. لَق۪يتُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَق۪يتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
زَحْفاً kelimesi لَق۪يتُمُ fiilinin mef’ûlunun hali olarak fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُوَلُّوهُمُ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْاَدْبَارَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ءَامَنُوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
تُوَلُّوهُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا زَحْفاً فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümle إذْ يُوحِي رَبُّكَ إلى المَلائِكَةِ أنِّي مَعَكُمْ (Enfal Suresi, 12) ile فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ (Enfal Suresi, 17) arasında mu’terızadır. (Âşûr)
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır.
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir, Sâbûnî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ifadesi geçtiği zaman şunları düşüneceğiz: (sonu اٰمَنُٓوا yerine değişik şekillerde de gelebilir)
يَٓا : uzaktakine hitap eden nida harfidir. Ama Allah bize çok yakındır. Yani bu mecazi bir kullanımdır. Amaç bizim dikkatimizi çekmektir. Çünkü biz uzaktaki bir kişiye dikkatini çekmek için nida ediyoruz. Dolayısıyla Allah bize yakın olmasına rağmen bizim O’ndan uzak olmamız ve O’nu düşünmememiz nedeniyle böyle nida ediyor. Hem dikkatimizi çeker hem de arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir değeri olduğuna işaret eder.
Sonra اَيُّ gelmiştir. Bu da nida harfidir. Elif-lamlı kelime ile nida harfini birbirine bağlayan bir kelimedir. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelime ile açıklanır. Buna ibhamdan sonra beyan denir. Dikkati arttırır, arkadan emir mi, nehiy mi yoksa bir hüküm mü gelecek, onu dinlemeye hazırlar.
Sonra da هَا gelir. O da tenbih (uyarı) harfidir. Yani bu hitapta üç tane tenbih (dikkat çekme) harfi vardır. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Nidanın cevabı şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh konumunda şart cümlesi olan لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَق۪يتُمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا زَحْفاً , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107) Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
زَحْفاً [karşılaşma] anlamı verilen kelime, azar azar yaklaşmak demektir. Asıl anlamı, ‘kalçalar üzerinde sürünmek’ demektir. Daha sonra savaş esnasında bir başkasına doğru yürüyen herkese bu ad verilmeye başlanmıştır. “Karşılıklı olarak birbirine yaklaşmak, yakınlaşmak” anlamına gelir. (Kurtubî)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ , emir-nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَق۪يتُمُ , زَحْفاً fiilinin mef’ûlünden haldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ , savaşta firar etmekten kinayedir.