Enfâl Sûresi 57. Ayet

فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ  ...

Eğer onları savaşta yakalarsan, bunlar(a vereceğin ceza) ile arkalarındakileri de dağıt ki ibret alsınlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِمَّا bundan dolayı
2 تَثْقَفَنَّهُمْ onları yakalarsan ث ق ف
3 فِي
4 الْحَرْبِ savaşta ح ر ب
5 فَشَرِّدْ dağıt ش ر د
6 بِهِمْ onları
7 مَنْ kimseleri de
8 خَلْفَهُمْ arkalarında ki خ ل ف
9 لَعَلَّهُمْ böylece
10 يَذَّكَّرُونَ ibret alsınlar ذ ك ر
 

Allah’a göre, fiilleri iyi veya kötü olarak değerlendirilebilen canlıların en kötüsü, en âdi ve aşağılık olanı, inkâr eden, bu şekilde yaşayan ve bir türlü imana gelmeyen, yaptıkları antlaşmaya, verdikleri söze sadık kalmayan, hiçbir şeyden çekinmeyerek her defasında sözünden dönen kimselerdir.

 Müşrik, münafık ve yahudilerden bazı grup ve kabileler Hz. Peygamber’le saldırmazlık, hak ve hukuka saygı, düşmanla iş birliği yapmama gibi konularda antlaşmalar yapıyor, sonra da bunu bozuyorlardı. Meselâ yahudilerden Benî Kaynukå‘, antlaşmaya aykırı olarak, bölgelerinde alışveriş yapmaya gelen bir müslüman kadına tacizde bulunmuşlar, kadın yere düşüp mahrem yerleri açılınca da gülüşüp eğlenmişlerdi. Orada bulunan bir müslüman sataşan yahudiyi öldürdü, diğerleri de müslümanı öldürdüler. Bedir’le Uhud savaşları arasında meydana gelen bu olay üzerine müslümanlar, Benî Kaynukå‘a karşı harekete geçtiler. Yine münafıkların reisi Abdullah b. Übey adamlarıyla beraber Uhud Harbi’nde müslümanların safında yer almış, sonra askerlerin üçte birini teşkil eden gücünü geri çekerek müslümanlara zarar vermişti (İbn Hişâm, Sîre, III, 68; İbn Âşûr, X, 48). Allah’tan korkmayanları cezalandırmak ve geride kalanlar için de caydırıcı bir örnek oluşturmak üzere sert tedbirler alınmış, savaşta yakalanmaları halinde aman verilmemesi istenmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

Cilt: 2 Sayfa: 701-702

 

فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

  

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  اِنْ  harfi,  مَا ‘ya idgam edilmiştir.  مَا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ” اِنْ ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِمَّا  daki  اِنْ  şartıyedir,  مَا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden  نَّ 'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra/23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))

تَثْقَفَنَّهُمْ  şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فِي الْحَرْبِ  car mecruru  تَثْقَفَنَّهُمْ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi, başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt)  ف ‘si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt) ف ‘si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 شَرِّدْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

بِهِمْ  car mecruru  شَرِّدْ  fiiline müteallıktır.  بِ  harf-i ceri, sebebiyedir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  خَلْفَهُمْ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَعَلَّ  tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  اِنَّ  gibi ismini nasb, haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَذَّكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili  ن’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

Aslı  يَتَذَكَّرُونَ  şeklindedir.  ت  harfi  ذ ‘ye dönüşmüştür.

شَرِّدْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  شرد  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ 

 

  

Ayet,  اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ ‘ye  فَ  ile atfedilmiştir. Veya  فَ  zaid harftir.  

اِمَّا , şart harfi  اِنْ  ve tekid ifade eden zaid  مَا  harfinin idgamından oluşmuştur. Cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şart fiili  تَثْقَفَنَّهُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Nûn-u sakile ve zaid  مَا  harfi olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَشَرِّدْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası mahzuftur.  خَلْفَهُمْ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

التَّشْرِيدُ : Kovmak ve ayırmak demektir. Yani arkalarında olanları uzaklaştır demektir. التَّشْرِيدُ (ürkütmek), korkutmak ve nefret ettirmekten kinaye olmuştur. (Âşûr)

 

الخَلْفُ : Burada birine uyanların tamamı için müsteardır.  الوَراءُ  kelimesi gibidir. (Âşûr)

 

لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

  

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ , vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir. 

لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ  edatı, tereccî içindir yani ümitvâr olma manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Kutrub (v. 106/724) ise  لَعَلَّ  kelimesinin ‘için’ manasında olduğunu söylemiştir. 

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu, akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل ,  تَفَكُّر ,  تَدَبُّر ,  تَذَكُّر  ve تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları, geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. (Hasan Uçar Doktora Tezi, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

يَذَّكَّرُونَ   kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)