فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمْ |
|
|
2 | تَقْتُلُوهُمْ | onları siz öldürmediniz |
|
3 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | قَتَلَهُمْ | onları öldürdü |
|
6 | وَمَا |
|
|
7 | رَمَيْتَ | sen atmadın |
|
8 | إِذْ | zaman |
|
9 | رَمَيْتَ | attığın |
|
10 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | رَمَىٰ | attı |
|
13 | وَلِيُبْلِيَ | sınamak için |
|
14 | الْمُؤْمِنِينَ | Mü’minleri |
|
15 | مِنْهُ | kendinden |
|
16 | بَلَاءً | bir imtihanla |
|
17 | حَسَنًا | güzel |
|
18 | إِنَّ | doğrusu |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
21 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Bu âyetlerin inmesine sebep olarak Bedir, Huneyn gibi birkaç savaşta Hz. Peygamber’in, yerden bir avuç çakıllı toprak alarak düşmana doğru savurması, tozun ve çakılların birçok savaşçıya isabet ederek onları saf dışı bırakması olayı zikredilmiştir (İbn Hişâm, Sîre, II, 280-281; İbn Kesîr, III, 570-572). 17. âyette öldürme fiili genel olarak müminlere, atma fiili de Resûlullah’a nisbet edilmekle birlikte her ikisini de hakikatte onların değil, Allah’ın gerçekleştirdiği belirtilmiştir. Tarihte cereyan etmiş savaş, fetih, barış, şehir ve devlet kurma gibi millet ve devlet işleri anlatılırken yapan, eden olarak liderin, devlet başkanının anılması gelenekleşmiş bir anlatım biçimidir. Burada da İslâm ordusunun yaptıkları, aynı zamanda onların kumandanı olan Hz. Peygamber üzerinden anlatılmıştır. Atanın, öldürenin Allah olması ise, bu savaşta meleklerin gönderilmesi, düşmanın kalbine korku salınması, tam zamanında müslümanlara kolaylık, düşmana hareket zorluğu getiren yağmurun yağdırılması gibi mûcizeleri, olağan üstü ilâhî yardımları ifade etmektedir. Kulun irade ve gücünün bir şekilde etkili olduğu fiillerin de yaratıcısı Allah’tır; ancak bunlar için “Allah yaptı” denilmez de “Kul yaptı, verdi, öldürdü…” denir. Kulların irade ve güçlerinin dahli bulunmayan veya ilâhî müdahalenin olağan üstü olduğu durumlarda ise fiil doğrudan Allah’a izâfe edilir; bu ifade biçimi günlük dilde de yaygın olarak kullanılır.
Vahdet-i vücûd (varlığın birliği) halini yaşayan bazı mutasavvıflarla bunu düşünce sistemlerinin merkezine koymuş bulunan bir kısım düşünürler, açıklamakta olduğumuz âyeti, hallerinin meşruiyetine ve iddialarının doğruluğuna delil saymışlardır. Bize göre âyetin mânası açıktır, böyle bir delâlet söz konusu değildir. Eğer vahdet-i vücûdcuların dediği gibi varlık âleminde Allah’tan başkası mevcut olmayıp, var gibi görülenler O’nun, yokluk (adem) aynasında görülmesinden (tecellî) ibaret olsaydı, baştan sona Kur’an’da bu gerçeğe uygun açık ifadeler kullanılır, bu bilgi ve inanç imanın birinci esası olurdu. Kur’ân-ı Kerîm’in şüpheye yer bırakmayan açık ifadesine göre Allah, mahiyeti ve vasıfları bakımından kendine benzemeyen, kendi aralarında da ontolojik boyutları farklı olan şuurlu varlıklar yaratmıştır, insan nevi de bunlardan biridir. İnsanların bir kısmı Allah’ın rızâsı çerçevesinde bir hayat yolu seçerken diğer kısmı ya O’nu hiç tanımamış yahut da rızâsına bağlı kalmamıştır. Bu yüzdendir ki Allah, rızâsını gözetenleri desteklemiş, onların eliyle O atmış, ötekileri öldürmüştür. Yaratılmış ve mahiyeti farklı, hür irade sahibi varlıklar olmaksızın Allah’ın bir tecellisinin diğerine düşman olması ve onu öldürmesinin, yokluğun bir ayna (tecelligâh) olarak böylesine köklü bir ayırıma sebep (illet) teşkil etmesinin anlamı yoktur veya böylesine işlevleri olan bir şeye yokluk denemez, mahlûk denir. Peşin hüküm, mânevî sarhoşluk ve yabancı felsefelerin etkisi ile açık âyetleri, lafzın ve konunun uzağından yakınından geçmediği mânalara çekmenin de mâkul ve ilmî bir dayanağı mevcut değildir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 674-675
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ
فَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَقْتُلُوهُمْ fiili, نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. قَتَلَهُمْ fiili لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَتَلَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. رَمَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
اِذْ zaman zarfı, رَمَيْتَ fiiline müteallıktır. رَمَيْتَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَمَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اللّٰهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. رَمٰى fiili لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
رَمٰى elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يُبْلِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; القتل والرمي (öldürmek ve atmak) şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada لِ harf-i cerinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبْلِيَ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مِنْهُ car mecruru يُبْلِيَ fiiline müteallıktır.
بَلَٓاءً kelimesi, mef’ûlun mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. حَسَناً kelimesi, بَلَٓاءً kelimesinin sıfatıdır.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبْلِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi بلو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. سَمِیعٌ haber olup lafzen merfûdur. عَلِیمࣱ ise ikinci haberdir.
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı İsm-i Fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ
فَ atıf harfidir. Ayet, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; تفاخرتم بقتلهم فلم تقتلوهم (Onları öldürmekle övündün ama öldürmedin) olabilir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstidrak harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ , faide-i haber inkârî kelamdır. وَ ’la makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir.
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ cümlesi neden ولَكِنْ قَتَلَهُمُ اللَّهُ şeklinde gelmemiştir? Tahsis değil durumun önemini ifade etmek içindir. Muhataplar kendilerinin katil olduklarını düşünüyorlardı.
Bu yüzden müşrikleri öldürenlerin kim olduğunu bilmek istediler. Bu onlar için önemli olduğundan bir an önce öğrenmek istediler. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Menfi mazi fiiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ cümlesi فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ cümlesine matuftur. İstidrâk harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ, faide-i haber inkârî kelamdır. وَ ’la makabline atfedilmiştir.
Ayetteki her iki cümlede de لٰكِنَّ ’nin haberi mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Meânî ilminde malum olduğu üzere bu çeşit cümleler kasr (tahsis) veya hükmü kuvvetlendirme ifade ederler.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ - اللّٰهَ قَتَلَهُمْ cümleleri ve وَمَا رَمَيْتَ - اللّٰهَ رَمٰىۚ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
مَا رَمَيْتَ - رَمٰىۚ ve لَمْ تَقْتُلُو - قَتَلَهُمْۖ kelime grupları arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Arka arkaya gelen aynı üsluptaki bu cümleler manayı zihne yerleştirir, kalıcılık ve ezberleme kolaylığı sağlar.
رَمَيْتَ - رَمَيْتَ - رَمٰىۚ ve لِيُبْلِيَ - بَلَٓاءً ve تَقْتُلُوهُمْ - قَتَلَهُمْۖ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لٰكِنَّ ‘ler dolayısıyla istidrak ve rücû sanatları vardır.
İstidrak sözlükte; “telafi etme, düzeltme, doğrulama, karşılama” anlamlarına gelir. Terim olarak istidrak; “önceki kelamdan kaynaklanan tevehhümü, istisnaya benzer bir şeyle -ki bu, “lakin” demektir- ortadan kaldırmaktır.” (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ
وَ atıf harfidir. Cümleye dahil olan sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı cümle, takdiri قتل ورمي (Öldürdü ve attı) olan fiile müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. حَسَناًۜ kelimesi, بَلَٓاءً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لِيُبْلِيَ fiili بَلي kökünden olup elbisenin eskimesi, yıpranması manasındadır. Üzüntü de bela adını alır, çünkü bedeni yıpratır. Türkçede kullandığımız “müptela, bela” kelimeleri de bu köktendir.
Lâubâlî (لَا أُبَالِي) ifadesi de بَلي kökünden olup mufâale babındadır ve olumsuzluk ekiyle birlikte umursamamak, dikkate almamak manasındadır.
Bu kelimenin imtihan için kullanılması şu sebeplerledir:
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın سَم۪يعٌ ve عَل۪يمٌ şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
لٰكِنّ - اللّٰهَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ bu ayeti, “Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir.” diye sona erdirmiştir. Bu, “Allah, sizin sözlerinizi hakkıyla duyan ve kalplerinizin hallerini hakkıyla bilendir.” demektir. Bu tabir; kulun, işlerin zahirine aldanmayıp Hâlik Teâlâ'nın kalplerde ve gönüllerde saklı olan her şeye muttali (haberdar) olduğunu anlaması için bir sakındırma ve bir korkutma yerine geçer. (Fahreddin er-Râzî)
إنَّ burada ta’lil ve rabt için gelmiştir. Yani O, her şeyi işiten, her şeyi bilen olduğu için böyle yaptı. Ve onların kendi himayesi altında olduklarını ve yardımına tabi olduklarını biliyordu. Bunun için de dualarını kabul etti ve onlara zafer verdi. (Âşûr)