Tekvir Sûresi 18. Ayet

وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَۙ  ...

Andolsun, aydınlandığı zaman sabaha ki,
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالصُّبْحِ ve sabaha ص ب ح
2 إِذَا zaman
3 تَنَفَّسَ soluk almağa başladığı ن ف س
 

Erişilmez bir nazım güzelliği ve edebî incelikler taşıyan 15-18. âyetlerdeki yeminler, ileride verilecek olan vahiy ve peygamberle ilgili bilgilerin gerçekliğini teyit amacı taşıması yanında, muhatabı bu bilgilerin önemini kavramaya hazırlamaktadır. Çünkü peygamberin dürüstlüğü ve vahyin gerçek olduğu hususunda kuşku duyan insanın, hiçbir dinî bildirimi tanıyıp kabul etmesi beklenemez. Müfessirler 19. âyette anlatılan “değerli elçinin sözü”nden maksadın Kur’an olduğunu söylemişlerdir. Elçiden maksat bir görüşe göre Cebrâil’dir (Taberî, XXX, 51; Zemahşerî, 224). Cebrâil, Allah’ın kelâmı Kur’an’ın Hz. Peygamber’e ulaştırılmasında aracılık yani elçilik ettiği için ona “değerli elçi” denilmiş ve Allah’ın vahyettiği kelâm Hz. Peygamber’e onun tarafından okunduğu, vahye uygun söz kalıbına girmiş olarak ondan ulaştığı için “onun sözü” olarak ifade edilmiştir. Diğer bir yoruma göre “değerli elçi” Hz. Peygamber’dir. O, Allah’ın elçisi olarak Kur’an’ı insanlara tebliğ ettiği için Kur’an onun sözü olarak ifade buyurulmuştur (İbn Âşûr, XXX, 154-155).

“Değerli elçi” ifadesini Hz. Peygamber olarak açıklayanlara göre 20-21. âyetlerin anlamı şöyle olur: Peygamber Allah’tan gelen mesajları ümmetine tebliğ edecek güç ve yeteneğe sahiptir; Allah katında onun yüce bir makamı ve itibarı vardır; kendisine indirilen vahyi koruma ve tebliğ etme hususunda güvenilir bir elçidir; Allah’a itaat eden müminler ona da itaat eder, saygı gösterirler (Şevkânî, V, 453; arş hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54).

 

وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَۙ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la  الَّيْلِ ‘ye matuf olup kesra ile mecrurdur.  

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  zaman zarfı  اُقْسِمُ  fiiline mütealliktir. تَنَفَّسَۙ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَنَفَّسَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. تَنَفَّسَۙ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  نفس ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَۙ


وَالصُّبْحِ  atıf harfi  وَ  ile 15. ayetteki muksemun bih olan  خُنَّسِۙ e atfedilmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَنَفَّسَ  cümlesi  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.  اِذَا  zaman zarfı,  15. ayetteki  أقسم  kasem fiiline mütealliktir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَ  (Estiğinde sabaha yemin ederim.) ayetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah, gündüzün gelmesi ve aydınlığının yayılma­sını, kalbe hayat veren ve yavaş yavaş esen rüzgârlara benzetti. تَنَفَّسَۙ  kelimesini, zifiri karanlıktan sonra gündüzün aydınlanması için müsteâr ola­rak kullandı. Bu, tasvir bakımından en güzel ve belîğ istiarelerdendir. Çünkü Yüce Allah, gündüzün gelmesini, sabahın teneffüsü ile ifade etti. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)

Müstear, تَنَفَّسَۙ (nefes aldı) fiilidir. Müstearun leh (benzeyen)  الصُّبْحِ , yani işraktır. Müstearun minh (benzetilen) insan veya bir canlıdır. Câmi’; canlılıktır. Burada sabah, canlı bir şeye benzetilmiştir. Sabah ve canlı bir şey bir arada bulunabilir. Bunun için tasrihi ve vifaki istiare vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Şayet “Sabahın nefeslenmesi ne demektir?” dersen şöyle derim: Sabah yönelip geldiği vakit, beraberinde bir rahatlık ve hoş bir esinti de gelir. İşte sabah için bu mecazî anlamda bir nefes kılınmış;  تَنَفَّسَۙ الصُّبْح  denmiştir. (Keşşâf)

Ayetteki bu mecazın keyfiyeti hususunda ise şu iki izah yapılmıştır:

a) Sabah vakti geldiğinde, onun gelmesiyle bir rahatlık, bir huzur, bir sürur gelir. Bu da mecazen, onun nefesi, onun canı kabul edilmiştir de, böylece de, "sabah teneffüs ettiğinde..." denilmiştir.

b) Bu karanlık gece, hiç hareket etmeden ve kalbi hüzünle dopdolu olan belaya duçar ve hüzünlü birisine benzetilmiştir. Binaenaleyh bu kimse bir nefes aldığında bir rahatlık hissedecektir. İşte ayette de, sabah vakti olunca, böylece gece sanki bu kederden, bu hüzünden kurtulmuş da, dolayısıyla onun bu hali, nefes alma tabiri ile ifade edilmiştir. Ayetteki bu istiare, çok hoş olan bir istiaredir. (Fahreddin er-Râzî)