وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | değildir |
|
3 | صَلَاتُهُمْ | onların namazları |
|
4 | عِنْدَ | yanındaki |
|
5 | الْبَيْتِ | Beyt(ullah) |
|
6 | إِلَّا | başka |
|
7 | مُكَاءً | ıslık çalmadan |
|
8 | وَتَصْدِيَةً | ve el çırpmadan |
|
9 | فَذُوقُوا | O halde tadın |
|
10 | الْعَذَابَ | azabı |
|
11 | بِمَا | dolayı |
|
12 | كُنْتُمْ | olmanızdan |
|
13 | تَكْفُرُونَ | inkar ediyor(lar) |
|
Mekke döneminde indiği de rivayet edilen bu iki âyette müşriklerin Kâbe ile ilişkileri, ibadetleri ve taassupları hakkında önemli açıklamalar yapılmaktadır. Çok eski zamanlardan beri var olan bu kutsal mekân ve bina, insanları hem dinî hem de ticarî sebeplerle kendine çekiyor, birçok insanî ilişkiye zemin teşkil ediyordu. Her şeyden önce bir mâbed olan Beytullah’ı ziyarete gelenler burada özel ibadetler yapıyorlar, müşrikler Kâbe’nin içine koydukları putlarına tapınıyorlar, adaklar adayıp bunu yerine getiriyorlardı. Hz. İbrâhim için olduğu kadar onun neslinden gelen Hz. Muhammed aleyhisselâm ve müslümanlar için de kutsal ve mübarek bir mekân olan Kâbe’de müslümanlar da namaz kılmak, dua etmek istediler. Müşrikler, bu durumun insanları etkileyeceğini, müslüman olmalarını teşvik ve telkin edeceğini düşünerek yasak koydular, Hz. Peygamber dahil birçok müslümana burada ibadet ediyor diye işkence ve hakaret ettiler. Kâbe’nin bakım ve yönetim sorumlusu (âyet metnindeki karşılığına göre velîsi) olmak büyük bir mazhariyet ve şerefti; ancak İslâm’a göre buna lâyık ve ehil olmanın şartı takvâ sahibi olmaktı, Allah’ın cezasından korkmak, O’nun kullarına eziyet etmemek ve O’nun evinde kendisine ibadet edenlere mani olmamaktı. Müşrikler Allah’tan korkmadan, O’nun rızâsını gözetmeden müminleri ibadetten menederek Kâbe’ye hizmet şerefine lâyık olmadıklarını ortaya koydular.
Müşrikler, Kâbe mescidinde özellikle Hz. Peygamber ve müminler ibadet ederken ıslık çalıp el çırparak Beytullah’ın çevresinde dolaşmaya başlıyorlar, kendileri de ibadet yapıyorlarmış görüntüsü vererek müminlerin ibadetlerini sabote edip huzurlarını bozuyorlardı. Benimsediğimiz bu yoruma göre onların yaptıkları ibadet değil, ibadet görüntüsü içindebir engelleme hareketi idi (İbn Kesîr, III, 593-594).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 688
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
صَلَاتُهُمْ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, صَلَاتُ ‘nun mahzuf haline müteallıktır. الْبَيْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مُكَٓاءً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. تَصْدِيَةً kelimesi atıf harfi وَ ’la مُكَٓاءً ‘e matuftur.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كانت هذه طبيعة صلاتكم فذوقوا (Dualarınızın özelliği, tabiatı buysa, tadın) şeklindedir.
ذُوقُوا fiili ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harfi ceriyle birlikte ذُوقُوا fiiline müteallıktır. كُنْتُمْ nakıs fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَكْفُرُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
تَكْفُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ
وَ , istînâfiyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu, menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nefiy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir. كَانَ ’nin ismi ve haberi arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. صَلَاتُهُمْ , maksur / mevsûf, haber olan مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ , maksurun aleyh / sıfattır.
Nefî ve istisnâ şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.
الْبَيْتِ ‘den kasıt Kabe’dir. عِنْدَ الْبَيْتِ izafeti muzafın şanı içindir.
مُكَٓاءً - تَصْدِيَةًۜ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ . Kur’an’ın üslubundaki bu parlak ifadeyi bir düşünün. Zira, müşrikler ıslık ve el çırpmayı, Beytullah’ta eda edilmesi gereken namaz yerine koydular. Böylece, ibadetin manasını anlamayan ve Allah’ın evlerinin hürmetini tanımayan hayvanlar gibi oldular. (Safvetu't Tefasir)
Bu hareketleri Peygamber efendimiz Kabe’de namaz kılmak istediği zaman kafasını karıştırmak için yaptıkları da söylenmiştir. (Ebüssuûd)
Islık çalıp el çırpma işi, namaz cinsinden olan birşey değildir. Binaenaleyh, onları, salat lafzından istisna etmek nasıl caiz olabilir? denilise, biz deriz ki:
Bu hususta da şu izahlar yapılmıştır:
a) Onlar, ıslık çalıp el çırpma işinin namazın cinsinden olduğuna inanıyorlardı. Böylece bu istisna da onların bu inançlarına göre yapılmıştır.
b) Bu ifade tıpkı senin, وددت الأمير فجعل جفائي صلتي [Ben Emîri sevdim amma onun bana olan bağışı, bana zulmetmek oldu.] Yani أقام الجفاء مقام الصلة فكذا ههنا [İhsan yerine zulümü koydu.] denilmesi kabilindendir.
c) Bundan maksat şudur: "Namazı ıslık çalmak ve el çırpmak olan kimsenin namazı yoktur." Nitekim Araplar, "Onun kusuru ve ayıbı, sadece cömertliktir" manasını kasdederek, demektedirler. Daha sonra Cenab-ı Hak. "(Ey kâfirler), devam edegeldiğiniz o küfrünüzden dolayı artık tadın azabı" buyurmuştur. Yani, "Bedir Günü'ndeki kılıç azabını tadınız " demektir. Buna, "(Ahirette onlara), küfretmeniz sebebiyle, azabı tadın!" manası da verilmiştir.(Fahreddin er-Râzî)
Ayette geçen مُكَٓاءً kelimesi, öfke ile köpürmek, melemek, ağlamak, feryat etmek gibi çeşitli sesleri bildiren mastar grubundaki kelimelerden birisidir. Birisi ağzıyla ıslık çaldığı zaman یمْكُو, مكَا denilir. تَصْدِیَةً kelimesi ise alkışlamak, el çırpmak anlamında hava akımının iki elin arasında çarpma ile meydana getirdiği sestir. (Âşûr)
فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
فَ ; takdiri إن كانت هذه طبيعة صلاتكم فذوقوا (Dualarınızın özelliği, tabiatı buysa, … tadın.) olan mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.
Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, olayı göz önünde canlandırarak dikkatleri artırır.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Azabı tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.
صَلَاتُهُمْ ve فَذُوقُوا arasında gaipten muhataba geçiş şeklinde güzel bir iltifat sanatı vardır.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Öyleyse azâbı tadın.] ifadesinde kastedilen Bedir savaşında öldürülmeleri ve esarete maruz kalmalarıdır. Bir görüşe göre ise, bu azap âhiret azabıdır. O zaman lâm'in ahd için olma ihtimali vardır, ahd de ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ [bize acıklı azâbı getir.] (Enfâl: 32) cümlesinde ismi geçen azaptır. (Beyzâvî, Ebüssuûd )
Bu ayette تَكْفُرُونَ olarak A’raf suresinde ise تَكْسِبُونَ şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü burada bahsedilen azap küfür sebebiyledir. A’raf suresinde ise bahsedilen, dalalet ve küfürden dolayıdır. (Âşûr)